GÖRÜŞ

Savaşın gölgesinde İranlılar ne düşünüyor?

Yayınlanma

Gazze’de İsrail’in soykırımının birinci yılında, İran ile İsrail arasında doğrudan bir çatışma ihtimali artık dünyanın gündeminde. İsrail’in Lübnan’a saldırısı, Netanyahu’nun insanlık dışı faaliyetlerinin artması ve İsrail’in Lübnan’daki yıkıcı eylemleri, son bir yıl içinde Ortadoğu’daki olayların yeni bir sayfası oldu ve hala bu savaş alanında İsrail’in savaş makinesinin ilerlemeye devam ettiğini görüyoruz. Ancak İran meselesi, yeni bir çatışma türü doğurabilir ve bu savaşın bölgesel ve küresel etkileri oldukça derin olacaktır.

İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ve tarihi soykırımın üzerinden bir yıl geçmişken ve savaş Lübnan’a sıçramışken – İran’ın Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden biri olan Lübnan Hizbullahı’nın yok edilmesi hedeflenmişken – İran’daki analitik durum nasıl şekilleniyor ve sıradan vatandaşlar ve kamuoyu bu durumu nasıl değerlendiriyor?

Sıradan vatandaşlar endişeli ama dış düşmana karşı birleşmiş durumda

İran, son yıllarda sosyal, ekonomik ve politik açıdan zorlu bir dönemden geçiyor. Benzin fiyatlarındaki artış nedeniyle meydana gelen olaylar, bazı şehirlerde şiddetli gösterilere yol açtı ve ardından Mahsa Amini’nin ölümüyle yaşanan olaylar, İran’ın son yıllardaki sosyal tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olarak kabul ediliyor. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ani ve şüpheli ölümü ve iktidardaki kanadın ani değişimi de geçen yıl boyunca İran toplumunu meşgul eden konulardan biri oldu. Bu olaylara ek olarak, kronik enflasyon ve ekonomik durgunluk, ulusal para biriminin sürekli değer kaybı, fiyatların artışı ve gelirlerin düşmesi gibi sorunlar, İran’ın sosyal ortamındaki derin krizler arasında yer alıyor. Gelir adaletsizliğinin artması, işsizlik oranlarının büyümesi ve gelecekte yaşam kalitesinin iyileşeceğine dair umutların azalması, İran toplumuna önemli bir psikolojik yük getirmiş durumda. Böyle bir ortamda savaşın ülkeye yaklaşması, ilk bakışta endişe verici görünüyor. Zira savaş tehdidi, önceki ekonomik ve sosyal krizlere eklendiğinde, bu krizlerin derinleşmesi veya ülkede sosyal çatışmaların ortaya çıkması beklenebilir. Bu analize dayanarak, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçen haftalarda bir video mesajında İran halkına hitap etmiş ve İran’daki mevcut sorunlara dikkat çekerek toplum ve hükümet üzerinde psikolojik baskı oluşturmaya çalışmıştı.

Ancak bu ilk bakışın aksine, İran toplumunun genelinde ve halkın sosyal medyada verdiği tepkilerde görülen şey, savaşın yaklaşmasıyla ülke genelinde milli mutabakat ve birlik duygusunun artmış olmasıdır. İran’ın Yüksek Lideri Ayetullah Hamaney’in dört yıl aradan sonra hutbe okuduğu Cuma namazında Tahran halkının milyonlarca kişilik katılımı, bu milli birlik duygusunun açık bir göstergesidir. İran askeri güçlerinin İsrail’e yönelik füze saldırıları ve bunun dünya çapındaki yankıları da bir yandan İran halkının ulusal gurur ve onur duygusunu artırmış, diğer yandan İsrail’den gelecek olası bir saldırıya karşı devletlerinin nasıl tepki vereceğine dair endişelerini azaltmıştır.

İsrail’in Gazze ve Lübnan’daki insanlık dışı davranışları da İran halkının savaşa bakışını büyük ölçüde değiştirmiştir. İsrail, bir yıl öncesine kıyasla, bugün İran halkı arasında hiçbir itibara sahip değildir ve halk, İsrail güçlerinin Gazze ve Lübnan’da işlediği vahşet karşısında bir tiksinti duygusu geliştirmiştir. Bu tiksinti duygusu, İran devletini İsrail’e karşı her türlü eylemde destekleme şeklinde kendini göstermektedir. İran halkı, bu tiksinti ve hükümete verilen desteği en son 2014 ve 2015 yıllarında yaşamıştı. O yıllarda IŞİD, Suriye ve Irak’ta en vahşi insanlık suçlarını işlemişti ve bu da İran halkının Irak ve Suriye’deki sınır ötesi operasyonlarda askeri güçleri desteklemesine yol açmış, Kasım Süleymani’yi İran için tarihi bir milli kahraman haline getirmişti. Bugün, İran halkı için İsrail, 2014’teki IŞİD’den pek farklı değil.

İsrail ve İran arasındaki gerilimin önemli etkilerinden biri, İran halkı nezdinde yurtdışındaki muhalefetin itibarının azalması ve hatta itibarsızlaşmasıdır. Son bir yıl içinde, yurtdışındaki İranlı muhalefet grubu, Gazze’deki İsrail suçlarını destekleyen bir grup haline gelmiş ve İran ile İsrail arasındaki gerilimin artmasıyla birlikte İsrail’in İran’a askeri saldırısının destekçisi olmuştur. Bu sayıca az ama sesli grup, İsrail’in İran’a saldırısının aslında İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik olduğunu iddia ediyor ve bu saldırının İran halkı için hiçbir tehlike yaratmayacağını savunuyor. Bu grup, bu söylemiyle İran halkının insani duygularını ve diğer yandan onların milliyetçi hislerini küçümsüyor ve alay ediyor. Bu nedenle, Gazze’de bir yıldır süren savaşın İran için sonuçlarından biri, yurtdışındaki İranlı muhalefete olan iç desteklerin erozyona uğraması olarak değerlendirilebilir.

Seçkinler topluluğu ikiye ayrılıyor: Savunma ya da saldırı

İran’da siyasi seçkinler topluluğu ve özellikle stratejik analiz uzmanları, özellikle son bir yılda ve İsmail Heniyye’nin İran’daki suikastının ardından çalkantılı günler geçiriyor. İranlı analistler arasındaki mevcut söylem, bölgedeki savaş durumuna taktiksel bir bakış açısıyla yaklaşanlar ile mevcut durumu bazı stratejik eylemlerin sonucu olarak görenler olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Her iki grup da olaylara yaklaşımlarına göre geleceğe yönelik farklı yol haritaları çizmektedir.

Minimum müdahale yanlısı gruba göre, İran, İsrail’in gerilim artırma tuzağına düşmemeli ve verdiği tepkiler, caydırıcılık sağlarken İsrail ile doğrudan bir savaşa ve ciddi bir çatışmaya neden olmayacak şekilde ayarlanmalıdır. Çünkü İran ile İsrail arasındaki doğrudan bir çatışma, İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasında bir savaşı tetikleyecek ve bu da bölge ve ülke için belirsiz bir gelecek yaratabilir. Bu gruba göre, İran, Hamas ve Hizbullah’ın İsrail ile kendi başlarına mücadele etmesine izin vermeli ve nihayetinde çatışmayı ateşkesle sonuçlandıracak şekilde durumu yönetmelidir. Hizbullah’ın yenilgisini önlemek amacıyla İran’ın destek vermesi mümkün olsa da, bu desteğin fazlası İran için gereksiz maliyetler yaratacaktır. Ayrıca, bu grup, İsrail’in İran’ın petrol altyapısına zarar verme olasılığını ve İran’ın yaptırımlar nedeniyle bu altyapıları kısa sürede onaramamasını, minimum müdahale yaklaşımının en önemli nedenlerinden biri olarak görmektedir.

Buna karşılık, bazı İranlı analistler, bölgedeki büyük ve stratejik sonuçlar doğurabilecek bir savaşı görmezden gelmenin ve mevcut duruma minimal bir yaklaşım sergilemenin stratejik bir körlük olduğunu düşünmektedir. Bu gruba göre, İran büyük bir savaşın içindedir ve İran’ın savaş sahasındaki pozisyonunu güçlendirmesi ya da güçlendirmemesi, savaşın yoğunluğunu değiştirmeyecek; sadece İran’ın çıkarlarını etkileyecektir.

Bu grup, İran’ın derhal İsrail’in askeri eylemlerine karşı reaksiyon gösteren bir konumdan çıkıp, daha aktif ve girişimci bir tutum sergilemesi gerektiğini savunmaktadır. İsrail’e sürekli tepki gösterildiği sürece, gerilimi kontrol etme gücü Tel Aviv’in elinde olacaktır ve İsrailliler çeşitli şoklarla sahayı yönetmeye devam edebilecektir. Bu gruba göre Hizbullah, İran’ın stratejik bir varlığıdır ve İran bu varlıktan vazgeçemez ve vazgeçmemelidir. Stratejik varlıklarından vazgeçmek, kendi elini ve kolunu kesmek anlamına gelir ve karşı cephe, ancak İran’ın tüm varoluşsal yönlerini yok ederek duracaktır.

Bu analistlere göre, İsrail, Amerika’yı, Rusya ve Çin’in stratejik gücünü azaltmanın en iyi yolunun Orta Doğu’da bir kaos yaratmak, İran’ın stratejik gücünü zayıflatmak ve Orta Doğu ülkelerini korkutmak olduğuna ikna etmiştir. Bu nedenle Amerika, İsrail’i bu savaşı sürdürmesi için uzun süre desteklemeye hazırdır. İran’ın İsrail’in eylemlerini beklememesi ve İsrail’in güvenlik ve ekonomik altyapısına saldırarak İsrail’in sonraki hamlelerini önceden engellemesi gerektiğini savunmaktadırlar. Bu nedenle, bazı analistler, İran’ın bölgedeki Amerikan güçlerine ve İsrail’in askeri güvenlik sistemine zarar vermek amacıyla Ürdün’e saldırmayı seçenekler arasında değerlendirdiğini belirtmektedir.

Bu analist grubu, savaşın İran’a taşınmasının İran için bir fırsat ve avantaj haline gelebileceğine inanmaktadır. Çünkü son yirmi yıldır İsrail, İran’a karşı bir güvenlik savaşı yürütmekte ve İran’ın stratejik varlıklarına yönelik çok sayıda suikast ve sabotaj gerçekleştirmektedir. İran, Mossad’ın sahip olduğu istihbarat desteğine sahip olmaması ve kaynak ve teknoloji eksiklikleri nedeniyle bu güvenlik savaşında hep zayıf kalmıştır. Ancak şimdi, çatışmaların güvenlik savaşından askeri savaşa kaymasıyla birlikte İran, önemli bir güç ve inisiyatif elde etmiştir ve bu fırsatı İsrail’i gelecekte pasifleştirmek için kullanmalıdır. Aksi takdirde, İsrail askeri alandaki zayıflığını, savaş sonrası dönemde güvenlik sabotajlarıyla telafi edecektir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version