Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Aksa Tufanı ve Lübnan cephesi: Kötü ile en kötü arasında, İsrail hangisini seçecek?

Yayınlanma

Khaled al-Yamani, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Lübnan yöneticisi

7 Ekim’den bu yana İsrail açısından iyi bir seçenek yok, sık sık kötü ve daha kötü arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Savaşın başlamasının ertesi gününden itibaren kuzey cephesi üzerinden Lübnan’ın tuzağına düştü. İşgal altındaki Filistin’in kuzeyinde Hizbullah tarafından kendisine dayatılan çıkmazın etkileri artık sadece bugünü değil, geleceği de bağlıyor ve bu etkiler Gazze Şeridi’ndeki Aksa Tufanı’nın sonuçlarıyla bütünleşiyor. Bu hakikati ifade edebilecek olanlar yerleşimcilerin kendileri, eski askeri komutanlar ve güvenlik uzmanları.

Hizbullah ile mevcut çıkmazdan kurtulmak, onlara göre daha kötü bir gerçekliğe yol açabilir. İsrail, savaş yönetiminin kuzey cephesiyle ilgili masasındaki temel soru karmaşık bir sorundan ileri geliyor: Bugün var olan ve faizi biriken bir kredi gibi maliyetleri zaman içinde giderek artan kötü seçenekte mi sıkışıp kalacak? Yoksa Lübnan’a karşı savaşı genişletme yönünde inisiyatif alıp hasta bedeninin kaldıramayacağı sonuçlara mı katlanacak?

Hedefe ulaşıldı

Siyonist varlığın kurucu babası David Ben-Gurion, caydırıcılık, uyarı ve kararlılık şeklinde İsrail’in güvenlik doktrininin dayandığı üç ilke belirlemişti. Daha sonra, stratejik çevresindeki değişiklikler nedeniyle buna dördüncü bir ilke daha eklendi; savunma.

Bu doktrin, Aksa Tufanı’nın ilk günlerinde İsrail’in dengesini kaybetmesine neden olan bir darbe aldı. Muazzam ateş gücüne, “Gazze katliamını Beyrut’ta tekrarlama” tehditlerine ve Lübnan’a yönelik savaşın yakın olduğuna dair tekrarlanan gözdağlarına rağmen, sınırlarda meydana gelen günlük çatışmaların kayıtları, İsrail tarafının artık reddedemeyeceği bir hakikati açıkça yansıtmaya başladı.

Güvenlik doktrininin ilk üç ilkesinde Hizbullah, destek cephesini harekete geçirmekten caydırılmadığı gibi, tekrarlanan uyarılar da Lübnan direnişini geri çekilmeye zorlayacak bir sonuç vermedi. Temmuz Savaşı’nın üzerinden 17 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen İsrail, şimdiye dek bu sorunu çözemedi ve bunu başarabileceğine dair kuşkular var. Dördüncü ilkeye, yani savunmaya gelince, askeri performansı ışığında şimdiye kadarki etkinliğinin düzeyi hakkında bir tartışmaya ihtiyaç duyuyor, ama İsrail’in kuzey cephesinde dördüncü karede konumlandığını ve tüm askeri teşebbüslerinin ve tehditlerinin artık ilk üç ilkeyi kurtarmak adına yararlı olmadığını söylemek yeterli.

Geçen ayın sonlarında Israel Hayom gazetesinin askeri analisti Yoav Limor, İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nın tehditlerini yorumlarken bunların Seyyid Hasan Nasrallah ve Tahran’daki destekçilerini çok da rahatsız etmediğini söyledi. Limor, sonunda Rıdvan kuvvetlerinin sınırdan kalıcı olarak uzaklaştırılmasını sağlayacak diplomatik bir plana varılsa bile, Hizbullah’ın tıpkı İkinci Lübnan Savaşı’nı sona erdiren 1701 sayılı Güvenlik Konseyi kararına uymadığı gibi buna da uymayacağına inanıyor.

En önemlisi, ona göre caydırıcılığa verilen zararın İsrail’in gelecekteki güvenliği üzerinde geniş kapsamlı etkileri olacak ve bu caydırıcılık hızlı bir şekilde kurtarılmak zorunda ki bu da ancak tek bir şekilde, yani kararlılıkla başarılabilir.

Margaliot sınır yerleşim konseyi başkanı Eitan Davidi de bu görüşe katılıyor ve siyasi bir çözümle kuzeyde yaşayanların sükunete kavuşacağına ve geri döneceklerine inananlar varsa bunun olmayacağını söylüyor. Diyor ki: “Bu senaryoyu unutun. Böyle bir şey olmayacak. Biz Lübnan içinde bir güvenlik kuşağı istiyoruz. Şu anda olan şey, güvenlik kuşağının İsrail’in içinde olması ve en tehlikeli şey de bu. Bundan sonra bize Hizbullah’ın savaş istemediğini söylüyorlar. Neden savaş olsun ki? Hedefe ulaşıldı.”

Benzeri görülmemiş bir gerçeklik

İsrail’in güvenlik doktrininin aşınmasıyla ilgili olarak daha önce bahsedilenler tamamen yeni değil. Yeni olan, Hizbullah’ın, Hizbullah Genel Sekreteri’nin sözleriyle “saldırganlık durana kadar düşmanı yenmek ve zayıflatmak için baskı, destek ve katılımla” giriştiği Aksa Tufanı’nın sonucunda daha görünür ve somut hale gelen şey. Bu katılım, sınırın her iki ucunda var olan denklemleri, felsefi ifadeye göre, zorla var olma alanından eylemle var olma alanına taşıdı. Popüler ifadeyle: Kar eridi ve çayır berraklaştı.

Amos Harel bir aydan fazla bir süre önce Haaretz’de, İsrail’in bu aşamada Hizbullah’a karşı taktiksel olarak elde ettiğini düşündüğü başarıları stratejik bir sonuca dönüştüremeyeceğine dikkat çekti. Yazar, tam aksine Hizbullah’ın günlük saldırılarını sürdürmekte ısrar ettiğini ve ödediği bedelden memnun olduğunu belirtiyor.

Hizbullah, katılımından dolayı, sınır köylerinin yıkımına ek olarak, askeri ve altyapı ve sayısal olarak şüphesiz bedeller ödüyor ama bu bedeller şimdiye kadar elde ettiği başarılar ve kuzey İsrail cephesinde yarattığı gerçeklikle ölçülmüyor. İbranice yayın yapan Kan televizyonunun askeri ilişkiler analisti Roi Sharon tarafından özetlenen bu gerçeklik, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Marom Cheney’e göre, tüm tarihi boyunca hiç böyle bir durumda olmayan İsrail devleti açısından bir utanç kaynağı haline geldi. Chaney, “Bu eşi benzeri görülmemiş bir durum,” diye belirtiyor.

Hizbullah ivmeyi belirliyor

Bir haftadan uzun bir süre önce, İsrail’de yeni kurulan Cephe Forumu’nun ve Bölgesel Konsey’in (Mate Aşer) başkanı Moshe Davidovich, durumu kendi üslubuyla şöyle özetledi: “Nasrallah’ın krallığında, Hizbullah’ın krallığında yaşıyoruz. Kuzeyde ivmeyi belirleyen Hizbullah’tır. Her zaman tanksavar füzeleri alıyoruz. Nasıl karşılık veriyoruz? Bu benim içinde büyüdüğüm ve gurur duyduğum İsrail de değil”.

Yukarıdakiler yapıcı bir saçmalık ya da söylemsel bir mübalağa değil. Yukarıdakilerin tamamı, Siyonist varlığın bugün duman, bombardıman ve ateş örtüsü altında kalan stratejik çıkmazının yönlerini gösteriyor.

Toprak, tanımı gereği her ülkenin temel bir bileşenidir. Siyonistlere göre toprak, bir yerleşim “devleti”, “topraksız bir halk için halksız bir toprak”, İsrail egemenliği altına giren her Filistin noktasında İsrail makamlarının koruması gereken kurucu ifadelerden biri ve “devletin” bir parçası olduğu için iki kat önem kazanır. Bunun koşulu da güvenliğin sağlanmasıdır. İsrail’de tebaa ile devlet arasındaki bu toplumsal mutbakat, kanun gücünün ötesine geçerek yerleşim ve yerleşimcilerin varlığı, yani “devletin” varlığı için temel ve vazgeçilmez bir koşul olarak hizmet eder.

Birkaç satırlık kısa bir hikâye, yukarıdan sınırın diğer ucundaki çıkmazın derinliğini anlamayı sağlıyor ve sonraki verilere bir başlangıç teşkil ediyor.

Geçtiğimiz ay, henüz tahliye edilmemiş olan bazı kuzey yerleşimleri, sakinlerinin tahliye edilmesi ve savaşın başlangıcından bu yana uğradıkları zararın tazmin edilmesi için İsrail Yüksek Mahkemesi’ne bir dilekçe sundu. Dilekçe sunan yerleşimler, hükümetin Lübnan sınırına 0-5 kilometre mesafede bulunan yerleşimlerde yaşayan “sakinlerin” tahliye edilmesine dönük bir eylem planına dayanarak Güvenlik Bakanı’nın bunları tahliye etmesine izin veren bir listeye halihazırda yerleştirilmişti.

Dilekçede 12 yerleşim komitesi, 7 Ekim felaketinden bu yana “kurumsal güvenlik başarısızlığının pek çok alanda idari başarısızlığa dönüştüğünü ve hükümetin çalışmalarındaki temel başarısızlığın kuzey İsrail’deki cephe hattı sakinlerinin meselelerini ele almak olduğunu” iddia ediyor.

Savaşın başından bu yana, doğrudan bir güvenlik tehdidine maruz kaldıkları için evlerinde kendilerini güvende hissetmediklerini iddia ederek tahliye için hukuki ve medyatik bir mücadele verdiler. Kısa bir süre önce, İsrail makamları dilekçenin argümanlarına yanıt verdi ve tahliye kararının ertelenmesini talep etti, bu da yerleşimciler arasında yaygın bir öfkeye yol açtı. Afdoun yerleşiminin başkanı şu yorumu yaptı: “Sahadaki durum ve içinde bulunduğumuz tehlike hakkında hiçbir farkındalık yok”.

Bu, Kuzey Filistin’in güney Lübnan sınırındaki yerleşimlerinde yaşayan Siyonist yerleşimcilerin psikolojik durumuna ilişkin rahatsız edici bir tablo. Hizbullah pratikte İsrail’i, hükümetini, ordusunu ve halkını köşeye sıkıştırdı. Bunun kanıtı sadece genişletilmiş bir savaştan kaçınmak ile savaşı başlatma zorunluluğu arasındaki salınım değil, aynı zamanda kuzey yerleşimlerinin “sakinlerinin” bir bütün olarak memnuniyet kriterini de içeriyor.

Hayal kırıklığı, şikâyet ve memnuniyetsizlik artık sadece tahliye talebinde bulunanları değil, aynı zamanda ilk etapta tahliye edilenleri de kapsıyor. Bu insanlar işlerine, evlerine ve ruh sağlıklarına verilen zararın yanı sıra, belirsizlik ve geri dönüş için herhangi bir ufkun olmaması nedeniyle umutsuzluk hissediyor.

Geçtiğimiz ay Kiryat Shmona ve civarında yaşayan 2 bin 500 insanın katıldığı bir kamuoyu yoklamasında, her 10 kişiden 4’ünün geri dönmeyi düşünmediği ortaya çıktı. Kfar Giladi yerleşimindeki hazırlık ekibinin bir üyesi olan Nisan Ze’evi’nin değerlendirmesine göre, ayrılmaya karar verenler maddi durumu iyi olanlar, bu da geri dönecek olanların bir kısmının başka bir seçeneklerinin olmamasıyla ilgili bir karar vermiş olabileceği anlamına geliyor.

Kuzeydeki yerleşimcilerin yaşadığı psikolojik kriz ve moral çöküntüsünün önemli bir yönü, İbrani medyasında dolaşan ve yaygınlaşan gerçeklerden kaynaklanıyor. İsrail ordusunda albay olarak görev yapmış olan Kobi Merom, 3 hafta kadar önce Kanal 13’e verdiği demeçte İsrail’in kuzeyde açık bir stratejik ikilem içinde olduğunu ve Hizbullah’ın Hamas’tan kat kat daha büyük bir tehdit olduğunu söyledi. Merom’un söylemediği şeyi, kuzey yerleşimlerinde yaşayan çok sayıda insan söylüyor: O da mevcut çatışmaların sona ermesinden sonra herhangi bir zamanda Lübnan’da bir 7 Ekim yaşanması korkusu.

Geçtiğimiz 22 Ocak’ta Yedioth Ahronoth gazetesi tarafından yayımlanan bir araştırma, Celile’den tahliye edilenlerin yaklaşık yarısının travma sonrası stres semptomlarından mustarip olduğunu gösterdi. Araştırma, Lübnan’la cephe hattında yaşayanların büyük bir kısmının, ancak Hizbullah üyelerinin sınırdan uzaklaştırılması ve son yirmi yılda İsrail yerleşimlerinin karşısında inşa edilen altyapısının yok edilmesi koşuluyla kendilerini güvende hissedeceklerine ve evlerine döneceklerine inandıklarını gösterdi.

Araştırmaya göre, tahliye edilen yerleşimlerde yaşayanların yaklaşık yüzde 40’ı, Hizbullah tehdidinden korktukları için savaş sona erdiğinde mevcut durumda evlerine dönmeyi düşünmediklerini belirtti. Ayrıca araştırma, Doğu Celile sakinleri için hem psikolojik hem de iktisadi açıdan rahatsız edici bir durum tablosu ortaya koydu. Bulgular hem zihinsel hem de duygusal açıdan durumlarına ilişkin kasvetli bir tablo çizdi.

Geçtiğimiz ekim ayının 7’sinden sonra Hizbullah’ın Doğu Celile sakinlerine dayattığı gerçeklik nedeniyle ortaya çıkan psikolojik sıkıntı belirtileri, bu sakinlerin diğer “sakinlerin” neredeyse iki kat daha da kötüleştiğini gösteriyor.

İşgal liderleri ve ordusu, Lübnan’da kayıplar verirken, askeri ve güvenlik güçsüzlüğü yaşarken savaşı açmaya ve genişletmeye cesaret edebilir mi?

Amerika’nın anlaşma önerisi hakkında

ABD, önerdiği anlaşmayı İsrail’in kabul etmesi ve direniş üzerindeki baskıyı artırma konusunda çok etkili bir şekilde hareket ediyor; bu arada bu, direniş üzerindeki baskının ötesine geçen tehlikeli bir eylem, ancak özünde reddedilmesi durumunda veya turun başarısızlığına yol açabilecek temel değişikliklerin sunulması durumunda onu sorumlu tutacaktır. CNN tarafından yapılan bir analize göre, işgalcilerin saldırganlığını ve katliamlarını sürdürmekte tereddüt etmediği, tüm uluslararası çabaları görmezden geldiği ve Amerikan silahlarını kullandığı bir dönemde, imha savaşının devamına yeni bir kılıf sağlamak anlamına gelen mevcut müzakereler devam ediyor.

Amerikalı yetkililer, bir yandan işgal ordusu ve liderlerinin sahada sonuç elde etme iddiaları ile diğer yandan direnişin yapısının derinliği, operasyonel kabiliyetleri, emir komuta zinciri ve komuta kontrol odalarının bütünlüğüne ilişkin her geçen gün daha da netleşen tablo ve saha gerçekliği arasındaki uçurumun büyüklüğünü kabul ediyor. Direnişin ispat ettiği şey, karşı durmaya değer bir hadise. Gazze Şeridi’ne karşı 244 gün süren savaşın ardından Refah kentindeki işgal ordusunun ana odağına bir çıkarma operasyonu düzenleyen savaşçılar sınırı geçerek Refah’a saldıran güçlerin komuta merkeziyle çatıştı ve saldıran hedefe maddi ve insani kayıplar verdirdi, bu da direnişin kabiliyetlerinin —hatta saldırı kabiliyetlerinin— hala sağlam olduğunu ve direnişin operasyonlarını tepkilerden uzak bir şekilde ve birden fazla kartı, saldırı kabiliyetini ve hatta birden fazla silahı muhafaza ettiği kapsamlı bir savaş yönetimi stratejisine göre yönettiğini gösteriyor ki bu, gerek Cibaliye kampındaki müdahale operasyonlarında gerekse de Refah’ta devam eden ve Netzarim hattında konuşlu güçleri tüketmeye yönelik muharebe operasyonlarında açıkça görülüyor.

İşgal altındaki Filistin’in kuzeyindeki yangınlara gelince, bunlar son derece yakıcı hale geldi ve bunlar İsrail’in siyasi kademesinde derin bir tartışmayı ateşledi ve hükümet, direnişin art arda gerçekleştirdiği belirli saldırılarla başa çıkma konusunda herhangi bir ciddi karar alamadı ve bu, işgal ordusunun savunma sistemlerinin bunlarla başa çıkmadaki yetersizliğini gösterirken, Lübnan Hizbullah’ı, işgal liderlerinin Lübnan’a yönelik saldırgan niyetlerini uygulamaya karar vermeleri halinde olası bir çatışmanın ne getireceğinin minyatür örneklerini sundu.

Mısır’a gelince, durgun suları hareketlendirmek ve müzakerenin çözümüne katkıda bulunabilecek formüller yaratmak adına Filistinli ulusal ve İslami güçlerle etkileşim çemberini genişletiyor. Katar ve Mısır, ABD istihbarat başkanının da katılımıyla Hamas hareketi liderleriyle birlikte Halk Cephesi, İslami Cihad ve Fetih hareketinin ön saflarından heyetlerin gelişine tanıklık ediyor. Bu çabalar —önemlerine rağmen— ulusal düzeyde mutabık kalınan temel çizgilerin ötesine geçen ve önerilen herhangi bir formül için gelecek teşkil eden formüller üretemez. Ateşkes, işgal ordusunun geri çekilmesi ve yerlerinden edilenlerin yaşadıkları yerlere geri dönmelerini öngören net bir metin olmaksızın, bu sınırlamaların ötesinde bir açılım oluşturabilecek hiçbir yaklaşım bulunmuyor. Daha önce diğer anlaşma taslaklarında, özellikle de sayılar ve esir takası süreciyle ilgili olanlarda yeterli esneklik sağlanmışken ve hatta anlaşmanın parçalı olacağı kabul edilmişken, müzakere sürecini ilerletmek için büyük bir dramatik olay ya da ABD’nin bazı siyasi ve medya manevralarının ötesine geçen gerçek bir baskı gerekiyor. İşgal, imha savaşını durdurmalı ve hiç kimse Binyamin Netanyahu’nun siyasi gelecek arayışına rehin olmamalıdır.

ORTADOĞU

Hamas’ın Batı Şeria lideri İsrail hapishanesinde öldürüldü

Yayınlanma

Hamas’ın Batı Şeria’daki lideri Mustafa Muhammed Ebu Ara, tutuklu bulunduğu İsrail hapishanesinde hayatını kaybetti. 7 Ekim’den bu yana İsrail hapishanelerinde işkence veya ihmal nedeniyle öldürülen tutuklu sayısının 19’a yükseldi.

Filistin Esirler Cemiyeti ile Filistin Kurtuluş Örgütüne bağlı Esirler ve Serbest Bırakılanlar Heyetinden yapılan ortak açıklamada, işgal altındaki Batı Şeria’nın Tubas kentine bağlı Akaba beldesi sakinlerinden Ebu Arra’nın sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldığı belirtildi.

Rimon Hastanesinden Soroka Askeri Hastanesine sevk edilen Ebu Arra’nın yaşamını yitirdiği aktarılan açıklamada, evli ve 7 çocuk babası olan Ebu Arra’nın 1990 yılından bu yana birçok kez İsrail tarafından tutuklandığı kaydedildi.

Ebu Arra’nın İsrail hapishanelerinde toplam 12 yıl yattığı paylaşılan açıklamada, 63 yaşındaki Filistinlinin son olarak 30 Ekim 2023’te idari tutuklamaya tabi tutulduğu hatırlatıldı.

Açıklamada, “Ebu Ara’nın, tüm mahkumlar gibi, Gazze’ye yönelik imha savaşının başlamasından bu yana, İsrail hapishaneleri ve kamplarındaki mahkûm ölümlerinin başlıca nedenleri olan işkence, açlık ve tıbbi ihmal de dahil benzeri görülmemiş suçlar ve prosedürlerle karşı karşıya kaldığı” vurgulandı.

Ebu Arra’nın tutuklanmadan önce ciddi sağlık problemleri yaşadığı belirtilen açıklamada, “Ebu Arra, ilaçlarından mahrum edilerek ölüme terk edildi. Bu Filistin halkına karşı devam eden soykırım suçları kapsamında yapıldı” denildi.

Filistinlinin ölümünden İsrail hapishane idaresinin sorumlu tutulduğu açıklamada, İsrail hapishanelerinde tutulan 9 bin 700’ü aşkın Filistinlinin akıbetinden de hapishane idaresinin mesul olduğu kaydedildi.

Açıklamada, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail hapishanelerinde ölen Filistinlilerin sayısının 19’a çıktığı aktarıldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Mısır, IMF incelemesi öncesi akaryakıt fiyatlarını %15 artırdı

Yayınlanma

Mısır, Aralık 2025’e kadar sübvansiyonları kademeli olarak kaldırma planının bir parçası olarak akaryakıt fiyatlarını artırdı. Bu hamle, vatandaşların hoşnutsuzluğuna yol açan elektrik kesintilerinin devam ettiği bir dönemde geldi.

Mısır 2022’den bu yana, verdiği kredilere karşılık Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) talep ettiği ekonomik bir “reform” programı uyguluyor. Bu program çerçevesinde para birimi dört kez devalüe edildi, gıda ve enerji sübvansiyonları önemli ölçüde azaltıldı, ancak bazıları hala yürürlükte.

The National’a konuşan mali analistler, akaryakıttaki fiyat artışlarının IMF’nin Mısır’a verdiği 820 milyon dolar tutarındaki kredinin üçüncü diliminin ödenmesi için temel bir şart olduğunu söyledi.

IMF, Mısır’ın gıda ve yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması şartını yerine getirmesini beklerken reform programının üçüncü incelemesi 10 Temmuz’dan 29 Temmuz’a ertelendi.

IMF’nin mart ayında kredi programını 5 milyar dolar genişletmesinden bu yana hükümet akaryakıt fiyatlarına ikinci kez zam yaptı. Mısır, anlaşmanın bir parçası olarak yakıt sübvansiyonlarını azaltmayı taahhüt etmişti.

Nisan ayında IMF, Mısır’ın 2024/25 yıllarında yakıt sübvansiyonları için 331 milyar Mısır lirası (6,85 milyar dolar), 2025/26 yıllarında ise 245 milyar Mısır lirası harcayacağını tahmin etmişti.

The National’ın haberine göre hükümetin sübvansiyonları kaldırma çabaları, son yıllarda yaşam maliyetlerinin arttığını söyleyen vatandaşların direnişiyle karşılaştı. Günlük yaşamı sekteye uğratan ve Mısırlılar arasında öfkeye yol açan sürekli elektrik kesintileri durumu daha da kötüleştirdi.

Hükümet elektrik kesintilerini rekor tüketim ve teknik arızalara bağlıyor ancak pek çok vatandaş bu açıklamaları bahane olarak görüyor.

Bazı uzmanlar sübvansiyonların azaltılmasının uzun vadede elektrik sektöründe yeni yatırımlar için alan açacağını ve nihayetinde elektrik kesintilerini ortadan kaldıracağını söylüyor.

Ancak hükümet kısa vadede IMF’nin şartlarını yerine getirmek ve halkın hoşnutsuzluğunu yönetmek arasında tehlikeli bir yolda ilerlemek zorunda.

Akaryakıt fiyatlarına yapılan zamlar, IMF kredilerini güvence altına almak için gerekli olsa da hükümet ile vatandaşlar arasındaki ilişkiyi daha da gerginleştirebilir.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Ateşkes müzakerelerine “Biden” rötarı

Yayınlanma

İsrail müzakere ekibi, Hamas ile ateşkes ve esir takası müzakereleri için bugün Doha’da yapılması planlanan görüşmeleri bir hafta sonraya erteledi.

Üst düzey bir İsrailli yetkili, gecikmenin nedeninin Başbakan Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşmenin ertelenmesi olduğunu belirterek, Başbakan’ın nasıl ilerleneceğini değerlendirmek üzere ortaya çıkan anlaşmayı Biden’la görüşmeyi planladığını söyledi.

Kaynak ayrıca müzakere ekibinin toplantıdan sonra görüşmeler için yola çıkacağını söyledi, ancak tam zamanını belirtmedi. İsrail medyası heyetin ancak önümüzdeki hafta yola Doha’ya gidevileceğini bildirdi. Kaynak, gecikmeye rağmen müzakerecilerin Arap arabulucularla görüşmeleri uzaktan sürdürdüğünü vurguladı.

Hamas’ın elindeki rehinelerin aileleri, heyetin seyahatinin ertelendiği haberine öfke duyduklarını ifade ettiler.

Rehinelerden Matan Zangauker’in annesi Einav Zangauker, “Netanyahu Kongre önünde masadaki anlaşmayı kabul ettiğini açıklamak yerine, kişisel nedenlerle anlaşmanın ilerlemesini engelliyor” dedi.

Ayrıca aileler, İsrailli müzakere heyetiyle “acil toplantı” yapılmasını talep etti.

“Esir Aileleri Forumu” tarafından yapılan açıklamada müzakereler konusunda güven krizinin olduğuna işaret edildi. Açıklamada, “Başbakan (Binyamin Netanyahu) iki haftadır arabulucuların anlaşmanın uygulanmasına ilişkin taleplerine yanıt vermekten kaçınıyor” denildi.

Esir ailelerine müzakere sürecine dair sağlanan bilgilerin gerçekliği yansıtmadığı aktarılarak, “Bu ayak sürüme, sevdiklerimizi geri getirme şansının kasıtlı sabote edilmesidir. Müzakereleri etkili şekilde baltalıyor ve ciddi bir ahlaki başarısızlığa işaret ediyor” denilen açıklamada, esirlerin geri dönüşüne ilişkin “dürüst rapor” sunmanın güvenlik servislerinin sorumluluğunda olduğu vurgulandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English