Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Kazan’daki BRICS Zirvesi’nin son günü nasıl geçti?

Yayınlanma

Kazan’daki BRICS zirvesi, şimdiye kadarki en geniş katılımlı toplantılardan biri olarak sona erdi. Zirvede BRICS’in genişletilmesi kararı alınırken, liderler uluslararası işbirliği ve bölgesel sorunlar üzerinde durdu. Vladimir Putin, zirvede birçok küresel meseleye değinirken, liderler arasında çeşitli diplomatik görüşmeler yapıldı.

Kazan’daki BRICS zirvesi, 24 Ekim’de tarihin en geniş katılımlı toplantılarından biri olarak sona erdi. Zirveye, BRICS + formatında 36 ülkenin temsilcileri ve uluslararası kuruluşların başkanları katıldı.

Çok sayıda ikili ve çok taraflı görüşmenin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, düzenlediği basın toplantısında zirvenin başarılı geçtiğini ve BRICS’in genişletilmesine yönelik prensipte bir karar alındığını açıkladı. Ayrıca, birliğe yeni katılım statüsü oluşturulacağını ve davetiyelerin yakında gönderileceğini belirtti.

Putin, zirvede SWIFT’e alternatif bir ödeme sistemi oluşturulması konusunun gündeme gelmediğini, zira Rusya’nın ortaklarıyla halihazırda benzer bir sistemi kullandığını söyledi. Basın toplantısında, zirveyle doğrudan ilgisi olmayan birçok soru da yöneltildi.

Örneğin, Rusya topraklarında Kuzey Kore askerlerinin olup olmadığı sorusuna Putin ne yalanlayarak ne de doğrulayarak yanıt verdi; yalnızca Kuzey Kore ile ilişkilerin imzalanan anlaşmalar doğrultusunda geliştirildiğini ifade etti.

Rusya’nın askerî harekâtlar ve insansız hava aracı saldırılarının ülkede bir güvenlik tehdidi oluşturup oluşturmadığı sorulduğunda ise Putin, ülkenin çok daha büyük bir tehlikeyle, yani egemenlik kaybıyla karşı karşıya olduğunu vurguladı.

Ukrayna ile barış görüşmeleri ihtimaline ilişkin olarak, Türkiye’nin yakın zamanda bu süreci yeniden başlatmak için girişimlerde bulunduğunu aktardı:

“[Cumhurbaşkanı Recep] Erdoğan’ın bir yardımcısı kısa süre önce New York’tan aradı ve yeni barış görüşmeleri önerileri olduğunu iletti. Ben de hemen ‘katılıyorum’ dedim! Ancak ertesi gün Kiev hükümeti, ‘müzakere yok’ diyerek reddetti. Biz de Türk yetkililere ‘Katılımınız için teşekkür ederiz, ancak önce müşterilerinizi ikna edin’ dedik.”

Putin ayrıca, Donald Trump’ın Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması durumunda Moskova’yı bombalayacağına dair tehdit iddialarını yalanladı, ancak Trump’ın gerçekten Ukrayna’da barışa yönelik bir istek taşıdığına inandığını belirtti.

Putin, güne Batı’nın “kurallara dayalı düzen” kavramını eleştirerek sözlerine başladı. Ardından Ukrayna’daki duruma ilişkin daha sert bir dil kullandı ve bu krizin, Rusya’nın güvenliğini tehdit edecek şekilde “hayati çıkarlarımız göz ardı edilerek” kullanıldığını söyledi.

Konuşmasında Orta Doğu’daki duruma da değinen Putin, “Gazze Şeridi’ndeki çatışmalar, çoğu sivil olmak üzere 40 binden fazla insanın ölümüne yol açtı. Ancak her türlü terör eylemine karşı olduğumuzu ve olmaya devam edeceğimizi vurgulamak isterim,” değerlendirmesini yaptı.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid el-Nahyan, zirvenin sosyal yardım formatında yapılan toplantıya katılmadı.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ise konuşmasında, Ukrayna’daki çatışmanın “mümkün olan en kısa sürede” çözülmesi gerektiğini belirtti ve Çin-Brezilya Barış Dostları grubunun bu konuda arabuluculuk yapabileceğini hatırlattı. Ayrıca, temmuz ayında Filistinli gruplar tarafından imzalanan Pekin Deklarasyonu’na da atıfta bulundu.

Xi’nin konuşması, Küresel Medeniyet Girişimi ve Çin Komünist Partisi’nin Üçüncü Plenumu’nun kararları gibi küresel öneme sahip konularla devam etti. Xi, Güney ülkelerinin yükselişinin dünyadaki büyük değişimin açık bir göstergesi olduğunu söyledi. Konuşmasının ardından ise toplantının bitmesini beklemeden ülkesine döndü.

Zirvede dikkati çeken diğer isimler arasında Bolivya Devlet Başkanı Luis Arce de vardı. Arce, Filistin’deki çatışmaları “soykırım savaşı” olarak nitelendirirken, ülkesinde anayasa dışı yollarla iktidarı ele geçirme girişimlerinin Bolivya’nın lityum zenginliğiyle bağlantılı olabileceğine işaret etti.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile yan yana otururken kısa süreliğine de olsa sohbet etti. Paşinyan, “Dünyanın Kavşağı” adlı ulaşım ve lojistik girişimini hatırlattı ve Azerbaycan’a Nahçıvan’a kolaylaştırılmış bir bağlantı sağlama önerisinde bulundu. Ancak Putin, Paşinyan’ın bu teklifini sunduğu sırada Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’ye veda ediyordu.

BM Genel Sekreteri António Guterres, New York’taki BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Gelecek Paktı’nı hatırlatarak, tüm ülkelerin “büyük bir aile gibi” yaşaması gerektiğini vurguladı. Putin ise “Aileler arasında maalesef sık sık kavgalar, skandallar ve mal paylaşımı anlaşmazlıkları olur, hatta bazen işler kavgaya kadar varır,” diyerek BRICS’in “ortak bir evde elverişli bir atmosfer yaratmayı” hedeflediğini belirtti.

Üç saat süren zirve sonrası liderler çalışma kahvaltısı yaptı ve ardından geç öğle yemeğine geçildi. Putin, basın toplantısının ardından Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Laos Devlet Başkanı Thongloun Sisoulith, Moritanya Devlet Başkanı Muhammed Ould Şeyh el-Ghazouani, BM Genel Sekreteri ve Vietnam Başbakanı Pham Minh Chính ile çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi.

Son olarak, 2025 yılındaki BRICS zirvesine Brezilya’nın ev sahipliği yapacağı açıklandı.

Uzmanlara BRICS’i sorduk – 2: Türkiye BRICS’e üye olabilir mi?

DİPLOMASİ

COP29 taslağında zengin ülkelerin 250 milyar dolarlık taahhüdü tepki çekti

Yayınlanma

Birleşmiş Milletler iklim zirvesinin organizatörleri cuma günü, ABD, AB ve diğer zengin hükümetlerin 2035 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere yılda 250 milyar dolar iklim finansmanı sağlamasını öngören bir anlaşma taslağı yayınladı. Bu miktar yoksul ülkelerin talep ettiği trilyonluk rakamın çok gerisinde kalıyor.

Anlaşma, özellikle iklim değişikliği gerçeğiyle alay eden ve hükümet harcamalarında ciddi kesintiler vaat eden seçilmiş Başkan Donald Trump’ın ABD’de iktidara gelmek üzere olduğu bir dönemde, hangi ülkelerin tam olarak ne kadar para sağlayacağı konusunda pek çok belirsizliği de beraberinde getiriyor.

Finans sorunu Azerbaycan’ın başkentindeki COP29 görüşmelerinde ana tartışma konusu oldu. Yeni hedef, yoksul ülkelerin ekonomilerini yeşillendirmelerine ve ısınan gezegenin etkileriyle başa çıkmalarına yardımcı olacak para için konuldu.

Görüşmelerin cuma günü sona ermesi bekleniyordu ancak tarafların birbirinden ne kadar uzak olduğu göz önüne alındığında görüşmelerin uzatmaya gideceği neredeyse kesindi.

Panama’nın iklim elçisi Juan Carlos Monterrey Gómez, “Bu çok saçma. Bu rakamla yüzümüze tükürüyorlar,” dedi. Kenya iklim elçisi Ali Mohamed ise 250 milyar dolar rakamına atıfta bulunarak “Bunu ciddiye almıyoruz” dedi.

Görüşmeler sonucunda üzerinde anlaşmaya varılan miktar ne olursa olsun, zengin ülkelerin 2009 yılında kabul ettikleri 100 milyar dolarlık hedefin devamı niteliğinde olacak. Bu hedefe, 2020 için belirlenen son tarihten iki yıl sonra nihayet ulaşıldı.

O zamandan bu yana iklim ihtiyaçları ve kötüleşen felaketlerin verdiği zarar daha pahalı ve şiddetli hale geldi. En son taslak metinde yer alan rakamın yoksul hükümetleri yatıştırması pek olası değil.

Birlikte müzakere eden gelişmekte olan ülke blokları, daha zengin hükümetlerin kamu fonlarından yıllık 500 milyar ila 1.3 trilyon dolar arasında bir miktar talep ediyor. Hedefin gerçekleşmesini istedikleri tarih 2030, yani cuma günkü taslaktan beş yıl önce.

Çeşitli analizler, gelişmekte olan ülkelerin, küresel sıcaklıkların 19. yüzyılın ortalarından bu yana 1.5 santigrat derece artmasını önlemek için dış kaynaklardan yılda 1 trilyon dolardan fazla paraya ihtiyaç duyacağını göstermiştir ki bu da dünya hükümetlerinin Paris iklim anlaşmasında belirlediği esnek hedeftir. Anlaşma taslağı, 1.3 trilyon dolar kadar olan açığın 2035 yılına kadar büyük ölçüde özel sermaye kullanılarak kapatılabileceğini belirtti.

Taslakta 250 milyar doların sadece kamu fonlarından ve onların harekete geçirdiği özel yatırımlardan mı geleceği yoksa her türlü özel yatırımı da kapsayıp kapsamayacağı net değil. Bu da yoksul ülkelerin ortadan kaldırılmasını istediği bir belirsizlik.

Müzakereler hakkında konuşmak üzere adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Latin Amerikalı müzakereci Politico’ya verdiği demeçte, “Bu iş iyi gitmeyecek. 250 çok düşük ve bunun için hem özel hem de kamudan denmesi de çok saçma,” diyor.

Sayı gelişmekte olan ülkelerin isteklerinin gerisinde kalsa da Avrupalı bir müzakereci sayının yine de bazı zengin ülkeleri zorlayacağını söyledi.

Hassas diplomatik konuları görüşmek üzere adının açıklanmasını istemeyen müzakereci Politico’ya, “Düşünülenden daha yüksek. Gruptan bazılarının başkentlere geri dönmesi gerekecek” dedi.

Bir başka Avrupalı müzakereci de ülkesi için 250 milyar doların “iyi bir rakam” olduğunu söyledi.

Üst düzey Biden yönetimi yetkilileri, gelecekteki Demokrat ya da iklim dostu bir hükümetin karşılayabileceği bir anlaşmayı müzakere ettiklerini belirttiler. Trump’ın dört yıllık iktidarı ve Kongre’nin en az iki yıl boyunca Cumhuriyetçilerin kontrolünde olması, ABD’nin iklim finansmanına yapacağı katkıları azaltacağı düşünülüyor.

Hedefe tepki gösteren çevre örgütleri de, hükümetlerin muhtemelen daha yüksek bir rakama ulaşabileceğini söyledi.

Doğal Kaynakları Savunma Konseyi’nin uluslararası iklim finansmanı kıdemli savunucusu Joe Thwaites yaptığı açıklamada, Dünya Bankası gibi çok taraflı kalkınma bankalarının kredi verme uygulamalarında halihazırda yapılmakta olan değişikliklerin, öncelikle zengin ülkelerden yoksul ülkelere akan on milyarlarca dolarlık daha fazla finansmanı serbest bırakması gerektiğini söyledi. Ülkeler ayrıca ülkeden ülkeye finansmanda “mütevazı artışlara” da ulaşabilirler, dedi.

COP29’daki bir diğer önemli tartışma konusu da ABD ve Avrupa’nın Çin, Singapur ve Körfez ülkeleri gibi zengin ama teknik olarak hala gelişmekte olan ülkelerin de potaya katkıda bulunmaları yönündeki talepleriydi.

Taslak esasen bu seçeneği bağış yapma baskısı altındaki ülkelere bırakarak “gelişmekte olan ülke Tarafları” ya hedefin bir parçası olarak ya da Çin’in sıklıkla “Güney-Güney” finansmanı olarak adlandırdığı yolla “tamamlayıcı” ek katkılarda bulunmaya davet etti.

Anlaşmazlıkların damga vurduğu COP29’da yoksul ülkeler için yılda 1 trilyon dolar çağrısı yapıldı

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Trump’ın zaferinin ardından Britanya Çin ile ilişkilerini canlandırıyor

Yayınlanma

Çin-İngiliz ilişkileri, dönemin Başbakanı David Cameron’ın 2015 yılında “altın çağ” ilan etmesinden ve Maliye Bakanı George Osborne’un Çin iş dünyası ile iş yapabilmek için elinden geleni yapmasından bu yana ciddi şekilde bozuldu.

Xi ile görüşen son İngiliz lider olan Theresa May döneminde ilişkiler gerildi ve Boris Johnson döneminde 2019-2022 yılları arasında iyice dibe vurdu.

Şimdi 14 yıl iktidarda kaldıktan sonra temmuz ayında Muhafazakârları yerinden eden yeni İşçi Partisi hükümetiyle birlikte Başbakan Keir Starmer, ülkenin durgun iktisadi büyümesini tersine çevirmek için Pekin’den yardım istiyor.

POLITICO’ya konuşan ve adının açıklanmasını istemeyen üst düzey bir İngiliz yetkili, yeniden angaje olmanın “çok basit” olduğunu savundu.

Yetkililer, Donald Trump’ın yakında Beyaz Saray’a döneceğine ve Pekin ile ticaret savaşı tehditlerinin hem Britanya’nın hem de Çin’in refahını sarsabileceğine dikkat çektiler. Bu nedenle Londra ve Pekin arasında yenilenen bir dostluk her iki tarafın da yararına olabilir.

Fakat yetkili, “Bu altın çağa dönüş değil. Çin değişti ve biz de değiştik. Xi o zamanlar ‘ömür boyu başkan’ değildi,” diyerek yeni angajmanın sınırlarına işaret etti.

G20 zirvesindeki Xi-Starmer görüşmesi yeni bir sayfa açabilir

Pazartesi günü G20 zirvesinde yapılan Xi-Starmer toplantısının başında İngiliz lider Pekin’i ziyaret etmek istediğini söyledi ve “tutarlı, dayanıklı, saygılı” bir ilişki kurma arzusundan bahsetti.

POLITICO’ya göre Xi, Starmer’ın her yerde kullanılan kampanya sloganı olan “ekonominin temellerini düzeltmek” gerektiğini tekrarladığında toplantıdaki İngiliz danışmanlar kahkahalarını bastırmak zorunda kaldı.

Fakat daha sonra Başbakan insan hakları, Tayvan, Çin’in İngiliz parlamenterlere uyguladığı yaptırımlar ve Hong Kong’da yargılanan Jimmy Lai’nin davasını gündeme getirdi. Starmer, İngiliz vatandaşı olan medya patronunun durumundaki “kötüleşmeyi” duymaktan “endişe duyduğunu” söyledi.

Starmer’ın insan hakları konusundaki endişelerini dile getirmesi hakkında POLITICO’ya konuşan yetkili, “Sizi temin ederim ki [eski Maliye Bakanı] George Osborne bunu asla yapmadı,” dedi.

Eski bakan, bir zamanlar Çin devlet medyası tarafından insan hakları kaygılarına odaklanmadığı için övülmüştü.

Starmer daha sonra görüşmeden ve getirmesini beklediği fırsatlardan memnun olduğunu söyledi.

Starmer, Hong Kong meselesine girmemeyi seçti, öncelik ekonomi

Ertesi gün Başbakan, Hong Kong’da 45 aktivistin Pekin tarafından getirilen tartışmalı ulusal güvenlik yasaları uyarınca hapse atılmasını kamuoyu önünde eleştirmeyi reddetti.

G20 sonu basın toplantısında kendisine toplu tutuklamaları kınayıp kınamayacağı ya da Çin ile daha yakın ilişkiler kurmak için “dilini ısırıp ısırmayacağı” sorulan Starmer, diplomatik bir dil kullanmayı tercih etti.

“Biz bu yakın ekonomik ortaklığı istiyoruz,” yanıtını veren Starmer, Londra ve Pekin arasında “farklılıklar” olacağını kabul etti. Fakat başbakan, esas olarak Birleşik Krallık’ın refahı ve Çin’in potansiyel olarak sağlayabileceği büyüme artışına odaklanmayı tercih ediyor.

Beyaz Saray’daki ilk döneminde Trump, Boris Johnson’dan ulusal güvenlik gerekçesiyle Çinli telekom devi Huawei’yi İngiltere’nin 5G ağından çıkarmasını talep ederek iki ülkenin arasının bozulmasında büyük bir rol oynamıştı.

Bunu takip eden yıllarda, özellikle o dönemde iktidarda olan Muhafazakâr İngiliz siyasetçiler, Çin’in Sincan bölgesindeki Uygurlara yapılan muamele, eski İngiliz kolonisi Hong Kong’daki gelişmeler, yaptırım uygulanan parlamenterler ve Rishi Sunak’ın iktidarda olduğu dönemde Savunma Bakanlığının maaş bordrosunun ve Britanya’nın seçim kütüklerinin toplu olarak hacklendiği iddiaları da dâhil olmak üzere giderek artan bir endişe listesinin altını çizdiler.

Starmer’ı bekleyen daha büyük zorluk ise yine Trump’tan gelebilir. ABD’nin seçilmiş başkanı, Çin’den ABD’ye yapılan ithalata yüzde 60, dünyanın geri kalanından gelen mallara ise yüzde 20 gümrük vergisi uygulamakla tehdit etti.

ABD-Çi ticaret savaşlarına hazırlık başladı

Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds, ikinci bir Trump başkanlığında Birleşik Krallık’ın olası bir ABD-Çin ticaret savaşına “çok daha fazla maruz kalacağını” söyledi. 

Allianz Trade tarafından yakın zamanda yapılan bir analize göre, Trump’ın Çin’e karşı bir ticaret savaşı başlatması durumunda, Birleşik Krallık’ın ihracatı 8,4 milyar sterlin düşebilir.

Risk altında kalmaya en yakın bölme ise ülkenin imalat sektörü.

İşçi Partisi hükümeti, Çin ile mali ve ticari engelleri görüşmek üzere iki önemli ticari ve mali diyaloğu yeniden açma arzusunun sinyalini verdi ve Joe Biden yönetimi altında Pekin ile artan ABD angajmanını bir model olarak işaret etti.

Çin’de iş yapan üst düzey bir iş dünyası temsilcisi Starmer’ın, Başkanın “ya bizimlesiniz ya da bize karşısınız” dediği bir Trump dönemine daha dayanabileceğini düşünüyor.

Temsilci, “Belki de İşçi Partisi için ‘Hayır, bunu yapmayacağız’ demek ve ardından dört yıl boyunca dişlerini sıkmak daha kolaydır,” dedi.

Dışişleri Bakanlığı Çin ile ilişkileri gözden geçiriyor

Fakat Dışişleri Bakanlığı aynı zamanda Londra’nın Pekin ile ilişkilerini gözden geçiren bir “Çin denetimi” de yürütüyor.

Konuya katkıda bulunan iki kişi Lammy’nin bu çalışmanın 2025 yılı başında tamamlanmasını istediğine inanıyor. Bu da Maliye Bakanı Rachel Reeves’in muhtemelen ocak ayında yapacağı ziyaretin önünü açacak.

Bir sonraki hamle ise Starmer’ın yıl içinde yapacağı yüksek profilli bir ziyaret olacak.

Denetimin sonuçları ne olursa olsun, Starmer, Birleşik Krallık’ın büyümesini ve iddialı karbonsuzlaştırma hedeflerini artırmak da dahil olmak üzere önemli iç görevlerini yerine getirme ihtiyacı nedeniyle kaçınılmaz olarak Çin’e karşı daha açık bir duruşa zorlanacaktır.

Reynolds ve Reeves, Birleşik Krallık’ta daha fazla uluslararası yatırımı teşvik etmeye çalışırken gözlerini Çin’e dikmiş durumdalar.

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

The Times: Ukrayna, savaşın başından bu yana en zayıf dönemini yaşıyor

Yayınlanma

The Times gazetesinin analizine göre, Rusya’nın Donbass’taki ilerleyişi ve Ukrayna ordusunun yaşadığı yorgunluk, savaşın seyrini değiştiriyor. İngiltere’nin Storm Shadow füze desteğine rağmen, Ukrayna’nın durumu kritik bir noktaya ulaştı.

İngiliz The Times gazetesi, Rusya’nın Donbass bölgesinde kayda değer ilerlemeler kaydettiğini ve Ukrayna’nın savaşın başlangıcından bu yana en zayıf dönemini yaşadığını yazdı.

Gazeteye göre, İngiltere’nin uzun menzilli Storm Shadow füzelerinin Rusya topraklarına yönelik saldırılarda kullanımına onay vermesi, Batı’nın Rus birliklerinin ilerleyişini durdurma çabalarının somut bir göstergesi olarak değerlendiriliyor.

Kraliyet Birleşik Güvenlik ve Savunma Çalışmaları Enstitüsü uzmanı Matthew Saville, Ukrayna’nın elindeki sınırlı sayıdaki Storm Shadow füzesinin savaşın gidişatını değiştirme potansiyelinin düşük olduğunu belirtti.

Saville, Ukrayna için tek umudun ılıman bir kış ve buzların çözülmesi olabileceğini, bunun da toprak kayıplarını yavaşlatabileceğini vurguladı.

Ayrıca uzman, son bir ay içinde Rusya’nın saldırılarının yoğunlaştığını kabul ederken, yakın gelecekte geri çekilme ve olası toprak kayıpları riskine de dikkat çekti.

Saville, “Ukrayna birlikleri tükenme noktasında. Cephe hattındaki askerlerini yenileyemiyor, fiziksel ve ruhsal açıdan yorgun durumdalar. Dinlenme fırsatları neredeyse hiç yok,” değerlendirmesini yaptı.

Ukrayna’nın 155 milyar dolarlık borcu: Kim, ne kadar alacaklı?

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English