Çevirmenin notu: Arktik ve Kuzey Deniz Rotası, Ukrayna’da 2014’te düşük şiddette başlayan, Minsk müzakereleriyle kısa süreliğine sükunete eren ve 2022’nin şubat ayında tırmanan savaş devam ederken Batı ile Rusya arasındaki ilişkilerde ciddi önem arz eden, fakat pek ilgiye mazhar olmayan konular arasındaydı. Buradaki rekabetin akıbeti henüz muğlak, ancak biraz yakından bakıldığında bölgede askeri tahkimatın yoğunlaştığı bariz biçimde görülebilir.
İsveç NATO’da: NATO üyeliği Stockholm’ün stratejik duruşunu nasıl değiştirebilir?
İsveç hükümetinin 17 Mayıs 2022 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne katılma niyetini açıklamasından bu yana ülkenin NATO üyeliğinin ittifakın Arktik stratejisini nasıl etkileyebileceği konusunda çok şey yazıldı. Bununla birlikte, NATO üyeliğinin İsveç’in genel olarak ve özellikle de Yüksek Kuzey’deki stratejik duruşu üzerindeki potansiyel etkileri hakkında çok daha az şey yazıldı. İsveç’in NATO’da yer almasının faydaları kapsamlı bir şekilde analiz edilmiş ve tartışılmış olsa da farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse ülkenin Kuzey Kutbu’ndaki savunma kabiliyetlerini geliştirmek için NATO üyeliğinden nasıl istifade edebileceği büyük ölçüde fark edilmedi. Bölgenin İsveç’in en stratejik iki endüstrisine, madencilik ve uzaya ev sahipliği yaptığı göz önüne alındığında, ülkenin ittifaka üyeliği ışığında Kuzey Kutbu’ndaki duruşunun değişebileceği potansiyel yolları araştırmak önemli.
İsveç’in Arktik’teki öncelikleri
Bölgedeki muadillerine benzer şekilde İsveç de Kuzey Kutbu’nu bölgesel ve küresel meselelerde daha da fazla önem kazanma yolunda hızla ilerleyen stratejik bir bölge olarak görüyor. Bu durumun her zaman böyle olmadığını belirtmek gerekir. Bölgeye ilişkin iki ulusal strateji dosyası karşılaştırıldığında, ülkenin Kuzey Kutbu’na ilişkin algısında açık bir rota değişikliği tespit edilebilir; başlangıçta yumuşak güvenlik konularına odaklanan bir yaklaşımdan, büyük güç rekabeti ve bölgesel rekabet beklentisine dayanan bir yaklaşıma geçildi. Bu dönüşüm en çok hükümetin Kuzey Kutbu’ndaki iklim değişikliği ve çevresel güvenliğin önemine ilişkin görüşlerinde göze çarpıyor; zira bu tür kaygılar artık sürdürülebilir kalkınma ve yerel toplulukların refahı kavramlarıyla sınırlı değil. Daha ziyade hem bölgenin kaynaklarına hem de daha geniş anlamda bu kaynaklara erişime yönelik artan ilgi ve rekabet için katalizör olarak vurgulanıyor.
Rusya’nın yayılmacı eğilimlerinden, Çin’in yakın çevresi dışındaki bölgelerde artan gücü ve varlığından ve hızla yoğunlaşan Çin-Amerikan rekabetinden endişe duyan Stockholm, bu gelişmelerin Arktik üzerindeki potansiyel etkileri konusunda önemli çekincelere sahip; öyle ki artık Arktik ve Baltık Denizi bölgesine aynı düzeyde stratejik önem atfediyor. Bu bağlamda, İskandinav ülkelerinin Kuzey Kutbu’ndaki stratejik önceliklerinin bölgesel ve bölge dışı aktörler arasında siyasi uzlaşı oluşturma etrafında dönmeye devam edeceğini, fakat bu uzlaşı oluşturma çabalarının odağının benzer düşünen uluslar arasında yumuşak güvenlikten reelpolitiğe kayacağını düşünmek doğru olur. Bu yeniden yönlendirme, bölgesel ilişkilerin iyi tanımlanmış bir liberal düzen (Arktik ve Arktik dışındaki ülkeler arasında işbirliği ve ortaklığı memnuniyetle karşılayan ancak bölgesel ilişkilerde herhangi bir revizyonizm kavramını reddeden bir düzen) bağlamında düzenlenmesini sağlama arzusundan kaynaklanıyor gibi görünüyor.
NATO üyeliğinin İsveç’e faydaları
NATO üyeliği İsveç’e, Kuzey Kutbu’ndaki varlığını ve caydırıcılık kabiliyetini artırmasını sağlayacak ortak kabiliyet gelişimlerini keşfetme ve bunlardan yararlanma fırsatı sunuyor. Sınırlı kaynakları göz önüne alındığında Stockholm’ün kabiliyet geliştirme çabalarına ustaca yaklaşması gerekiyor. Başka bir deyişle, sadece savunma sanayiindeki genişlemenin maliyet etkinliğini sağlamakla kalmamalı, gelecekteki silah cephaneliğinin son teknoloji ürünü olmasını ve geniş bir uygulama yelpazesine sahip olmasını da sağlamalı. NATO’da yer almak hem kurumsal hem de teknik açıdan bu tür girişimlere olanak sağlayacaktır. Örneğin İsveç, NATO’daki ortaklarıyla birlikte çalışarak Arktik kabiliyetlerini değiştirebilir ve/veya mevcut varlıklarını ittifakın bölgedeki stratejik öncelikleriyle uyumlu yeni kullanımlara uyarlayabilir.
NATO üyeliği, kurumsal ve hukuki engelleri ortadan kaldırarak İsveç’in ortak caydırıcılık ve savunma kabiliyetlerini geliştirmek ve yükseltmek için ittifak üyeleriyle devam eden girişimlerini ve anlaşmalarını güçlendirmesine de olanak sağlayacaktır. Potansiyel bir örnek olarak, bugüne kadar tam entegre bir savunma ve lojistik ekosistemi vizyonunu tam olarak gerçekleştirememiş olan NORDEFCO devletleri arasında işbirliğinin geliştirilmesi ihtimali gösterilebilir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılmasıyla birlikte “operasyonel askeri planlama, karşılıklı bilgi paylaşımı ve müşterek kuvvetlerin önündeki engeller kalkacak” ve böylece dört İskandinav komşusu, diğer hususların yanı sıra askeri varlıkların hareket ve depolanmasında asgari kısıtlamalar ve tüm alanlarda kişisel ve koordineli bölgesel ve durumsal farkındalık gibi NOORDEFCO Vizyon 2025 hedeflerini gerçekleştirme konusunda daha güçlü bir konumda olacaklardır.
Ancak hepsinden önemlisi, Kuzey Kutbu ile ilgili kabiliyetlerin Ar-Ge, üretim ve tedarikinin yanı sıra ittifak genelinde hibrit ya da enformatif savaşa dönük ortak yaklaşımlar konusunda kamu-özel sektör işbirliğinin artırılmasını kolaylaştırmak amacıyla NATO düzeyinde bir Kuzey Kutbu Güvenlik Girişimi kurulması yönündeki gerçek beklenti. Böyle bir çabanın altında yatan motivasyon, müttefik üyelerin kolektif gücünden yararlanarak yanlış ve dezenformasyona karşı sağlam bir psikolojik savunma bariyeri oluşturmak ve Yüksek Kuzey’de ve daha geniş anlamda Kuzey Avrupa’da güçlü bir caydırıcılık duruşu sergilemektir.
Yukarıdakilerle yakından ilişkili olarak, ABD’nin Avrupa güvenliğine uzun vadeli bağlılığı konusunda süregelen bir soru işareti bulunuyor. ABD’nin Avrupa’daki stratejisinin iç siyasi gelişmelere açık olmasından endişe duyan İsveç, NATO üyeliğinin ayrılmaz bir parçası olan kolektif güvenlik garantilerinden büyük fayda sağlayacaktır. Buna bir de kaynak sorunu ekleniyor; yani ABD Avrupalı müttefiklerinin güvenliğine bağlı kalsa bile, Stockholm’ün bir düşmanın düşmanca eylemlerinin doğrudan ya da dolaylı hedefi haline gelmesi durumunda yardımına koşacak araçlara sahip olacağının garantisi yok. Washington, kaynaklarını Pekin ile ilişkilerini yönetmeye yönlendirmeye çalıştıkça, Amerika’nın ittifak ve ortaklık konusundaki görüşünün, etkili müttefiklerin ya Washington’un Çin’e karşı mücadelesine katkıda bulunabilecek ya da ABD’den fazla yardım almadan liberal düzeni sürdürebilecek müttefikler olarak görüldüğü önemli bir değişime uğraması muhtemel. İsveç NATO’da yer alarak ikincisini sağlayabilir ve stratejik kaynaklarını ve konumunu birincisinin hizmetinde daha iyi kullanabilir.
Son olarak NATO üyeliği, İsveç’in Kuzey Kutbu’ndaki kendi çıkarlarını daha iyi güvence altına almasını sağlıyor. Giderek artan sayıda veri merkezine, Avrupa’nın en büyük demir cevheri madenine ve AB’nin amiral gemisi uzay merkezine ev sahipliği yapan İsveç’in Arktik bölgesi halihazırda stratejik bir sıcak nokta ve dolayısıyla yabancı saldırılar için potansiyel bir ana hedef. Bu nedenle, Stockholm’ün en kuzey bölgelerine sürekli yabancı yatırım çekebilmesi ve sürdürülebilir ve iktisadi açıdan istikrarlı bir Arktik vizyonunu gerçekleştirebilmesi için Arktik bölgesinde istikrar ve güvenliğin sağlanması bir ön koşul. Bu da herhangi bir potansiyel saldırı eylemini hem erken tespit edecek hem de caydıracak kabiliyet ve varlıkların geliştirilmesini gerektirir. Başka bir deyişle, İsveç’in Arktik bölgesinde sosyopolitik istikrarı ve ekonomik büyümeyi tesis edebilmesi için “krizleri, tehditleri ve silahlı saldırı eşiğinin altındaki düşmanca eylemleri ele alma kabiliyetini geliştirmesi” gerekiyor. NATO’da yer almak tüm bu endişelerin giderilmesinde sihirli bir değnek olmasa da en azından İsveç’e dönük herhangi bir saldırgan eylemi veya düşmanca niyeti caydırmak için uzun bir yol kat edecektir.
NATO üyeliği İsveç’i nasıl değiştirebilir?
Türkiye parlamentosu, ekim ayında onay sürecini başlatırken, İsveç’in NATO’su son aşamalardan geçerken ve NATO, Stockholm’ü en son üyesi olarak resmen karşılamaya hazırlanırken İsveç bir kararsız devlet örneği olmaya hazırlanıyor. Gelişmiş ekonomisi, canlı teknoloji sektörü, hızla büyüyen uzay endüstrisi, stratejik konumu ve maden kaynakları göz önüne alındığında İsveç, stratejik açıdan çok önemli ülkeler kategorisine giriyor. Daha açık bir ifadeyle İsveç’in altyapısı ülkeyi Finlandiya, Norveç ve Baltık ülkelerine asker ve malzeme göndermek için mükemmel bir hazırlık sahasına dönüştürürken, topraklarının genişliği de hem Finlandiya hem de Norveç’e stratejik derinlik sağlıyor; yani bu ikilinin kendi cephelerindeki olası kayıpları İsveç topraklarına çekilerek telafi etmelerini mümkün kılıyor. Bu açıdan bakıldığında, NATO üyeliği İsveç’in stratejik erişimini ve topyekûn savunma politikasını uygulama kabiliyetini artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ayrıca, İskandinav yarımadasındaki lider ülke konumunu daha da pekiştirmesini sağlayacaktır.
Daha geniş anlamda, Rusya ve Çin’e karşı daha kararlı ve/veya uzlaşmaz bir tavrın yanı sıra AB ve NATO’nun İsveç’in stratejik müzakerelerinde daha belirgin bir rol oynamasını beklemek yerinde olacaktır. AB üyeliğinden faydalanan ve NATO üyeliğinden cesaret alan Stockholm’ün hem içeride hem de dışarıda Çin ve Rusya politikalarına ilişkin görüşlerini daha açık bir şekilde dile getirmesi muhtemel. Özellikle de Pekin ve Moskova’nın, ticari ve kültürel girişimleri de dahil İsveç’in komşuluk bölgesinde ve etrafındaki faaliyetlerinin daha keskin bir şekilde sertleşmesi ve daha sıkı bir şekilde incelenmesi beklenebilir. Örneğin, Çin’in ikili kullanılan teknolojileri satın almak için mali gücünü kullanma konusundaki artan gücünden endişe duyan Stockholm, sadece kendi topraklarındaki Çin mali faaliyetlerini sınırlamakla kalmayacak, komşularına da bu konuda yardımcı olacaktır. Benzer şekilde, Rusya’nın Arktik bölgesine askeri yığınak yapmasına, Kuzey Denizi Rotası boyunca deniz seyrüseferini kısıtlamaya çalışmasına ve Arktik’teki maden çıkarma endüstrileri faaliyetlerine karşı gevşek tutumuna karşı açıkça çağrıda bulunarak bu tür faaliyetlerin potansiyel çevresel etkilerini küçümsemesi muhtemel.
Son olarak, İsveç’in savunma ve dış politikasını yürütürken artık dengeli bir duruş sergileyemeyeceği kesin gibi görünüyor. NATO’nun kolektif güvenlik anlaşmalarına bağlı olan Stockholm, stratejik öncelikleriyle çelişebilecek ya da Kuzey Kutbu’ndaki ve NATO çekirdeğinin çok ötesindeki bölgelerdeki ticari çıkarlarını olumsuz etkileyebilecek bir dizi konuda rahatsız edici kararlar almak zorunda kalacaktır. Daha açık bir ifadeyle İsveç, gelecekte ABD’nin potansiyel olarak tartışmalı herhangi bir politikasıyla arasına mesafe koyamayacaktır. Öte yandan NATO’da olmanın basit erdemi sayesinde kritik olduğunu düşündüğü bir dizi stratejik konuda ABD’nin yaklaşımını şekillendirme konusunda daha iyi bir konumda olacaktır. İsveç’in Kuzey Kutbu’nda çevresel güvenliğe güçlü bir vurgu yapılmasında kilit bir rol oynadığı AB’deki faaliyetlerinden yola çıkarak, Stockholm’ün NATO’da bu rolü tekrarlamasını ve Kuzey Kutbu’nun değişen stratejik manzarasında kilit bir faktör olarak iklim değişikliğinin önemi konusunda fikir birliği oluşturmasını beklemek mantıklı.