Çevirmenin notu: Ukrayna’da devam eden savaşın, 2014 Maydan protestolarına ve müteakip darbeyi hesaba katmadan değerlendirilmesi en hafif tabirle eksik olur. Nitekim savaşın işaret fişeği de oydu; savaş, esasen, şimdiye dek sayısız kez tekrar edildiği üzere Şubat 2022’den çok önce başlamıştı. Darbeyle devrilen Viktor Yanukoviç’i hatırlamak faydalı olabilir. Rusya daha iyi bir anlaşma önerdi ve Yanukoviç AB’nin önerdiği ortaklık anlaşmasının kendisini Rusya ile olan geleneksel ilişkilerinin devamından çok daha yoksullaştıracağı kanaatine vardı. Ve bu noktada protestolar başladı. Darbe, Victoria Nuland tarafından belirlenen yetkilileri göreve getiren ABD tarafından desteklendi ve Ukraynalılar bir şekilde AB’ye katılmanın kendilerini refaha kavuşturacağını umdular. Avrupa’nın inandığı efsane de buydu; eğer sadece ABD’nin tavsiyelerini dinlerlerse, ABD kadar çok tüketim malına sahip olacakları ve refaha kavuşacaklarına inandılar. Ve bunların tamamı yalandan ibaretti.
Sovyet Ukrayna’nın krizi: Maydan Devrimi halkımı özgürleştirmedi
Volodimir İşçenko
Unherd
24 Şubat 2024
Volodimir İşçenko, 24 Şubat 2022’de “Bu savaş nasıl biterse bitsin, artık bir vatanım olmayacak,” diye düşünüyordu. Tabuları yıkan sosyolog, yeni kitabı Towards The Abyss’in (Uçuruma Doğru) önsözünde, Sovyet Ukraynalı kimliğini Ukrayna’nın Rusça konuşanlarından veya güneydoğu bölgelerindeki toplumdan farklı olarak özetliyor. Bu insanlar etnik köken yerine toplumsal devrim, sınıf ve modernleşme güçleri tarafından şekillendirilmişti. İşçenko, Sovyet sonrası on yıllara baktığında, Sovyet Ukraynalılarının siyasi parçalanmışlığının ve Ukrayna siyasetinde siyasi olarak daha güçlü olan “Batı” (“Avrupa yanlısı”) kampının aksine “Doğu” (hatalı bir şekilde “Rusya yanlısı” olarak adlandırılan) kampının kırılganlığının, devam eden savaşın hafife alınan sebeplerinden biri olduğunu savunuyor.
Aşağıda, aile anıları ve ulusal tarihin bir karışımı olan önsözün ikinci yarısını yeniden yayımlıyoruz:
***
Ukrayna milliyetçi entelijansiyası, 30 yılı aşkın bir süre boyunca son derece özel bir modernite projesi geliştirdi. Bu projenin iki ana bileşeni Sovyet modernleşmesinin reddi ve Ukrayna ulusal kimliğinin Rusya karşıtı bir şekilde ifade edilmesiydi. Bu aydınlar bir yandan Ukraynalı olan her şeyle (kendi özel ifadeleriyle) modern olan her şey arasında bir eşdeğerlik kurmaya çalışırken, diğer yandan da geri kalmış olan her şeyi Sovyet ve Rus olan her şeyle ilişkilendirebileceklerini sanıyorlardı.
Esasında, Sovyet enternasyonalist projesinin perdesi arkasında var olduğundan korktukları, Ukraynalıları geri kalmışlıkla özdeşleştiren sembolik hiyerarşiyi yıkmaya çalıştılar. “Ukraynalı” genç, metropollü, kozmopolit, İngilizce bilen, şık, mobil, liberal, iyi eğitimli, başarılı olarak görülmeliydi. “Sovyet” ve “Rus” ise yaşlı, muhafazakâr, taşralı, sabit fikirli, ölmekte olan sanayilere bağlı, kötü ya da yetersiz eğitimli, zevksiz, kaybeden olmalıydı.
Bu kutuplaşma mutlak bir homojenlik gerektirmiyordu. Ne de olsa modernlik aynı zamanda özgür ve rasyonel tartışmayla alakalıydı. Ukrayna modernitesinin gerçekleşmesi için “Ukraynalı feministler”, “Ukraynalı liberaller”, “Ukraynalı solcular” —ve aynı zamanda Ukraynalı sağcılar— lazımdı. Elbette İkinci Dünya Savaşı’nın milliyetçi suçları (Sovyetlerin daha kötü olduğuna dair mecburi feragatname ile birlikte) tartışılmalı. Elbette bugün sağcı şiddetten (bunun Putin’in işine yaradığına dair mecburi feragatnamelerle birlikte) endişe duyulmalı. Ve bu böyle uzar gider. Fakat bu tartışmaların yalnızca “aydınlanmış” vicdanı yatıştırmakla kalmayıp siyasi açıdan gerçekten önemli olabileceği kritik zamanlarda, tüm kırmızı çizgiler katı bir şekilde uygulandı ve hizaya gelmeniz gerekiyordu. Yoksa başımız belaya girerdi.
Bu insanlara çok benziyordum. Biyografilerimizde o kadar çok ortak nokta vardı ki. Aynı üniversitelerden, aynı burslardan, aynı programlardan, aynı sivil toplum kuruluşlarından, aynı konferanslardan geçtik. Aynı dilleri konuşuyorduk. Ama ben onların aksi düşünmeye başlamıştım. Akran grubum buna sık sık nefretle tepki veriyordu. Milliyetçi entelektüellerin beni yerden yere vurduğu bir yazıda, “Ukrayna ulus inşası projesi” için bir tehlike olarak tasvir edilmiştim. Bunun nedeni yazdıklarım değildi; genelde esaslı bir tartışmaya girmiyorlardı. Ve ne yazarsam yazayım, basında ve siyasette o kadar güçlü odaklar vardı ki, oluşturduğum akla gelebilecek herhangi bir “tehdit” önemsizdi. Hayır, milliyetçi davayı tehdit eden şey kesinlikle benim yaptıklarım değil, bence yalnızca benim gibi insanların varlığıydı. Forumlarda milliyetçi liberallere sosyal eşitler olarak meydan okuyabiliyorduk. Onların tekeli açısından istenmeyen birer baş belasıydık. Hayali bir cemaatin hainleri değil, var olan gerçek bir sosyal zümrenin hainleriydik. Sınıf hainleriydik, vatan hainleri değil.
İşte gerçek nefret buydu. Ukraynalıydık ve moderndik ama onlar gibi değildik. Sovyet Ukraynalıları, periferileşen bir ülkede komprador entelektüeller olabilirlerdi ama bu rolü reddettiler. Onların kolektif suçlamalarına direndik. Bu yüzden rasyonel bir angajman yoktu, sadece inkâr, sükûnet, reddetme, iptal vardı. Biri Rusya emperyalizmine karşı binlerce kelime yazabilir ve yine de “imparatorluğun ozanı” olarak nitelendirilebilirdi. Biri kelimenin tam anlamıyla “Putin’den nefret ediyorum,” diyebilir ve yine de Rusya propagandası yapmakla suçlanabilirdi. Entelektüellerimiz entelektüel olarak değerlendirilmiyordu. Akademisyenliğimiz akademisyenlik değil, “siyasi aktivizm” idi. Bize karşı uygulanan siyasi baskı, siyasi baskı değildi, zira tehdit ve şiddetin hiçbir zaman gerçekleşmediği iddia ediliyordu. Yani var olmamıza izin verilmedi, zira var olsaydık, Ukrayna’da modernlik ve geri kalmışlığın spesifik eklemlenmesi artık işe yaramayacaktı. Ne yaparsak yapalım, öylece var olamazdık.
Bizler alternatif bir Ukrayna modernitesinin gelişememiş embriyolarıydık; bu, Sovyet Ukraynalıları açısından “organik” bir temsil inşa edebilecek bir temsil, milliyetçi entelektüellere göre olmaları “gereken” şey için değil, oldukları şey için; yani onlar gibi olmak ya da tamamen (en azından Ukrayna’nın kamusal alanından) yok olmaktır. Ukrayna açısından küresel olarak da daha cazip olabilecek ve gelecekteki eğilimlerle ya da en azından dünya çapında giderek daha fazla gencin kendi gelecekleri olarak tercih edecekleri şeylerle uyumlu bir alternatif sunabiliriz.
Neden bu şekilde sonuçlanmadı? Pek çok insan Sovyet sonrası çatışmaları geçmişteki imparatorlukların çöküşüyle mukayese etti, yeni tartışmalı sınırlar çizildi, imparatorluk çoğunluğunun bir parçası olan etnik gruplar yeni devletlerde azınlık haline geldi, eskiden ezilen azınlıklar olan gruplara intikam fırsatları verildi. Bu mukayeseler genelde çok farklı bir bakış açısı sağlayan sosyal zümre ve devrimci dinamikleri görmezden gelmektedir.
Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük Avrupa imparatorluklarının çöküşünü izleyen siyasi krizler ve çatışmalar, çok uluslu Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyenlerden temelde farklıydı. Sovyet sonrası kriz, eski bir rejimin değil, toplumsal bir devrimin son kriziydi. Bir asır öncesinin yeni milliyetçilikleri de-modernleşme bağlamında değil, modernleşme bağlamında filizlendi. Yirmili ve otuzlu yıllar, örgütlü devrimci işçilerin kendilerinden daha az kararlı ve örgütlü olmayan faşist karşı devrimcilere karşı savaştığı yoğun bir siyasallaşma dönemiydi. Buna karşın Sovyet sonrası yıllar, yalnızca kısa süreli Maydan seferberliklerinin rahatsız ettiği bir atomizasyon, genel bir ilgisizlik dönemiydi. Özetle, Birinci Dünya Savaşı sonrası kriz toplumsal odakların güçlendiği bir çıkmazken, Sovyet sonrası kriz karşılıklı zayıflığın çıkmazıydı.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Sovyet sonrası Ukrayna’daki Batı yanlısı entelektüel ve sivil elitler, Sovyet modernleşmesiyle kıyaslanabilecek hiçbir şey sunamadılar. Ukraynalıların çoğunluğu onların küresel orta sınıfa katılabileceklerine dair şüpheli vaatlerine kanmadı. Fakat Rus elitlerinin teklifi daha da az cazibeliydi. Yumuşak güç konusundaki zayıflıklarını genelde zora başvurarak telafi ettiler. Ancak artan baskıya başvurduklarında bile derin zayıflıklarını ortaya çıkardılar.
Ukraynalı çoğunluğun Rusya’dan koptuğu ve her seferinde Rusya’nın yörüngesinden daha da uzaklaştığı üç kritik dönem yaşandı. Bunların her biri Rus eliti tarafından başlatılan askeri baskının başarısızlığı ya da orta yol disiplini ile ilgiliydi. Ukraynalılar, Ağustos 1991’de Moskova’daki başarısız darbeye, Sovyetler Birliği’ni koruma yönünde oy kullandıktan sadece sekiz ay sonra bağımsızlık yönünde oy kullanarak karşılık verdi. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve 2014’te Donbass’ta savaşın başlamasıyla birlikte, Rusya’nın öncülük ettiği yeniden entegrasyon projelerine destek Ukrayna’da küçük bir azınlıkla sınırlı kaldı. 2022’deki topyekûn işgal, Ukrayna tarihindeki en güçlü Rusya karşıtı konsolidasyonu tetikledi.
Rusya’nın baskılarına karşı verilen bu büyük tepkiler tamamen olumsuz nitelikteydi, Batı’ya ya da Ukrayna etnik milliyetçiliğine destekten ziyade Rusya’nın yaptıklarının reddedilmesiydi. Ancak, bu olumsuz şokları kendi ajandasının olumlu içeriğini ilerletmek için fırsat olarak değerlendirebilen “Batı” kampı oldu. Bunun nedeni “Batı” ile “Doğu” kampları arasındaki derin sınıfsal ve siyasi asimetrilerdi. “Doğu” kampının siyasi kapitalistleri kendi sivil toplumlarını geliştirmediler ve Sovyet Ukraynalılar aşağıdan organik temsillerini inşa edemeyecek kadar atomize kaldılar. Onların pleb “Maydan karşıtlığı”, karşılık verdikleri Maydan protestolarıyla asla boy ölçüşemezdi. Vladimir Zelenskiy’in 2019’da Pyotr Poroşenko’ya karşı ezici bir zafer kazanması —görevdeki şahsın saldırgan bir milliyetçi programla seçime girmesinin ardından— son bir umut yarattıysa da bu umut 2022 işgaliyle yok oldu.
Sovyet Ukrayna’sından “organik” olarak doğacak çoğulcu bir ulus inşası projesinin geliştirilmesi ve savunulmasındaki başarısızlığın bir sonucu olarak, Ukraynalı burjuva sivil toplumunun “Batılı” ulus inşası projeleri ile Putin’in “tek ve aynı halk” nostrumu arasında sıkışan Ukraynalıların büyük bir toplamı şimdi asimilasyon politikalarının nesnesi haline geliyor. Putin, 2021’deki meşhur Rusların ve Ukraynalıların Tarihsel Birliği Üzerine başlıklı makalesinde Ukraynalı-Rusyalı ayrımını, siyasi bir birim olarak aynı “halk” içinde bölgesel-kültürel çeşitliliğin bir farklılığı olarak ifade etmişti. Fakat özünde kentleşmiş ve çoğunlukla Rusça konuşan güneydoğu Ukrayna nüfusu ile Ruslar arasında kültürel bir farklılıktan ziyade siyasi bir farklılık söz konusu.
SSCB genelinde büyük ölçüde homojen olan mutfağı, edebiyat ve sinemadan tipik referansları ve esprileri, ritüelleri ve bayramlarıyla geç Sovyet döneminin kent kültürü, onlar için Ukrayna ve Rusya köylerinin modernleşme öncesi etnik geleneklerinden çok daha önemli. Daha önce Rusça konuşan Ukraynalıların bir kısmı işgale tepki olarak Ukraynacaya geçtiyse de bu onlar açısından etnik kimliklerinin belirlediği değil, bariz biçimde siyasi bir tercihti. “Batılı” kampın sözcülerinden farklı bir ulus vizyonuna sahip olsalar bile insanlar kendilerini Ukrayna’nın muhayyel ulusal toplamına daha çok, Putin’inkine ise daha az bağlı hissediyor. 2016 yılında Ukraynalıların sadece yüzde 26’sı Ukraynalıların ve Rusların “tek ve aynı halk” olduğu ifadesine katılırken yüzde 51’i Ukraynalıların ve Rusların farklı ama “kardeş halklar” olduğu ifadesine katılmıştır.[1] Her iki rakamın da 2022’den sonra dramatik bir şekilde düşmüş olması muhtemel.
“Batılı” kamp için, bazı Ukraynalıların Ruslardan zayıf kültürel farklılıkları her zaman siyasi bir tehdit olmuştur. Bu durum sadece Rus yayılmacılığının meşrulaştırılması olarak değil, aynı zamanda elitist yapay modernleşme projelerine yönelik bir tehdit olarak da görülmüştür. Rus füzeleri Ukrayna topraklarını vurduktan ve Rus birlikleri sınırı geçtikten sonra milliyetçi liberal entelektüeller bunun yalnızca bir tehdit değil, “bıçak çözümleri” —tüm ülkenin daha önce imkansız olan bir ölçekte kendi imajlarına ve benzerliklerine göre radikal, tavizsiz dönüşümü— için de bir fırsat olduğunu anladılar; savaş hoşnutsuzluk seslerini susturmaya yardımcı oluyor.[2] “Dekolonizasyonun” özü, güçlü bir kamu sektörüne sahip daha güçlü bir egemen devlet inşa etmek değildi, bu, onların önemli ortağı olan ulusötesi sermaye ile çelişecek bir şeydi.
Daha ziyade, Rusça kitapların kütüphanelerden kaldırılması, Odessa gibi ağırlıklı olarak Rusça konuşulan kentlerde bile okullarda Rusça öğretiminin yasaklanması ve hatta bilim ve eğitimde Rusça ve Rusça kaynaklara atıf yapılmasının yasaklanmasına dönük gülünç derecede gerici teşebbüs (Ukrayna parlamentosunda ilk oylamada geçmişti) dahil olmak üzere, Rusya veya Sovyetler Birliği ile ilgili her şeyin Ukrayna kamusal alanından yok edilmesiydi. Bunlara on yıllardır “Doğu” kampını temsil eden Sosyalist ve Komünist partiler gibi Ukrayna’nın en eski partileri de dahil siyasi partilerin yasaklanmasını ve işgale sempati duymadıklarını ifade etseler bile “Rusya yanlısı” olarak yaftalanan popüler muhalif medya ve blog yazarlarına yönelik baskıları da ekleyin. İronik bir şekilde sonuç, devrim öncesi Rus İmparatorluğundaki Ukraynalıların durumuna benziyor; birey olarak ayrımcılığa uğramaktan çok, hainlik olarak görülecek ve bastırılacak farklı bir kolektif kimliği ifade etmeleri yasaklandı.
Ukrayna’da artık Sovyet olamayız. Rusya’da da Ukraynalı olabilirmişiz gibi görünmüyor. Sovyet Ukraynalıları sosyal bir devrimin ürünüydü; yozlaşma onları siyasi bir topluluk olarak yok etti. İlk olarak, geç Sovyet ve Sovyet sonrası liderlik yozlaştı, kendine hizmet eden bir elitten başka bir şey olarak görülmemeye başladı. Atomize olmuş kitleler, başarılı olduklarında sadece altta yatan krizi yeniden üreten ve yoğunlaştıran sık ama kötü örgütlenmiş ve şekilsiz protestolarla karşılık verdi. Toplumsal devrimlerin aksine, Maydan’lar halk sınıfları lehine radikal dönüşümler getirmedi, tipik olarak sadece toplumsal eşitsizliği artırdı. Hatta Maydan devrimleri daha güçlü bir devlet inşa etmedi, yalnızca var olanı istikrarsızlaştırarak yerli ve ulusötesi elit rakiplerin kendi çıkarlarını ve ajandalarını ilerletme fırsatını yakalamalarına olanak sağladı. Sovyet sonrası elitler buna sadece daha fazla baskı ile karşılık verdi ve bu da sonunda savaşa dönüştü (Belarus’taki 2020 ayaklanmasının başarılı bir şekilde bastırılmasının nasıl sonuçlandığına bakın). Bu durum, kalkınmacı milliyetçi ideolojilerin değil, gerici neo-kabileci kimliklerin gelişmesine zemin hazırladı. Bu dinamiğe karşı koyacak güçlü bir aşağıdan güç yoktu. Artan hegemonya krizi süreçleri evrensel ama bunların Sovyet sonrası bölgedeki tezahürleri oldukça benzersiz bir büyüklükte.
Siyasi topluluğun ayrışması, bu kriz eğilimlerinin nihai son noktası. Cephe hatları ve sınırlarla; bazıları gönüllü, bazıları zorla harekete geçirilen, bazıları işbirliği yapan, bazıları yurt dışına kaçan, bazıları memleketlerinde normal bir yaşam sürdürmeye ve çalışmaya çalışan, bazıları sadece hayatta kalmaya çalışan, savaş konusunda farklı pozisyonlar alan (Donetsk veya Sivastopol’dan konuşan “Ukraynalı seslerin” ne düşündüğü kimin umurunda?), siyasi ve kamusal temsilcilerimizden yoksun, sınırlı ifade alanı, kopmuş bağlar ve bastırılmış tartışmalarla bölündü. Şimdi hepimiz için ortak bir isim, iddia edilen bir kimlik var mı? Hiç var olmamışız gibi, en fazla Ukrayna ulus inşasının ana hattından çıkmaz bir sokakmışız gibi davranmak kolay. Ancak Ukrayna’da yeni bir modernleşme döngüsü olmadan Sovyet Ukraynalıların tam anlamıyla asimile olamayacağından emin olabiliriz. Ortak kimliğimizi, çıkarlarımızı ve Ukrayna ile ilgili kolektif eylemlerimizi ve sonunda varacağımız devletleri tanımlamak için gereken siyasi iletişim yeniden başlayabilir.
Bolşevikler tarafından bir asır önce başlatılan devrimci proje, artık bir zamanlar kök saldığı etnik gruplara gömülü değil. Çağdaş sol için bu, ilerleme, rasyonalite ve evrensel kurtuluş projesinden kopuş değil, çabalarımızın daha etkili bir şekilde uygulanabileceği siyasi (ve belki de artık ulusal olmayan) bir topluluk arayışı anlamına gelmeli. Herhangi bir yeni toplumsal devrim, Bolşeviklerin 1789 Fransız Devrimi’nden öğrendikleri kadarını —onun sınırlarını anlamayı ve (bazen haksız) hatalarını kabul etmeyi ama aynı zamanda başarılarını kaydetmeyi ve üzerine inşa etmeyi— Sovyetlerden de öğrenecektir.
Ukrayna yeniden sosyal devrimci bir hareketin çekirdek parçası olabilir mi? Ülkenin siyasetinin, toplumunun ve ideolojisinin etnik milliyetçi ve anti-komünist yeniden biçimlendirilmesinin boyutu, öngörülebilir gelecekte buna dair bir umut bırakmayabilir. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın hafızasının zaman içinde ne kadar dramatik bir şekilde değiştiğini düşünün. Ukrayna’nın tüm sivil nüfusunun altıda biri ile dörtte biri arasında bir kısmını katleden Doğu cephesindeki Nazi imha ve köleleştirme savaşından sonra, 1945’te hayatta kalanların torunlarının, Kızıl Ordu’da Alman tanklarına karşı savaştıkları aynı savaş alanlarında Ruslara karşı Alman tanklarıyla savaşacaklarını ve bunu kahraman atalarının kalan anıtlarını yıkarken yapacaklarını kim hayal edebilirdi? Bunun Ukrayna tarihinin son ironik cilvesi olması pek mümkün değil.
[1] “Konsolidatsiya ukrainskoho suspilstva: şlyakhıy, vıklıkiy, perspektivıy” (Ukrayna toplumunun konsolidasyonu: Yollar, zorluklar, beklentiler), Razumkov Centre, 2016, s. 71.