Seçim döneminde Brezilya’da bulunan ve Lula’nın kampanyasına destek veren Vijay Prashad, gözlemlerini Harici ile paylaştı.
Tricontinental Sosyal Araştırmalar Enstitüsü, dünyanın farklı yerlerindeki toplumsal hareketler ve toplum örgütleri tarafından ortaya çıkartılan süreçleri analiz etme, tartışma ve topluma arz etme ihtiyacından doğmuş bir enstitüdür. Bu nedenle Tricontinental, eleştirel düşünmeyi teşvik eden, tartışmaları ve araştırmalara hareket kazandıran bir bakış açısıyla teşvik etmeye odaklanmıştır. Günümüzde Arjantin, Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika’da şubeleri bulunmakla birlikte, iletişimler ağı bütün “Küresel Güney” olarak nitelendirilen coğrafyaya yayılmaktadır.
Brezilya’nın Sao Paulo kentinde kaldığımız süre boyunca, Tricontinental’in direktörü Vijay Prashad (Hindistan) ile röportaj yapma fırsatımız oldu. Burada, Brezilya ve dünya hakkındaki bazı görüşlerini paylaşıyoruz.
Siyaset bilimci ve gazeteci Micaela Ovelar, Vijay Prashad ile Brezilya’da.
‘Bolsonaro yalana ve nefrete dayalı bir kampanya yürüttü’
Brezilya’daki siyasi bağlamı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Brezilya veya Hindistan gibi birçok orta ve yüksek gelirli ülkede, siyasi kültürlerinin “orta sınıf” olarak bilinen yapıya göre tanımlanması çok büyük bir sorun. Bir başka deyişle bu gibi ülkeler için siyasetin yönünü aslında orta sınıf vermektedir ve Brezilya ve Hindistan orta sınıfı birtakım diğer hak ve özgürlükleri bir kenara bırakarak bizi sadece belirli konulardaki haklara ve özgürlüklere odaklanmaya yönlendirmektedir. Bu durumda da hakikati bulanık hale getiren bazı siyasi koşullar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Bolsonaro, Brezilya toplumunun orta kesimi ve onlara hitap eden sektörler üzerinde çalışmalar yaptı ve bunun üzerine olumlu bir etki, bir sonuç elde etti. Bolsonaro, tıpkı Hindistan Başbakanı Modi gibi, Brezilya halkına ve tüm dünyaya basın ve sosyal medya ağlarında doğrudan yalan söylemektedir. Ve görünen o ki bunu tamamen mesuliyet almadan yapabiliyor.
Bolsonaro, daha önce defalarca yaptığı gibi ana akım medyadaki izleyicilerin %50’sine seslendi ve Brezilya’daki sağlık, eğitim ve ekonominin durumu hakkında yalanlar söylemeye devam etti. Ve bir gazeteci onu eleştirdiğinde ise, o bu kişilere saldırmayı seçti. Bir başka deyişle, hiç kimse onun söylediği yalanların mesuliyetlerini üstlenmesini talep edemezken, bu yalanların Brezilya nüfusunun önemli bir kısmının duygu ve düşünceleri üzerinde oldukça ciddi bir etkisi bulunmakta. Brezilya’da da dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, bir “duygusal savaş” yürütülüyor.
Kapitalist sistemin egemen olduğu bir demokraside, nefrete dayalı bir siyasi çalışma yürütmek, sevgi üzerine bir çalışma yürütmekten çok daha kolaydır. Ve bu sadece “yalan haberler” ile ilgili değildir, aynı zamanda sağ kanat, “kadınlardan nefret ediyoruz”, “azınlıklardan nefret ediyoruz”, “göçmenlerden nefret ediyoruz”, “eşcinsellerden nefret ediyoruz” gibi şeyler söyleme özgürlüğüne sahiptir. Nefret, öfke üzerine inşa edilmiş bir anayasa inşa edebilirler. Ama biz sol cenahın insanları, şu ya da bu kişiden nefret ettiğimizi söyleyemeyiz. Biz daha adil bir toplum inşa etmek istediğimizi, daha iyi bir sağlık sistemi inşa etmek istediğimizi söyleriz ve bizim için sevgi üzerine kurulu bir Anayasa inşa etmek çok daha zordur.
Bu nedenle, Brezilya’daki bu seçimlerin anketlerin söylediklerinin ötesinde kolay bir şey olduğunu asla düşünmemeliyiz. Çünkü Bolsonaro kampanyasının nefrete dayalı fikirlerini inşa etmek ve yaymak çok daha kolaydı.
Peki, Brezilya demokrasisi tehdit altında mıydı?
Benim şahsi kanaatim, Brezilya gibi orta gelirli ülkelerde aslında gördüğünüz şey, sağın kendi emellerini devlet kurumları aracılığıyla ilerletebilmesi, ve tam da bu sebepten ötürü Bolsonaro’nun demokratik sistemi tamamen yıkmamasıdır. Kendi sağcı emellerini ileri taşımak için demokrasiyi kullanıyorlar. Yani aslında, tehdit altında olan şey tam olarak demokratik kurumlar değil, demokrasinin ruhunun ta kendisidir. Risk altında olan şey budur.
Ayrıca şunu da sormak gerekir: Brezilya ve Hindistan gibi bu ülkelerde gerçekten tam bir demokrasi var mıdır acaba? Üstelik seçimlere katılmaya hiç hevesli olmayan bu kadar çok insan varken. Her şeyden önce böyle nasıl bir demokrasi olunabilir ki?
“Bolsonarizm” gibi neo-faşist ifadeler demokrasi kurumlarını sona erdirmeye ya da bir darbe girişimine çabalamazlar, bundan ziyade kendi emellerini devlet kurumları aracılığıyla ilerletebilmek için seçimleri kazanmaya çabalarlar. Peki tekrar soruyorum, bu nasıl bir demokrasidir? Neo-faşist gruplar seçimle iktidarı ele geçirebiliyorken, neden darbe yapsınlar ki?
Evet, bu bana Hindistan’ın dünyanın en büyük demokrasisi olarak adlandırıldığını hatırlattı, ve benzer şekilde Brezilya için de Latin Amerika’nın en büyük demokrasisi olduğu söylenirdi.
Aslında doğru, Hindistan resmiyette dünyanın en büyük demokrasisi, ama Hindistan örneğin Çin’den daha mı demokratik? Üstelik Çin’in kendi yerel, içsel ve tabansal karar alma süreçleri varken… bu mekanizmaların hepsi ulusal çapta çok sayıda insanı seferber edebiliyor.
Bu sebeple, Hindistan ve Brezilya, kapitalist bir sistem içindeki en büyük resmi demokrasilerdir, zira Küba’da, Çin’de ve Venezuela’da da seçimler gayet yapılmaktadır, ancak bu seçimler küresel sistemle aynı çizgide değildir. Venezuela, aslında, tam olarak sosyalist bir proje değil, şu an Venezuela’nın sosyalist bir hükümeti olsa da, bugün hala mevcut olan kapitalist devlet kurumlarını miras almıştır. Venezuela, ancak sosyalizme doğru giden bir projedir.
‘Lula taahhütlerinde kararlı’
Brezilya’ya tekrar dönersek, siyasi bir lider olarak Lula hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Lula gerçekten olağanüstü birisi ve olağanüstü bir politikacı. Keza Lula harika bir seçim kampanyası yürüttü. Kimseyle kıyaslanamaz bir enerjiye sahip birisi. Onu başka bir liderle kıyaslamam. Daha doğru bir soru şöyle olabilirdi: Lula, Brezilya halkının en temel sorunlarını bitirmeye gerçekten kararlı mı? Açlık, yoksulluk, eğitimsizlik gibi.
Başkanlık seçimlerinin hem birinci hem de ikinci turunda Brezilya’daydım ve yürüyüşlerine ve toplantılarına katıldım, ve onunla birkaç kelime konuşma fırsatım oldu. Lula olağanüstü karizmatik ve istisnai biri. Seçim kampanyasında sosyal adalet konularının en baş gündeminde olacağını da açıkça belirtti. Neticede Lula’nın gerçekten bir sosyal taahhüdü olup olmadığı konusunda ise… Evet bana göre var… Ve bu benim için gayet yeterli.
Bölgesel entegrasyon ve enternasyonalizm
Lula’nın yeniden seçilmesinin bölge ve dünya için önemi sizce nedir?
Brezilya, Kanada’dan Şili’ye kadar tüm Latin Amerika ve Karayipler’deki en önemli ülkelerden biri ve Lula Brezilya’nın dünya arenasında önemli bir rol oynamasını istediğini açıkça vurguladı: Öncelikle Latin Amerika ve Karayipler entegrasyon süreçlerinde ve BRICS’in yeniden canlandırılmasında. Lula başkanlığında Brezilya sadece kendi büyüklüğü kadar bir liderlik rolü üstlenmekle kalmayacak, Lula gibi birinin uluslararası arenaya getirebileceği siyasi geleneklerle, enternasyonalizm, Güney iş birliği, bölgesel entegrasyon vesaire konularda öne çıkacaktır.
Yani, Lula’nın dönüşü bu dünyaya; Güneyli milletleri temsil eden birinin, BRICS’teki B’yi temsil eden birinin, ABD’ye boyun eğmeyen birinin burada olduğu hissiyatını yerleştirecektir. Kolombiya’da Petro, Brezilya’da Lula ve bölgedeki diğer ilerici hükümetlerin de katılımıyla, siyasi konumlanmalar da önemli ölçüde değişecek.
Yirmi yıl önce São Paulo’ya geldiğimde Lula’nın ilk başkanlık dönemi seçimlerini kazandığını gördüm ve Hindistan’daki en büyük gazetede şöyle yazdım: “Brezilya daha iyi bir dünya inşa etmek için dünyaya katılacak”.
Bu seçimlerde de Brezilya halkına şunu söyledim: “Lütfen Brezilya’da kapıları tekrar açın, biz Hindistan’a ve dünyanın geri kalanının yol gösterin.”
Vijay Prashad, Hindistanlı bir tarihçi ve gazetecidir. Prashad “Washington Kurşunları”, “Üçüncü Dünya Üzerinde Kızıl Yıldız”, “Esmer Milletler: Halkların Üçüncü Dünya Tarihi” ve “Fakir Milletler: Küresel Güneyin Olası Tarihi” gibi otuzdan fazla kitabın yazarıdır. Globetrotter’ın Baş Muhabiri ve Hindistan’daki Frontline dergilerinin köşe yazarlarındandır. Yeni Delhi’deki LeftWord Yayınevi’nin baş editörüdür. 2016 yapımı Gölge Dünya (Shadow World) ve 2017 yapımı “İki Buluşma Ve Bir Cenaze” isimli (Two Meetings and a Funeral) isimli iki belgesel filminde de rol almıştır.