Seçim ekonomileri genel itibariyle yapılan harcamalar ve popülist vaatler nedeniyle ekonomide genişlemeci bir etki yapar. Aslında bunu Haziran 2023’teki genel seçimlerde ziyadesiyle tecrübe ettik. Hızlıca geçilen sıkı para politikasına, politika faizinin yüzde 36,5 düzeyinde arttırılmasına karşın halen yüksek enflasyon ve canlı bir iç taleple karşı karşıyaysak emin olunuz bunda en az para politikasının gecikmeli etkisi kadar bir önceki genel seçimlerin ve dahası o zaman tercih edilen ekonomik modelin genişlemeci etkilerinin (artan servet etkisi) payı da vardır.
Önümüzde artık sadece bir yerel seçim var ve normal koşullar altında bu seçimin ekonomiye doğrudan bir yansımasının olmaması beklenir ancak bu seçimlerin de ekonomi üzerinde ciddi etkileri olabileceğine dair görüşler şimdiden magazin boyutuna ulaşmış durumda.
Yabancı, Türk lirası varlıklara yatırım için yerel seçim sonrasını mı bekliyor?
Genel seçimlerden hemen sonrasında yeni bir ekonomi kabinesi eşliğinde konvansiyonel (ortodoks) politikalara dönüş sağlanmasına karşın özellikle dış basın ve yabancı yatırım kurumlarının kritiklerinde yabancı portföy yatırımları için yerel seçimlerin beklenmesi noktası öne çıkmıştı. Bu görüşün merkez bankası başkanının değişimi sonrası gösterilen başarılı iletişim sonrası bir miktar tavsamış olduğuna şahit olmakla beraber, yine de borsa başta olmak üzere Türk lirası varlıklara kayda değer bir yabancı girişi olmamasından halen var olduğunu söyleyebilirim. TCMB haftalık menkul kıymet istatistiklerine göre son 5 haftada yabancılar net 535,2 milyon dolarlık hisse senedi ve 332,4 milyon dolarlık DİBS (devlet iç borçlanma senedi) alımı gerçekleştirmiş. Son gelen cari denge verisine göre 2023 yılının tamamında 45,2 milyar dolarlık bir açığımız var ve bu yılın tamamı içinse 30-35 milyar dolar bandında bir açığın oluşması bekleniyor. Aralık 2023 itibariyle kısa vadeli dış borç tutarımız 226,6 milyar dolar. Her ne kadar kısa vadeli dış borç tutarının önemli bir bölümü extension (vade yenileme-temdit) edilecek olsa da ülkemizin döviz ihtiyacının kabaca bu yıl 260 milyar dolar civarında olduğu söylenebilir.
Seçim yaklaşıkça içerideki haber akışında felaket senaryolarının dozu artmaya başladı!
Aslında yeni ekonomi kabinesi göreve başlar başlamaz içerideki yorumcular da yabancı yatırımcının kaygılarına benzer bir genel tutum sergilemiş ve daha çok mevcut ekonomi yönetiminin devamlılığı konusunda bir takım kaygılar paylaşmıştı. Ancak ekonomi yönetiminin hükümetten tam destek alması ve şimdiye değin koordineli bir biçimde yol alması, kaygıların istikametini bu defa da politikanın dozundaki olası artışa yoğunlaştırmış durumda. Gün geçmiyor ki seçimlerden sonra kur şu kadar olacak, iflaslar artacak, yüksek vergiler gelecek bağlamında adeta felaket senaryosu tarzında yorumlar yapılmasın. Haliyle zaten çok yüksek enflasyondan önemli ölçüde refah kaybına uğramış olan sabit gelirli vatandaş, bu defa da enflasyondan kurtulmak için katlanılacak maliyetin yine kendi sırtına binmesinden endişe duyuyor!
Peki seçimle geçim arasındaki link nasıl tasarlanabilir? Olasılıkları değerlendirelim;
Meşhur soru: Yüksek bir kur artışı hatta devalüasyon olur mu?
Dolar kuru zaten Haziran 2023’den bu yana yüzde 48, bir yıl içinde ise yüzde 64 artış kaydetmiş durumda. Oysa Aralık 2022’den Haziran 2023’e kadarki altı aylık süreçte sadece yüzde 12 düzeyinde bir artış gerçekleştirmişti. Dolayısıyla konvansiyonel politikaya geçilmekle beraber, kurdaki kontrol de büyük ölçüde azaldı denilebilir. Bu durumu destekleyen en önemli araçsa sıkı para politikası. Yüzde 8,5’dan 45’lere hatta bileşiğinde yüzde 56,5’a kadar gelmiş bir faiz var. Eğer merkez bankasının parasal aktarım mekanizması gerektiği biçimde çalışıyor olsaydı en başından bu yana kur üzerinde de önemli bir baskı oluşturacaktı. Gelinen aşamada ihracatçıların kur artışı beklentisine henüz enflasyonda düşüş başlamadan bir cevap verileceğini düşünmüyorum. Zira kur artışının enflasyona geçişkenliği sarmal haline gelmiştir. Özetle bir miktar kur artışı beklemekle beraber bunun makul ve küçük oranlarda olacağını ve bu bakımdan liranın cazibesini sarsamayacağını tahmin ediyorum. (TCMB piyasa katılımcıları anketi yıl sonu dolar kuru beklentisi 40 lira)
Kritik soru: Firmalar batar, yüksek işsizlik görülür mü?
Ekonomi, sosyal bir bilim olduğundan uygulanan politikalara da doğru ya da yanlış yerine tercih demekte fayda vardır. 2018 yılından bu yana uygulanan ekonomi politikalarının önemli bir sac ayağı da reel kesimi kredi ve teşviklerle besleyerek, büyümenin yolunun açılması ve artan istihdamı beslemek olmuştur. Ancak son iki buçuk yılda uygulanan noliberalizm dışı politikalar hem küresel/yerel ölçekte büyük eleştiriler alıp, hem de Rusya Ukrayna Savaşı’nın yarattığı ve öncesindeki tedarik zinciri daralmasının beslediği, arz kaynaklı krizlere denk gelince cari açığın ve enflasyonun çok artmasını beraberinde getirerek, hormonlu ve sürdürülebilir olmayan bir büyüme kompozisyonun oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Seçimlerden sonra ortaya konulan sıkı para politikasıyla bu durumu düzeltmek ise zaman aldığı kadar zorlu da olacaktır. En çok da yıllarca ucuz ve bol dış kaynak kullanmaya alışmış reel kesim için
Kaynaklarını etkin kullanan firmalar ayakta kalacak
Bu defa uygulanan sıkı para politikasının 2002 yılından itibaren uygulanan IMF programından en belirgin farkı seçici kredi uygulaması olarak görülebilir. Amaç katma değerli üretim ve ihracat ile verimlilik artışının sağlanabilmesi için gerekli teknolojik ve yapısal dönüşümü mümkün kılan yatırımın özendirilmesi. Bu bağlamda gerek Eximbank gerekse de YTAK gibi teşvik ürünleriyle reel kesim destekleniyor. Ancak düşük teknolojili ve emek yoğun üretim/ticaret yapan ve bu faaliyetini de yüksek oranda kısa vadeli banka kredileriyle fonlayan firmalar yüksek faiz & enflasyon ortamından ne yazık ki en olumsuz biçimde etkilenecektir. Bu firmaların özellikle dezenflasyon süreci boyunca bir miktar kan kaybetme olasılığına karşılık mevcutu korumaya odaklanmaları ve gerekli olmayan harcamalardan kaçınmaları önemlidir.
Devlet bu noktada istihdamı korumaya yönelik vergi desteklerini genişletebilir ancak yüksek karlı, bol paralı günlere bazı sektörlerimiz açısından ara verileceği ve belki de artık ileriye yönelik verimlilik hesapları yapmanın zamanı olduğu bilinmelidir.
Korkutan sorular:
Yerel seçimlerden sonra uygulanacağı konusunda endişe veren konulara devam edecek olursam; bunlardan ilki yeni vergilerin gündemde olacağıdır. Enflasyonla mücadele sadece para politikasıyla başarılması güç bir konudur. Aynı zamanda maliye ve gelirler politikalarının da eşlik etmesi halinde ekonomide bütüncül bir sonuç alınabilir. 6 Şubat’ta yaşanan deprem felaketi ve seçim ekonomisi bütçede öngörülmeyen ölçüde açığın ortaya çıkmasına neden oldu. Bu nedenle kamunun harcamaları kısması ve gelirleri arttırması elzem hale geldi.
Harcamaların önemli bölümü deprem kaynaklıyken, diğer giderlere ilişkin olarak ise detaylı bir kompozisyon mevcut olmadığından ne tür önlemler alınabileceği de açık değil.
Seçim harcamaları
Siyasi partiler; aidat ve bağışlar başta olmak üzere kendilerine ait gayrimenkul gibi varlıklardan elde ettikleri gelirleri kullanmanın yanı sıra ülkemizde 1965 yılından bu yana hazine yardımı da almaktadır.
Günümüzde belli ülkelerde partilere yapılan bağışların şeffaflığı söz konusuyken, bizde değildir. İki önemli seçimin olduğu 2023 ve 2024 yıllarında barajı aşarak hazine yardımı almaya hak kazanan partilerin gelir dağılımı aşağıdaki gibidir. 2023 yılında toplamda 4,9 milyar lira hazine yardımı alınmışken, bu yıl bu tutar 6,7 milyar liraya yükselmiştir.
İlave vergi gelir mi?
Maliyenin gelir tarafının en önemli kalemi hiç kuşkusuz vergilerden oluşmaktadır. Ülkemizde toplanan vergilerin ağırlıklı bölümü dolaylı vergilerden oluşmakta olup, katma değer ve özel tüketim vergileri olarak bildiğimiz bu vergiler, hem enflasyonist olmaları hem de tüm gelir gruplarına eşit olarak uygulanmaları sebebiyle de hakkaniyetsiz bir yapıdadır.
Dolayısıyla seçimden sonra vergi artışlarına gidilecekse bunun dolaylı yerine doğrudan gelir ve servet üzerinden alınması mantıklı olacaktır. Bu süreçte ekstra gayrimenkuller, kripto para ve Türk lirası fonlardan muaf tutulan ve 30 Nisan’da muafiyet süresi dolacak stopajlar akla gelmektedir.
Kredi kartı harcamaları nasıl bu kadar önemli hale geldi?
Diğer bir hassas unsuru son günlerde çokça tartışılan kredi kartları oluşturmaktadır. Bu konuda gerek Bankalar Birliği Başkanı Sn. Çakar’ın gerekse de İş Bankası Genel Müdürü Sn. Aran’ın açıklamaları ve iş insanlarının çeşitli yorumlarıyla görüşlerin karmaşık olduğu görülüyor.
Türkiye’de hane halkı borçluluğu OECD verilerine göre sanıldığının aksine düşüktür. Bunun en belirgin nedenlerinden biri de aslında ülkemizde tasarruf ve yatırım alışkanlıklarının yıllar içerisinde ekonomik krizler neticesinde oluşmuş kodlarla daha ziyade toprak ve yastık altı biçiminde şekillenmiş olmasındadır.
Davranışsal iktisat açısından bakılacak olursa; Türkiye’de 2000’li yılların başından itibaren uygulanan ekonomi politikaları (düşük kur, yüksek faiz ve küreselde bol para dönemi) tasarrufları gerektiği kadar verimli alanlarda üretime yönlendirememiştir. Bunun yerine neoliberal iktisat akımının gelişmekte olan ülkelere dikte ettiği biçimde ithalat ve hane halkı tüketimi ön plana çıkarılmıştır.
İşte bu noktada bankalar kişilere gelirlerine bakılmaksızın çok yüksek ve ucuz kredi kartı limitleri tahsis etmiş. Hane halkı da bu kredi kartlarını gelirini ilave bir bonusmuş gibi kullanmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Ancak son yıllardaki çok yüksek enflasyon ortamı belli kesimlerde önemli düzeyde servet artışı sağlarken, belli kesimlerde ise önemli düzeyde refah kaybına neden oldu. Dar gelirli kesimin önemli bölümünü de bu kartlarla yaşamaya adeta mecbur kıldı. Şimdi iç tüketimi düşürmek adına bu limitlere kısıt getirilmesi sosyal sorunlara yol açabilir. O nedenle bu konuda belli limit ve harcama tipleri göz önüne alınarak hassas davranılması gerektiğini düşünürüm.
Sözün özü ekonomiye doğrudan bir etkisi olmayacak yerel seçimlerin bile ekonomik açıdan ciddi kaygılar yarattığı şu zor günlerde umarım ki seçim sonrası ağır fatura yine dar gelirli vatandaşa çıkarılmaz. Yüksek enflasyondan çıkmak fedakarlık gerektirir ancak toplumun tüm paydaşlarıyla birlikte paylaşılan mücadelenin başarısı da daha anlamlı olacaktır.