GÖRÜŞ

Netanyahu ve Neo-Con’lar için İran’ı vurmanın dayanılmaz cazibesi

Yayınlanma

Tüm dünya Ortadoğu’daki savaş sarmalının adeta rehinesi oldu. Hamas’ın 7 Ekim 2023’te ‘Aksa Tufanı operasyonu’ ile İsrail’e saldırarak fitilini ateşlediği savaş her yeri sarıyor. Gazze’de ve ardından Lübnan’da ağır yıkım ve büyük insani dram yaşanıyor. Bir yıl sonra İsrail, ‘Hamas’ı yok etmek ve rehinelerini kurtarmak’ hedeflerinden uzak görünüyor. Fakat ‘Direniş Ekseni’ liderliği ağır darbeler yedi. İsrail-İran sıcak savaşı eli kulağında. Biden yönetiminin retorikteki ‘itidal’ telkinlerinin aksine hamleleri eşliğinde ‘uçurumun eşiğine’ gelindi.

Gazze’yle destek için Lübnan ve Yemen’le genişleyen cephe karşısında İsrail yönetimi, tırmandırma inisiyatifiyle bodoslama gidiyor. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bir yıldır Gazze’de tüm ateşkes girişimlerinden sıyrıldı. Eski statükoya geri dönmemekte hep kararlı oldu.  Ötesine geçti ve açılan üç cephenin arkasında gördüğü İran’ın üzerine gitti.

İran yönetimi; 1 Nisan’da Suriye başkenti Şam’da bulunan diplomatik misyonu vurduğunda, zamana yayılan bir füze ve İHA dalgasıyla kalibre edilmiş bir yanıt vermişti. Buna karşılık İsrail, 31 Temmuz’da Tahran’ın göbeğinde Hamas’ın siyasi bürosunun başı İsmail Haniye’yi ekarte etti. Son 2.5 ay ‘Direniş Cephesi’nin komuta kademesi ve liderliğinın ortadan kaldırıldığı bir dalgaya dönüştü.

NETANYAHU ‘GÖKTE ARADIĞINI YERDE BULMUŞKEN’…

Lübnan cephesi kızışırken, 17-18 Eylül’de Beyrut’ta Hizbullah’ın sipariş ettiği çağrı cihazları ve telsizlerin patlatıldığı istihbarat operasyonu geldi. 27 Eylül’de Beyrut’un güneyindeki Dahiye’de Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile birlikte İran Devrim Muhafızları komutanı Abbas Nilfuruşan öldürüldü. İsraillilerin, Hizbullah füzelerinin baskısı altında kuzeydeki evlerine geri dönememelerinden hareketle, 2006 mağlubiyetinden beri neredeyse ‘tabu’ haline gelen Lübnan’ın güneyine adı ‘sınırlı’ diye konan yoklama niteliğindeki ‘kara harekatı’ başlatıldı. Darbe yiyen Hizbullah’ın karadan işgale direnemeyeceğinden hareketle ya Litani ırmağının ötesine ittirilmesi, başarılamazsa ‘geri kaçış seçeneği’ yaratacak şekilde…

Bu silsilede Netanyahu ‘gökte aradığını yerde buldu’. İsrail ordusu tam da Gazze’nin kuzeyini dümdüz etmeye odaklanmışken, Haniye’nin öldürülmesiyle 6 Ağustos’ta yerine getirilen Yahya Sinvar, güneyde Mısır sınırındaki Refah bölgesinde İsrail askerlerinin tesadüf eseri girdiği bir çatışmada öldürüldü. Böylece İsrail 7 Ekim saldırısının asıl mimarını imha etmiş oldu.

Sinvar, İsrail açısından çok işlevsel olan Gazze’deki muhbirlere infazlar eşliğinde Hamas içindeki gücünü konsolide etmiş karizmatik bir isim. İsrail aylardır kendisinin Katar’a kaçıp lüks içinde yaşadığı yahut tünellerde saklandığı ve etrafının rehinelerle çevrili olduğu iddiaları üzerinden psikolojik propaganda yapmaktaydı. Dolayısıyla Sinvar’ın kahramanca savaşırken öldüğünü de ispat eden bizzat İsrail ordusunun yayınladığı görüntüler, herkesi şaşırttı. Belki de kendilerinin de şaşkınlığından… Her koşuda Sinvar’ın bu kutsal davadaki ‘şehitlik’ mertebesinin pekiştiği bir esine dönüştürerek büyük siyasi hata yaptıkları aşikar.

Netanyahu ‘intikamını almış’ görünüyor. Ne ki 7 Ekim’de büyük aşağılanmaya uğramış İsrail ordu ve istihbaratının hamleleri eşliğinde yaşadığı ‘zafer sarhoşluğunu’ gölgeleyen, tam da üzerine üzerine gittiği İran.

‘KAĞITTAN KAPLAN İRAN’DAN ‘KAĞITTAN KAPLAN’ İSRAİL’E…

Devrim Muhafızları; 13-14 Ekim’de Şam’daki diplomatik misyonun vurulmasına misilleme olarak önceden haber vererek 5-6 saate yayılacak şekilde İsrail’i daha ziyade İHA’lar ve az sayıda balistik füze ile vurduğunda, pek çok insan dudak bükmüştü. ‘Şov yaptıkları’ söylendi. Ancak İsrail’in bu salvoyu ABD ve Fransa başta olmak üzere müttefikleriyle ‘savuşturabildiği’ ortadayken askeri uzmanlar İran’ın bu deneyimden ‘çok değerli’ istihbarat sağladığına işaret ediyordu. Buna misilleme olarak İsrail’in 19 Nisan’da Isfahan yakınlarında bir hava üssüne düzenlediği söylenen saldırı doğrusu pek ‘sönük kalmıştı’. Rivayete göre, ABD yönetiminin ‘ölçülü sonu’ getiren arka kanal hamlesi etkili olmuştu.

Ne ki Netanyahu peşini bırakmadı. Mayısta bir helikopter kazasıyla ölen Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin yerine seçilen Mesut Pezeşkiyan’ın yemin töreninden 24 saat geçmeden Hamas lideri İsmail Haniye, misafir olduğu Tahran’da ortadan kaldırıldı. Ve egemenliğinin ihlal edildiğini belirterek sert tepki gösteren İran’dan misilleme beklentisi oluştu. Ancak haftalar geçti, bir türlü gelmedi.

Pezeşkiyan bu durumu daha sonra ‘ABD ve AB’nin Gazze’de ateşkes’ vaadine bağlarken, İran’ın müttefiklerinin öfkesi kulislere yansıyordu. İddiaya göre ağustos ayında – olasılıkla Irak’ta bir yerde – Devrim Muhafızları komutanları Hizbullah heyetinin de yer aldığı ‘Direniş Ekseni’ unsurlarına durumu izah etmeye çalışmıştı. Yumrukların masaya vurulduğu, salonu terk edenlerin rica minnet geri döndürüldüğü bu hararetli toplantı, Tahran’ın tepkisizliğinin Ortadoğu’daki müttefikleriyle yarattığı sıkıntılara işaret ediyordu. Dünyada da ‘kağıttan kaplan’ yakıştırmaları gecikmedi.

Bu arada İsrail eylül ayıyla birlikte hamlelerini Lübnan’a kaydırırken ay ortasında çağrı cihazları ve telsizler üzerinden estirilen terör, biri çocuk ve sağlık görevlilerinin de bulunduğu 37 kişinin ölümünün ötesinde 4 bine yakın Hizbullah mensubunun yaralanmasıyla sonuçlandı. Güvenlik denetiminden geçecek şekilde cihazların içine yerleştirilen patlayıcılarla yapılan bu saldırı İsrail üstlenmese bile doğrusu istihbarat operasyonları tarihine geçecek türdendi.

Ve tüm dünyayı dehşete düşüren bu olayın dumanı tüterken Beyrut’un Hizbullah’ın etkili olduğu güneyine ağır bombardımanlar başladı. Dahiye’yi adeta Gazze’ye çeviren saldırılar büyük sivil kayıplara yol açarken, İsrail 27 Eylül’de Hasan Nasrallah’ı ortadan kaldırmayı başardı. Direniş Ekseni’nin güvenlik zaafiyeti ayyuka çıkmaktaydı.

Nasrallah’ın öldürülmesi ve üstüne Netanyahu’nun son dönemde sandığa ilgisizliği ile yönetime sırtını döndüğü yorumlarına konu olan İran halkına ‘İslami rejimi devirme’ çağrısı yaptığı video bardağı taşırmıştı.

İran 1 Ekim’de İsrail’i nisan ayındakini çok aşan ağır bir saldırı ile vurdu. Hedef esas olarak askeri tesisler olurken, 181 balistik füze ve hatta hipersonik sistemler kullanıldı. İran füzeleri bir bir düşerken, İsrail’in meşhur hava savunma sistemleri Arrow 2-3’ler ve Davut Sapanı’nın yanında bu sefer Batı kalkanının işlevsiz kalmasını dünya ‘canlı yayında’ izledi.

İsrail ordusu ‘hasar fazla değil’ dese de bu kez Financial Times gazetesi İsrail hava savunmasında önleyici füzelerin eksikliğini yazıyordu. Ve bu kez İsrail ‘kağıttan kaplan’ görünümüne büründü. Sebeb-i hikmeti birkaç gün sonra İngiliz devleti ve istihbaratına yakın Daily Telegraph gazetesindeki habere yansıdı.

Daily Telegraph, ‘İran dünyanın en büyük hava savunma sistemini aşabileceğini kanıtladı. Bundan sonra olacaklar yıkıcı olabilir’ başlıklı haberinde; İran’ın İsrail’e saldırısının söylenenden çok daha etkili olduğunu açıkça yazdı.Çıkan uydu görüntüleri Tahran’ın 20 kadar F-35’i imha ettiği iddiasını tam olarak doğrulamaya kafi gelmese bile sadece Necef çölündeki Nevatim üssüne 32 füzenin isabet ettiği belirtildi. Yine Tel Aviv yakınındaki Mossad karargahına evsahipliği yapan Tel Glilot’ta ağır hasar oluştuğu belirtildi.

THAAD VE B-2’LERİN MESAJI

Amerikan yönetimi de 1 Ekim’i ciddiye almış görünüyor. Geçen hafta İsrail’e daha ziyade Kuzey-Güney Kore kriz bölgesinde anılan THAAD (Terminal Yüksek İrtifa Bölgesel Savunma) sistemleri konuşlandırdı. Uzun menzilli balistik füzeleri engellemekte kullanılan bu sistemlerle birlikte 100 kadar Amerikan askeri de İsrail’e gönderildi. Bu sefer İsrail’in kaçınılmaz görünen misillemesi karşısında İran’ın daha güçlü bir saldırıya girişmesi tedirginliği ortada.

Ne ki THAAD’ın İsrail hava savunmasının gediklerini yeterince kapatabileceği tartışmalı. Askeri uzmanlara göre; Lockheed Martin’in 2008’den bugüne kadar üretebildiği sadece 7 batarya ve toplamda 800-1000 önleyici füze bulunuyor. Bu pahalı sistemin yıllık önleyici füze üretimi 50-60 kadar. Bir kısmı Suudi Arabistan ve BAE’de. Suudilerle 44 fırlatıcı ve 360 füze için anlaşma imzalanmış. ABD, İsrail’e var olan 7 bataryadan sadece 1’ini konuşlandırmış durumda.

WSJ’e göre İran’ın balistik füze kapasitesi 3 bini buluyor. Bunların ne kadar İsrail’i etkileyecek menzil ve güçte, bilmiyoruz. Fakat gelen her füzeyi isabetle vurabilmek için iki önleyici füze gerekirken, İran’ın 1 Ekim’de gönderdiği 181 füzeden hareketle İsrail’in kaç saldırı dalgasının karşılanabileceği hesabını yapanlar, THAAD’ın ‘oyun değiştirici’ olamayacağını söylüyor.

Yine THAAD sisteminin aslında gerçek çarpışmada denenmemişliği bir sonun olarak vurgulanıyor. İlk operasyonel kullanımının 2022’de Ensarullah’a karşı olduğu belirtilirken, BAE’nin sadece tekil bir füzenin imha edilebildiğini, kalan füze ve İHA’ların ise sistemi aşarak hasara yol açtığını rapor ettiği belirtiliyor. Amerikalı yetkililer 2019’daki tatbikat vesilesiyle İsrail’e bir THAAD bataryası konuşlandırdıklarını söylemişken, İran’ın 1 Ekim’de X-Band radarını vurduğu iddialarını ekleyelim. Balistik füzelerin hemen hiç önleyici füze görülmeden Nevatim üssünü vurmaları buna bağlanıyor.

ABD’nin Kızıldeniz’deki son hamlesini de not etmeli. Gazze ile dayanışma için dünya ticareti trafiğini altüst eden Yemen’in Ensarullah hareketi karşısında ‘Refah Muhafızı’ operasyonu başarısız bulunan ABD’nin, aniden B-2 Spirit hayalet bombardıman uçağıyla yeraltı mühimmat depolarını hedef alması manidar. İran’ın yeraltında olduğu belirtilen silah ve mühimmatı ile nükleer tesisleri bağlamında ‘caydırıcılık mesajı’ olarak görülebilir.

Dolayısıyla arkasına ABD’yi alıp THAAD’lar için İsrail’e ulaşan Amerikan askerleriyle selfie çektiren Netanyahu’nun düşünecek çok şeyi var.

ASIL FIRSAT VE ‘YILANIN BAŞINI EZMEK’

Ne ki yıllardır İran’ı ABD eşliğinde vurma hesabı yapan Netanyahu’nun pes edeceğini beklememek gerek. Koalisyon ortağı aşırı sağcı bakan Itamar Ben Gvir’in ‘yılanın başını kesme fırsatımız var’ sözleri niyeti yankılamakta.

Haniye ve Sinvar öldürüldü. Hamas ağır yaralı. Nasrallah artık yok. Lübnan’ın güneyi İsrail ordusunu zorlasa da, Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım, Gazze’de ateşkesin Lübnan’a yansıyacağını açıkça söyledi. İsrailli rehineleri kurtarma imkanı olan Netanyahu, aslında yeni bir seçimle siyasi pozisyonunu bile pekiştirebilir. İran ile tehlikeli ve öngörülemez sonuçlar doğurabilecek bir savaştan kaçınabilir. Ama tüm işaretler durmayacağını gösteriyor. Netanyahu’yla anlaşamadığı söylenen İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, İran’a saldırılarının ‘şaşırtıcı, kesin ve yıkıcı olacağını’ birkaç kez tekrarladı.

Netanyahu açısından ‘vekil güçlerini koruyamayan’ İran’la hesaplaşma vaktinin cazibesine kapılmasına engel olabilecek tek faktör ABD olabilir. Ancak Pentagon askeri/teknik resmi okusa bile ‘konjonktürün’ Biden yönetiminin Neo-Con’larına* ‘fısıldadıkları’ ihmal edilmemeli.

DİPLOMASİ CEPHESİ, İRAN, KÖRFEZ VE RUSYA FAKTÖRÜ

1 Ekim saldırısı sonrası İran’dan, İsrail’in yanıt vermeye kalkması halinde enerji altyapısı dahil tesislerini hedef seçmekle kalmayıp, ABD’nin Ortadoğu’daki üslerini vurma tehdidi geldi. İran ilişkilerini yeni rayına oturttuğu Körfez’i toprakları veya hava sahalarını kullandırmamaları ve tarafsız kalmaları için uyarıyor. Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi’nin Suudi Arabistan ve Mısır’ı da içeren diplomasi turunun özü ‘savaş istemedikleri ancak İsrail diretirse hazır oldukları’… Körfez’in tehlikeyi ciddiye aldığı ABD üzerinde kurdukları baskıdan anlaşılıyor.

Aynı şekilde ‘ılımlı’ Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan da Batılı liderlerle konuştu, ‘çatışma aramadıkları’ mesajını verdi. İran ‘savaşın kapıda olduğunu gören bir ülkenin diplomasisinin’ bütün alametlerini sergiliyor. Daha beteri Netanyahu, İran’ı artık caydırıcılık için açıkça nükleer silah üretmeye itiyor.

Denklemin Rusya ayağı da dikkat çekici. İsrail’in Kiev’deki yönetime desteği eşliğinde Netanyahu’nun geçmişte Putin ile tesis ettiği yakınlık aşınmışsa bile Rusya; ABD’nin aksine İsrail ile de İran ile de temas edebilen bir güç. Ortadoğu’da bir savaş yangını, petrol gelirlerini olumlu etkileyecek olsa da Batı cephesinin hedefindeki Moskova’nın BRICS rüzgarı eşliğinde tüm dünyada yarattığı etki ve çok taraflı düzen çabaları zarar görebilir. Aynı şekilde enerji ilişkileri ve ticaret bağlantıları bakımından Çin için de açık savaş tercih edilecek gibi değil.

Bu koşullarda Rusya’nın İran’a verdiği olası destek spekülasyon konusu olurken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in geçen hafta Aşkabat’da Pezeşkiyan’la görüşmesinin detayları bilinmiyor. Ama Rusya, İran ile savunma alanı büyük önem taşıyan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşması imzalamaya hazırlanıyor.

Krizin jeopolitik görünümü tehlikeli durumu yansıtıyor:

Amerikan başkanlık seçiminin eli kulağındayken, gözünü 2027’de Çin’le savaşa hazırlanmaya dikmiş Pentagon, Ukrayna çatışmasının tükettiği silah ve mühimmat stoklarını yenilemek, donanmasını hazırlamak ve hava savunması teknolojisinin yenilenmesinin derdinde. Amerikan başkentindeki tartışmanın harareti; Associated Press ajansının daha önce Washington Post’ta çıkanı yalanlarcasına ‘Netanyahu’nun Biden’a verdiği İran’ın nükleer ve petrol tesislerine saldırmama sözü mutlak değildir ve koşullar değişebilir” vurgulu haberinden belli.

Tam da Biden’ın İsrail’in İran’a nasıl ve ne zaman saldıracağına dair bilgisi olup olmadığı sorusuna, ‘Evet, evet’ yanıtını verdiği bir sırada, İsrail’in saldırı planlamalarının detaylarının sızdırılması önemli. Ulusal Jeo-Uzamsal-İstihbarat Ajansı ile NSA kaynaklı iki gizli belgenin otantikliği doğrulandı. İsrail’in en az 20 savaş uçağı kullanarak İran’a saldırısını içeren bu belgelerin İran bağlantılı bir Telegram hesabında yayınlanması ABD’yi şoke etmiş görünüyor! ‘İsrail’i engellemek için kim sızdırdı’, sorusu doğuruyor.

ABD içindeki fırtına bakımından; Pentagon’un işi rasyonelliğe çeken tutumuna, seçilirse her şey üstüne kalacak olan Trump’ın tedirginliğini ekleyin. Kamala Haris cephesinde de dört yıl önce ‘sonsuz savaşlar ve rejim değişikliği iyi fikir değil’ temalı kitap yazmış dış politika danışmanı Phil Gordon’ın temsil ettiği kesimi anmak faydalı olabilir.

Ne ki Neo-Con’ların ‘Proje Ukrayna’sı çökerken ve Batı hegemonyasını da sarsarken: Rusya ve Çin öncülüğünde yeni bir çok taraflı düzen için seferber olan BRICS’i baltalama fırsatı baş döndürücü. İran’ı ‘zayıf halka’ gördükleri açık. İranlıların henüz nükleer silah caydırıcılığı yokken bunun gerekliliğine kanaat getirmekte oluşları, Neo-Con’larda ‘elin çabuk tutulması’ gereğini gündeme taşıyor.

İsrail’in varoluşunu ‘sonsuz savaşa’ bağlayan Netanyahu 7 Ekim fırsatının cazibesine kapılmışken; bir savaşı bitirip diğerine göz dikme adetleri olan Neo-Con’lar açısından ‘dayanılmaz cazibe’ bu manzarada gizli.

*Neo-Con: Neo-Conservative. Türkçesi; Yeni Muhafazakar. 1960’larda ABD’de ortaya çıkan siyasi bir hareket. Uluslarası ilişkilerde tek taraflı askeri müdahaleciliği savunur. 

Çok Okunanlar

Exit mobile version