DÜNYA BASINI

Yeni dünya ekonomisi: Milliyetçi kapitalizm, neoliberal kapitalizme karşı

Yayınlanma

Çevirmenin notu: 2022 senesi Batı ile dünyanın en büyük emtia tedarikçisi Rusya arasında köprülerin kalmadığını iyiden iyiye gösterdi. Fakat Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin önemli bir bölümü, Batı’nın yaptırım politikalarına riayet etmeyerek Rusya ve Çin ile ticareti sürdürüyor. Diğer yandan ABD’nin hegemonyasının zayıflama dönemine girdiği artık aşikâr. Ve “BRICS” çatısı altında toplanan ve bu çatıya girme niyetinde olan ülkelerin varlığı, ABD’nin son bir asırdaki en sadık müttefiklerinin Çin ile ilişkiler geliştirmesi, bir şeylerin değişmekte olduğunu gösteriyor. Marksist iktisatçı Richard D Wolff yorumlamış.


Oluşan yeni dünya ekonomisi

Richard D Wolff — Asia Times

16 Nisan 2023

BRICS grubu yeni dünya düzeninin çekirdeğini oluşturabilir, ancak gelecek henüz tayin edilmiş değil.

Ortaya çıkan yeni, solmakta olan eskiyi her zaman hem korkutur hem de ona ilham verir. Tarih, zıtların bu birlikteliğinin çıktısıdır. Yeni olanın keskin kenarlı reddi, coşkulu kutlamalarla karşı karşıya gelir.

Bu hakikatin acı inkârları artarken bile eski olan bir kenara itiliyor. Oluşan yeni dünya ekonomisi tam da bu tür çelişkiler sergiliyor.

Dört önemli gelişme bunları örnekleyebilir ve etkileşimlerinin altını çizebilir.

Ekonomik milliyetçiliğe geçiş

Birincisi, neoliberal küreselleşme paradigması artık eskidi. Ekonomik milliyetçilik ise yeni.

Bu, önceki tutumlarınızın bir kez daha tersine dönmesi. Meşhur kâr güdüsüyle hareket eden kapitalizm, eski merkezlerinde (Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya) emek gücünün çok daha ucuz olduğu, pazarların daha hızlı büyüdüğü, ekolojik kısıtlamaların zayıf olduğu ya da hiç olmadığı ve hükümetlerin hızlı sermaye birikimini daha iyi kolaylaştırdığı başka yerlere giderek daha fazla yatırım yaptı.

Bu yatırımlar kapitalizmin eski merkezlerine büyük kârlar getirdi, borsaları patladı ve böylece gelir ve servet eşitsizlikleri (en zenginler menkul kıymetlerin büyük kısmına sahip olduğu için) büyüdü.

1960’lardan sonra hızla kapitalizmin yeni merkezleri (Çin, Hindistan ve Brezilya) haline gelen ülkelerde ortaya çıkan ekonomik büyüme daha da hızlıydı. Bu büyüme, eski merkezlerden taşınan sermayeyle daha da arttı.

Kapitalizmin dinamiği daha önce üretim merkezini Britanya’dan Avrupa kıtasına, oradan da Kuzey Amerika ve Japonya’ya taşımıştı. Aynı kâr odaklı dinamik, 20. yüzyılın sonu ve 21. yüzyılın başında onu Asya anakarasına ve ötesine taşıdı.

Neoliberal küreselleşme teoride ve pratikte kapitalizmin bu yer değiştirmesini hem yansıttı hem de meşrulaştırdı. Dünya çapında hem özel hem de kamuya ait/işletilen işletmelere getirilen kâr ve büyümeyi kutladı.

Küreselleşmenin diğer yönlerini küçümsedi ya da görmezden geldi: (1) çoğu ülkede artan gelir ve servet eşitsizlikleri; (2) üretimin kapitalizmin eski merkezlerinden yeni merkezlerine kayması ve (3) yeni merkezlerdeki üretim ve pazarların eski merkezlere göre daha hızlı büyümesi.

Bu değişimler eski merkezlerin toplumlarını sarstı. İyi işler giderek kapitalizmin yeni merkezlerine kaydıkça buralardaki orta sınıflar zayıfladı ve ufaldı.

Eski merkezlerin işveren sınıfları güçlerini ve zenginliklerini sosyal konumlarını korumak için kullandılar. Aslında, yeni merkezlerden gelen büyük kârları toplayarak daha da zenginleştiler.

Ancak neoliberal küreselleşme, kapitalizmin eski merkezlerindeki çoğu çalışan için felaket oldu. Bu sonuncularda işveren sınıfı sadece artan kârlara el koymakla kalmadı, aynı zamanda kapitalizmin eski merkezlerindeki gerilemenin maliyetini de çalışanların sırtına yükledi.

İş dünyası ve zenginlere vergi indirimleri, [göçün de etkisiyle] durgun ya da azalan reel ücretler, kamu hizmetlerinin “kemer sıkma” politikalarıyla azaltılması ve altyapının ihmal edilmesi eşitsizliğin artmasına neden oldu.

Kapitalist Batı’daki işçi sınıfları, neoliberal küreselleşmenin kendileri için de en iyi politika olduğu yanılgısının şokunu yaşadılar. Fransa ve Yunanistan’daki kitlesel ayaklanmalar ve Küresel Güney’deki sol siyasi değişimler gibi ABD genelinde de yükselen işçi militanlığı, neoliberal küreselleşmenin ve onun siyasi ve ideolojik liderlerinin reddedilmesini gerektiriyor.

Bunun da ötesinde, kapitalizmin kendisi sarsılıyor, sorgulanıyor ve meydan okumaya maruz kalıyor. Statükonun aksini iddia etme çabalarına rağmen yeni yollarla kapitalizmin ötesine geçme projeleri yeniden tarihsel ajandada.

Kamu gücünün genişletilmesi

İkinci olarak, son on yıllarda neoliberal küreselleşmenin şiddetlenen sorunları kapitalizmi ayarlamalar yapmaya zorladı. Neoliberal küreselleşme kapitalizmin eski merkezlerinde kitle desteğini kaybettikçe, devletler kapitalist sistemi sürdürmek için yetkilerini artırdı ve ekonomiye daha fazla müdahalede bulundu.

Kısacası, ekonomik milliyetçilik neoliberalizmin yerini almak üzere yükseldi. Eski laissez-faire ideolojisi ve politikaları yerine, milliyetçi kapitalizm devletin genişleyen gücünü rasyonalize etti.

Kapitalizmin yeni merkezlerinde, artan devlet gücü, eski merkezleri belirgin biçimde aşan bir iktisadi kalkınma yarattı. Yeni merkezlerin reçetesi, (tekil şahısların sahip olduğu ve işlettiği) büyük bir özel girişim sektörünün, devletin sahip olduğu ve memurları tarafından işletilen büyük bir kamu işletmesi sektörüyle bir arada var olduğu bir sistem yaratmaktı.

Çoğunlukla özel kapitalist bir sistem (ABD veya Britanya’daki gibi) veya çoğunlukla devlet kapitalizmi sistemi (SSCB’deki gibi) yerine Çin ve Hindistan gibi yerler melezler üretti. Güçlü yerel hükümetler, iktisadi büyümeyi en üst düzeye çıkarmak için büyük özel ve kamu sektörlerini bir arada yönetti.

Hem özel hem de kamu işletmeleri ve bunların bir arada varoluşu “kapitalist” etiketini hak ediyor. Zira her ikisi de işverenler ve çalışanlar arasındaki ilişki etrafında örgütleniyor. Hem özel hem de kamu işletmelerinde/sistemlerinde, dar bir işveren azınlığı büyük bir çalışan çoğunluğuna hükmediyor ve onu kontrol ediyor.

Ne de olsa kölelik de çoğu zaman efendi-köle ilişkisini tanımlayan özel ve kamu işletmelerinin bir arada var olduğunu gösteriyordu. Benzer şekilde feodalizmde de aynı efendi-serf ilişkisine sahip özel ve kamu işletmeleri vardı.

Kapitalizm, aynı işveren-işçi ilişkisi etrafında örgütlenmiş özel ve kamu işletmelerini bir arada gösterdiğinde ortadan kalkmaz. Dolayısıyla devlet kapitalizmini sosyalizm ile karıştırmıyoruz.

İkincisinde, kapitalist olmayan farklı bir iktisadi sistem, işyerlerinin işveren-işçi örgütlenmesini, işçi kooperatiflerinde olduğu gibi demokratik bir işyeri topluluğu örgütlenmesi lehine değiştirir. Bu anlamda sosyalizme geçiş, günümüzde yeni bir dünya ekonomisinin oluşumuna dair kargaşanın da muhtemel bir sonucu.

Çin’deki kamu-özel sektör melezi, son 30 yıldır devam eden, dikkat çekici derecede yüksek ve kalıcı GSYİH ve reel ücret büyüme oranlarına ulaştı. Bu başarı, her yerdeki ekonomik milliyetçilikleri bu melezi bir model olarak benimsemeleri yönünde derinden etkiliyor.

ABD’de bile Çin ile rekabet, büyük çaplı devlet müdahaleleri için bir bahane haline geldi. İç vergileri artıran gümrük vergisi savaşları, aksi takdirde laissez-faire ideolojisini vaaz eden politikacılar tarafından coşkuyla desteklenebilir.

Aynı durum, devlet tarafından yürütülen ticaret savaşları, devletin belirli şirketleri cezalandırmak ya da yasaklamak üzere hedef alması, Çin karşıtı pek çok ekonomik oyun gibi tüm sektörlere verilen devlet teşvikleri için de geçerli.

İmparatorluğun çöküşü

Üçüncüsü, son on yıllarda ABD imparatorluğu zirveye ulaştı ve gerilemeye başladı. Dolayısıyla diğer tüm imparatorlukların (Yunan, Roma, Pers ve İngiliz) klasik doğum, gelişim, gerileme ve ölüm modelini izliyor.

ABD imparatorluğu geçen yüzyılda ve özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya İmparatorluğu’ndan doğmuş ve onun yerini almıştı. Daha önce, 1776’da ve 1812’de Britanya İmparatorluğu, bağımsız ABD kapitalizminin gelişmesini engellemek ya da durdurmak için askeri girişimlerde bulunmuş ve başarısız olmuştu.

Bu başarısızlıkların ardından Britanya, ABD ile ilişkilerinde farklı bir yol izledi. Sömürgelerindeki çok sayıda savaşın ve 19. ve 20. yüzyıllar boyunca birbiriyle rekabet eden sömürgeciliklerin ardından Britanya’nın imparatorluğu artık yok.

Asıl soru, ABD’nin Britanya’nın emperyal gerilemesinden önemli bir ders çıkarıp çıkarmadığı, hatta çıkarıp çıkaramayacağı. Yoksa durmaksızın gerileyen küresel hegemonik konumunu korumak için askeri araçları her zamankinden daha umutsuz ve tehlikeli bir şekilde denemeye devam mı edecek?

Sonuçta ABD’nin Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak savaşlarının tamamı kaybedildi. Çin artık Ortadoğu’daki başlıca barış gücü olarak ABD’nin yerini aldı. ABD dolarının en üstün küresel para birimi olarak günleri sayılı. ABD’nin yüksek teknoloji endüstrilerindeki üstünlüğü artık Çin’in yüksek teknoloji endüstrileriyle paylaşılmalı.

Apple’ın Tim Cook’u gibi ABD’nin önde gelen şirket CEO’ları ve ABD Ticaret Odası bile ABD ile Çin arasında daha fazla ticaret ve yatırım akışından kâr elde etmek istiyor. Joe Biden yönetiminin Çin’e yönelik artan siyasi odaklı düşmanlıklarına dehşetle bakıyorlar.

Gelecek ne getirecek?

Dördüncü olarak, ABD imparatorluğunun gerilemesi, gerileme derinleşirken bir sonraki adımın ne olacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Çin yükselen yeni hegemon mu? ABD’nin Britanya’dan devraldığı gibi imparatorluğu ABD’den mi devralacak? Yoksa çok uluslu yeni bir dünya düzeni mi ortaya çıkacak ve yeni bir dünya ekonomisini mi şekillendirecek?

En ilginç ve belki de en olası ihtimal, Çin ve BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) uluslar grubunun yeni bir dünya ekonomisinin inşasını ve sürdürülmesini üstlenmesi.

Ukrayna’daki savaş BRICS ittifakını güçlendirerek böyle bir sonucun ortaya çıkma ihtimalini şimdiden yükseltti. Diğer pek çok ülke BRICS çerçevesine girmek için başvuruda bulundu ya da yakında başvuracak.

Birlikte, dünyanın iktisadi kalkınmasında yeni bir kutup oluşturacak nüfusa, kaynaklara, üretken kapasiteye, bağlantılara ve birikmiş dayanışmaya sahipler. Bu rolü oynamaları halinde Avustralya ve Yeni Zelanda’dan Afrika, Avrupa ve Güney Amerika’ya kadar dünyanın geri kalan bölgeleri dış iktisadi ve siyasi politikalarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

Bu ülkelerin ekonomik gelecekleri kısmen eski ve yeni dünya ekonomik örgütleri arasındaki mücadeleyi nasıl yönlendireceklerine bağlı. Bu gelecek, aynı şekilde hem neoliberal/küreselleşen kapitalizmin hem de milliyetçi kapitalizmin eleştirmenlerinin ve kurbanlarının tüm uluslarla nasıl etkileşime girdiklerine de bağlı.

Çok Okunanlar

Exit mobile version