Çevirmenin notu: Filistinlileri tehcir ederek ve topraklarını gasp ederek 1948’den bu yana terör pratikleriyle varlığını sürdüren İsrail’in en büyük ama fazlaca göz ardı edilen suçları arasında, Gazzelilerin petrol ve doğalgaz rezervlerine el konulması da yer alıyor. Söz konusu durum, İsrail’in bekasını sürdürmesi ve zenginleşmesi açısından ciddi bir konu.
İsrail’in petrol ve doğalgaz savaşını kim kazanacak?
Netanyahu Avrupa’nın bakir enerji pazarına gözünü dikti
Thomas Fazi
Unherd
5 Aralık 2023
İsrail-Filistin çatışması üzerine yorum yaparken çatışmanın siyasi, sosyal ve insani boyutlarına odaklanma eğilimindeyiz. Fakat çoğu zaman bu, Gazze’de yaşanan son hadiselerin de ortaya koyduğu üzere, ciddi bir iktisadi boyutun göz ardı edilmesine yol açıyor.
Askeri işgallerin belki de mali açıdan en yıkıcı yönü doğal kaynaklara el konulmasıdır. İsrail’inki de istisna değil. Bunun en açık örneği, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’nin ekilebilir topraklarının ve su kaynaklarının çoğunu kontrol altına alması (ya da Filistinliler için erişilemez hale getirmesi) şeklinde ortaya çıktı. Başka bir deyişle, doksanlı yıllarda Filistin Yönetimi’nin kurulmasına rağmen, Filistin halkı hiçbir zaman kendi kaynakları ve ekonomisi üzerinde gerçek anlamda kontrol sahibi olamadı. Bu durum insanların, işgücünün ve malların dolaşımına getirilen ciddi kısıtlamalara ek olarak Filistin ekonomisine çok ağır bir darbe vurdu.
Ancak İsrail’in Filistin topraklarındaki geniş petrol ve doğalgaz rezervlerine el koyması daha az bilinen bir durum. Örneğin Batı Şeria sınırında, İsrail’in —her ne kadar büyük kısmı 1967’den bu yana işgal altında olan Filistin topraklarının altında yer alsa da— 1948 ateşkes hattının batısında yer aldığını belirttiği İsrail’in en büyük kara petrol sahası yer alıyor.
Fakat İsrail ile Filistin arasındaki en ihtilaflı “enerji savaşının” yaşandığı yer Batı Şeria değil, Gazze. 1999 yılında British Gas Group (BGG) Gazze kıyılarının 17 ila 21 deniz mili açığında büyük bir gaz sahası (Gaza Marine) keşfetti. Bu saha, 1995 yılında imzalanan ve Filistin Yönetimi’ne kıyıdan itibaren 20 deniz miline kadar olan sularda deniz yetki alanı tanıyan İkinci Oslo Anlaşmasının sınırları içinde yer alıyordu. Gaz sahasının keşfinin ardından Filistin Yönetimi BGG ile 25 yıllık bir gaz arama sözleşmesi imzaladı ve şirket, 2000 yılında sahada iki kuyu açtı. 1,4 trilyon fit küp doğalgaz içerdiği tahmin edilen kuyu, Filistin bölgesinin enerji ihtiyacını karşılamak ve kayda değer miktarda ihracat geliri elde etmek için fazlasıyla yeterli.
Yaşanan onca talihsizlikten sonra Filistin halkı nihayet altın bulmuş gibi görünüyordu. 27 Eylül 2000’de, BGG açık deniz arama platformunda sembolik olarak ateşi yaktıktan sonra, o zamanki Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat, “ekonomimiz ve bağımsız bir devlet kurmak için sağlam bir temel sağlayacak” olan bu keşfi “Allah’ın bir lütfu” olarak anmıştı.
Fakat Tanrı’nın başka planları vardı; iki gün içinde İkinci İntifada patlak verdi. Ve ertesi yıl, aşırı milliyetçi Ariel Şaron seçimleri kazandı ve huzursuzluğu kullanarak Gazze denizini geliştirme projesini engelledi, kârın Hamas ve diğer militan gruplara aktarılma riski olduğunu iddia etti.
Sonraki yıllarda Filistin ekonomisini güçlendirmek adına çok az şey yapıldı. Hatta birbirini izleyen İsrail hükümetleri gazın kendi topraklarında bulunan bir rafineriye taşınmasında ısrar etti ve böylece Gazze’deki gaz sahalarından elde edilen gelirler üzerinde İsrail’in kontrol sahibi olmasını sağladı. 2000’li yılların başında, dönemin başbakanı Tony Blair bile devreye girerek, Filistinlileri doğalgaz rezervlerinden elde edilen gelirin, paranın silahlı direniş gruplarının eline geçmemesini sağlamak amacıyla incelenmek üzere New York Merkez Bankası’na gönderilmesini kabul etmeye ikna etti.
Fakat İsrail ayak diremeye devam etti ve nihayet 2007 yılında Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesinin ardından tüm müzakereleri kesti. Ertesi yıl İsrail’in Gazze Şeridi’ne askerî harekât başlatması ve ardından Gazze kıyı şeridinin tamamına yığınak yapması ve uluslararası hukuka aykırı olarak Gazze doğalgaz sahasını fiilen kontrolü altına alması önemli bir dönüm noktası oldu. O andan itibaren BGG doğrudan İsrail hükümetiyle muhatap olmaya başladı ama birkaç yıl boyunca, büyük ölçüde İsrail ile Hamas arasında tekrarlanan çatışmalar nedeniyle, projede neredeyse hiç ilerleme kaydedilemedi.
Bu da Filistinlilerin milyarlarca dolar zarar etmesine neden oldu. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı, 2019 yılında şu gözlemde bulundu: “İşgalci, Filistinlilerin enerji sahalarını geliştirerek bu varlıklardan faydalanmalarına engel olmaya devam ediyor. Buna bağlı olarak, Filistin halkı bu doğal kaynağın sosyoekonomik kalkınmayı finanse etmek ve enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılmasının faydalarından tüm bu süre boyunca mahrum bırakıldı.”
Fakat Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra proje yeniden canlandırıldı. Avrupa çaresizce Rus gazına alternatifler aramaya başladığında Netanyahu uzun zamandır hayalini kurduğu, İsrail’i bölgesel bir enerji merkezine ve büyük bir enerji ihracatçısına dönüştürme hayalini taçlandırma konusunda mükemmel bir fırsat yakaladı. Bu oldukça yeni bir gelişme. Kurulduğu 1948 yılından bu yana İsrail, büyük ölçüde diğer ülkelerden enerji ithalatına bağımlıydı.
Gelgelelim 2009 ve 2010 yıllarında İsrail, kendi ilan ettiği münhasır ekonomik bölgesinde, kıyılarının açıklarında iki büyük doğalgaz sahası keşfetti: Tamar ve Leviathan gaz sahaları, toplamda yaklaşık 30 trilyon fit küp doğalgaz rezervine sahip olduğu tahmin ediliyor. Bu durum bölgesel gaz piyasasının jeopolitik dinamiklerini önemli ölçüde değiştirdi: İsrail on yıl içinde net gaz ithalatçısından ihracatçıya —çoğunlukla Mısır ve Ürdün’e— dönüştü.
Ancak İsrail’in gözünü diktiği asıl pazar her zaman Avrupa oldu. Bu amaçla, İsrail’den Türkiye’ye uzanacak ve daha sonra Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattına bağlanacak bir açık deniz boru hattı ve İsrail’i Kıbrıs üzerinden Yunanistan anakarasına bağlayacak ve daha sonra İyon Denizi üzerinden İtalya’ya uzanan önerilen Poseidon boru hattıyla buluşacak EastMed boru hattı da dahil çeşitli boru hattı projeleri düşünüldü.
Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze deniz sahasının geliştirilmesi de dahil tüm bu projelere yeni bir ivme kazandırdı. Haziran ayında İsrail, Filistin Yönetimi, Mısır, İsrail ve Hamas’ın Gazze’deki gaz rezervlerini geliştirmeyi amaçlayan 1,4 milyar dolarlık bir projeye ön onay verdi. Anlaşma uyarınca, yılda 700 ila 800 milyon dolara ulaşacağı tahmin edilen gelir Filistin Yönetimi’ne gidecek ve kararlaştırılan bir kısmı Gazze’nin ekonomisini desteklemek için kullanılacaktı. Proje hem Gazzeliler hem de İsrailliler açısından “nadir görülen potansiyel bir kazan-kazan fırsatına yaklaşma” olarak anıldı.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, İsrail-Hamas çatışmasının yeniden patlak vermesi anlaşmayı bir kez daha askıya aldı ve ufukta savaşa siyasi bir çözüm bulunmadığı göz önüne alındığında, yakın zamanda nasıl yeniden canlandırılabileceğine dair tahmin yürütmek zor. Nitekim bazı yorumcular İsrail’in Gazze’deki savaşının ardındaki gerçek nedenin gaz sahasının kontrolünü ele geçirmek olduğunu savunuyor. Princeton Üniversitesi’nde Orta Doğu Güvenliği ve Nükleer Politika Uzmanı olan Seyed Hossein Mousavian, kısa bir süre önce “nihai hedefin yalnızca Hamas’ı yıkmak ve/veya Filistinlileri yurtlarından tehcir etmek değil, Gazze’nin milyarlarca dolarlık gaz kaynaklarına el koymak olduğunu” yazmıştı.
Açıkçası, bu argüman doğru değil: belirtildiği üzere İsrail, çatışmadan önce gaz sahası da dahil olmak üzere Gazze kıyı şeridini halihazırda etkin bir şekilde kontrol ediyordu. Dahası, Gazze deniz sahasında bulunan rezervler, İsrail’in ana gaz kaynağı olan devasa Leviathan ve Tamar sahalarının rezervleriyle kıyaslandığında sönük kalıyor. Nitekim İsrail Enerji Bakanı, kısa süre önce Leviathan sahasında aralarında BP ve İtalyan Eni’nin de bulunduğu altı şirkete 12 ruhsat verdi. Özünde ise Gazze deniz sahası İsrail’in enerji politikası ve büyük jeo-stratejik planları için oldukça teğet görünüyor.
Yine de bu anlaşma İsrail-Filistin ilişkilerinin akıbeti açısından önemini koruyor. İşte bu nedenle ABD şimdi İsrail’i anlaşmayı yeniden canlandırmaya zorluyor. Biden’ın enerji güvenliği danışmanı Amos Hochstein, geçen ay İsrail’e yaptığı ziyarette “Burada Filistinliler adına Gazze açıklarındaki gaz sahalarını geliştirme konusunda bir fırsat mevcut,” demişti. İsrail’in buna izin vereceğinden “yüzde yüz” emin olduğunu belirten Hochstein, “izin vermemeleri için hiçbir neden yok; bu onların [İsraillilerin] değil, gaz Filistin halkına ait,” ifadelerini kullanmıştı.
Biden yönetimi çatışmanın topyekûn bir bölgesel savaşa dönüşmesini önlemek adına ne kadar çaresiz olsa da Hochstein’ın sözleri hüsnükuruntudan öteye gitmiyor. Kalıcı bir siyasi çözüme ulaşılamadığı sürece, Gazze açıklarındaki gazın deniz altında ve Filistinlilerin kontrolü dışında kalacağı on yıllardır açıktı. Bugünkü savaşa tanıklık eden biri ancak kalkınma arzularının engellenmeye devam edeceği kanaatine varabilir.