DÜNYA BASINI

İsrail’in “Riyad ile normalleşme” spekülasyonu

Yayınlanma

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, göreve gelir gelmez dış politikada stratejik hedef olarak Suudi Arabistan’la normalleşmeyi koydu. Netanyahu, Suudi Arabistan’ın uluslararası ve bölgesel siyasetteki öncü rolünün İsrail’i izolasyondan kurtaracağını düşünüyor. Öte yandan iç politikadaki sıkışıklığının dış politika başarısı ile hafifleyebileceği hesabını yapıyor.

Ancak Riyad, böyle bir normalleşme için kamuoyu önünde Filistin’in bağımsız devlet olarak kabulünü ön şart koşmaya devam ediyor. Kapalı kapılar ardında ise pazarlık İsrail’le değil ABD ile yürüyor. Washington’un önüne nükleerden, sorgusuz sualsiz silah satışına kadar kabul görmesi imkansıza yakın bir dizi talep listesi sunuyor. Riyad, ABD’nin Suudi-İsrail normalleşmesini neden istediğinin farkında. En önemlisi Orta Doğu’daki liderliğini Çin’e kaptırmamakla ilgili.

Riyad, İsrail’in en sağcı hükümeti ile anlaşarak Arap Müslüman dünyasındaki imajını yok pahasına sarsmak istemiyor. ABD’den taviz koparmadan İsrail’le yapılacak bir anlaşma hele ki Riyad’ın bölgedeki en önemli “sorunu” Tahran ile ilişkilerini normalleştirmeye başladığı düşünüldüğünde Suudiler için mantıksız görünüyor.

Ancak aksi yönde yapılan tüm açıklamalara ve verilen işaretlere rağmen Netanyahu hükümeti Riyad’la anlaşmanın “an meselesi” olduğu yönünde imalarda bulunmaya devam ediyor. Peki İsrail hükümetinin bu spekülasyon politikasının amacı ne?

Washington merkezli Körfez Arap Ülkeleri Enstitüsü’nden (AGSIW) Aziz Alghashian bu soruya yanıt vermeye çalışıyor.

***

İsrail’in İbrahim Anlaşmalarını Koruma ve Genişletme Stratejileri

Aziz Alghashian

İbrahim Anlaşmalarının çökmesi pek olası değil ancak diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin anlaşmalara katılma ihtimali de öyle.

İsrail için İbrahim Anlaşmaları muazzam bir dönüm noktasıydı. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda İbrahim Anlaşmaları İsrail’in tavizlerden kaçınan barış için barış formülünü somutlaştırdı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Haziran 2021’de söylediği gibi, “İbrahim Anlaşmaları barış için toprak denkleminden barış için barış denklemine geçmemizi sağladı ve bir karış toprak vermedik.” Kilit Körfez ülkelerini İbrahim Anlaşmalarına katılmaya iten stratejik hesaplara ek olarak, anlaşmalar İsrail için stratejik bir zaferi temsil ediyor ve temel diplomatik hedefi olan Suudi Arabistan ile angajmanı kolaylaştıran bir Arap-İsrail siyasi ortamının şekillenmesine yardımcı oluyordu. Anlaşmaları canlı tutmak, sağcı iktidar koalisyonu tarafından gerçekleştirilen yargı reformlarından kaynaklanan bazı iç siyasi baskıları hafifletmenin de bir yolu olabilir.

Ancak Netanyahu liderliğindeki İsrail hükümetinde aşırılık yanlılarının üst düzey pozisyonlara yükselmesi ve İsrail ordusunun Batı Şeria’daki saldırılarını yoğunlaştırmasının ardından Abu Dabi ve Manama’nın İsrail ile ilişkilerini koparabileceği yönünde spekülasyonlar yapılmaya başlandı. İbrahim Anlaşmalarının çökmesi pek olası değil ancak diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin anlaşmalara katılma ihtimali de öyle. İsrail hükümeti yeni kurduğu resmi ilişkileri sürdürmekle meşgul ve İsrail barış için barış paradigmasını canlı tutmak istiyorsa anlaşmaları canlı tutmak zorunda. Anlaşmaları canlı tutmak için İsrail üç strateji uyguluyor.

Körfez ülkeleri değil ama diğer Müslüman ülkeler katılıyor

Diğer KİK ülkelerinin yakın zamanda İbrahim Anlaşması’na katılma ihtimali olmadığı için İsrail, çoğunluğu Müslüman olan diğer devletleri de “barış çemberine” dahil etmeye çalışıyor. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’in Moritanya, Somali, Nijer ve Endonezya ile ilişkileri normalleştirmek için çalıştığı bildiriliyor. Ancak, kamuoyuna yansıyan ilerleme işaretleri pek görülmedi. İsrail’in İbrahim Anlaşması’nı nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Endonezya’ya genişletme arzusu, Bali valisinin İsrail’in 20 yaş altı milli futbol takımının ülkeye girişine izin vermemesiyle sekteye uğradı; bu karar yerel yönetime ait olsa da Endonezya’nın İsrail’le ilişkileri normalleştirme konusundaki isteksizliğine işaret ediyor.

Cohen, 19 Nisan’da İran’a sınırı olan ve çoğunluğu Müslüman iki ülke; Azerbaycan ve Türkmenistan’a yaptığı ziyaretin ardından şunları söyledi: “Geçmişte Dışişleri Bakanlığı olarak İbrahim Anlaşması’nı genişletmek amacıyla Basra Körfezi ülkelerine ve Afrika ülkelerine ağırlık vermiştik… Bu ziyaretle… Avrasya bölgesine açılıyoruz.” Cohen’in açıklaması, İsrail’in Körfez dışındaki Müslüman ülkelere yöneldiğini göstermenin ötesinde, İsrail’in İbrahim Anlaşmalarını iki alanı kapsayacak şekilde gördüğünü ortaya koyuyor: Suudi Arabistan ve diğer KİK ülkelerinin hâkim olduğu merkez ve Arap olmayan Müslüman çoğunluklu ülkeler olan çevre. Suudi Arabistan ile normalleşme yakın zamanda mümkün olmadığından İsrail’in anlaşmaları korumaya yönelik diplomatik çabaları çevreye odaklanmış durumda.

Halklar arası temasların güçlendirilmesi

İsrail’in İbrahim Anlaşması’nı korumaya yönelik ikinci stratejisi İsrail-Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasındaki zımni işbirliğini genişletmektir. İsrail ile İbrahim Anlaşmalarını imzalamayan KİK ülkeleri arasındaki resmi ilişkiler mesafeli kalmaya devam etse de İsrail muhtemelen Körfez’de halklar arası etkileşimi ve medya erişimini genişletmeye çalışacaktır.

İsrail’in bu etkileşimleri artırma çabasına, Körfez ülkelerinin İsrail’in ve İsraillilerin katıldığı küresel etkinliklere ev sahipliği yapan uluslararası bir merkez olma çabası da yardımcı olacaktır. İsrailli bir atlet Ekim 2022’de Suudi Arabistan’da bir triatlonda yarıştı, 2021 Tokyo Olimpiyatları’nda Suudi ve İsrailli kadınlar arasındaki judo maçı büyük ilgi gördü ve son olarak bir İsrail takımı FIFA Dünya Kupası için Riyad’daydı.

İsrail televizyon kanalları sık sık Körfezli akademisyen ve analistleri (genellikle BAE kökenli) konuk ederek İbrahim Anlaşmalarının BAE ve Bahreyn’e doğru genişleme potansiyelini ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşme ihtimalini tartışıyor. Örneğin, i24news’e verdiği bir röportajda BAE merkezli bir “barış aktivisti” “Bence normalleşme an meselesi” dedi. Dikkat çekici bir şekilde, İsrail medya kuruluşları Körfez’deki İbrahim Anlaşması destekçilerinin sesini yükseltirken, anlaşmaya şüpheyle yaklaşanlara çok daha az yer ayırıyor. İsrail merkezli söylemler genellikle bu Körfez destekçileriyle etkileşimleri diğer Körfez ülkeleri ile İsrail arasında yakın zamanda gerçekleşecek normalleşmenin işaretleri olarak gösteriyor ve muhtemelen önemlerini abartıyor; yine de halklar arası ilişki kurma çabasında anlamlılar. İsrail hükümeti iç siyasi çalkantılar ve Filistinlilerle artan şiddet karşısında ilan ettiği stratejik hedeflere doğru yürümeye çalışırken, İsrail-Körfez etkileşimlerini güçlendirmek İsrail için ileride daha da önemli hale gelecek.

Sürekli Spekülasyon

İsrail’in İbrahim Anlaşması’nı canlı tutmaya yönelik üçüncü stratejisi stratejik spekülasyon yaratmak. İsrailli yetkililer (ve diğerleri) bunu Körfez ülkeleriyle daha fazla resmi işbirliği veya “atılımların” ufukta olduğunu öne sürerek yapıyor. Buna karşılık, bu tür spekülasyonlar politize edilebilir ve hatta İbrahim Anlaşmalarının, canlı olduğu ve genişlediği şeklinde yanlış bir tasvire yol açabilir. İki ülke arasındaki ticaret devam ederken, İbrahim Anlaşmaları Körfez sokaklarında giderek daha az sevilir hale geldi ve İbrahim Anlaşmalarının bölgesel barış için bir çerçeve olarak yararları konusundaki şüpheler de arttı.

Netanyahu mevcut koalisyonun başkanı olarak ilk konuşmasını yaptığında, dört kapsayıcı politika hedefi belirlemişti; bunlardan biri, Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleştirilmesine üstü kapalı bir gönderme olan “barış çemberini önemli ölçüde genişletmek” idi. Mart ayında Suudi Arabistan, İsrail Dışişleri Bakanı’nın krallıkta düzenlenen bir Birleşmiş Milletler etkinliğine yapmayı planladığı ve gerçekleşmiş olsaydı İsrail’in muhtemelen tarihi olarak niteleyeceği geziyi etkili bir şekilde engelledi. Bununla birlikte, haftalar sonra Cohen Azerbaycan’dayken Suudi Arabistan’a bir ziyaretin “masada olduğunu” iddia etti ve İsrailli yetkililerin Riyad’ın Cohen’in mart ayındaki seyahatini engellediğini itiraf etmesine rağmen Suudi Arabistan’a ziyaretle ilgili spekülasyonları canlı tuttu.

İsrail’in spekülasyon yaratma stratejisi, Senatör Lindsey Graham’ın Nisan ayında Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile yaptığı görüşmeden sonra daha da güçlendi. Graham, 2018’de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinden sonra Muhammed bin Selman iktidarda olduğu sürece Suudi Arabistan’ı asla ziyaret etmeyeceği sözünü vermesine rağmen bu ziyareti gerçekleştirdi. Graham, geri adımını “Biden yönetimiyle Suudi Arabistan’la birlikte çalışmayı … İbrahim Anlaşmaları üzerine inşa etmeyi konuşuyordum” diyerek gerekçelendirdiğinde İsrail-Suudi normalleşmesine ilişkin spekülasyonlara katkıda bulundu.

Graham’ın yorumlarının yarattığı küçük spekülasyon dalgası, Suudi Arabistan’ın bir anlaşmaya varılacağına dair hiçbir işaret vermemesine rağmen Cohen’in İsrailli Müslüman hacıların Suudi Arabistan’a doğrudan uçuşları konusunun “görüşüldüğünü” iddia etmesi için fırsat oldu ve “Suudi Arabistan’la barışı ilerletebileceğimiz konusunda iyimser olduğunu” söyledi.

İsrailli yetkililer, ABD hükümetinin İsrailli Müslümanlar ve Batı Şeria’daki Müslümanlar için İsrail’den Suudi Arabistan’a uçuşların kolaylaştırılmasına yardımcı olacağını umuyorlardı. Haccı siyasileştirme ve iki ülkeyi resmi olarak yakınlaştırmak için bir dönüm noktası olarak kullanma girişimi Suudi hükümeti tarafından hoş karşılanmadı. Yine de İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Tzachi Hanegbi, “Belki bir sonraki Hac’da bunu gerçekleştirebilecek bir konumda oluruz” dedi.

ABD’li yetkililerin krallığa gelecekte yapacakları ziyaretler de benzer şekilde İbrahim Anlaşması’nı ilerletmeye yönelik bir girişim olarak sunulabilir. Bu tür ziyaretlere, Suudi Arabistan’ın yakın gelecekte anlaşmalara fiilen katılma olasılığından bağımsız olarak, İbrahim Anlaşmalarının genişletilmesine ilişkin spekülatif raporların eşlik etmesi muhtemel. Örneğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Suudi Arabistan’a gitmeden kısa bir süre önce 4 Mayıs’ta Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü’nde bir konuşma yaptı. Sullivan’ın İsrail ve Suudi Arabistan arasında “tam normalleşmenin sağlanmasının” “ABD’nin ilan edilmiş bir ulusal güvenlik çıkarı olduğunu” belirtmesi, Sullivan’ın krallığa yaptığı gezi ve ABD’nin İsrail-Suudi normalleşmesini kolaylaştırma çabalarıyla ilgili spekülatif manşetlerin atılmasına yol açtı. Ancak medyanın abartılı haberlerine rağmen Beyaz Saray’ın Sullivan’ın Suudi Arabistan’daki görüşmesiyle ilgili açıklamasında İsrail’in adı bile geçmedi.

ABD’li yetkililer İbrahim Anlaşmalarının diğer Körfez ülkelerine, özellikle de Suudi Arabistan’a genişletilmesine ilişkin haberlerin gerçeklikten çok spekülasyon içerdiğini kabul ettiler. 31 Mayıs’ta Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Barbara Leaf, İsrail-Suudi normalleşme anlaşmasının yakın olduğu iddiasıyla ilgili “Basında… özellikle de İsrail basınında çok fazla yanlış haber ve aşırı heyecan var” dedi. Aynı şekilde, ismini vermek istemeyen bir ABD’li yetkili de İsrail ile Suudi Arabistan arasında normalleşme müzakereleri yapıldığına dair İsrail kaynaklı haberleri “komik” olarak nitelendirdi.

Bununla birlikte Suudi Arabistan kısa bir süre önce İsrailli yetkililerin Eylül ayında Suudi Arabistan’da düzenlenecek bir UNESCO etkinliğine katılmasına izin veren bir anlaşma imzaladı. Bazı İsrailli yetkililer hâlâ Suudi yetkililerin İsrailli yetkililerin ziyaretini zorlaştırmaya çalışabileceğinden endişe etse de bu yine de Suudi-İsrail etkileşiminin artacağı bir sürece ve muhtemelen daha sansasyonel manşetlere işaret ediyor. Suudi Arabistan giderek büyüyen ve uluslararası etkinlik ve ticaret merkezi haline gelmeye çalışan bir ülke olduğu için İsrail’in varlığını resmi olarak boykot edemez, dolayısıyla bu durumun İsrail-Suudi ilişkilerindeki değişim, İsrail diplomasisi ve gelişen ikili ilişkilerden mi kaynaklandığı yoksa İsrail’in küreselleşmenin etkisinden mi yararlandığı sorusunu akla getiriyor. Her iki durumda da bu tür alışverişler İsrailli yetkililer tarafından İbrahim Anlaşmalarının bir başarısı olarak gösterilecek ve sunulacaktır.

İsrail’in temel diplomatik hedefi menzil dışında kalmaya devam ediyor

Mevcut İsrail aşırı sağcı hükümetinin göreve gelmesinden bu yana Filistinliler ve İsrailliler arasındaki şiddet arttı ve büyük olasılıkla devam edecek. Bu, neredeyse üç yıllık İbrahim Anlaşmalarının şimdiye kadar karşılaştığı en önemli sınav olabilir. Körfez hükümetleri kınama açıklamaları yayınlarken, BAE ya da Bahreyn’in anlaşmalara katılma yönündeki stratejik kararını yeniden gözden geçirdiğine dair herhangi bir işaret henüz görülmedi. Bununla birlikte, İsrail ve Batı Şeria’daki gerilimler göz önüne alındığında İsrail hükümetinin İbrahim Anlaşmalarının “barış için barış” temelini korumak ve diğer kilit Körfez ve Arap çoğunluklu ülkeleri anlaşmalara katılmanın kendi çıkarlarına olduğuna ikna etmenin yollarını bulmak için çok çalışması gerekecek. Bu arada, İsrail’in temel diplomatik hedefi olan Suudi Arabistan ile resmi diplomatik angajman ve normalleşme, menzil dışında kalmaya devam ediyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version