Çok kutupluluk on yılı aşkın bir süredir gündemde olan bir kavram ve jeopolitik tartışma konusu. Dünya, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası şekillenen ve ABD liderliğinde Kolektif Batı tarafından herkese dayatılan tek kutupluluk ile mi devam edecek (etmeye zorlanacak) ya da başta Rusya ve Çin gibi buna karşı çıkan güçlerin istediği çok kutupluluğa mı dönüşecek(ti)? Bu konuyu gündem olarak tartışmayı bile reddeden ABD ve Avrupalı ülkelerin Rusya’yı kışkırtmaları sonucunda patlak veren Ukrayna savaşının sonucunun belirleyici etkiye sahip olacağı açıktı; çünkü Batı’nın adeta kitle imha silahları gibi kullandığı medyanın pompaladığı analizlere (!) göre Moskova bir tuzağın içine çekilmişti ve sonuçta hem ekonomik hem de askeri olarak dizlerinin üzerine çökertilecekti. Rusya’nın askeri olarak yenilip Ukrayna topraklarından atılması büyük bir siyasi ve ekonomik ziyafeti de beraberinde getirecekti. Rusya’da ‘demokrasi’ isteyen halk sokak gösterileriyle Putin yönetimini alaşağı edecek; ülke Batılı güçler tarafından ‘demokratikleştirilecek’; Türkiye’nin yirmi katı büyüklüğündeki toprakları parçalara/bölgelere ayrılacak ve yeraltı/yerüstü kaynaklarına büyük ölçüde el konulacaktı. Yeltsin döneminde farklı yöntemlerle denenen bu ‘demokratikleş(tir)me’ projesi bu defa zorlayıcı yöntemlerle de takviye edilerek yeni sürümüyle denenecekti.
Öte yandan Rusya’nın dize getirilmesi Çin’e karşı büyük bir gövde gösterisine dönüştürülecek; önce Asya-Pasifik Havzasındaki ABD müttefikleriyle birlikte bu ülke denizden kuşatmaya alınacak; içerden etnik vd. kışkırtmalarla zayıflatılacaktı. Kolektif Batı açısından mesele Tayvan’ın bağımsızlığa gidişinin de ötesindeydi. Tayvan Çin’i kışkırtmak için kullanılacak kozlardan birisi olacaktı. Bu arada Çin’e karşı ekonomik, ticari ve finansal yaptırımlar tıpkı Rusya örneğine benzer bir şekilde yağmur gibi gelecek ve bir yandan bu ülkenin kalkınma çabaları yavaşlatılacak veya hatta durdurulacak; öte yandan da dünyadan izole edilerek zayıflatılması için sürekli baskı altında tutulacaktı. Batı’nın beklentileri/varsayımları böyle bir projede Çin’in bölgesel rakibi Hindistan’ın tam kadro Kolektif Batı’nın yanında olacağı yönündeydi.
MASA ÜSTÜ HESAPLARI ÇARŞIYA UYMADI
Tek kutuplu dünya düzenini ne pahasına olursa olsun sürdürmekten yana olan ve sürekli olarak savaş/gerginlik isteyen Amerikan Derin Devleti Ukrayna’da başarısız olurken, medyada kıyasıya sürdürülen enformasyon savaşında da dünyanın büyük bir bölgesinde güç kaybetti, geçtiğimiz 2023 yılı içerisinde. Aslında Rusya’nın ekonomik olarak çökmediği/çökmeyeceği, askeri alanda ortaya çıkan bir takım lojistik vs. eksiklikler ve aksaklıklara rağmen başta Amerika olmak üzere Kolektif Batı’nın müdahil olduğu Ukrayna savaşında yenilmediği/yenilmeyeceği çok açıktı. Fakat Batı medyası Rusya’nın ekonomik ve finansal olarak çökmekte olduğuna dair o kadar çok haber(!) pompalıyor ve analiz(!) yayınlıyordu ki, ortalama insanın Ukrayna ordu birliklerinin Moskova kapılarına dayandığını düşünmemesi için hiçbir sebep yoktu. Örneğin Türkiye’de de başta ana akım olmak üzere medyanın önemli bir kısmı Rusya’nın nasıl batmakta olduğunu anlatırken bu ülkede faaliyet gösteren Batılı köfteciler veya kahvecilerin çekilmesini bile ‘Putin’e ağır bir darbe daha’ başlıklarıyla verebiliyorlardı. Bu mantığa göre, Batılı köfteci veya kahveci zincirinin lüksüne alışmış olan Rus halkı onların gitmesini kendi konfor alanına yapılan bir saldırı olarak algılayacak ve Putin’in savaşı olarak görmesi beklenen Ukrayna Özel Operasyonu’na karşı çıkarak Kremlin yönetimini devirmeye çalışacaktı. Böyle bir ortamda zaman zaman Amerikan yayın kuruluşlarına isminin verilmemesi kaydıyla konuşan ve gerek Ukrayna’daki savaşın gerekse Rusya’ya dair medyada oluşturulan ezberin doğru olmadığını anlatmaya çalışanların söyledikleri rüzgarlı havada uçuşan tozlar gibi dağılıp gitti.
Geçtiğimizin yılın sonlarına doğru Rusya’nın savaşı kazandığı veya daha doğru bir ifadeyle Ukrayna’nın kaybettiği analizini yapan uzmanların görüşleri Batı medyasında yer almaya başlamış olsa da konunun genel kabul görür hale gelmesi 2023 yılında oldu. Ukrayna tarafının savunmasına büyük önem verdiği Bakhmut/Artemovsk mayıs ayında Rus kuvvetlerinin eline geçerken bu defa medyaya Kiev’in karşı taarruza hazırlandığı haberleri servis edildi. Haziran ayında başlayan karşı taarruz Rus kuvvetlerinin kurduğu savunma katmanları arasında eriyip giderken Ukrayna tarafı on binlerce kayıp verdi; ancak buna rağmen neredeyse hiçbir cephede ilerleme sağlayamadı. Başarısızlık hemen Ukrayna lideri Zelenski ve üst yönetimi üzerine atılırken savaşın aslında kaybedildiğini Batı basınının hep bir ağızdan yazmaya başlaması 2023 yılının son aylarını buldu. Hatta Vaşington’un Zelenski’yi Rusya ile müzakerelere ikna etmek istediğini de onların yazdıklarından öğrendik. Bu arada 2022 yılında dizlerinin üzerine çökeceği iddia edilen Rusya ekonomisi savaşa rağmen alınan finansal önlemlerle önce rublenin değer kaybının durdurulması ve eksi büyümenin asgari düzeyde tutulmasını sağlarken, bu gelişme 2023 yılında ciddi bir artı büyüme gerçekleştirdi. Uygulamaya koyduğu sayısız yaptırım paketleriyle Rusya’nın ekonomik çöküşünü sağlayacağı varsayımıyla hareket eden Avrupa ülkelerinin kendi ekonomik performansı tam anlamıyla hayal kırıklığı yarattı. Uğurladığımız 2023 yılı bunun da teyit edilmesini sağlamış oldu.
Kolektif Batı’nın aynı anda hem Rusya hem de Çin’i hedef tahtasına koyması; NATO bildirgelerine Rusya’ya ilaveten yükselen Çin’in de dünya barış ve güvenliği için tehdit oluşturduğu ve Asya-Pasifik’teki ‘müttefikler’ ile birlikte kuşatılması gerektiğine dair ABD yetkililerinin dile getirmekte birbirleriyle yarıştıkları görüşler ile Çin’e karşı Tayvan’ı bağımsızlık ilan ederek/ettirerek kışkırtacaklarının işaretini veren girişimler Pekin ile Moskova arasındaki ‘dostane’ ilişkileri adeta bir askeri ittifaka dönüştürdü. Ukrayna savaşının öncesinde yoğunlaşan ve savaşın başlamasının hemen ardından ittifak düzeyinde devam eden bu yakınlaşma geçtiğimiz ay Kaliforniya’da Biden ile Çin Lideri Şi arasında yapılan görüşmenin ardından da devam edecek gibi görünüyor; çünkü iki ülke arasındaki güven bunalımı artarak devam ediyor. Amerika’nın tek kutuplu dünya düzenini ve tartışmasız liderliğini kaybetmek istememesinden ve dünyanın her bölgesinde her istediğini dikte ettirmek ısrar ve inadından kaynaklanan bu sorunların sonuçları itibariyle en önemlisi olan Tayvan meselesi içinde bulunduğumuz ocak ayında yapılacak seçimlerle yeni bir boyut kazanacak gibi görünüyor. Her halükârda Japonya ve Filipinler başta olmak üzere bölgedeki yakın müttefikleriyle birlikte Çin’i Tayvan Boğazı’nın karşı tarafına hapsetmek isteyen ABD’nin girişimleri devam ederken Çin’in de karşı hamleleri kararlılıkla sürüyor. Amerika’nın Rusya ve Çin’i stratejik eşitler olarak görüp bu konuları müzakere/pazarlık etmekten kaçınmasından dolayı – ki, böyle bir durum aynı zamanda çok kutupluluğun tescili anlamına gelir – çatışma risklerinin hiç de az olmadığını ve olmayacağını belirgin bir şekilde gördük 2023 yılı içerisinde.
HAMAS-İSRAİL KRİZİ ÇOK KUTUPLULUĞU NASIL PERÇİNLEDİ?
Hamas’ın 7 Ekim günü gerçekleştirdiği ve bir defada İsrail’e tarihinin en çok kayıp verdirdiği saldırısının ardından Tel Aviv hükümetinin Gazze’de başlattığı ve bu satırlar yazılırken halen devam etmekte olan katliamlarının yarattığı uluslararası ortam pek çok açıdan çok kutupluluğun geriye döndürülemez bir biçimde yerleşmesine yardımcı oldu. Öyle ki İsrail’in yer yer soykırımsal görüntüler içeren toplu katliamları Batı Bloku dışındaki dünyanın büyük bir bölümünde tam bir infiale yol açarken, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin Tel Aviv ile dayanışma gösterisinde olması, insanlığın büyük bir çoğunluğunun gözünde Gazze Kasabı haline gelen Netanyahu’nun söylediklerine ve yaptıklarına adeta alkış tutan görüntüleri Batı Bloku’nun bütün ahlaki iddialarını toptan değersizleştirdi.
Gazze’de durmak bilmeyen katliam görüntüleri ve Batılıların sürekli olarak İsrail’in kendini savunma hakkına vurgu yapan açıklamaları Amerikan ve/veya Avrupalı yetkililerin ‘kurallara dayalı dünya düzeni’, ‘evrensel değerler’, ‘insan hakları’, ‘demokrasi’, ‘demokratikleş(tir)me’ gibi aslında bütün insanlık için büyük öneme sahip olan; ancak Amerika ve Batı tarafından onlarca yıldır kendi stratejik ve taktiksel çıkarları için başka devletlere baskı aracı olarak kullanılan bütün bu kavram ve değerleri iyice sevimsiz hale getirdi. Pek tabiidir ki, bu kavramlar ve değerler bütün insanlığa mal olmuş içerikleriyle ve her ülke ve bölgedeki nüanslarıyla var olmaya devam edecektir; ancak bunların Batılıların kirli projelerinin parçası edilmesine artık Batılı kamuoyları bile muhtemelen inanmayacaktır. Ukrayna savaşında Rusya’nın çökmeyeceğinin ve çok kutupluluğun geri döndürülemez olduğunun anlaşılmasıyla birlikte Afrikalı liderlerin Batılı muhataplarına karşı kullandıkları egemen dili dikkate alacak olursak, Gazze katliamlarından sonra hiçbir ülkenin ‘demokrasi’, ‘insan hakları’ ve/veya ‘demokratikleş(tir)me’ hikayelerini ciddiye almayacağı açık.
Yüksek ahlaki argümanlar olarak savunulan bu kavram ve değerlerin kaybının Batı’ya maliyetinin kendi kamuoylarını yeni savaşlara ikna etmekte zorlanmak şeklinde ortaya çıkacağını tahmin etmek yanıltıcı olmaz. Bugüne kadar bu kavramlar diğer devletleri istikrarsızlaştırmak için kullanılırken aynı zamanda doymak bilmeyen Amerikan silah endüstrisine kaynak fonlamak amacıyla da kullanılıyordu. Başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin ekonomik açıdan durumlarının pek de parlak olmadığı çok kutuplu bir dünyada bu kavramları kullanarak İsrail’e sürekli destek vermeleri ve savaş kışkırtıcılığı yapmaları pek kolay olmayacaktır. Gerek Avrupa gerekse Amerikan kamuoyundan yükselen entelektüel itirazlar ve gösteriler zaten yönetimleri değiştirmeye eğilimli kitleleri daha da motive edecek gibi görünüyor.
Gazze Krizi’nin Batı’ya stratejik maliyeti de oldukça yüksek. Amerika, kendi ulusal çıkarlarına hizmet etmeyen ve sırf İsrail lobisinin dayatmalarından dolayı saplanıp kaldığı ve kazanma ihtimali olmayan Orta Doğu’daki savaşlarda kaynaklarını boşa harcarken başta Çin ve Rusya gibi tek kutuplu dünya düzenine kafa tutan ülkelere büyük hesaplaşmaya hazırlanmaları için çok değerli zaman ve fırsatlar armağan etmişti. Öyle ki, Amerika’nın Birinci Körfez Savaşı’ndan başlayıp, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’yi istikrarsızlaştıran savaşları o yıllarda bu devasa askeri güce özellikle denizde karşı koyacak kabiliyetlere sahip olmayan Pekin yönetimi için altın değerinde fırsatlar sunmuş oldu. Bu sayede Çin, bir yandan istikrarlı bir şekilde kalkınmasını gerçekleştirdi; öte yandan da askeri hazırlıklarını tamamladı. Bugün Tayvan üzerinden Amerika’nın Çin’i yıpratmak isteyeceği bir vekalet savaşı büyük ihtimalle Vaşington’un dünya liderliğinin sonunu getirmekle kalmayacak hatta belki de Amerika’yı kendi kıtasına hapsedecektir. Bu açıdan, her Filistinliyi öldürmek istercesine hareket eden ve siyasal programının başarı şansı olmayan İsrail’e Amerika’nın kayıtsız-şartsız destek vermeye, kaynak ve silah sağlamaya devam etmesi hem Çin hem de Rusya açısından oturdukları yerde büyük prestij ve avantaj elde etmek anlamına gelmeye devam edecektir. Nitekim son krizde de Moskova ve Pekin Orta Doğu barışına katkıda bulunan aktörler olarak öne çıkmış durumdalar. Çin’in İran ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesini sağlayan başarılı diplomasisi, Rusya’nın öteden beri Arap ülkelerinin neredeyse hepsiyle yürüttüğü yakın ilişkilere şimdilerde ticaret, nükleer enerji, silah satışları gibi unsurları da ekleyerek sürdürdüğü mahirane siyaseti en çok kaynak tükettiği Orta Doğu bölgesinde bile Amerika’nın yanlışları üzerinden bu devletlerin büyük fırsatlar elde etmelerine imkân veriyor. Geçtiğimiz yılda bütün bu gidişat perçinlenmiş oldu.
RİSKLER VE BELİRSİZLİKLER
Dünya çok kutupluluğa evrilirken önümüzdeki en büyük risk Amerika’nın kışkırtacağı vekalet savaşları olarak karşımıza çıkıyor. Amerika’nın özellikle Tayvan’ı bağımsızlığa teşvik ederek Çin’i, zaten hukuken kendisine ait olan adayı bir operasyonla fiili kontrolü altına almaya kışkırtması sonuçları itibariyle çok kutupluluk üzerinde en büyük etki yaratacak vekalet savaşlarından birisi olacaktır. Kolektif Batı’nın dolaylı yenilgisiyle sonuçlanacak bir Tayvan savaşı Asya-Pasifik havzasının stratejik coğrafyasını Çin lehine köklü bir şekilde değiştirecektir. Başka bölgelerde de savaşlar olması muhtemel olmakla birlikte onların çoğu çok kutupluluğun doğası gereği patlak veren çatışmalar olabilir ve çok kutupluluk üzerindeki etkileri Tayvan vekalet savaşı kadar olamaz.
İçinde bulunduğumuz yılda yapılacak (Kasım 2024) Amerikan seçimlerini kimin kazanacağı konusu pek çok belirsizliğe yol açabileceği gibi, birçok belirsizliği de ortadan kaldırabilir. Örneğin Biden’ın tekrar kazanması halinde Ukrayna savaşından Tayvan’a uzanan belirsizlikler artarak devam edebilir. Veya Trump’ın gelmesi halinde ABD Ukrayna’ya desteğini keserek ve Rusya ile müzakere ederek oradaki belirsizliği ortadan kaldırabilir. Öte yandan Ukrayna’da belirsizlikleri ortadan kaldırması muhtemel bir Trump yönetiminin Tayvan ve genel olarak Çin konusunda nasıl bir politika ortaya koyacağını şimdiden tahmin etmek pek kolay değil; ancak özellikle içerde ekonomik yatırım ve kalkınmayı öncelemesi kuvvetle muhtemel bir Trump yönetiminin çok kutupluluğu önlemek için sürekli savaşlar çıkarması ihtimali yeni bir Biden yönetimine göre daha az. Amerika’nın Orta Doğu’daki kirli savaşlarını sürekli eleştiren Trump birinci döneminde belki de içerdeki sıkıntılarından dolayı aşırı derecede İsrail lobisine yakın durmuştu. Bu defa nasıl hareket edeceği, Türkiye ile başta ABD Derin Devlet projesi olan Kürdistan kurmak konusundaki anlaşmazlıkları nasıl çözeceği gibi sorulara şimdiden cevap vermek de kolay değil; ancak Biden gibi ırkçı derecede yeminli bir Türk ve Türkiye düşmanıyla kıyasladığında Trump’ın daha tercih edilir olabileceğini söylemek mümkün.
Bu arada Amerika’nın esas belini kıracak hamle olacak dolardan kaçış konusunda epeyce konuşma, proje ve değerlendirme olmakla birlikte bunların hangi somut uygulamaya dönüşeceği henüz belli değil. Dünya dengeleri üzerinde fevkalade olumlu sonuçları olan ve daha da olması beklenen BRICS oluşumunun dolardan kaçıştan, çatışma çözümlemesine kadar ne tür olumlu roller üstlenebileceğinin belki 2024 yılında da daha da netleşmesi beklenebilir.
Bir diğer risk ise nükleer silahlar olarak karşımızda durmaya devam ediyor. Rusya ve Çin gibi ülkelerin güçlü nükleer kapasiteye sahip olmaları Batı’nın dengelenmesi açısından çok önemli bir yere sahipken bu silahların kullanılması ihtimali oldukça ürkütücü.
Sonuç itibariyle şunları söyleyebiliriz. Çok kutupluluk artık durdurulması mümkün olmayan tarihi bir süreç. Son beş yüz yıllık Avrupa tarihi ortalama her yüz yılda bir güçlü ülkeler arasındaki en güçlünün değiştiğini ve dünya sisteminin asla tek kutupluluk esaslı olmadığı gösteriyor. Geçtiğimiz yıl – 2023 – güç dengelerindeki çok kutuplu değişimin perçinlendiği ve Batı dışı çok kutupluluğun doğuşunu tescilleyen en önemli yıl olarak hatırlanacak gibi duruyor.