Bizi Takip Edin

AMERİKA

ABD’de liseler askerileştiriliyor

Yayınlanma

New York Times’a lisedeki ilk gününü anlatan Andreya Thomas, ders programına baktığı zaman bilmediği bir derse kayıt olduğunu gördü. Bu dersin adı, “J.R.O.T.C.” kısaltmalarından oluşuyordu.

Detroit’teki bir lisede yaşanan bu olay Thomas ile sınırlı kalmamış, diğer yeni öğrenciler de benzer durumla karşı karşıya kalmıştı. Görünen o ki, liseliler Amerikan ordusu tarafından fonlanan Genç Yedek Subay Eğitim Kolordusu’nun (JROTC) sınıfına dahil edilmişlerdi.

JROTC, görünürde liderlik yeteneklerini, disiplini ve medeni değerleri öğretmek için tasarlanmıştı. Gerçekte ise öğrencileri askeri bir kariyere yönlendirme amacı güdüyor. Derste öğrencilerin askeri üniforma giymesi ve sürekli bağıran bir eğitmenin emirlerine uyması zorunlu. 

Thomas, kendi gibi birçok öğrencinin dersi bırakmak için başvurduğunu fakat okul yöneticilerinin reddettiğini vurguluyor. Yöneticiler, öğrencilere verdikleri cevapta, dersin “zorunlu” olduğunu söylemişlerdi.

Seçmeliden zorunluya geçiş

JROTC dersleri, ülke çapında 3 bin 500 civarında okulda müfredata dahil ve emekli askerler tarafından veriliyor. 

Normal şartlarda Pentagon talimatnamesi, bu derslerin “seçmeli” olduğunu yazıyor. Bununla birlikte fiilen dersler zorunlu hale gelmiş durumda.

New York Times’ın yaptığı araştırmaya göre, onlarca okul programı ya zorunlu hale getirdi ya da bir sınıftaki öğrencilerin yüzde 75’ini programa yönlendirdi. Bu okulların bulunduğu kentler arasında Detroit, Los Angeles, Philadelphia ve Oklahoma City de yer alıyor.

Araştırmanın bir diğer sonucu, programa yüksek katılımın görüldüğü okulların çoğunlukla beyaz olmayan ve yoksul öğrenciler tarafından gidilen okullar olduğu.

Gençleri askerileştirmenin kısa tarihi

Tarihi 1916’ya dayanan JROTC’nin kapsamı 1964 yılında çıkarılan yeni bir yasa ile genişletilmişti. 

1970’li yıllarda Vietnam Savaşı’na karşı yükselen barış hareketi sırasında, JROTC’nin liselerden Vietnam’a asker devşirmeye çalışması birçok tepkiye yol açmıştı. Bazı okullar tepkiler neticesinde programı sınırlandırma kararı almıştı.

ABD’deki savaş karşıtı eski asker örgütleri, JROTC’nin Amerikan toplumunu militaristleştirmenin aracı olarak kullanıldığını savunuyorlar. Federal ordunun ders müfredatını ve öğretmenleri seçmesi de eğitim birliğini sarsan ve yerel okullardaki yöneticilerin ve öğretmenlerin kontrolünü azaltan bir uygulama olarak görülüyor.

Ders içeriği ise militarist, otoriter bir itaatkârlık ve pasiflik vaaz ettiği için eleştiriliyor.

Müfredatta çarpıtılan tarih

JROTC programında kullanılan ders kitaplarının, normalde tüm ders kitaplarına yapılan değerlendirmelerden geçmemesi de ayrı bir sorun olarak görülüyor.

Örneğin, program dahilinde okutulan bir kitapta ABD’nin Vietnam Savaşı’na Tonkin Körfezi’nde saldırıya uğraması nedeniyle girdiği yazılı. Oysa 4 Ağustos 1964’te Amerikan gemilerine Kuzey Vietnamlıların saldırdığı iddiasının tamamen uydurma olduğu kanıtlandı. Dahası, Tonkin Körfezi’nde olduğu iddia edilen olay, zaten ABD Kongresi’nin Vietnam’a dahil olma kararı almasından iki gün sonra gerçekleşmişti.

Kitaplardan birinde, ABD’nin Vietnam Savaşı’nı kaybetmesinin nedeni olarak siyasetçilerin orduya “nereye ve nasıl bombalayacağını” dikte ederek onu sınırlandırması gösteriliyor.

Deniz Piyadeleri’ne ait bir ders kitabında da kadın öğrencilere askeri üniforma giydiklerinde ruj sürmeleri ve saçlarını “çekici bir kadınsı stilde” toplamaları tavsiye ediliyor.

Yine ABD’nin 1986’da Libya’yı bombalaması, tüm Avrupalı müttefiklerin onayıyla gerçekleştirilmiş olarak gösteriliyor. Oysa Fransa ve İspanya, bombardımanın kendi hava sahaları kullanılarak yapılmasına itiraz etmişti.

1988’de Iran Air yolcu uçağını seyir füzeleriyle vurup içindeki 290 kişiyi öldüren ABD, bu meselede de “kader kurbanı” gibi gösteriliyor. “Talihsiz bir olay” diye nitelendirilen olayda, yolcu uçağının Amerikan gemisine “tehditkar bir biçimde yaklaşıyor göründüğü” yazıyor ama Amerikan donanmasının yaptığı soruşturmada İran uçağının normal rotasında seyrettiği ortaya çıkmıştı.

Liderlik ideallerinin anlatıldığı bir kitapta, Amerikan İç Savaşı’nda Güneyli Konfederasyoncuların lideri olan Robert E. Lee örnek alınması gereken bir figür olarak anlatılıyor. Robert E. Lee’nin ABD’de hâlâ heykelleri bulunuyor ve Trump’ın başkanlık döneminde bu mesele büyük olaylara yol açmıştı.

Cinsel taciz skandalı

Geçtiğimiz yaz aylarında, JROTC programı kapsamında ders veren eğitmenlerin cinsel tacizde bulunduğu ortaya çıkmıştı.

İlk etapta, 33 öğretmenin cinsel tacizde bulunduğu tespit edilmişti. Mesele ABD Kongresi’nin de gündemine gelmiş ve senatörler Pentagon’dan açıklama talep etmişti.

Fakat aylar içerisinde meselenin boyutunun daha büyük olduğu anlaşıldı. En az 58 öğretmenin cinsel taciz veya suistimal vakasına karıştığı ortaya çıktı. Bu durum, ordunun bir Kongre komitesindeki ifadesinde duyuruldu.

Ordunun bildirdiğine göre, intihar eden ikisi hariç tüm öğretmenlerin sertifikası ellerinden alındı.

Pentagon programı genişletmeyi planlıyor

Pentagon verilerine bakılırsa, son yıllarda orduya giren gençlerin yüzde 44’ü JROTC programı çıkışlı.

Ordu, bunun bir askere alma yöntemi olmadığını savunsa da 400 milyon dolarlık bütçenin genişletilmesi açıkça konuşuluyor. 1970’li yıllardan bu yana JROTC programına harcanan yıllık bütçe üç katına çıkmış durumda.

Programı destekleyen okul müdürleri, okul motivasyonu az öğrencilerin bu sayede öz disiplin ve yoldaşlık duygusu kazandıklarını savunuyorlar. Yanı sıra kentlerdeki öğrencilerin bu sayede uyuşturucu ve şiddetten de kurtulabileceğini ileri sürüyorlar.

Öte yandan ordu, okulları mali olarak da programı teşvik etmeye yönlendiriyor çünkü öğretmenlerin ücretlerine ordu katkı sunuyor. Elbette bu katkı karşılığında JROTC derslerinin fiilen zorunlu hale getirilmesi isteniyor. Bazı okullar, ordunun mali desteği ile tasarrufta bulunup yeni öğretmenleri işe alabiliyor.

AMERİKA

Trump: Avrupa neden Ukrayna’ya daha çok para vermiyor?

Yayınlanma

ABD Kongresi Kiev’e yeni askeri yardımı onaylamaya yaklaşırken Donald Trump perşembe gecesi Avrupa’nın Ukrayna’yı desteklemek için daha fazlasını yapması gerektiği uyarısında bulundu.

Kasım ayındaki seçimlerden sonra Beyaz Saray’a geri dönebilecek olan Trump, “Avrupa neden Ukrayna’ya yardım etmek için daha fazla para vermiyor? Neden Amerika Birleşik Devletleri Ukrayna Savaşına Avrupa’dan daha fazla, 100 Milyar dolardan fazla para yatırıyor ve aramızda bir Okyanus var!” dedi.

Trump yıllardır Avrupalı NATO müttefiklerini yabancı güçlere karşı koruma sağlamak için Amerika’ya bel bağlamakla suçluyor ve onları savunmaya daha fazla harcama yapmaya çağırıyor.

Trump, Truth Social platformunda yaptığı açıklamada, “Neden Avrupa, çaresizlik içindeki bir ülkeye yardım etmek için Amerika Birleşik Devletleri tarafından konulan parayı eşitleyemiyor ya da yakalayamıyor? Herkesin kabul ettiği gibi, Ukrayna’nın Hayatta Kalması ve Gücü Avrupa için bizden çok daha önemli olmalı, ama bizim için de önemli! HAREKETE GEÇ AVRUPA!” dedi.

Trump ise, daha önce yaptığı açıklamalara benzer şekilde, kendisi başkan olsaydı, bu savaşın hiç başlamamış olacağını ileri sürerek sözlerini sonlandırdı.

Cumhuriyetçi Başkan Johnson, Ukrayna’ya yardıma evet dedi

Eski başkanın açıklamaları, Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson’ın, partisinin Trump yanlısı üyeleri tarafından aylardır engellenen Ukrayna’ya 60 milyar dolarlık yardım tasarısını oylamaya sunması beklenirken geldi.

Johnson, uzun bir bekleyişin ve oyalamanın ardından, savaş alanındaki derin kayıpları önlemek amacıyla Ukrayna’ya 60,8 milyar dolarlık yardımı desteklemeyi kabul etti.

Johnson’ın Ukrayna, İsrail ve Tayvan’a yapılacak yardımlarla ilgili olan ve Amerikan vergi mükelleflerine doğrudan maliyeti azaltmaya yardımcı olacak bazı tedbirler öngören tasarıları geçirmek için Demokratlardan destek alması gerekecek.

The Hill’deki habere göre, Demokratlar Johnson’a yardım etmeye meyilli görünüyor. Özellikle Ukrayna için yardımın gerekliliğine büyük oranda inanıyorlar ve sırf Cumhuriyetçi Parti konferansında daha fazla kaos yaratmak adına, tasarıyı riske atmak konusunda isteksiz görünüyorlar. Başkan Biden da toplamda 90 milyar doları aşan tasarıları destekliyor.

Şimdilik plan, Meclis’in cumartesi günü yasayı oylaması. Ardından Senato’nun, Temsilciler Meclisi’nden geçmesi beklenen yardımla ilgili tasarılardan bir mevzuat parçası oluşturması muhtemel. Ardından da paketin tamamı imzası için Biden’a gidecek.

Trump, Greene’e karşı Johnson’a sahip çıktı

Son haftalarda Johnson’a yönelik Cumhuriyetçi taaruza öncülük eden Marjorie Taylor Greene’in tutumunun, eski Başkan Trump’ın Başkana desteğiyle birlikte değişip değişmeyeceği merak ediliyor.

Greene, Johnson’ın görev süresini sona erdirme tehdidinde bulunacak bir fesih önergesinin tetiğini çekmekle tehdit etmişti. Fakat beklenmedik bir şekilde Trump, Johnson’ın geçen hafta Mar-a-Lago, Florida’ya gitmesinin ardından ‘çok iyi ilişkilerini’ överek Johnson’ın yanında yer aldı. 

Trump, “Meclis Başkanı’nın yanındayım,” dedi.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

IMF-DB toplantılarında gündem artan borç ve jeopolitik gerilimler

Yayınlanma

Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) Bahar Toplantıları 17-19 Nisan tarihleri arasında Washington’da gerçekleştiriliyor. 

Dünyanın dört bir yanından maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının da katıldığı bahar toplantılarında tartışılan konular arasında, zor durumdaki ülkelerin borçlarının hafifletilmesi ve Ukrayna meselesi ile Rusya’nın el konulan varlıklarına ne olacağı sorunu da önemli bir yer tutuyor.

Elbette tartışmalar, faiz-enflasyon döngüsü ve esas olarak Amerikan Merkez Bankası Fed’in olası faiz indirimlerinin akıbeti üzerinden dönüyor. Fed Başkanı Jay Powell’ın bu hafta faiz indirimi için acele etmeyeceklerinin sinyalini vermesi ile birlikte borsalar ufak çaplı bir çalkantı yaşamıştı.

IMF Başkanı Kristalina Georgieva’ya göre Fed doğru olanı yapıyor. Perşembe günü Bloomberg’e konuşan Georgieva, “Fed henüz ve haklı olarak indirime hazır değil,” dedi.

Washington’daki toplantılarda kilit sorunun ‘Fed’in daha ne kadar süre yüksek faiz oranlarına bağlı kalacağı’ olduğunu kaydeden IMF lideri, tüm ülkerlerin bunu konuştuğunu ve gözlerin ABD’nin üzerinde olduğunu belirtti.

Dolardaki güçlenmenin ‘elbette endişe verici’ olduğunu savunan Georgieva, ekonominin kısmen ABD’nin mali duruşu nedeniyle ‘biraz aşırı ısınmış durumda’ olduğunu söyledi.

Georgieva, bu yıl içinde ABD’deki koşulların Fed’in faiz indirimine başlamasına izin vereceği konusunda hâlâ iyimser olduklarını da sözlerine ekledi.

Georgieva’dan mali sıkılaşma çağrısı

Georgieva, pandeminin yarattığı krizle başa çıkabilmek için son yıllarda borçlarını büyük ölçüde artıran gelişmiş ekonomilere mali politikalarını sıkılaştırmaları çağrısında da bulundu.

Georgieva perşembe günü Washington’da düzenlediği basın toplantısında, krizlerin devam ettiği bir dünyada, “Ülkeler bir sonraki şok için acilen mali dayanıklılık inşa etmelidir. Mali tamponları yeniden inşa etmek önemli,” dedi.

Georgieva’ya göre, enflasyonla mücadele eden merkez bankalarının da ‘mali [fiscal] taraftan biraz yardım alabileceklerini’ savundu.

Georgieva’nın toplantılar başlamadan önceki açıklamaları da görece ‘karamsar’dı. Ona göre önümüzde ‘durgun ve hayal kırıklığı yaratan bir on yıl’ vardı. ‘bir rota düzeltmesi olmadan’, diyordu IMF Başkanı, ‘Cansız Yirmiler’e [Tepid Twenties] doğru gidiyorduk.

Georgieva’nın sözleri, IMF’nin Dünya Ekonomik Görünümü raporundaki tespitleri tekrar eder nitelikteydi. Raporda, “Çeşitli olumsuzluklarla karşı karşıya kalan gelecekteki büyüme beklentileri de kötüleşmiştir. Beş yıl sonraki tahminlere göre, küresel büyüme 2029 yılına kadar yüzde 3’ün biraz üzerine inecek. Analizimiz, büyümenin on yılın sonunda salgın öncesi (2000-19) ortalamanın yaklaşık yüzde bir puan altına düşebileceğini gösteriyor. Bu durum, yaşam standartlarındaki iyileşmeleri tersine çevirme tehdidi yaratırken, yavaşlamanın daha zengin ve daha yoksul ülkeler arasındaki dengesizliği, küresel gelir yakınsaması beklentilerini sınırlayabilir,” deniyor.

Raporda, kalıcı düşük büyüme senaryosunun, yüksek faiz oranlarıyla birleştiğinde, borç sürdürülebilirliğini riske atabileceğine ve hükümetlerin ekonomik durgunlaşmaya karşı koyma ve ‘sosyal refah veya çevre girişimlerine’ yatırım yapma kapasitesini kısıtlayabileceğine vurgu yapılıyor.

Yoksul ülkelerin kalkınması başka bahara kalıyor

Dünya Bankası pazartesi günü yayınladığı raporda, dünyanın en yoksul 75 ülkesinin yarısının, bu yüzyılda ilk kez en zengin ekonomilerle aralarındaki gelir farkının açıldığını ve kalkınmanın tarihsel olarak tersine döndüğünü belirtti.

Rapora göre, en yoksul ülkelerdeki kişi başına düşen gelir artışı ile en zengin ülkelerdeki kişi başına düşen gelir artışı arasındaki fark son beş yılda daha da açıldı.

Dünya Bankası’nın baş ekonomist yardımcısı ve raporun yazarlarından Ayhan Köse Reuters’a verdiği demeçte, “İlk defa bir yakınsama olmadığını görüyoruz. Daha da yoksullaşıyorlar. Dünyada çok ciddi bir yapısal gerileme, bir tersine dönüş görüyoruz … bu yüzden burada alarm zillerini çalıyoruz,” dedi.

Raporda, Dünya Bankası’nın Uluslararası Kalkınma Birliği’nden (IDA) hibe ve sıfır faizli kredi almaya uygun 75 ülkenin, iddialı politika değişiklikleri ve önemli uluslararası yardımlar olmaksızın kayıp bir on yıllık kalkınma riskiyle karşı karşıya olduğu belirtildi.

Köse, birçok IDA ülkesinde büyümenin COVID-19 salgınından önce bu ülkelerde zaten azalmaya başladığını, fakat 2020-2024’te 1990’ların başından bu yana en zayıf yarım on yıllık büyümenin (%3,4) olacağını söyledi. 

Tüm IDA ülkelerinin yarısından fazlası Sahra Altı Afrika’da; 14’ü Doğu Asya’da ve sekizi Latin Amerika ve Karayipler’de. Bu ülkelerden otuz bir tanesinin kişi başına düşen geliri yılda 1.315 doların altındadır. Bu ülkeler arasında Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Afganistan ve Haiti de bulunuyor.

Yüksek enflasyon-yüksek enflasyon dönemine mi giriyoruz?

Öte yandan, Fed’in faiz politikalarına karar verirken yapması gereken ‘taktiksel’ değerlendirmelerin yanı sıra, tahvil piyasalarındaki hareketler, son enflasyon dalgası sona erdiğinde faizlerin nereye yerleşeceğine dair daha büyük bir ‘yeniden düşünme’ sürecinde olabileceğimizi gösteriyor.

Kısa vadeli Fed politikalarına oldukça duyarlı olan iki yıllık ABD hazine tahvili getirisi, beklenebileceği gibi son birkaç ayda yükseldi. Fakat daha uzun vadeli getiriler de aynı hareketi takip ediyor. Şubat başında %3,87 olan 10 yıllık ABD hazine tahvili iki gün önce %4,63 getiri sağlıyordu.

Geçen sonbaharda yaşanan birkaç hafta dışında, uzun vadeli faizler 2007’den bu yana bu kadar yüksek olmamıştı.

2009’da, ekonomik kriz küresel ekonomiyi enkaza çevirmişken, uzun vadeli hazine tahvilleri, 2016’da ‘makul derecede sağlıklı’ olduğunda sunduklarından daha yüksek getiri sunuyordu.

Fed’deki ortak görüş, %5 ve daha yüksek faiz oranları politikasının ekonomik faaliyetleri kısıtladığı ve enflasyonu aşağı yönlü bir patikaya soktuğu yönündeydi.

Enflasyon verileri ve tahvil piyasasındaki hareketler bu tezin altını oyuyor. Yüksek faiz oranlarının ekonomiyi sanıldığı kadar durgunlaştırmayabileceği, aksine ‘yeni bir normali’ yansıttığına dair görüşler yaygınlaşıyor.

Okumaya Devam Et

AMERİKA

JPMorgan’dan fosil yakıtların terk edilmesine karşı ‘gerçeklik kontrolü’ uyarısı

Yayınlanma

JPMorgan, dünyanın fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçişte bir ‘gerçeklik kontrolüne’ ihtiyacı olduğu uyarısında bulunarak net sıfır hedeflerine ulaşmanın ‘nesiller’ alabileceğini söyledi.

ABD’li banka bu hafta müşterilerine gönderdiği küresel enerji stratejisi raporunda kömür, petrol ve doğalgaz kullanımını azaltma çabalarının yüksek faiz oranları, enflasyon ve Ukrayna ile Ortadoğu’daki savaşlar nedeniyle sekteye uğradığını belirtti.

JPMorgan’ın küresel enerji stratejisi başkanı ve raporun başyazarı Christyan Malek Financial Times’a verdiği demeçte, “Net sıfır hedefi hala biraz uzakta olsa da, değişkenlerin değiştiği gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Faiz oranları çok daha yüksek. Devlet borçları önemli ölçüde daha fazla ve jeopolitik ortam yapısal olarak farklı. Her yıl 3 ila 4 milyon dolara mal olacak bu maliyet, farklı bir makro ortamda ortaya çıkıyor,” dedi.

Malek, gerekli yatırım seviyelerinin hükümetler üzerinde daha agresif enerji politikalarından geri adım atmaları için baskı oluşturacağını savundu. Örneğin İskoç hükümeti perşembe günü, karbon emisyonlarını 2030 yılına kadar yüzde 75 oranında azaltmaya yönelik iddialı planını, hedefin ulaşılamaz olduğunu kabul ederek rafa kaldırdı.

JPMorgan raporunda, dünyanın enerji sistemini değiştirmenin ‘yıllarla değil on yıllarla ya da nesillerle ölçülmesi gereken bir süreç’ olduğunu söyledi.

Banka, yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımların ‘şu anda düşük getiri sağladığını’ ve enerji fiyatlarının güçlü bir şekilde artması halinde toplumsal huzursuzluk riskinin bile bulunduğunu ekledi.

Rapor, Shell ve BP gibi petrol şirketlerinin bu yıl iklim hedeflerini azaltmasının ve Microsoft, Unilever ve JBS gibi yüzlerce şirketin, Glasgow’daki BM COP26 iklim zirvesinin ardından kurulan bir ‘Bilime Dayalı Hedefler’ girişimi tarafından onaylanacak kadar iddialı hedefler belirleyememesinin ardından geldi.

Malek, Uluslararası Enerji Ajansı’nın öngördüğü gibi, gelişmekte olan ülkelerin nüfuslarının daha fazla otomobil satın almaya ve daha fazla uçuş yapmaya başlamasıyla petrol ve doğalgaz talebinin 2030’da zirve yapacağının garanti olmadığını belirtti.

JPMorgan, 2030 yılında dünyanın günde 108 milyon varil petrole ihtiyaç duyacağını ve daha fazla rüzgar, güneş ve elektrikli araç kapasitesi inşa edilmesinin bu rakama günlük 2 milyon varil daha ekleyebileceğini tahmin ediyor.

Malek, “Talep açısından bir dönüm noktasındayız. Dünyanın her geçen gün daha büyük bir kısmı enerjiye erişiyor ve daha büyük bir kısmı da bu enerjiyi yaşam standartlarını yükseltmek için kullanmak istiyor. Bu büyüme devam ederse enerji sistemleri ve hükümetler üzerinde büyük bir baskı oluşacaktır,” dedi.

JPMorgan, fosil yakıt projelerinin ve düşük karbonlu enerji projelerinin önde gelen finansörlerinden biri. BloombergNEF’in verilerine göre banka 2021 ve 2022’de 101 milyar dolarlık fosil yakıt anlaşması ve 71 milyar dolarlık düşük karbon anlaşması imzaladı.

İcra Kurulu Başkanı Jamie Dimon 2022 yılında bir ABD Kongresi oturumunda bankanın büyük petrol ve doğalgaz projelerine yatırım yapmaya devam edeceğini, bu tür anlaşmalardan çekilmenin ‘Amerika için cehenneme giden yol olacağını’ ve ‘dünyanın enerji dönüşümünü doğru yapmadığını’ söylemişti.

JPMorgan’a paralel olarak, enerji danışmanlık şirketi Wood Mackenzie de perşembe günü yaptığı açıklamada, yüksek faiz oranlarının net sıfır küresel ekonomiye geçişi ‘daha da zor ve maliyetli’ hale getireceğini söyledi.

Wood Mackenzie’nin baş ekonomisti Peter Martin, ‘artan sermaye maliyetinin enerji ve doğal kaynak endüstrileri için derin etkileri olduğunu’ ve yüksek faiz oranlarının, yüksek sermaye yoğunluğu ve düşük getirileri nedeniyle yenilenebilir enerji ve nükleer enerjiyi orantısız bir şekilde etkilediğini söyledi.

Wood Mackenzie, petrol ve doğalgaz sektöründeki birçok şirketin borçlanma seviyesinin düşük olduğunu ve yüksek faiz oranlarından nispeten etkilenmeyeceğini de sözlerine ekledi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English