Bütün bunların bir de, başını en önce Kırım Devlet Konseyi’nin çektiği karşı cephesi var. Konsey 3 Şubat’ta “Rusya’ya dost olmayan yabancıların” 500’den fazla mülkünü millileştirme kararnamesini kabul etmişti. Bunlar esas itibariyle Ukrayna’nın sahibi oligarkların mülkleriydi: Rinat Ahmetov, İgor Kolomoyskiy, Sergey Taruta, Arseniy Yatsenyuk, vb. Bundan kısa bir süre önce de 12 Ukrayna bankasının varlıklarına el konulmasının planlandığı açıklanmıştı.
Kırım’ın bütün bu meselelerde çok daha sert bir tutum alması yeni değildir. Kırım Başkanı Aksyonov daha geçen yıl 21 Nisan’da, yabancı şirketlerin mahkeme yolunu da kapatarak millileştirilmesini önermişti. Ama Kırım’ın bütün bu girişimleri Duma’da ve Senato’da frenlenmiştir.
Arkasından, 3 Mart’ta şu başlıkla bir başkanlık kararnamesi yayınlandı: “Devlet savunma siparişinin yerine getirilmesine katılan ticari şirketlerin faaliyetlerinin uygulanmasında kimi meseleler hakkında”. Kararname sıkıyönetim ilan edilmiş bölgelerde (dört yeni oblast: Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri ile Herson ve Zaporoje oblastleri) ticari şirketlerin savunma siparişlerini yerine getirmemesi halinde ilgili şirketin hissedarlarının haklarının ve yönetimlerinin yetkilerinin dondurulacağını, bunların başına Sanayi ve Ticaret Bakanlığı teklifleri temelinde kayyım atanacağını öngörüyor, hükümete Askeri-Sınai Komisyon sekretaryasında bu şirketlerin faaliyetlerini denetlemek için çalışma grubu kurması ve bu grup tarafından ilgili şirketlerin faaliyetlerine dair normatif çerçeve oluşturması talimatı veriyordu. Kararname, dört yeni oblastle sınırlıydı sınırlı olmasına ama, 19 Ekim 2022 tarihli bir başka kritik kararname eğilimin genişleyebileceğini de gösteriyordu.
3 Mart kararnamesini aslında bu 19 Ekim 2022 kararnamesinin devamı saymak gerek. Orada dört ayrı siyasi-askeri durum tamamlanmıştı: sıkıyönetim ilan edilen 4 yeni oblast, hepsi de Ukrayna’ya sınır 7 oblastten ve federal şehir Sivastopol’den oluşan bir “orta seviyede reaksiyon” bölgesi, Orta ve Güney Federal Çevrelerinin tamamını kapsayan “yükseltilmiş hazırlık seviyesi” bölgesi, ve geri kalan neredeyse her yeri kapsayan “temel hazırlık seviyesi” bölgesi. İlk ikisi, diğerlerinden farklı olarak, sivil ve askeri idareye “ekonomi alanındaki seferberlik tedbirlerinin yürütülmesinde” tam yetki veriyordu; bunlar “ulaştırma ve iletişim işlevlerini temin eden tesislerin çalışmasını, matbaaların, bilgisayar merkezlerinin ve otomasyon sistemlerinin çalışmasını kontrol, bunların çalışmasının savunma ihtiyaçları için kullanılmasını” da kapsıyordu.
Bu yetkiler hiç veya neredeyse hiç uygulanmadı; ama normatif düzenlemede (kararnamede) devlet veya özel ayrımı yapılmaması yeterince büyük bir tehdit ve yeterince ciddi bir eğilimi yansıtıyordu.
3 Mart kararnamesini kritik bir hamle takip etti: geçen yıl 25 Mayıs’ta Duma’da onaylanan ve Rusya pazarından ayrıldığını duyuran yabancı şirketlere kayyım atanmasını öngören kanuna dayanarak 25 Nisan’da Fin Fortum ve Alman Uniper’in Rusya’daki şirketlerinin yönetimine Rosimuşçestvo (Rusya Devlet Varlık İdaresi) atandı. İlgili başkanlık kararnamesinin başlığı şöyleydi: “Rusya’ya ait yurtdışındaki varlıklara el konulmasına verilecek cevabi tedbirlerle ilgili”. Kararname, Fortum ve Uniper’i de aşıyordu aslında; bu ikisine ait toplam üç şirketten başka, “dost olmayan ülkelerin” Rusya’daki varlıklarına kayyım atanması genel bir yaklaşım olarak benimsenmişti.
Ne var ki bu gene de henüz millileştirme anlamına gelmez, dolayısıyla “cevabi” niteliği asimetriktir; dahası bu kararname sadece yabancı şirketleri ilgilendiriyor ve her ne kadar şu anda utangaç millileştirme olarak görünse de, bir başka süreç daha bütün hızıyla işliyor: bu, Rusya pazarından ayrılan yabancı şirketlerin piyasa değerlerinin yarısına kadar indirimle Rusyalı yatırımcı şirketlere satılması süreci. Dolayısıyla ciddi, kapsamlı bir sermaye transferi işliyor.
Ama 16 Temmuz günü Putin’in imzasını taşıyan yeni bir kararname bu süreci Rusyalı yatırımcı şirket değil devlet yararına çevirebilir. Söz konusu kararnameyle Danone ve Baltika’nın (Carlsberg) yabancı şirketlere ait hisselerinin başına da Rosimuşçestvo kayyım olarak atandı. Bu kadarla kalsa, Rusya’dan çıkacaklarını duyurmuş ve alıcı arayan Danone ve Baltika açısından az çok felaket anlamına gelse bile diğer batılı şirketler tarafından pek umursanmayabilirdi; ama alarm zilleri çalmasına neden olan başka bir şey var: Carlsberg Rusya’dan adını duyurmadığı bir veya bir grup alıcıyla sözleşme imzalamış olduğu halde çıktı kararname, dolayısıyla imzalanan sözleşme de bir anda geçersiz kılınmış oldu ve dahası, bu bir emsal oluşturdu: böylece yabancı şirketlerin şurasında-burasında rol oynadığı bütün M&A (mergers and acquisitions; şirket birleşmesi) işlemleri durdurulabilir ve öyle anlaşılıyor ki kararname oluşturduğu tehditle bunu doğal yoldan yapacak.
Rusya pazarından ayrılan yabancı şirketlerin millileştirilmesi eğilimi yeni değil; daha geçen yıl nisan ayında Renault, AvtoVAZ’daki yüzde 68 hissesini NAMİ Enstitüsüne (Araç ve Motor Bilimsel İnceleme Merkezi), Renault Rusya fabrikasını da Moskova şehir idaresine devretmek zorunda kaldı. 1 rubleye! Onu St. Petersburg’daki neredeyse tamamen aynı şartlarda Nissan takip etti.
Yeni olan, öyle anlaşılıyor ki, şu: Rusya’nın dondurulmuş varlıklarının gasp edilmesinden kaçınmak için kayyım formülü işletiliyor; bununla birlikte gerçek süreç adı konulmamış millileştirmeden başka bir şey değil.
13 Mayıs’ta, yani Maliye Bakan Yardımcısı Moiseyev’in özelleştirmeyi süsleyen açıklamasının ertesi günü Rusya Soruşturma Komitesi Başkanı Aleksandr Bastrıkin tam tersi bir öneriyle ortaya çıktı ve ekonominin temel sektörlerinin millileştirilmesini istedi. Şöyle dedi:
“Esasen savaş şartlarında iktisadi güvenlikten söz ediyoruz. Sonrası, bir sonraki basamakta, ekonomimizin temel sektörlerinin millileştirilmesi yoluna girelim.”
Bir başka kritik girişim Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev’den geldi. Patruşev, 28 Mayıs’ta Rusya Kamu Odası tarafından düzenlenen “21’inci yüzyıl pazar ekonomisinde devlet planlaması” konulu “Uluslararası Bilimsel-Pratik Konferans”a bir açıklama gönderdi. (Kamu Odası’ndan, bu odanın başkan yardımcısı, eski Uzakdoğu Kalkınma Bakanı Aleksandr Galuşka’nın konuşmasını yorumlarken söz etmiştim; bu “oda” yasama yetkisi olmayan bir senato gibi örgütlenmiştir.) Patruşev, üstelik Güvenlik Konseyi adına gönderdiği mesajda Putin’in Kasım 2021 tarihli “Rusya Federasyonu’nda stratejik planlama alanında devlet siyasetinin temellerinin onaylanması hakkında” kararnamesine işaret ediyordu. Söz konusu “temeller”, Patruşev’in ifadesiyle, “sosyal-iktisadi kalkınmanın ve milli güvenliğin temininin kopmaz karşılıklı ilişkisi ve karşılıklı bağımlılığından yola çıkarak, stratejik planlama sisteminin geliştirilmesinin hedef, görev ve temel istikametlerini” ortaya koyuyordu.
“Planlama” veya daha doğrusu “stratejik planlama”, Putin’in doktora tezinin başlık konusudur. Bu tez, esas itibariyle doğal kaynaklara dayanan bir büyüme stratejisini ortaya koyar. (Bak. “Rusya…”, s. 86 vd.) Bunun artık eski güncelliği kalmadı; “strateji” 2002-2009 aralığında yıllık ortalama büyümenin yüzde 6,9 seviyesinde olduğu büyük bir kalkınma ve halkın gelirinde önemli bir artışa yol açtı ama 2009 krizinin ardından yıllık ortalama yüzde 1 seviyesinde takıldı. Dahası, 24 Şubat sonrası yaptırım terörü, petrol-doğalgaz ekonomisinin fiilen sonunu getirmiş görünüyor. Dolayısıyla başka bir “stratejik planlama” anlayışı ortaya çıktı.
Benim Harici için yaptığım çevirilerde en çok kavramlardan biri olan “stratejik planlama” bu başka anlayışa işaret ediyor. Bunların başlıcaları iki temel yazıdır: Sergey Glazyev’in “Stratejik Planlama Sisteminin İyileştirilmesi Üzerine” makalesi ve Dmitriy Afinogenov’un, Vladimir Nazarov’un doçentlik teziyle ilgili incelemesi.
Glazyev’in temel iddiası şuydu: Sovyetler Birliği kaçınılmaz olarak katı bir direktif planlama uyguladı ve bu, muazzam başarılar getirmesine rağmen “bürokratizasyona ve formalizasyona”, dolayısıyla atalete, teknolojik geri kalmışlığa ve çöküşe yol açtı. Bugün: “… direktif planlama güncelliğini kaybediyor ve yerini sosyal-iktisadi gelişmenin indikatif planlaması alıyor. Böylelikle indikatif planlama stratejik planların tamamlanmasını temin ederken milli iktisadı kalkındırmaya yönelik stratejik idare sisteminin parçası haline geliyor.” Direktif planlamadan stratejik planlamaya geçiş sayesinde: “Çin, sadece sosyalist oryantasyonunu korumakla kalmadı, 21’inci yüzyılda efektif bir sosyal-iktisadi kalkınma idaresinin de örneği oldu.”
Glazyev önemli bir isim ve fikirleri “mali bloğun” idaresinde doğrudan karşılık bulmasa bile geniş bir ideolojik-siyasi etki alanı yaratıyor. Nazarov ise doğrudan doğruya “askeri bloğun” temsilcisi sayılabilir: 2005-2006 arasında Güvenlik Konseyi Sekreteri Patruşev’in yardımcısı, 2016’dan beri de danışmanı. Nazarov’un stratejik planlama derken çizdiği çerçeve şuydu: “sosyal-iktisadi kalkınma ve Rusya Federasyonu’nun milli güvenliğinin temin edilmesi sahasında devlet siyaseti”. Demek ki kastedilen iktisadi bir planlamadan ibaret değil; bunun merkezine oturduğu ve devletin varlığını ve güvenliğini bütün her şeyin temeline koyan bir yaklaşım.