DÜNYA BASINI

‘Succession’ın başarısı: Ahlaki bir kapitalizm yoktur

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz değerlendirme, iktisatçı Branko Milanovic’in kendi Substack hesabında yayınlandı. Milanovic, geçen hafta finalini yapan ve ülkemizde de hayli popüler olan ‘Succession’ dizisinin neden insanları bu kadar etkilediğine ilişkin ipuçları veriyor. Kılcal damarlarına kadar metalaşmış bir toplumsal düzende, her tür yabancılaşma kol gezerken, ultra-zenginlerin dünyasındaki değerler sisteminin izini sürüyor çünkü ‘Succession.’ Bu değerler sistemi, Milanovic’in deyimiyle ‘gerçekte var olan kapitalizm’, herhangi bir ahlaki kırıntıya yer bırakmamaktadır. ‘Succession’, kapitalizmin ahlaki yanılsamalarını ortadan kaldırarak onu çıplak bir biçimde göz önüne serdiği ve bunu oldukça doğal (ve inandırıcı) bir biçimde yaptığı için de övgüyü hak etmektedir. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


“Succession” ve ahlaki kapitalizm yanılsamasının sonu

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
2 Haziran 2023

‘Succession’ın bize sunduğu şey, ahlaki kapitalizm yanılsamasının sona ermesidir. Sorunlar, ticari toplumun başlangıcında ortaya çıkan ve Bernard Mandeville ve Adam Smith tarafından tartışılan sorunlarla aynıdır. Soru şuydu: Geleneksel olarak ayıp olarak kabul edilen güç ve zenginlik tutkularının kontrolsüz kullanımı ahlaki bir toplumun varlığıyla uzlaştırılabilir mi? Servet edinmeyi baş tacı eden, bunu en çok arzu edilen toplumsal özellik olarak gören ve zenginleri öykünmeye değer bulan bir toplum ahlaklı olabilir mi?

Burada ahlaki bir toplum ile servet ediniminin yasal kurallar dahilinde gerçekleştiği bir toplum arasındaki ayrımı yapmak önemlidir. Hayek’e göre, ‘adil’ gelirlerden bahsetmek anlamlı değildir (ne de etik, piyasa gelirlerinin nasıl kazanıldığına dair yargıya dahil olmalıdır); tek başına önemli olan, oyunun kurallarına uyulup uyulmadığıdır. Fakat bu, oyunun kurallarına uyarak gelir elde etmenin bir toplumu ahlaki kılmak için yeterli olduğu anlamına gelmez.

Adam Smith, benim ‘Eşitsizlik Vizyonları’nda ‘gerçekte var olan kapitalizm’ olarak adlandırdığım ve servetin insanların köleleştirilmesi, yağma, tekelcilik ya da siyasetin çiğ bir şekilde uygulanması yoluyla elde edilmesini eleştirirken, yine de ticari bir toplumun ahlaki olabileceği ihtimalini –arka planda– göz ardı etmemiştir. Ahlaki olabilmesi için güç kullanımını ve güç kullanma becerisini en aza indirmesi gerekir. Güç ya kişinin tercihlerini empoze etmek için siyasi olarak aracılık etme yeteneği ya da başkalarına para karşılığında istediğimizi yapmalarını emretme yeteneği yoluyla gelir. Güç kullanımı, aktörlerin fiyatları ve mallarını sattıkları koşulları etkileyemeyecekleri şekilde tam rekabet olması halinde asgari düzeye indirilebilir. Bu da tekelleri, oligopolleri ve siyasetten kaynaklanan ekonomik gücü ortadan kaldırır. Fakat ürün piyasalarına ek olarak, şirketler içinde güç kullanımını en aza indirmek de önemlidir. Şirketler, özellikle de büyük olduklarında, hiyerarşiktirler. Hiyerarşik olduklarında alt kademedekilerin gücü azalır ve üsttekilerin gücü orantılı olarak artar.

Adam Smith’in ‘kapitalist ideali’, bence, verimliliği ve eylemliliği bir araya getirecek, ya aile şirketi ya da az sayıda çalışanı olan, çalışanların sesinin duyulmasını sağlayan ve sermaye sahiplerinin gücünü azaltırken, yüzlerce benzer şirketle eşit bir oyun alanında rekabet eden küçük şirketlerde gerçekleşecektir. Güç dağılacak ve herkesin gücü diğerlerinin benzer gücü tarafından kontrol altında tutulacaktır. Böyle bir toplum ‘efendilerin’ siyasi kararları dikte edecek kadar güçlenmesine asla izin vermez. Dolayısıyla siyasi olarak da eşit olacaktır.

Sorun şu ki, mevcut kapitalist toplumlar bu tür küçük ölçekli ‘ahlaki kapitalizm’den başka her şeydir. Dünyamız, tam tersine, büyük şirketlerin, tekellerin, bu şirketler arasında ve şirketlerin kendi içinde kıyasıya rekabetin olduğu, işçilerin herhangi bir karar alma ve üretim sürecini etkileme hakkının olmadığı ve dolayısıyla ona yabancılaştığı bir dünyadır. Bu, aşırı metalaşma ve hiyerarşik ilişkilerin dünyasıdır. Şirketler içindeki hiyerarşik ilişkiler ve şirketler arasındaki hiyerarşik güç farklılıkları, en zenginlerin siyasi bir rol üstlenmesini sağlayarak toplumu bir plütokrasiye benzetir.  

‘Succession’ın değeri, yasaları çiğneyen son derece ahlaksız aktörleri tanıtma hatasına düşmeden bize bu dünyayı açıkça göstermesidir.

Senaryonun gücü, tüm oyuncuların –her şeye rağmen– etik ya da sempatik olmaksızın yasallık sınırları içinde faaliyet göstermelerinde yatıyor. Herkes yalnızca kendi çıkarının peşinden gidiyor, bu süreçte büyük miktarda öz-sevgi sergiliyor ve herhangi bir ahlaki düşünceye yabancı kalıyor. Yasalar içinde kalma ya da belki daha doğru bir ifadeyle yasaları çiğnediğinin ortaya çıkmaması gerekliliği dışında her şeye izin veriliyor.

Herkes ahlaki grilik dünyasında yaşıyor. Ahlaki grilik o kadar yaygındır ki, karakterler arasında ahlaki çöküntünün daha koyu tonlarını sergileyenleri daha hafif nüanslar gösterebilenlerden ayırt etmek imkansızdır. Bu davranış profesyonel yaşamla sınırlı kalmayıp aile yaşamına da sızıyor. ‘Succession’da bu durum daha en başından bellidir çünkü mesele, çocuklar arasında babanın yerine kimin geçeceğidir ve dolayısıyla olayların çoğu aile içinde geçer. Ebeveynler ve çocuklar birbirlerine karşı tıpkı diğer herkese, çalışanlarına, tedarikçilerine ya da yatırımcılarına davrandıkları gibi davranırlar. Ticarileşme ve ahlak dışı davranışlar aile hayatını öylesine istila etmiştir ki artık aile ile dünyanın geri kalanı arasında hiçbir fark kalmamıştır. Karakterler arasında ve profesyonel ve özel yaşamlar arasında sadece ortak bir ahlaki grilik vardır.

İki alan (özel ve profesyonel) arasındaki davranışsal farklılığın yokluğu Adam Smith’i şaşırtabilirdi. Çünkü onun iki büyük eseri ‘Ahlaki Duygular Teorisi’ [TMS] ve ‘Ulusların Zenginliği’ [WoN] varlığımızın iki farklı alanına uygulanmak üzere yazılmıştır. TMS aile içindeki, arkadaşlarımızla ve bize nispeten yakın olan diğer kişilerle olan ilişkilerimizle, ‘organik topluluk’ olarak adlandırabileceğimiz şeyle ilgilidir; WoN’in ise Büyük Toplum içindeki ilişkilerimize, yani diğer herkesle olan ilişkilerimize uygulanması beklenir. Ancak ‘Succession’ da bu iki alan artık bölünmüş değil, her ikisi de aynı metalaşmış dünyanın parçaları ve ister ailelerden ve arkadaşlardan ister hayatımızda bir kez karşılaştığımız insanlardan bahsediyor olalım, aynı ahlaksızlık kuralları geçerli. Ana karakterler insanlara karşı davranışlarında oldukça eşitlikçidir. Yakın kuzenleri de olsanız, sizinle ilk kez tanışmış da olsalar, Shiv, Rom ve Kendall’ı memnun etme olasılığınız benzerdir. Grilik herkesi sarmaktadır.

Tamamen ticarileşmiş bir toplumun ahlaki bir toplumla bağdaşmazlığı, aksi kanıtlarla kapitalizmin başarılı ve aynı zamanda ahlaki olabileceğine inanan ve ‘paydaşlar kapitalizmi’, ‘sorumlu iş’, ‘ahlaki olarak üretilen kahve veya tekstil’ ve benzerlerini icat ederek kendilerini kandıranlar için bir sorundur. ‘Succession’ onları bu kavramlardan uzaklaştırıyor. Hem de oldukça acımasızca. Ekranda ve gerçek hayatta gözlemlediğimiz davranışların benzerliği ve karakterlerin ahlaki kasveti bu naif görüşü bozmaktadır.  Başarılı ve etik kapitalizm fantezisini korumak için The New York Times’ta diziyle ilgili çok yüzeysel bir tartışma, burada bahsedilen tüm sorunları görmezden geliyor ve tamamen tesadüfi bir özelliğe, yani çocukların mülkiyeti için savaştığı şirketin taraflı haberlerle insanları etkileyen bir medya şirketi olduğuna vurgu yapıyor. Fakat bunun, ahlak ve kapitalizmin hikayesi olan asıl hikayeyle hiçbir ilgisi yoktur. Şirket Enron gibi elektrik satıyor olsaydı, 2008 çöküşü sırasında yüzlerce şirket gibi ‘paketlenmiş’ mortgage işine girseydi, Credit Suisse gibi kara para aklasaydı, Amazon gibi işçilere kötü davransaydı ya da Microsoft gibi tekel gücünü kullansaydı da aynı durum söz konusu olacaktı. Dolayısıyla Logan Roy ve çocuklarının sahip olduğu şirket ne olursa olsun, ‘Succession’ın ana mesajıyla hiçbir ilgisi yoktu. Ana mesaj, başarısı için geleneksel ahlaki normları ‘devre dışı bırakmaya’ dayanan gelişmiş bir metalaşmış toplumun ahlaki olabileceği fikrinden bizi uzaklaştırmaktı. Ya da bu toplum bir iki şeye ince ayar vermeye istekli olursak etik hale getirilebilirdi. ‘Succession’ diyor ki: İkisine birden sahip olamazsınız.

Çok Okunanlar

Exit mobile version