DÜNYA BASINI

‘Japonya’nın tarihi yüklerden arınmış dengeli bir Çin stratejisine ihtiyacı var’

Yayınlanma

YURI MOMOI, Nikkei Asia Çin Büro Şefi

Çin, Ukrayna savaşında Rusya yanlısı tutumuna yönelik eleştirilere ve aşırı üretim kapasitesinin küresel ekonomik yansımalarına rağmen diğer ülkelerle diyaloğunu derinleştirmeye devam ediyor.

Aralarında Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Hazine Bakanı Janet Yellen ve Ticaret Bakanı Gina Raimondo’nun da bulunduğu ABD yönetiminin bazı kilit üyeleri kısa bir süre önce Çinli liderlerle görüşmek üzere ülkeyi ziyaret etti. Almanya Başbakanı Olaf Scholz da nisan ayında Çin’i ziyaret etmiş ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping de mayıs ayında Fransa’ya giderek Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2023 ziyaretine karşılık vermişti.

Almanya merkezli çok uluslu bir şirketin Çin’deki iştirakinde çalışan bir yönetici “Ulusal bir liderin ziyareti büyük fark yaratıyor” dedi. Bu gözlem, şirketin CEO’sunun Scholz’un Çin’e ikinci ziyareti olan ve aralarında Başbakan Li Qiang’ın da bulunduğu üst düzey Çinli ekonomi bakanlarıyla görüşmeler yaptığı ziyarete katılmasının ardından geldi.

Yöneticiye göre toplantıda CEO, Çinli yetkililer tarafından reddedilen bir ürün izninin eski haline getirilmesi için yazılı bir talepte bulundu ve ertesi gün onayın geldiğini gördü. Ayrıca, şirkete diğer bazı ürünler için basitleştirilmiş gümrük prosedürleri bildirilmiştir.

Yetkili, “‘İnsanların kuralı’ ile yönetilen bir ülkenin çalışma şeklinden çok etkilendim” dedi.

Ne yazık ki Japonya ile Çin arasındaki mesafe açıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı Yoshimasa Hayashi’nin Nisan 2023’te Çin’e yaptığı ziyaretten bu yana hiçbir Japon bakan bu ziyareti gerçekleştirmedi. Önceki yıllarda birçok Diyet (Japonya Meclisi) üyesi Japonya’nın mayıs ayındaki Altın Hafta tatillerinde Çin’i ziyaret ederken, bu yıl sadece bir milletvekili bu ziyareti gerçekleştirdi.

Kişisel görüş alışverişinde bulunulmaması önemli bir fırsatın kaçırılması anlamına gelmektedir. Bu eksiklik sadece ikili ilişkileri zayıflatma riski taşımakla kalmıyor, aynı zamanda Japonya’yı Çin’deki gelişmeler hakkında ilk elden bilgi sahibi olmaktan mahrum bırakarak diğer ülkelere kıyasla dezavantajlı bir konuma düşürüyor.

Xi’nin liderliği altında Çin’in ekonomik koşullarını değerlendirmek, Pekin’in ekonominin sadece olumlu yönlerini vurgulama eğiliminde olması nedeniyle daha zor hale gelmiştir. Çin tamamen doğru ekonomik veriler sunma iddiasını terk etti. Ekonomik göstergeleri açıklarken artık bazı faktörlerin doğrudan yıldan yıla karşılaştırmaları zorlaştırabileceğini kabul ediyor.

Nitekim hükümet kısa bir süre önce ocak-mayıs ayları arasında sabit varlık yatırımlarında bir önceki yıla kıyasla %4’lük bir artış olduğunu bildirdi. Ancak, 2023 ve 2024 yılları arasındaki sonuçların daha yakından incelenmesi bir düşüşe işaret etmektedir.

Finans ve bilgi teknolojileri alanlarında da önemli değişiklikler yaşanmaktadır. Daha önce, bu alanlarda eğitim almış ABD ve Avrupa kökenli bireylere büyük değer veriliyordu. Ancak artık bu kişiler, Batı uygulamalarının hevesli takipçileri olarak görülen “finansal elitler” olarak giderek marjinalleşmektedir.

Buna karşılık, Fujian eyaletinin Xiamen Üniversitesi gibi kurumlara bağlı olan ve Xi’nin uzun süredir ortağı olan Başbakan Yardımcısı He Lifeng gibi kişiler kilit hükümet pozisyonlarında giderek daha fazla yer alıyor. Akademik kimliklerine rağmen, bu yetkililer genellikle uluslararası deneyimden yoksundur ve bu da borç krizleri gibi kritik konuları etkili bir şekilde yönetme becerileri konusunda belirsizliklere yol açmaktadır.

Ayrıca, inovasyon alanındaki liderlik giderek özel sektörden devlete kaymaktadır. Bu eğilim, risk sermayesi sağlayıcılarının ve diğer Batılı yatırımcıların Çin hakkında bilgi sağlamada daha az rol oynayacağını göstermektedir.

Buna karşılık, yabancı ülkeler Çin’in gidişatı hakkında daha derin bilgiler edinmek için Çin içindeki ağlarını genişletiyor. Japonya Çin ile ilişkilerini geliştirmeye çalışırken, ABD, Almanya ve Fransa Japonya’nın yerini alarak birincil temas noktaları olarak ortaya çıkıyor.

Çin politikasında iki uç arasında gidip gelen Japonya’nın etkisi, hem Çin yanlısı hem de Çin karşıtı duyguları şekillendiren tarihsel faktörlerden etkilenerek azalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Japonya’nın Çin politikası dostluk ve Çin yanlısı bir duruşla karakterize edildi ve öncelikle savaş sonrası tazminatlar yerine ekonomik yardım sağlamaya odaklandı. Bu yaklaşım basitti ve çok az stratejik düşünce gerektiriyordu. Ancak Çin’in gücü arttıkça politikada da kayda değer bir değişim yaşandı. Japonya, Çin’in artan güvenlik etkisini önemli bir tehdit olarak görerek giderek artan bir şekilde Çin karşıtı bir duruşa yönelirken sarkaç diğer yöne doğru sallandı.

Japonya bu ikilemle boğuştuğu sürece, potansiyel tehditleri en aza indirirken Çin’in gücünden kendi büyümesi için yararlanabilecek bir strateji geliştirmekte muhtemelen zorlanacaktır.

Mevcut ortamda Japon kanun yapıcılar, Çin’e karşı fazla dostane olarak algılanmaları halinde seçmenlerin tepkisinden korkarak ihtiyatlı davranmak zorunda hissedebilirler. Ancak Çin’in küresel meseleler üzerinde önemli etkisi olan bir süper güç haline geldiği de yadsınamaz. Çin hakkında kapsamlı bir iletişim eksikliği Japonya’nın sadece büyümesini değil aynı zamanda uluslararası konumunu da engelleyebilir.

Bu nedenle Japon politikacılar daha dengeli bir stratejik yaklaşım geliştirmelidir ve Japonya’yı Çin’e yaklaştırırken her iki yöne de çok fazla yaslanmayan bir yaklaşım benimsemelidir. Bu hedefe ulaşmak zor olsa da, seçmenlere bu seçeneği sunmak ve desteklerini sağlamak onların sorumluluğundadır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version