DÜNYA BASINI

Suudilerin liderliğinde bir Orta Doğu mu?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2011’de ABD ile beraber Suriye’ye savaş açan Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap ülkeleri teker teker Şam’la arasını düzeltiyor. Ve nihayet geçen günlerde Suriye’nin Arap Birliği’ne resmen dönüşü sağlandı. Fakat bundan çok daha majör gelişmeler de mevcut. Yıllar sonra Suudiler ve İran, Çin’in arabuluculuğuyla aralarındaki minyatür Soğuk Savaş’a son verdiler. Bunun tarihi bir hadise olduğuna şüphe yok. Nitekim bu gelişmenin başta Suriye ve Yemen olmak üzere vekalet savaşlarının yaşandığı coğrafyalarda uzun vadeli etkileri olacak. Söz konusu gelişmelerin, belki de Biden’ın deyimiyle “ABD’nin en büyük yatırımı” olan İsrail’in saldırganlığının sona ereceğini sağlayacağını düşünmek hüsnükuruntu mudur bilemiyorum ama koşullar olgunlaşmaya başlıyor gibi görünüyor. Aşağıda tercümesi yer alan değerlendirmede, Mısırlı emekli diplomat ve eski Kıdemli Birleşmiş Milletler yetkilisi Ramzy Ezzeldin Ramzy, Suudi Arabistan’ın bölgedeki üstünlüğünü tesis etme çabasında ABD ve İsrail’e olan yaklaşımının nasıl gelişebileceğini ele alıyor.

Washington’un Suudilere karşı hamlesi

Ramzy Ezzeldin Ramzy

The Cairo Review of Global Affairs

Suudi Arabistan kayda değer bir uluslararası aktör olma konumunda ama bu türden bir görev ifa edebilmesi için Orta Doğu’daki liderliğini pekiştirmesi gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta sonu Cidde’de sona eren Arap Birliği Zirvesi, krallığın Arap dünyasındaki liderliğini teyit etmiş olabilir. Ancak şimdi Riyad’ın bunu bölgesel liderlik rolüne dönüştürmesi gerekiyor.

Bölgesel anlamda bu türden girişim, bölgeyi huzursuz eden çeşitli krizlerin siyasi çözümüne öncülük etmenin yanı sıra hem ABD hem de İsrail ile ilişkilerin akıllıca yönetilmesini gerektiriyor.

Bu nedenle krallığın dış politikasının son zamanlarda, özellikle de ABD’nin Orta Doğu’daki varlığını azaltmak istediği yönündeki spekülasyonların artmasıyla beraber büyük ilgi görmesi şaşırtıcı değil.

Amerika Birleşik Devletleri Orta Doğu’dan tümüyle çekilemez, fakat yüksek ihtimalle askeri taahhütlerini azaltmaya çalışacaktır. Bu da askeri pozisyonunu hava kuvvetleri ve donanması aracılığıyla “ufuk ötesi” bir hale dönüştürerek mümkün olabilir ki bu da nihayetinde bölgesel müttefiklerinin işbirliğini gerekli kılacaktır.

Washington, başlangıç noktası olarak bölgesel bir hava savunma işbirliği düzenlemesi olan bölgesel çapta bir güvenlik sisteminin kurulmasını teşvik ederek tam da bunu yapmaya çalışıyor. İsrail’in 2022’nin mart ayında ABD’nin güçlü desteğiyle İran’a karşı siyasi-askeri bir platform olarak (İsrail, ABD, Bahreyn, Mısır, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan) Negev Forumu’nu kurma teşebbüsünün ardındaki mantık bu.

Forum birkaç toplantı gerçekleştirmiş olmasına rağmen kayda değer bir ilerleme elde edilemedi. Dahası Fas, yeni İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik ağırlaşan baskıcı politikalarına tepki olarak Forum’un bir sonraki toplantısını süresiz olarak erteledi. Daha da önemlisi, Suudi Arabistan üye değil ve katılımı olmadan forum belirsiz bir akıbetle karşı karşıya.

Suudi Arabistan’ın geçtiğimiz ocak ayında İsrail ile ilişkilerini normalleştirme konusunda Washington’a ilettiği belirtilen koşulları bu bağlamda değerlendirmeliyiz.

Wall Street Journal ve New York Times‘ta yer alan haberlere göre koşullar şu şekilde özetleniyor: ABD’nin Suudi Arabistan’ın barışçıl nükleer programına desteği, ABD’nin güvenlik garantileri ve Riyad’ın Amerikan silahlarına imtiyazlı bir şekilde ulaşması.

Oldukça dikkat çekici bir şekilde her iki gazete de Filistin sorunundan hiç söz edilmediğinin altını çizdi. Suudi Arabistan konuyla ilgili yorum yapmamış olsa da bu koşullar muhtemelen, Suudi Dışişleri Bakanı’nın geçtiğimiz ocak ayında Davos’taki zirvede “Gerçek normalleşme (İsrail ile) ve gerçek istikrar ancak… Filistinlilere bir devlet verilmesiyle sağlanacaktır,” şeklindeki açıklamasıyla teyit ettiği üzere, Filistinlilerin haklarının muhafaza edilmesinin temel unsurlar arasında yer aldığı daha geniş bir paketin parçası.

Ayrıca, Arap Birliği Zirvesi tarafından kabul edilen Cidde Bildirisi, Filistin meselesinin tüm Araplar nezdinde merkezi bir öneme sahip olduğunu teyit etti ve Arap Barış Girişiminin uygulanması zaruretinin altını çizdi.

Bu koşulları ortaya koymayı tercih eden Riyad, Washington’a Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşmesinin bir bedeli olacağını, yani krallığın bölgede İsrail’le eşit düzeyde özel bir statüye sahip olacağını belirtiyor.

Suudi Arabistan son zamanlarda liderlik kabiliyetlerini pek çok platformda ve geniş bir yelpazede ortaya koydu. İster enerji piyasasında ister G20’de olsun; Çin, Rusya ve ABD ile ilişkilerini de ustalıkla yönetti. Son olarak Sudan’daki kriz, Riyad’a insan hakları konusundaki siciliyle ilgili olarak maruz kaldığı eleştirileri telafi etme fırsatı tanıdı. Riyad’ın insani yardım sağlayarak, özellikle de Sudan’dan çok sayıda yurttaşını tahliye ederek uluslararası sahnedeki imajını iyileştirdiğine şüphe yok.

Suudilerin liderliğinde bir Orta Doğu mu?

Ancak bu tür bir politikanın sürdürülebilmesi için Suudi Arabistan’ın Orta Doğu’da liderlik sergilemesi gerekiyor. Bu da başta Yemen, Suriye, Libya ve Sudan’daki krizlerin çözümü ve Lübnan’daki siyasi açmazın sona erdirilmesi olmak üzere bir dizi meselede inisiyatif almayı gerektiriyor. Bunun yanı sıra ülkenin, Filistin cephesinde de aktif olması gerekiyor. Suudi Arabistan, ayrıca Arap ülkelerinin bölgesel bir güvenlik sistemine dair vizyon geliştirmelerine yardımcı olmalı.

Halihazırda Riyad, Yemen’de anlaşmazlığı giderme yönündeki çabalarını yoğunlaştırdı ve Suriye’de de bunu yapmaya hazır olduğunu belirtti. Suriye’nin Arap Birliği üyeliğinin askıya alınmasının sonlandırılması ve zirvedeki Suriye’ye ilişkin kararlarla birlikte Cumhurbaşkanı Esad’ın Riyad’daki Arap Zirvesi’nde kabul edilmesi, Suudi Arabistan’ın Suriye’de siyasi bir çözüme katkıda bulunmaya istekli olduğunun göstergesi. Riyad ayrıca Filistinlilerin yakınlaşmasına da ilgi gösterdiğini kısa bir süre önce hem Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı hem de Hamas’tan bir heyeti Riyad’da kabul ederek gösterdi.

Fakat Suudilerin bölgedeki ana aktörlerle ilişkilerini de yönetmeleri gerekiyor. Krallık halihazırda Türkiye ile ilişkilerini normalleştirdi ve İran ile de normalleştirmeyi kabul etti. Şimdi ise İsrail ile ilişkilerini yönetmesi gerekiyor ki bu da Filistin sorununun çözümü ve bölgesel güvenlik sisteminin geleceği açısından bilhassa önemli.

Suudi Arabistan’ın artan özgüveni ve hırsı göz önüne alındığında, Riyad’ın İsrail’in bölgedeki baskın iktisadi ve askeri güç olmasını kabul etmesi pek mümkün değil. Mevcut koşullar altında İsrail ile normalleşmek, Tel Aviv’in bölgedeki avantajlarını devam ettirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Bu da İsrail ile normalleşme koşullarına özel bir önem atfediyor.

Suudi nükleer programı

Barışçıl bir nükleer program için ABD’den yardım talep etmenin artık pratikte bir kıymeti olmayabilir, zira Amerikalılar artık bu teknolojinin ana kaynağı değil. Aslında Rusya son birkaç yıldır nükleer teknolojilerin ihracatında önemli bir uluslararası aktör haline geldi. Bu arada Çin de özellikle uranyum madenciliği ve nükleer yakıt üretiminde ciddi bir faktör olan sarı kek üretimi alanında önemli hizmetler sağlıyor.

Suudilerin ABD’den istediği muhtemelen hem siyasi hem de teknik destek. Daha doğrusu bu destek, Washington’un Riyad’ın nükleer yakıt döngüsünün tam kontrolü konusundaki ısrarını kabul etmesi anlamına geliyor.

Suudi Petrol Bakanı, geçtiğimiz ocak ayında Riyad’da düzenlenen madencilik endüstrisi konferansında Suudi Arabistan’ın “sarı kek, düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum ve nükleer yakıt üretimini içeren tüm nükleer yakıt döngüsüne” sahip olmayı hedeflediğini açıklamıştı.

Bazıları Suudi Arabistan’ın bu şartta ısrarcı olmasının nükleer silahların yayılması açısından risk oluşturacağını iddia edebilir. Ama Suudi Arabistan neden halihazırda zenginleştirme faaliyetlerine sahip Arjantin, Brezilya, İran, Japonya ve Hollanda’dan farklı muamele görsün?

Dahası Suudilerin şartları kullanılmış yakıtın yeniden işlenmesine kadar uzanabilir. Yine Belçika, İtalya, Almanya ve Japonya gibi nükleer silah sahibi olmayan ülkeler de bu kapasiteye sahip. Bu ülkeler gibi Suudi Arabistan da Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşmasına taraf ve benzer şekilde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile Tam Kapsamlı Koruma Anlaşması imzalayabilir. Peki, Suudi Arabistan’a neden farklı muamele yapılsın?

En büyük alıcı

Silahlara ulaşma hususunda ise Suudi Arabistan halihazırda Amerikan silahlarının en büyük alıcısı konumunda, dolayısıyla mesele silahların niceliğinden ziyade niteliği. Riyad, muhtemelen aynı İsrail’in sahip olduğu türden sofistike silahlara ulaşmak için teminat talep edecektir. İsrail’in ABD tarafından teminat altına alınan askeri üstünlüğüne razı olmak Suudi Arabistan’ı daimî olarak dezavantajlı duruma düşürecektir.

Son olarak, güvenlik garantileri konusunda da mesele bir o kadar karmaşık. ABD, bölgedeki güvenlik garantilerini azaltmaya çalıştığı için Washington’un yasal olarak bağlayıcı güvenlik garantileri sağlamaya hazır olması pek mümkün değil.

Fakat Riyad’a 2016’da Hindistan’a tanınana benzer şekilde hem NATO Dışı Büyük Müttefik (MNNA) hem de Büyük Savunma Ortağı (MDP) statüsü teklif etmek -nükleer program ve gelişmiş silahlara ulaşma koşullarının kabul edilmesiyle birlikte- tatmin edici olabilir.

Yukarıdaki tüm şartlar, askeri işbirliğini aşarak iktisadi, siyasi ve insani boyutları da içerecek şekilde kapsamlı bir bölgesel güvenlik sistemi vizyonuyla birleştirilirse daha iyi yerine getirilebilir.

Kapsayıcılık herhangi bir tarafa karşı değil, bölgedeki tüm ülkeleri kapsayacak şekilde olacaktır.

Suudiler, bu şartların Washington tarafından kabul edilmesinin zor olacağını ve İsrail’in direnciyle karşılanacağını bariz biçimde anlamış durumdalar. Nitekim 15 Mart’ta Suudi Arabistan ile İran arasındaki anlaşmanın açıklanmasından sadece birkaç gün sonra ABD Kongresi’nde, senatörler Chris Murphy (Demokrat) ve Mike Lee (Cumhuriyetçi) tarafından hazırlanan ve Suudi Arabistan’a yaptırım uygulanmasına kapı aralayan bir yasa taslağı dolaşmaya başlamıştı.

İsrail’i idare etmek

Bu arada İsrail ile ilişkileri yönetmek Suudiler açısından çeşitli bir dizi zorluk barındırıyor. Riyad’ın Tel Aviv ile resmi ilişkileri olmasa da İsrail uçaklarının Suudi hava sahasını kullanmalarına izin verilmesi gibi normalleşme yönünde geçici adımlar atıldı. Ayrıca güvenlik kurumları arasında bir süredir temaslar olduğu da söyleniyor.

Ancak Riyad’ın son dönemde Tahran ile yakınlaşması -İran’la çatışmak yerine normalleşmeye öncelik vermesi- göz önüne alındığında İsrail’le normalleşme süreci, özellikle de Netanyahu liderliğindeki mevcut aşırılıkçı hükümet görevdeyken, muhtemelen daha da belirsiz bir şekilde ilerleyecektir.

Her halükârda Riyad, Tel Aviv ile ilişkilerini Washington ile ilişkilerinin yeniden düzelmesi için sıçrama tahtası olarak ve aynı zamanda kapsamlı ve kapsayıcı bir bölgesel güvenlik sisteminin kurulması şeklinde daha geniş bir bağlamda yönetmeyi daha avantajlı bulabilir.

Riyad, şartlarını erkenden masaya koyarak Washington’a bir alternatif sunuyor: Her zamanki İsrail’in imtiyazlarını koruma ve böylece ABD’nin bölgedeki varlığını azaltma hedefini zorlaştırma politikalarınızı sürdürebilirsiniz ya da politikalarınızı, bölgedeki oyun alanının, tüm ülkelerin çıkarlarının dengelendiği kapsayıcı ve kapsamlı bir bölgesel güvenlik sistemine imkân tanıyacak şekilde kademeli olarak düzleştirilmesini kolaylaştırmak üzere değiştirebilirsiniz.

Suudi Arabistan’ın yeni yaklaşımının bir emsali olarak İsrail basını, -Washington’un da desteklediği bildirilen- Riyad’ın İsrailli hacıları Hacca götürecek doğrudan uçuşlara izin vermek için ağır şartlar koyduğunu bildiriyor. Bu şartlar arasında Batı Şeria’daki bazı yetkilerin İsrail ordusundan Filistin Yönetimi güçlerine devredilmesi ve Filistin Yönetimi güçlerine Mescid-i Aksa ve eski Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’nde güvenlikle ilgili yetki verilmesi de yer alıyor.

Washington için mevcut politikayı sürdürmek daha güvenli bir alternatif ama Riyad için artık kabul edilebilir olmayabilir.

Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın son ziyareti de dahil, Biden yönetiminin üst düzey yetkililerinin Suudi Arabistan’a sık sık gerçekleştirdiği ziyaretler, Washington’un Riyad ile ilişkilerini daha iyi yönetmesinin artık elzem olduğu yönündeki anlayışını yansıtıyor.

Cidde Zirvesi’nde alınan kararlarla güçlenen Riyad hem Washington hem de Tel Aviv ile ilişkilerini yönetmek konusunda daha iyi bir konuma sahip.

Çok Okunanlar

Exit mobile version