Avrupa’da popülist partilerin sürekli tekrarladıkları elitizm karşıtı söylem, son on yıllarda derinleşen gelir eşitsizliğiyle birlikte kitlelerde karşılığını buldu. Bugün birçok popülist parti ya iktidarda ya da iktidarın bir adım gerisinde.
Popülist partilerin ‘toplumsal zenginliği elinde tutan yüzde 1’lik elit azınlığa karşı ‘halkın yüzde 99’unun hakkını’ talep eden söyleminin, özellikle geleneksel sanayi şehirlerinden ve taşradaki işçi sınıfından destek gördüğü, Amerika’dan Fransa’ya kadar seçimlerde net şekilde ortaya çıktı.
1980 sonrası toplumda, neoliberal politikaların neden olduğu fakirleşme ve gelir eşitsizliğinin trajik biçimde artması karşısında, solun, alternatif sunamadığı gibi birçok ülkede de sosyalist partilerin iktidarında bu neoliberal politikaların uygulanması sonucu gözden düşmesi, özellikle sağ popülist dalganın yükselişini hızlandırmıştır.
Geniş halk kesimindeki sistem karşıtı tepkileri ve öfkeyi, bu sağ popülist partiler, neoliberalizme, küreselleşmeye ve zengin elit sınıfa yönelik radikal söylemiyle dönüştürerek kendine yönlendirmektedir.
Sistem karşıtı, burjuva toplumunun temel dayanaklarına saldıran, liberal demokrasi ve parlamenter geleneği küçümseyen söylem ve tavırlarıyla sağ popülist partiler kendisini köktenci, uzlaşmaz radikal olarak sunmaktadır.
Yakın zamanda İtalya’da iktidara gelen sağ popülist parti ve milyarder Trump’ın da kendilerini seçkin, elit karşıtı olarak başarıyla sundukları teatral becerileri düşünüldüğünde, bugün popülizmin kendisini uzlaşmaz burjuva karşıtı olarak sunabilme başarısının sırrı nedir?
Popülist siyasetçilerin söylem, tavır, performanslarıyla siyaset sahnesinde ‘azılı burjuva düşmanı’ rolüyle göz kamaştıran başarısının arkasında, yüz yıl önceki savaş ve kriz döneminde ‘soyut, hedefsiz’ burjuva karşıtı iklimi yaratan avangart sanatçıların mirası bulunmaktadır.
Diğer bir ifadeyle, yüz yıl önce burjuvaziye nefret bayrağı açan avangartlar, bugünkü popülist siyasetçilerin öncülleridir.
Bugün popülizmin, kitlelerin sistem karşıtı tepkilerini soğurarak, devrimci bir seçeneğin çıkmasına nasıl set çekeceğini daha berrak görebilmek için, yüzyıl önceki avangartlara ve onların faşizmle olan kültürel ilişkisine bakılmalıdır.
Romantizmin muhafazakârlığı
Şüphesiz avangartların da atası vardır. Kapitalist ilişkilerin ilk filizlenmeye başladığı dönemde gözlemlenen, insanın vasıfsızlaşarak tek tipleşmesi, bireyin toplumla organik bağlarının çözülmesi, insanın doğaya yabancılaşması karşısında ilk tepki Romantikler’den gelmişti.
Özellikle Fransız Devrimi’nin etkisinin zayıf kaldığı, Aydınlanma’nın kökleşemediği, feodalizmle modernizm arasında arafta kalan Alman Romantiklerin tutumu, avangart sanatçının çelişkili tavrını karakterize etmiştir.
Aydınlanma ile kapitalizmi bir ve özdeş gören Alman Romantikleri, Aydınlanma’nın aklı ile kapitalizmin özünde irrasyonel olan aklını bir ve özdeş varsayarak, çelişkili ve muhafazakar anti kapitalist geleneğin ilk taşlarını dizmişti.
Gündüzün aydınlık ufuk çizgisindense, gecenin koyu karanlığına gözlerini diken Romantikler, kapitalizm eleştirisinden, burjuva toplumunun yadsınmasından hareketle, Aydınlanma’yı ve insanlığın ilerici atılımlarını hedef aldığı ölçüde, geçmişteki eski topluma özlemlerini dile getirdiler.
Romantiklerin, modernizme karşı geçmişe duydukları nostalji, onları kendi dönemlerinin devrim ve Aydınlanma karşıtı muhafazakarlarıyla siyasi zeminde yan yana getirdi.
Kapitalizme karşı bu reaksiyoner Romantik isyanın, muhafazakar ideolojiyle ilk yakınlaşmasını yüzyıl sonra faşizmle yan yana gelen avangart sanatçılar derinleştirecekti.
Avangart sanat ve faşizm aynı sahnede
Her şeyi metaya dönüştüren burjuva toplumu, sanatı basit zevk unsuru olarak görüp sanatçıyı da bir yaratıcıdan ziyade parça başı üretim yapan bir emekçi yerine koymuştu.
Dünyayı bir sanat yapıtı haline getirmek isteyen Romantikler her defasında burjuvazinin soğuk ve duygusuz dünyasına çarparak hayal kırıklığına uğradı. Sürekli yaşanan hayal kırıklığı, kabına sığmayan enerjiye sahip sanatçıların öfkesini, burjuva toplumunun değerlerini provokatif şekilde kışkırtmaya yöneltti.
Devrimci dalganın geri çekildiği bu dönemde, Babeuf’’ün burjuva toplumuna karşı ‘eşitlik için komplo’ girişimindeki siyasi tepki, yerini estetik komploya bırakmıştı.
Sanatçının burjuva toplumuyla yaşadığı yabancılaşmayı eserlerinde çarpıcı biçimde ilk işleyenlerden Hoffmann’ın 1819 tarihli Matmazel Scuderi öyküsü, eşsiz mücevherler yapan sanatçı Cardillac’i anlatır.
Tutkuyla yeteneğinin sınırlarını zorlayarak şaheserler yaratan Cardillac, bu sanat eserlerini zevksiz burjuvazinin gösteriş amaçlı sergilemesi karşısında derin tiksinme duyar. Ahlaksız burjuvanın metreslerini mutlu etmek için bu mücevherleri satın alarak ‘kirletmesine’ tanık olan Cardillac da elini kirletmekten geri durmaz.
Modernizmin ilk büyük sanatçısı Baudelaire “Sanatçılar dünyanın düşmanıdır” diyerek avangardın manifestosunu ilan ettiğinde, zaten Alman Romantikleri bu savaşı çoktan başlatmıştı.
Hemen her gün, her mevsim eldiven kullanan Baudelaire, belki de ansızın Cardillac gibi ellini kirletmek zorunda kalacağını düşünüyordu, bilemeyiz.
Çarpıcı olan, Hoffmann’in öyküsünde tam yüzyıl sonra, İtalyan fütürist sanatçı Mario Sironi’nin 1920 yılında resmettiği Antiborghese (burjuva karşıtı) resmiyle bu savaşı kamusal alanda sergileyecek kadar açık hale getirmesiydi.
Resimde, köşe başından ağır adımlarla yürüyen bir burjuvayı bekleyen üç kişi resmedilir. Birisinin elinde bıçak diğerinde silah bulunmaktadır. Bu üç kişinin sıradan serseri mi yoksa gözü pek, cesur üç sanatçı mı olduğunu Sironi belli etmez.
Belli olan şu ki, provakatif sanatsal temsilleriyle fütüristler, meydanlarda provokatör siyasal temsilleriyle faşistlerle aynı sahneyi paylaştı.
Burjuva nefretiyle yoğurulmuş avangardın estetiğinden faydalanan faşist partiler, savaş ve ekonomik krizin neden olduğu öfkeyi kendi amaçları için kullandı. Burjuva karşıtı söylemiyle geniş kesimleri manipüle eden faşizm böylelikle, kapitalizmin en tekelci, otoriter rejimini yaratabildi.
Avangartların yarattığı kültürel iklimle birlikte faşizmin ‘burjuvaziye rağmen, burjuvazi için’ kurduğu rejim, 1930’ların hemen başında ilk önce avangartları sahneden aşağı indirdi. Artık iktidarda faşist siyasetçiler vardı ve bir ipte iki cambaza yer yoktu. Kışkırtıcı söylemden, şok edici siyasi performansa kadar faşistler zaten avangartların oynadığı rolü başarıyla sahneliyordu.
Mario Sironi, Leader on Horseback, 1934-1935
Gerici anti kapitalist kültür
Şüphesiz avangart sanat akımları yekpare değildi, ülkeden ülkeye çok farklı politik tutumlar takındıkları gibi, her yeni akım kendisinden öncesini ılımlı hatta ‘burjuva’ olmakla suçlamaktaydı.
Ekim Devrimi sürecinde sosyalizmle yakınlaşan avangartlar da vardı, faşizmin sözcülüğüne soyunanlar da… Kaldı ki, tüm tartışmada Rus avangartların ise bambaşka noktada değerlendirilmesi gerekir.
Bu anlamda avangartlarla faşizm arasında organik ilişki olduğuna dair indirgemeci anlayışa da şüpheyle bakmak gerekir.
Diğer taraftan, bugünkü popülizmin geçmişteki faşizmin kesintisiz devamı olduğu yanılgısına da düşülmemelidir. Ne var ki, bugünkü popülizmin faşizmin yenilgisinde doğduğu hafızada tutulmalıdır.
Bu makalede hatırlatılmak istenen, iklim ve tutum olarak avangart sanatçının burjuva karşıtlığının, kriz ve toplumsal çözülme dönemlerinde burjuva siyasetince nasıl kullandığıdır.
Avrupa tarihinde liberal demokrasinin her krizinde, yükselen burjuva, elitizm karşıtı söylemin, daha demokratik ve özgürlükçü siyasete set çekecek şekilde, gerici siyasi hareketlerce kullanıldığı güçlü geleneği unutmamak gerekir.
Bugünkü popülist partilerin geçmişte olduğu gibi, avangart söylem ve temsili kullanarak, sözde elitizm, burjuva karşıtı retoriğiyle en halk düşmanı politikalar izleyecek olması da dikkat çekmektedir.
Sanatın yüceliği adına burjuva toplumunu reddeden avangartların, bu sanatı anlayacak bir azınlığa seslendiği ve kendi seçkin, elit kesimine yöneldiği hatırlanırsa, geniş halk kesimini yadsımada popülizmle avangart ve faşist mirasın yine yan yana geldiği görülecektir.
Alman Romantiklerinden, İtalyan Fütüristlerine, çıkarılacak çok ders bulunmaktadır. Köktenci burjuva toplumu karşıtlığına rağmen bugün avangart eserlerin birçoğu, kapitalizmin mabedi New York’ta sergilenmektedir.
Burjuva kurumların soğurma kapasitesi hiç hafife alınmamalıdır. Sanatçının özgürlüğünü, sanatın özerkliğini savunanlar burjuva müzelerinin duvarlarını süslemekten ileri gidemedi.
Walter Benjamin’in o dönem dikkat çektiği, avangart sanatın, kavramları imgelere dönüştürerek siyaseti estetikleştirmesi üzerine yeniden düşünülmelidir.
Faşizm bu sayede siyaseti büyük bir gösteriye dönüştürmüştü. Bugün popülizmin devraldığı gelenek budur, burjuva karşıtlığı da bir sınıfsal kavram olmaktan ziyade renkli imgeler gösterisidir.