İsveç’teki Kur’an yakma tahrikleri yeniden başladı. İsveç’in NATO üyeliğine yönelik olarak Türkiye’ye yapılan baskılar ne zaman artsa ve Ankara Stockholm’ün Üçlü Mutabakat metninde yer alan taahhütlerini yerine getirmediği takdirde İsveç’in NATO’ya dahil olmasına onay vermeyeceğini söylese bu tahrikler yeniden hortluyor. Geçen yıl başlayan bu iğrenç eylemler artan ve azalan oranlarda zaman zaman oluyor ve haklı infiale sebebiyet veriyor. Bizi tahrik etmek amacıyla gerçekleştirildiği açık olan bu eylemlere öfkeyle karşılık vermek ve bu tür eylemlere izin verdiği için İsveç makamlarını ve yetkililerini eleştirirken bu ülkenin NATO’ya girmesine izin vermeyeceğimizi söylemek doğru mu?
Bu soruya kısaca yanıt verecek olursak, bu eylemleri eleştirirken tamamen haklı olmakla birlikte bu konuyu İsveç’in NATO üyeliğine engel olma gerekçesi olarak sunmak ise o derece yanlış olabilir. Hatta böyle bir tavır geçen yıl haziran ayında Madrid’de toplanan NATO zirvesi sırasında Türkiye, İsveç ve Finlandiya tarafından imzalanan mutabakatın aksine, İttifak’a katılmak isteyen bu iki ülkeden Türkiye’nin haklı talep ve beklentilerinin ikinci plana itilerek sanki Ankara’daki İslami duyarlılığı yüksek hükümetin Avrupa’da genel olarak özgürlük alanında kabul edilen bir eylemden dolayı alakasız bir şekilde söz konusu aday ülkeye karşı veto kartını kullanıyormuş intibaı verebilir. Bence konu dikkatlice analiz edildiği zaman amaç da bu gibi görünüyor.
ÜÇLÜ MUTABAKAT VE TÜRKİYE’YE VERİLEN TAAHHÜTLER
İsveç ve Finlandiya’nın şekli tarafsız statülerine son vererek NATO’ya katılma kararı almaları Rusya’nın Ukrayna operasyonunun başlamasının (24 Şubat 2022) hemen ardından gelmişti. O zaman bu tartışmaları takip ederek bu ülkelerin NATO’ya başvuru yapmaları halinde özellikle PKK merkezli faaliyetler konusunda kendilerinden taahhütler istememizin ve gerekirse veto kartını göstermenin dış politika çıkarlarımız ile gayet uyumlu olacağını bildiğim kadarıyla Twitter üzerinden ilk tartışan bendim. Sonraki haftalarda ve aylarda söz konusu ülkelerin başvuruları somutlaştıkça bu konuyu artan bir oranda sosyal medya hesabımda ve gazetelere yazdığım değerlendirmelerde etraflıca ele aldığımı hatırlıyorum.
Türkiye başarılı bir taktik izlemiş ve bu ülkelerin üyelik başvurularına prensip olarak karşı çıkmak yerine veto kartını üyeliğin onaylanması aşamasına bırakmıştı. İspanya’da toplanan NATO zirvesi (Haziran 2022) sırasında bu devletlerin ittifaka katılmalarıyla ilgili karar alınırken Ankara İsveç ve Finlandiya’dan taleplerini Üçlü Mutabakat metnine hem de tam istediği gibi yerleştirmişti. Buna göre bu ülkeler zaten terör örgütü olarak tanıdıkları PKK’ya ilaveten PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG ve bunların bütün türevlerine karşı mesafeli duracaklarını, bunlarla ilişki kurmayacaklarını ve Türkiye’de tanımlandığı şekliyle FETÖ terör örgütüne karşı da benzeri bir tavır takınacaklarını taahhüt etmişlerdi. Ayrıca her iki ülke de Türk yargısı tarafından aranan PKK ve FETÖ mensuplarını iade edeceklerdi. Bu Mutabakat metnine saygılı davranmadıkları takdirde Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılım anlaşmalarını TBMM’den onay sürecine sokmayarak vetosunu dolaylı bir şekilde kullanmış olacaktı. Gerek taktik gerekse Mutabakat içeriği oldukça başarılıydı.
O tarihe kadar özellikle Suriye’deki PYD/YPG terör örgütleriyle oldukça yakın ilişkiler kurmuş, PYD’nin sözde liderini dışişleri bakanı düzeyinde ziyaret etmiş, bu terör örgütüne açıktan maddi destek veren ve parlamentodaki PKK/PYD’li bir milletvekilinin desteği ile ayakta durabilen o zamanki İsveç hükümetinin böyle bir Mutabakat zaptına imza atması ilgi çekiciydi. Muhtemelen Amerika’nın telkinleriyle imzalamışlardı. Bu senaryoya göre, ilk aşamada Türkiye’nin talepleri yerine getirilecekmiş gibi hareket edilecek; sonra hükümetler ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını; ancak bağımsız yargının verdiği aksine kararlara (suçluların iadesi ve terör örgütlerinin yan kuruluşlarının faaliyetlerinin kısıtlanması) müdahale edemeyeceklerini söyleyerek süreci uzatacaklar ve bu arada Amerika Türkiye’nin istediği F-16’ların satışına bu veto kaldırılmadan onay vermeyeceğini Ankara’ya ileterek Türkiye’nin bileğini bükecekti. Sonuçta İsveç ile Finlandiya NATO üyesi olurken Türkiye ile aralarındaki sorunlarda ellerinden geleni yapmak konusunda kararlı olduklarını söyleyecekler ama gerçekte hiçbir şey yapmayacaklardı.
Fakat çok kutupluluğun sağladığı avantajların bilinciyle hareket eden Ankara’nın kararlı tavrı bu oyun planını işlemez kıldı. Ayrıca Türkiye’nin, terör faaliyetleri konusunda İsveç gibi bir merkez veya üs halinde olmayan ve yapması gerekenleri hızla yerine getiren Finlandiya’nın üyeliğini paketten ayırarak Helsinki’nin üyeliğini onaylaması, buna karşılık İsveç’in üyeliğine karşı çıkma konusunda kararlı davranacağını göstermesi Batı açısından işlerin bir miktar daha karışmasına yol açtı. Her ne kadar seçim kampanyası sırasında muhalefetin dış politika sözcüsü İsveç’in üyeliğini Vilnius zirvesi öncesinde onaylayacaklarını ve iki ülke arasındaki sorunların NATO platformlarına taşınmayacağı gibi akla ziyan açıklamalar yaparak karşı tarafların beklentilerini yükseltmiş olsa da seçimleri kaybetmeleriyle birlikte bu tür bir senaryo da kalmamış oldu.
KUR’AN YAKMA EYLEMLERİ
Seçimlerden sonra tekrar başlayan ve ağır tahrik içeren Kur’an yakma eylemlerinin birden fazla amacı olduğu kesin. İsveç’in NATO’ya girmesini istemeyen gruplar ve partilerin bu eylemlere destek veriyor olması ayrı bir değerlendirmenin konusu olmalı. Bizi ilgilendiren esas konu Ankara’yı tahrik ederek Türkiye’nin vetosunu farklı bir zeminde tartışmaya açmaktır. Şöyle ki, geçen yıl içinde bu eylemler başladığında Türk yetkililerin verdikleri tepkilerde İsveç’in NATO’ya girişine bu sebepten dolayı (da) izin verilmeyeceğini ifade etmeleri karşı taraf açısından verimli sonuçlar oluşturmaya başlamıştı. Bu eylemleri prensip olarak doğru bulmadıklarını; ancak yasaklamanın özgürlükler açısından mümkün olmadığını, hatta, söz konusu kişi ve grupların İncil veya Tevrat da yakabileceklerini ve kamu otoritelerinin kendilerini engelleyemeyeceğini söyleyerek İsveç ve Avrupa’daki demokratik özgürlükler alanının genişliğine dikkat çekebiliyorlardı. Böylece konu Türkiye’deki demokrasi ve özgürlüklerle ilgili ciddi sıkıntılar yaşandığını ima ederek Ankara’nın tepkilerinin esas nedeninin demokrasi anlayışındaki bu eksiklikler olduğunu ve zaten Türkiye’nin NATO üyesi olup olmaması veya NATO’da kalıp kalmaması konusunun ayrıca tartışılması lazım geldiğini dolaylı olarak tartışmaya açmış oluyorlardı. Kısacası, Türk yetkililerin her Kur’an yakma eyleminde gösterdiği sert tepkiye ilaveten İsveç’in NATO’ya giremeyeceğini söylemeleri pek çok açıdan karşı tarafların ekmeğine yağ sürmek gibi bir şeydi.
Oysa bunu yapmamak gerekirdi; çünkü sonuçta Türkiye’nin baştan itibaren bu iki ülkeden ve özellikle İsveç’ten talepleri objektif kriterlere dayanan somut unsurlardan oluşmaktadır. Toprak bütünlüğü NATO tarafından korunan bir ülkenin toprak bütünlüğüne kastetmiş terör örgütlerinin aynı ittifak içerisinde yer alan devletler veya ittifaka katılmak isteyen ülkeler tarafından her manada destekleniyor olması kabul edilemez. Türkiye’nin Üçlü Mutabakat ile yapmaya çalıştığı da neticede bundan başka bir şey değildir; ancak Türk yetkililerin her Kur’an yakma eylemine İsveç’in NATO’ya girmesine izin verilmeyeceği tehdidini eklemeleri Ankara’nın belirlediği ve tamamen haklı, somut ve objektif kriterlere dayalı taleplerinin gölgede kalmasına/bırakılmasına sebebiyet vermektedir. Bu son eylemde yetkililerin eylemi kınarken bu gereksiz bağlantıyı kurmamaları yerinde olmuştur.
MEDENİYETLER PROJESİ
Türkiye İsveç’in üyeliğine karşı kullanmakta olduğu vetoya istediklerinin önemli bir kısmını almadan son vermemelidir. Amerika’nın F-16 satışına İsveç’in NATO üyeliğine izin vermemiz şartını koymuş gibi hareket etmesi de Ankara’ya geri adım attırmamalıdır. Sonuçta çok kutuplu dünyada eğer Milli Muharip Uçak (MMU) yapılıncaya kadar bir ara uçağa ihtiyacımız olacaksa bunu Batılı kaynaklardan (örneğin İngiltere veya Fransa) veya Rusya’dan temin edebiliriz. Öte yandan çok kutupluluğun giderek iyice belirginleştiği bir dünya düzeninde Kolektif Batı’nın Ankara üzerinde kurabileceği baskının katsayısında önemli bir azalma oluşmuştur ve bu gidişat Türkiye lehine devam edecektir. Ayrıca çok kutupluluk Ankara’ya NATO içindeki veto kartını abartmadan ama ulusal çıkarlarını elde etme amaçlı kullanmaya devam etmesinin oldukça muhtemel olduğunu gösterirken daha ilk girişimde püskürtülmüş görüntüsü Batı ile yaşadığımız bir dizi sorunun hepsinde ulusal çıkarlarımız aleyhine girişimlere kapı aralayabilir.
Kur’an yakma eylemlerine tabii ki, tepki gösterilmelidir; ancak bu tepkiler sırasında İsveç’in NATO üyeliği konusu gündeme getirilmeden yapıldığı takdirde ulusal çıkarlar açısından daha sonuç alıcı bir durumda oluruz. Kaldı ki, en iyi tepki veya bu Orta çağ kafasına verilecek en iyi cevap Türkiye’deki Müslüman olmayan toplulukların dini önderlerinin katılımıyla Ankara’da bir medeniyetler projesi açıklanması olabilir. Burada başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere yetkililer Haçlı Seferleri yüzyıllarının çok ama çok gerilerde kaldığını, yüzyılımızda yükselen değerin barış içinde bir arada yaşamak olduğunu, Türkiye’nin kurucu değerlerinin, halkımızın kültürünün ve tarihi geçmişimizin bunu gerektirdiğini dünyaya duyurarak Avrupalıları kendi kültür ve medeniyetlerine saygı duymaya çağırabilirler. Böyle bir girişim Avrupa kamuoyuna yönelik kamu diplomasisi açısından da oldukça yerinde olur.