SÖYLEŞİ
‘Almanya tazminat ödemezse müthiş itibar kaybeder’
Yayınlanma
Yazar
Tunç Akkoç
Ryszard Czarnecki, 2004’den bu yana Avrupa Parlamentosu milletvekili. Tecrübeli bir siyasetçi. Polonya’da iktidarda olan Hukuk ve Adalet Partisi (PIS) mensubu. 2020 yılında kurulan, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında kültürel ve sosyal alanlarda ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan AB-Türkiye Dostluk Grubu’nun da başkanı. Son aylarda Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki ve iktidardaki PIS, Almanya’dan İkinci Dünya Savaşı’nda yaşatılan büyük kayıplar için tazminat istiyor.
Morawiecki, 10 Eylül’de Der Spiegel’e verdiği mülakatta talebin gerekçesini şöyle detaylandırdı: “6,2 trilyon zloti o kadar da fantastik bir miktar değil. Tüm Federal Almanya Cumhuriyeti’nin bütçesiyle neredeyse aynı büyüklükte. Polonya, İkinci Dünya Savaşı’nda en çok ıstırap çeken ama zararı tazmin edilmemiş tek ülkedir. Daha sonraki bir aşamada iddialarımızı uluslararası mahkemelere de taşımamız mümkün.”
Son aylarda Avrupa’da en fazla gündem olan konuların başında gelen bu tazminat konusunu yetkili bir isim olan Ryszard Czarnecki’ye sorduk. Ayrıca Rusya’ya uygulanan yaptırımlar konusunda değerlendirmesi ve Eurozone’dan ayrılmak isteyen ülkelerle ilgili kulis bilgisini de söyleşimizde bulabileceksiniz.

Tunç Akkoç’un Ryszard Czarnecki ile röportajı sırasında.
‘Siyasi bedeli yüksek olur’
- Polonya neden yıllar sonra Almanya’dan tazminat talebinde bulundu. Bunun tarihsel sebepleri nelerdir?
Bildiğiniz üzere 2. Dünya Savaşı biteli 70 yıldan fazla oldu. Ama geçen ay Alman hükümeti Namibya’ya, orada I. Dünya Savaşı’ndan önce (1904-1908) yaptıkları katliamlardan ötürü tazminat ödedi. Ayrıca ortada Atina’nın veya Romanyalı Yahudilerin tazminat talepleri gibi örnekler de var. Bu yüzden biz de Almanya’dan tam bir tazminat talep ediyoruz.
Almanya kısmi bir tazminat ödedi ama biz bu savaşta 6 milyon vatandaşımızı ve sanayimizin çok büyük bir kısmını kaybettik. Dolayısıyla aslında soru Almanya’nın tam tazminat ödeyip ödemeyeceği değil, daha çok ne zaman ödeyeceği olmalıdır. Çünkü baktığınızda bu uzun vadede Almanya için müthiş bir itibar kaybı olur. Bu savaş Alman tarihine ve hafızalara korkunç bir şekilde kazındı. Gördüğümüz üzere Almanya son 20-25 yılda dünya nezdinde imajını düzeltmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Filmler ve kitaplar çıkartıyor konferanslar düzenliyor. Nihai savları da kendi taraflarında da müthiş yıkımlar olduğu ve Holokost gibi birçok katliamdan Alman halkının değil de Nazi ideolojisinin sorumlu olduğu yönünde. II. Dünya Savaşı’nın asıl tarihine bakacak olursak, Almanya’nın Polonya’yı 1939’da işgaliyle başlamıştır. Bence Almanya için tam bir tazminat ödememenin siyasi bedeli, tam tazminat ödemenin maddi bedelinden çok daha yüksek olur.
‘Almanya ile asıl sorun Patriotlar değil, azınlık hakları’
- Polonya Alman tehdidinden endişe duyuyor mu? Eğer duyuyorsa, neden Alman Patriotlarının kendi topraklarına konuşlandırılmasına izin verdi?
Öncelikle, Alman Patriotları elimizdeki son seçenekti. Başka bir alternatifimiz yoktu. Bir de asıl sorun Almanya’nın kendi içerisinde de siyasi olarak bölünmüş olmasıdır. Bazı bakanlar Patriotların Polonya’ya verilmesini onaylarken bazıları da karşı çıkıyor. Ayrıca Patriotların Polonya’ya konuşlandırılmasını ortaya atan Savunma bakanı da hükümet tarafından çok sert bir şekilde eleştirilmişti.
Açık bir şekilde sorun Almanya’nın askeri yardımları değildir. Asıl sorun Almanya’nın Ukrayna’ya askeri yardım vaadinde bulunup bu vaadini gerçekleştirmemesi gibi örneklerdir. Tabi kendileri bilirler, ama bence bu Almanya için büyük bir itibar kaybıdır. Asıl sorun askeri değil, bence asıl sorun Almanya’nın kendi içindeki büyük bir Polonyalı azınlığı bir türlü kabul etmemesidir. Polonya’da doğmuş ve kendini Polonyalı olarak gören 1.5 milyona yakın vatandaş bulunmaktadır. Biz ülkemizdeki Alman azınlığa haklarını veriyorken, Almanya kendi içindeki Polonyalı azınlığın haklarını tanımamaktadır. Aramızdaki asıl sorun budur, Patriotlar değil.
‘İtalya Euro bölgesinden çıkmak istiyor’
- Aynı zamanda Avrupa Parlamentosu’nda görevlisiniz, size sorum Varşova’yla Brüksel arasındaki çekişmelerin sebebi nedir? Tıpkı Brexit gibi yeni bir Polexit bekleniyor mu?
Kesinlikle hayır, bu tamamen asparagas bir haber. Polonyalıların yüzde 70-80’i Avrupa Birliği’ndeki üyeliğimizi destekliyor. Ama ilginçtir yüzde 60-70’i de Eurozone’a girmemize karşı. Polonyalıların büyük bir çoğunluğu ortak bir Avrupa para birimine, ya da bu projeye bulunduğumuz katkılara şüpheyle yaklaşıyor. Ama yine de bizim için Avrupa Birliği yerine bir alternatif yok. Polexit mümkün değil, tamamen asparagas veya bir çarpıtmadır. Başka şeylerden çıkmaktan bahsedebiliriz belki, mesela bazı ülkeler Eurozone’dan çıkmayı düşünüyor. Tabi bu sorun bizi alakadar etmiyor çünkü zaten Eurozone üyesi değiliz.
- Hangi ülkeler mesela?
Yani duyduğum kadarıyla İtalya’daki siyasi çevreler bu konuyu tartışıyor. Ama tabi diğer ülkelere ne yapması gerektiğini söylemek de bize düşmez. Polonya bir G5 üyesi, yani AB’deki en büyük beş ülkeden biri. Biz çoğu siyasi tartışmada destekçi oluyoruz ama tabi bazen AB içerisindeki diğer unsurlarla çıkarlarımız farklı olabiliyor. Bir çekişme olarak görmüyorum, ama sadece Polonya ile mesela Fransa, Almanya veya Hollanda arasında birtakım çıkar farklılıkları olabiliyor.
‘Polonya ile Rusya arasında tampon bir devlete ihtiyacımız var’
- Sizce Polonya’daki yüksek enflasyonun sebebi Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar olabilir mi? Ya da yükselen enerji fiyatlarının karşısında Polonya hala Ukrayna’ya desteğini sürdürecek mi?
Öncelikle iyi haber olarak son günlerde Polonya’nın enflasyonunun düştüğünü müjdelemek isterim. Bence Polonya Merkez Bankası’nın aldığı kararlar pratikte çok başarılı. Örnek vermek gerekirse, Baltık ülkeleri ve Hollanda’nın enflasyonu bizimkinden de yüksek, ve Çekya’nınki de bizimkine çok yakın bir seviyede. Bir de Türkiye’ye bakın, müthiş bir enflasyon olmasına rağmen ekonomik büyümeyi sürdürüyor. Ukrayna’ya verilen desteğe gelince de, cevabım hem evet hem hayır… Bence birinci sebep olarak pandemi söylenebilir, Ukrayna’daki savaş ikinci sırada geliyor. Ama zaten milli çıkarlarımız bunu gerektirdiği için ne olursa olsun biz Ukrayna’yı desteklemeye devam edeceğiz. Çünkü Polonya ile Rusya arasında tampon bir devlete ihtiyacımız var. Gıda, tıbbi malzeme ve tabi ki silah desteği vermemizin sebebi de budur. Ayrıca Polonya AB içerisinde Ukrayna’ya en çok desteği veren ülke olup, dünyada da ABD ve İngiltere’den sonra üçüncü en büyük desteği veren ülkedir.
İlginizi Çekebilir
-
Putin adaylığını duyurdu, Reuters ‘Batı yaptırımlarının başarısızlığına’ bağladı
-
Alman Dışişlerinin Brüksel’deki lüks mülkleri Sayıştay denetimine takıldı
-
Avrupalı enerji şirketleri gaz depolamak için Ukrayna’ya yöneliyor
-
Kazakistan Rusya’dan uzaklaşacak mı?
-
AB ülkeleri nükleeri ’stratejik net sıfır’ teknolojileri arasına geri alıyor
-
Avrupa güneş enerjisi sektöründen AP’ye Çin uyarısı
DİPLOMASİ
‘Atina’da masada KKTC olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı’
Yayınlanma
53 dakika önce11/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu Harici’ye konuştu. Türkiye ile Yunanistan arasındaki iyileşmenin çok abartılmaması gerektiğini ifade eden Ertuğruloğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyaretine ilişkin “masada KKTC konusu yoktu, olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Yunanistan ziyareti ile uzun süreli gerginlik döneminden sonra ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda en önemli adımlardan biri atıldı. Erdoğan’ın Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ile görüşmesi sonrası iki lider yeni işbirliklerine işaret etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çözülemeyecek sorunumuz yok” derken, Yunanistan Başbakanı Miçotakis de, “Beraber hareket etmek zorundayız” mesajını verdi.
Erdoğan açıklamasında, Miçotakis ile Kıbrıs meselesini de ele aldıklarını belirterek, “Kıbrıs meselesinin adadaki gerçekler temelinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüme kavuşturulması tüm bölgenin yararına olacaktır” dedi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Atina ziyareti, Yunanistan’la ilişkiler ve Kıbrıs sorunu üzerine gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.
‘Çok abartmamak gerek’
*Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde iyileşme görünüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kabinesiyle birlikte Yunanistan’a yaptığı ziyarette Yunan Başbakan Miçotakis ile birlikte Atina Bildirgesi’ne imza atıldı. Toplantıda verilen resimde masadaki herkes mutlu ve güler yüzlüydü. Tabi ki toplantı Türkiye ve Yunanistan arasındaydı. Kara suları, hava sahası gibi iki ülkenin yaşadığı sorunların çözümüne odaklanıldığı şüphesiz ama siz bu yakınlaşmadan KKTC adına, iki devletli çözüme yönelik de olumlu gelişmeler bekliyor musunuz? Bildirgeyi nasıl görüyorsunuz?
Konuları çok abartmamak gerekir. Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinin iyileşmeye gitmesinden daha doğal bir şey olamaz. Zaten iki komşu ülke. İki NATO üyesi ülke. Doğal olarak ilişkilerinde bir normalleşmeye gitme gayreti içerisine girmeleri gerekir, girdiler. Ama bu, gerçek boyutlarının dışında Kıbrıs konusunda da şu olacak, bu olacak diye bir neticeye götürülecek bir yorumu hak etmiyor benim gördüğüm. Bunun olabilmesi için Rumların, Yunanların Kıbrıs Cumhuriyeti ve hükümeti diye bir varlık ortada yoktur noktasına gelmesi lazım. Eğer biz Kıbrıs’ta Kıbrıs sorunu denen sorunu çözmeye gideceksek bunun başlangıcı Kıbrıs sorununun ne olduğu noktasını tarif ederek “Kıbrıs sorunu nedir” sorusuna samimi bir şekilde cevap vererek olur ve her iki tarafın da bu konuda mutabakat sağlaması halinde bir ilerleme gündeme gelebilir. Şimdi Rum tarafına, Yunanlara sorarsanız ki Erdoğan’ın Miçotakis ile olan görüşmesinde böyle bir konunun konuşulduğunu işitmedim, konuşulduğunu da sanmıyorum.
*Hakan Fidan’a “masada bizimle ilgili bir konu oldu mu” diye sordunuz mu?
Yok, öyle bir görüşme olmadığını çok iyi biliyorum. Çünkü konuşulsa bu olumlu hava yaratılamazdı.
‘Kıbrıs konusunda geri adım başarısızlığa götürür’
*Atina’ya KKTC konusu hiç götürülmedi mi?
Benim bildiğim kadarıyla yok. Öyle bir şey götürülmedi. Çünkü Kıbrıs sorunu nedir? Kıbrıs sorununun tarifinde iki tarafın tarifinde bir mutabakat sağlanmadığı takdirde neyin çözümünden bahsedeceğiz? Rumlara, Yunanlara sorarsanız Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan ‘Türk istilası ve devam eden Türk işgali’dir. Bunu söyleyenlere o zaman 1964’ten beri adada BM barış gücü askerleri neden var diye sormak lazım. Cevapları yok. Eğer sorun 74’te başladıysa 64’ten 74’e kadar adada ki hala barış gücü askerleri var, bunun izahı nedir? Dolayısıyla Kıbrıs sorunu 1974’te başlayan Türk istilası ve devam eden işgali sorunu değildir. Ama Rumlara ve Yunanlara göre öyledir. Bize göre Kıbrıs sorunu, Rum tarafının Kıbrıs Hükümeti ve Cumhuriyeti olarak tanınmasıdır. Bu tanınma ortadan kaldırılmadığı ve Güney Kıbrıs’ın sadece bir Rum devleti olarak tanınmadığı sürece siz Kıbrıs sorununun çözümünden bahsedemezsiniz. Dolayısıyla Türkiye ile Yunanistan’ın aralarındaki konuları, Ege konusu olsun, çeşitli sorunlar olsun, bunları çözmeye yönelik bir gayret içerisine girmesi iki NATO üyesi komşu ülke olarak, bundan daha doğal bir şey olamaz. Kıbrıs Türkü olarak bundan rahatsızlık duyan insanlar da değiliz. Ama bunun Kıbrıs konusunda Türk tarafı geri adım atacak, iki egemen eşit devlet noktasından vazgeçilecek, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içerisine Türklerin nasıl amalgeme (konsolide) edileceği bir politikaya nasıl gelinecek gibi yorumlara sebep olunmaması gerekir. Çünkü bunun gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Kıbrıs konusuna bu şekilde yaklaşım, başarısızlığa gitmenin garantisidir. Zaten 60 yıl böyle gidildi.
‘Pesimist değil gerçekçiyim’
*Biraz pesimist yaklaşmadınız mı?
Ben gerçekçi olmayı tercih ederim. Gerçekçiliği pesimizm diye yorumlamak isteyen olursa buyursun yapsın. Ben gerçekçilikten bahsediyorum. Kıbrıs Türk’ü hiçbir zaman Rum tarafını Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temsilcisi olarak kabul etmeyecektir. Adına Kıbrıs Cumhuriyeti denen Rum devletinin bir statüsü konumunu asla kabul etmeyecektir. Kıbrıs Türkü bir toplum değildir. Kıbrıs Türkü egemen bir devlet sahibi bir halktır. Bu statüsü kabul görmediği sürece ve Kıbrıs konusunun uzlaşıya yönelik bir müzakere süreci gündeme gelecekse iki egemen eşit devletin varlığı temelinde bir süreç gündeme gelmeyecekse, herhangi bir görüşme sürecinin olmayacağı da işin gerçeğidir. Buna nasıl bakarlarsa baksınlar, bunu pesimist diye mi gerçekçi diye mi nitelerler. Bu benim problemim değil. Ben bir Kıbrıs Türk insanı olarak devlet sahibi bir halk noktasından geri adım atarak bir Rum devletinin içerisinde bir toplum statüsünü benimsememizi asla kabul edecek bir halk olmadığımızı bildiğim için bu şekilde net konuşuyorum. Hayal gücüyle toz pembe senaryolar çizerek Kıbrıs konusuna bakmak isteyenler nasıl isterse öyle baksın. Ben gerçekçi bakmayı tercih ederim.
‘Rusya’nın diplomatik temsilciliği tanıma anlamına gelmiyor’
*Rusya’nın KKTC’de diplomatik temsilcilik açma kararı Türkiye’de hareketliliğe neden olmuştu. “Acaba Rusya, KKTC’yi tanır mı, bu hamle bir işaret mi” şeklinde tartışmalar yapıldı. Bu konunun detayları nelerdir? Ayrıca KKTC’nin tanınması konusunda Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleri bakımından bir ilerleme var mı? Örneğin Azerbaycan’ın KKTC’yi tanımasının önünde AB’nin koz olarak kullandığı söylenen Karabağ sorunu gibi bir sorun vardı. Bu konudaki diplomatik girişimlerinizde son durum nasıl?
Konu ilk günden itibaren yanlış yansıdı. Sıra dışı bir konu da değildi. Çünkü ABD’nin kuzey Lefkoşe’de, güneydeki Büyükelçiliklerinin bir irtibat ofisi var. İngilizlerin var. Bunların hiçbirinin adı konsolosluk değil, başkonsolosluk değil. Rusya’nın da güneyde Büyükelçiliği var. Kuzeyde Amerikanlar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar gibi bir irtibat ofisi açtılar. Bunun nedeni de bizim kuzeyde artan bir Rus nüfus. Bunlar Güney Kıbrıs’a geçemiyor. Rum, bunların Güney Kıbrıs’a geçmesine izin vermiyor çünkü adaya KKTC’den geldiler. Rumlara göre KKTC’den gelen kişi “bizim adamıza gayrimeşru giren kişi” olarak nitelendiriliyor. Ruslar da şimdi böyle bir ofis açarak kuzeydeki Rus vatandaşlarına konsolosluk hizmeti verecek. Ama bu KKTC’nin tanındığı anlamında yorumlanmaması lazım. Güneydeki elçiliklerinin bir uzantısı, güneye akredite. Bize akredite değil. Amerikalılar da değil, İngilizler de değil. Ama gayri resmî olarak bizimle çalışıyorlar.
‘Azerbaycan’ın açılımı KKTC’yi nihai tanımaya gidebilir’
Tanınma konusunda ise çok aceleci olmayın. Bakın, tanınma politikamız 2017’den sonra gündeme geldi. Yıllardır biz tanınmayı talep eden bir politika güttük ve başaramadık gibi bir durum yok. Bu şekilde eleştiren muhaliflerimiz var. Ama doğru değil. Biz Kıbrıs konusunda 60 yıl sürdürülen BM müzakereleri süreci içerisinde tanınma politikası gündeme getirmedik. Çünkü ortaklık kurmak için müzakere ederken tanınmayı talep etmek tutarlı değildi. 2017’de Crans-Montana’da müzakere süreci çöktüğü için onun sonrasında egemen eşit devlet, eşit uluslararası statü politikasına girdik. Dolayısıyla daha çok yeni bir politikadır. Bunun hemen bugün yarın netice vereceği kolay bir süreç olmadığını biliyoruz zaten. Hayal kurarak girmedik bu sürece. Evet, Türk Devletleri Teşkilatı’na Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sayesinde gözlemci üye ülke olduk; ilk defa anayasal ismimizle ve bayrağımızla… Ama tabi o örgütte de her şey istediğimiz gibi bir iddia sahibi değiliz. En uygun ilişkilerimiz şu anda Azerbaycan’la gerçekleşti; o da Karabağ olayı bittikten sonra Azerbaycan’ın açılımı gündeme geldi. Ve İlham Aliyev’in orada gerçekleştirilen bir toplantıda “KKTC bayrağı burada her zaman dalgalanacaktır” diye beyanatı olmuştu. Karabağ olayı gerçekleştikten sonra Azerbaycan’ın bizimle olan ilişkilerinde ciddi bir açılım içerisine girdiğini görüyoruz. Bu önümüzdeki zaman diliminin ne kadar olacağıyla ilgili kimse net bir şey söyleyecek durumda değil ama bunun nihai tanınmaya gideceği yorumunu yapmak mümkün. Şunu da kimse unutmasın, Rum tarafı; Türk devletleri olsun, Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki üye ülkeler olsun, İslam İşbirliği Teşkilatı ülkeleri olsun, özellikle Avrupa Birliği ile ilişkilerini silah olarak kullanıp bizimle olan ilişkileri sabote etmeye ciddi ciddi gayret sarf ediyor. Mesela Kazakistan, en son orada yapılan liderler zirvesine KKTC’yi davet etmedi. Ersin Tatar gidemedi çünkü KKTC davet edilmedi. Liderler Zirvesi için bize davet gelmedi Kazakistan’dan. Bunun sebebi de Rum tarafının AB ilişkilerini kullanarak Kazakistan’a ticari ilişkileri, AB’nin Kazakistan’daki projeleri, programları, finansman sağladığı konuları kullanarak baskı yapması.
Bir de tabi BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararları aleyhimize kullanıyor. Sanki bu kararlar bağlayıcı kararlarmış gibi. Biliyorsunuz, KKTC kurulduğunda BM Güvenlik Konseyi bunu eleştiren ve bu devlete yardımcı olunmaması çağrısı yapan kararlar aldı. Bunları kullanarak bizimle olan ilişkileri sabote ediliyor bu ülkelerin. Şimdi şu nokta göz ardı ediliyor: Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs konusunda aldığı kararların hiçbiri bağlayıcı kararlar değildir; tavsiye niteliğindedir. Bunlara uymayan ülkelere BM’nin yaptırım uygulaması söz konusu değildir. Buna en tipik ve tek örnek de Türkiye’dir. Türkiye, o kararlara uygun hareket etmiyor. Rum tarafını tanımıyor; KKTC’yi tanıyor, oraya büyükelçi gönderiyor. KKTC’den büyükelçi kabul ediyor. Dolayısıyla BMGK’nın Kıbrıs’la ilgili aldığı kararların hilafına politika uyguluyor. Kimse bugüne kadar BM’nin Türkiye’ye yönelik ceza, müeyyide uyguladığını söyleyemez. Çünkü yok, olamaz. Bu kararların hepsi de tavsiye niteliğindedir. O yüzden böyle oyunlarla KKTC’nin önü kapatılmaya çalışılıyor. Biz kararlı olduğumuz sürece devletimize sahip çıkarak anavatanımızla birlikte bütün zorluklara göğüs gererek geleceğimizi şekillendirmeye kararlıyız.
‘BM, tampon bölgede Rumlara toprak verdi’
*Birleşmiş Milletler’den söz etmişken Pile – Yiğitler yoluyla ilgili ciddi bir kriz yaşandı. BM Barış Gücü askerleriyle Türk kolluğu arasında gerginlik yaşanmıştı. Orada da bir çifte standart söz konusuydu. Bölgedeki köylerde yaşayan Rumlar gümrük uygulamasından geçmeden merkeze ulaşabilirken aynı hak Türklere sağlanmıyordu. O dönemki gerginlik KKTC ve BM arasındaki ilişkiyi zedeledi mi? Yol projesiyle ilgili en son hangi aşamaya gelindi?
Zaten hiçbir zaman BM ile doğru düzgün bir ilişkimiz olmadı. BM her zaman Rum tarafını ödüllendirdi. Şiddet olayı da BM askerlerinin hadsizliğinden kaynaklanmıştı. Planlanan bir olay değildi. Olayı çok iyi biliyorum. Çünkü BM ile Pile yolunu müzakere eden, başından beri, halen bugün de olayı bilen kişi benim. BM Barış Gücü Özel Temsilcisi ve misyon şefi Colin Stewart ile süreci müzakereli götüren, anlaşmayı sağlayan benim.
*Anlaşma var olduğu halde mi o sonuçla karşılaştınız?
Tabi. Yiğitler köyünden Pile güzergahına doğru BM’ye göre ara bölge sayılan, bize göre bizim toprağımız saydığımız Çayhan Düzü var. Pile’nin üst başı burası. Orada bizim bir de askeri birliğimiz var. Ama bir noktasında, Pile’ye bir, bir buçuk kilometre mesafede bizim de ara bölge diye kabul ettiğimiz bir yer var. Onevler denen bölge orası. Dolayısıyla BM’nin otoritesini kabul ettiğimiz bir yer. Ara bölgede otorite BM’dedir. Bizim yol geldi, Yiğitler’den çıktı, Çayhan Düzü’nü geçti. O ara bölgenin başladığı yerde durduk. Çünkü BM işte burada hata yaptı. Bizimle yol projesini müzakere edip mutabakat sağlarken bizimle istişare etmediği konularda Rum tarafıyla başka bir anlaşma yapmış. Tam bizim yolun geçeceği güzergahın olduğu yerde, Rum’a parselasyon izni vermiş ve Rumlar orada yerleşim yeri, evler inşa edecek.
*Tampon bölgede Rumlara nasıl toprak verilebilir?
Verdi işte. Bu tamamen BM’nin olayı yüzüne gözüne bulaştırması olayıdır. Çok büyük bir fiyaskodur. Çünkü biz yolu nerden yapacağımızı kendilerine harita vererek gösterdik. Güzergahın neresi olduğunu biliyorlar. Bizim güzergahımızı etkileyecek şekilde Rum’un parselasyon çalışması yapmasına izin veriyorlar. Ki bizim herhangi bir şekilde buna onayımız yok. Hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.
*Size sordular mı peki?
Sormadılar. “Rumlarla anlaşma yapıyormuşsunuz” dedik. “Evet” dediler. “Anlaşmayı bize verir misiniz” dedik. “Vermem” dediler. Sonra fiiliyatta gördük. Yol geldi, devam edeceğiz. Karşımıza Rum’un inşaat çalışmaları çıktık. Biz de tepki gösterdik. Asker boy gösterdi. Durdular.
*Peki parselasyon çalışması iptal oldu mu yoksa askıya mı alındı?
Yok, çekildiler ama biz de yola devam edemiyoruz çünkü etmemiz için ara bölgeye girmemiz lazım. BM’nin onayı olmadan ara bölgeye girmek demek, büyük bir sorun demek.
*Fakat o dönem hem KKTC hem de Türk yetkiler çok net konuşmuştu. “Biz bu yolu kim ne dersin yapıp bitireceğiz” denmişti.
Yapacağız. Yine aynı şeyi söylüyorum. 18 Ağustos’ta gerginlik çıktı. O krizi çözmek için diplomasiye geçildi. Defalarca BM heyetiyle görüşüldü. Biz yol projesini yapma konusunda mutabakatı 9 Ekim’de sağladık. Mutabakat neticesinde 9 Ekim’e kadar ara bölgeye kadar olan yolu da yapmaya devam ettik. Ama ara bölgeye geldiğimizde karşımızda Rum’u bulduk. Bu BM’nin samimiyetsizliğidir. BM, bizim yolumuzun nereden geçeceğini bile bile, bizim projemizi sabote edecek şekilde Rum’la anlaşma yapıp önümüzü yerleşim projeleriyle kesmeye çalıştı. Şu anda proje donmuş durumda. Bizim yolumuz durdu. Rumların da inşaatı yok ortada. Tepkimiz üzerine parselasyon durdu. Şu anda iki taraf da duruyor.
*Rumlar, “BM burayı bize verdi, inşaatımızı yaparız” derse ne olacak?
Yapamazlar. Mümkün değil. Bunun mümkün olmadığını bildikleri için durdular zaten.
‘Kıbrıs sorununun İsrail-Filistin konusuyla benzerliği yok’
*Türkiye, İsrail ve Filistin arasında garantörlük modelini tartışırken Kıbrıs modeli örnek gösterildi. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin düzenlediği panelde de yine Kıbrıs’taki garantörlük modeli örnek gösterilmişti. Bazı akademisyenler bu modeli tartışırken diğerleri de İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı orantısız güç bakımından iki ülke arasındaki problemin Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler arasında olanlarla benzeşmediğini öne sürüyor. Kıbrıs modeli Türkiye’nin garantörlük açısından gerçekten örnek gösterilebilir mi? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence Türkiye’nin ortaya koyduğu garantörlük politikasıyla Kıbrıs modelinin karıştırılmaması gerekir. O çok farklı bir garantörlük. Benim gördüğüm kadarıyla Sayın Hakan Fidan’ın söz konusu garantörlükle ilgili söyleminde net bir duruş, nasıl bir garantörlük olacağıyla ile ilgili herhangi bir detay yok. Askeri varlık mı olacak yoksa askeri varlığın olmadığı başka bir garanti sistemi mi olacak? Bu netleştirmesi gereken apayrı bir konu. Kıbrıs’taki garanti sistemi ile hiçbir alakası olmayan bir garanti sistemi olacaksa olacak bana göre. Bizim için önemli olan Gazze’de yaşananlardan sonra yıllarca bize Kıbrıs konusunda “Türkiye’nin garantisinden asla vazgeçilmemesi gerekir, vazgeçmeyiz” yönündeki politikalarımızı eleştiren muhaliflerimiz, “garanti sistemleri artık çağdışı kalmıştır, Kıbrıs’ta Avrupa Birliği garantisi yeterlidir, AB üyesi Kıbrıs’ın AB üyesi olmayan bir ülke yani Türkiye tarafından garanti edilmesi gibi bir olay söz konusu değildir” yönündeki eleştirilerinin ne kadar anlamsız, ne kadar gerçekle bağdaşmayan yaklaşımlar olduğu, garanti sisteminin ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkmıştır.
Ama Kıbrıs konusundaki garanti sisteminin aynen veya onun bir modalitesinin Gazze konusunda uygulamaya girmesi gibi bir yorumu da ben gerekli görmüyorum. O bambaşka bir olay. Kıbrıs’taki Rum-Türk meselesinin İsrail-Gazze konusuyla özdeşleştirilmesiyle doğru bulmuyorum. Farklı bir konudan bahsediyoruz. Kıbrıs konusunun İsrail-Filistin olayıyla bir benzerliği yok çünkü Kıbrıs sui-generis (kendine özgü) bir konudur. Kıbrıs’ta bir ortaklık devletinin bozulmasından bahsediyoruz. Ortalık devletinin kurulmasında anlaşmalara imza atan bir Türk tarafı var. Bizim imzamız olmadan Kıbrıs Cumhuriyeti diye bir devlet 1960’da kurulamazdı. O bambaşka bir olay. Bu ortaklığı bozan bir Rum tarafı var. Dünyanın Rum’u ortaklığı bozan taraf olmasına rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması Kıbrıs sorunudur. Bunun Filistin-İsrail konusuyla uzaktan yakından bir benzerliği yok.
ORTADOĞU
‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’
Yayınlanma
2 gün önce09/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonrası CNN ve BBC gibi Batı televizyonlarında yaptığı çıkışlarla gündeme gelen Filistin’in İngiltere’deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Husam Zomlot Harici’ye konuştu. Netanyahu’nun Gazze için planlarını değerlendiren Büyükelçi, “Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.
Filistinli Büyükelçi Zomlot, BBC programında sunucunun Hamas’ın saldırılarını kınıyor musunuz sorusu üzerine “Gazze’de kınanması gereken biri varsa o da sivillere saldıran İsrail’dir” yanıtını vermişti.
Harici adına gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Husam Zomlot, savaş sonrası Gazze’deki siyasi duruma, Arap ve Müslüman ülkelerin Filistin’e verdiği desteğe ve Türkiye’nin tutumuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
‘Filistin halkı birlik içindedir’
Öncelikle Filistin’in temsiliyle ilgili bir sorum var. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) diplomatik temsilcisi olarak nereye giderseniz gidin, hangi televizyon kanalına çıkarsanız çıkın, Hamas’ın eylemlerine de cevap vermek zorundasınız. Çünkü insanlar size Hamas’ın yaptıklarını soruyor ve siz de kendi tarafınızı her şekilde savunmanız gereken pozisyonda kalıyorsunuz. Duruşunuzu muhataplarınıza nasıl açıklıyorsunuz?
Her şey çok açık. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz, çünkü biz FKÖ’yü temsil ediyoruz. FKÖ, tüm Filistin halkının tek meşru temsilcisidir. Bütün Filistin dokusundan ileri gelen meşruiyeti var. Tarihi meşruiyeti var. Demokratik meşruiyeti var. Ve Filistin halkının bölgedeki tek meşru temsilcisi olarak tanınıyor. Ve uluslararası alanda tanınıyor. Londra’da FKÖ ofisimiz var. Washington’da da FKÖ ofisimiz vardı. Dolayısıyla Filistin halkını temsil etme konusunda herhangi bir sorun yok. Filistin halkı birlik içindedir. Zalimin bir olması gerçeği karşısında birleşiyoruz. Bayrağımızın bir olmasıyla birleşiyoruz. Topraklarımızı özgürleştirme hedefimizin bir olduğu gerçeğiyle birleşiyoruz. Yani siyasi gruplar arasındaki meselenin bizim temsilimizle hiçbir ilgisi yok. Biz Filistin halkını temsil ediyoruz.
‘İsrail Gazze’yi FKÖ’ye iade etmek istemeyecek’
En önemli soru, Gazze’nin geleceği ne olacak? ABD, savaştan sonra Gazze’yi Filistin otoritesinin yönetmesini istiyor. Ancak Netanyahu hükümeti bunu reddediyor. İsrail algısına göre İsrail Savunma Kuvvetleri savaştan sonra bile Gazze’den ayrılmayacak. ABD, İsrail’in Gazze’yi işgalini desteklerse gelecekte Gazze ne olacak? B planınız nedir?
İsrail’in resmi yaklaşımı Gazze’yi FKÖ’ye iade etmeyecekleri yönünde. Bu onların ajandasının bir parçası. Özgür Filistin’in ortaya çıkmasına izin vermek istemiyorlar. Ve Netanyahu bu konuyu kamuya açık şekilde söylüyor. Filistin devletinin kurulmasını engelleyen odur. Planı çok açık. Filistin coğrafyası ile Filistin siyasi sisteminin birleşmesi halinde bunun Filistin devleti fikrini ister istemez geri getireceğini düşünüyor ve bunu istemiyor. Netanyahu’nun söylediklerinde ciddi olduğunu düşünüyorum. Filistin ulusal kurumlarının ve Filistin birliğinin oluşmasını engellemek isteyecektir.
‘Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir’
Ama yine de savaş sonrası Gazze’ye dair net bir tasavvura sahip değilsiniz. B planınız nedir?
Tek plan var, o da Filistin halkının planı. Ve bu plan, Gazze ve Filistin liderliğiyle ilgili. Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’deki Filistinliler milletimizin ayrılmaz dokusudur. Dolayısıyla Gazze’de kısmi bir çözüm yok. Gazze’de askeri çözüm yok. Ve Gazze yalnızca Filistin devletinin bir parçası olabilir. Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan kurtarılmış topraklarımızın başkenti Kudüs olan bir çözüm, kuşatıcı, geçerli bir çözümdür.
‘Uluslararası ticaretin işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır’
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Netanyahu’ya karşı çok sert söylemleri var ancak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini ve özellikle de uluslararası ticareti sürdürmesine yönelik eleştiriler de mevcut. Bazı Türkler ise İsrail mallarını boykot ediyor. Sizce Filistin destekçileri İsrail’le ilişkilerini kesmeli mi? İsrail’i boykot etmek Filistin’in beklediği bir şey mi?
Türkiye ile İsrail arasındaki durumun detaylarını şu anda bilmiyorum. Ama biliyorum ki Türkiye bölgesel bir güç, NATO’nun bir parçası olarak Avrupa’ya yakın, bölgeye yakın uluslararası bir güç. Türkiye önemli bir küresel aktör. Bu nedenle Türkiye’nin politikası, uluslararası hukuk ve uluslararası kararların uygulanmasının yanı sıra bölgesel barışın ve bölgesel istikrarın sağlanması sorumluluğuna dayanmalıdır. Bu, Filistin yanlısı olmak, İsrail yanlısı olmak, buna karşı olmak veya şuna karşı olmak değil. Bu uluslararası politikanın uygulanmasıyla ilgilidir. Türkiye uluslararası kararlara her uyduğunda İsrail’e karşı demek değil. Hayır. Her ülkenin çok kararlı bir duruş sergilemesi gerekiyor. Bu bir sorumluluktur. Bu istisnai bir durum değil. Uluslararası hukukun ihlal edilmemesini sağlamak, silahlanmanın uluslararası hukukun ihlaliyle sonuçlanmamasını sağlamak, uluslararası ticaretin statükoyu yani Filistin halkına yönelik baskı uygulayan işgali teşvik etmemesini sağlamak her ülkenin sorumluluğundadır. Böylece Türkiye uluslararası sistemde bir aktör olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacaktır.
‘Dünya halkları katliama karşı her türlü meşru yolu kullanmalı’
Sizce destekçileriniz İsrail’i boykot etmeli mi?
Dünya halkları her yerde büyük bir dayanışma gösteriyor. Protesto onların hakkı. Boykot onların hakkı. Bu meşru bir haktır. İsrail’in yasa dışılığını işaretlemek için yasa dışı yerleşim ürünlerini boykot etmek, yasa dışı yerleşimcilerin ülkelerine geçiş izni vermemesini sağlamak, İsrail’in silahlarının çocuklarımızı ve sivillerimizi öldürmek için kullanılmamasını sağlamak da dahil olmak üzere her türlü meşru yolu kullanmak… Bunlar Türk milleti de dahil olmak üzere dünya halklarının sorumluluğudur.
‘Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes’
Arap ülkelerinden Gazze için herhangi bir destek isteyip de karşılığını alamadığınız oldu mu?
En azından artık Arap ve Müslümanların birlik olduğu bir pozisyonumuz var. Arap-İslam zirvesinin ardından aralarında Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Filistin Dışişleri Bakanı’nın da bulunduğu bir heyet var ve bölgeden de Suudi, Mısırlı vb. pek çok bakan var. Ortak bir duruş sergiliyoruz. Bir numaralı konu, acil ve kalıcı bir ateşkes. Bölgenin pozisyonu budur. İkincisi, büyük insani yardıma ve koridorlara duyulan ihtiyaç. Etnik temizlik ve yerinden edilme planına hayır. İsrail’in Gazze’nin herhangi bir bölgesini ele geçirmesine hayır. Ve kapsamlı bir siyasi ivmeye evet…
SÖYLEŞİ
‘NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil’
Yayınlanma
7 gün önce04/12/2023
Yazar
Esra Karahindiba
Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü araştırmacısı Dr. Daria Isachenko Harici’ye konuştu. Kiev ve Moskova’nın Türkiye’nin Tahıl Girişimindeki “öncü rolünü” kabul ettiklerini söyleyen Isachenko, “başka seçenekleri yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli” dedi.
Dr. Daria Isachenko, Türkiye-Rusya İlişkileri, Türkiye ve Avrasya’da bölgesel işbirliği ve ittifaklar, bölgesel ve devletlerarası çatışmalar, Kafkasya ve Karadeniz’deki bölgesel politikalar üzerine yoğunlaşan çalışmalar yürütüyor.
Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Isachenko, Karadeniz’de NATO için Türkiye’nin “önemini”, Ankara’nın Rusya-Ukrayna savaşındaki denge politikasını ve Kafkaslardaki çatışma ihtimalini değerlendirdi.
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, NATO ve ABD’yi Karadeniz’de istemediklerini açıklayarak Montrö Sözleşmesi’ne bağlılıklarını bir kez daha teyit etti. Ukrayna savaşı devam ederken Ankara’nın bu dikkat çekici açıklamasını nasıl yorumluyorsunuz? Karadeniz’de Türkiye’siz bir NATO mümkün mü?
Bu açıklama Ankara’nın Karadeniz’deki bölgesel mülkiyet anlayışıyla ilgilidir. Bu düşüncenin arkasında Türkiye’nin Karadeniz bölgesinin güvenlik ve istikrarına yönelik sorumluluk duygusu vardır. Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) ve Karadeniz Uyumu (Black Sea Harmony) gibi denizcilik misyonları gibi bölgesel mülkiyete giren bir dizi resmi girişim halihazırda mevcut. Şubat 2022’de Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana birçok kişi bölgesel mülkiyetin hala geçerli olup olmadığını sorguladı ancak bence bu kavrama daha geniş bir şekilde bakmamız gerekiyor. Sonuçta Montrö Sözleşmesi’nin kendisi de bu yaklaşımın bir parçası olarak görülebilir, çünkü bölgedeki kıyıdaş devletlere öncelik veriyor, dolayısıyla NATO’nun Karadeniz’deki varlığı Türkiye olmadan mümkün değil.
‘Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir’
Ankara, Rusya-Ukrayna savaşında taraf tutmaktan kaçınırken, bir yandan Rusya’ya yönelik Batı yaptırımlarına katılmadı, ancak öte yandan Ukrayna’ya Siha’lar gibi silah desteği sağladı. İki ülkeyle de ilişkilerini sürdüren Türkiye, arabuluculuk çalışmaları da yürüttü. Ankara’nı denge diplomasisi olarak adlandırılan bu politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ankara-Moskova-Kiev üçgeninde iki temel fikir var. Biri aslında denge fikri, Ankara’nın her ikisiyle de ilişkiyi sürdürebilmesi fikri. Diğer fikir ise karşılıklı zorunluluktur; bu özellikle Moskova ve Kiev için geçerlidir. Sonuçta hem Rusya hem de Ukrayna Mart 2022’de Türkiye’nin görüşmelere ev sahipliği yapmasını kabul etti ve her ikisi de Ankara’nın Karadeniz Girişimi’ndeki öncü rolünü kabul etti. Özellikle Ukrayna Türkiye’den farklı bir denge bekliyordu ama sonuçta ne Kiev’in ne de Moskova’nın başka seçeneği yok çünkü Türkiye ile ilişkileri çok değerli. Başka bir deyişle Rusya ve Ukrayna için Türkiye ile ortaklığın faydaları maliyetlerin üzerindedir.
‘Kafkasya’da istişare mekanizması işliyor’
Çalışma alanlarınızdan biri olan Kafkasya’daki Dağlık Karabağ sorununun çözülmesiyle Türkiye-İran ilişkilerinin nasıl dönüşeceğini düşünüyorsunuz? Bölgede Azerbaycan ve İran zaman zaman gerginlikler yaşıyor. Bu gerilimlerin çatışmaya dönüşme ihtimalini görüyor musunuz?
Bölge ülkelerinin, gerginliklerin çatışmaya dönüşmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçların farkında olduklarını düşünüyorum, bu nedenle 2020 yılındaki İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 3+3 adlı bölgesel bir platform oluşturuldu. Bu girişimin arkasındaki fikir, Ermenistan’ı bölgedeki güvenlik ve ulaşım bağlantılarıyla ilgili sorunları ele almak üzere Azerbaycan ve Gürcistan ile komşuları Türkiye, Rusya ve İran ile bir araya getirmekti. Gürcistan katılmadığından fiilen 3+2’dir. Her halükarda bir istişare mekanizması olarak bu platform başlı başına anlamlıdır ve Türkiye-İran ilişkileri açısından bir çatışma önleme aracı olarak görülebilir.

‘Atina’da masada KKTC olsaydı bu olumlu hava yaratılamazdı’

Çin akademisinde ŞİÖ’nün genişlemesi üzerine perspektifler

‘Gazze’yi Batı Şeria ile buluşturan başkenti Kudüs olan bir çözüm, tek geçerli çözümdür’

Uzmanlar yanıtlıyor: Savaş nasıl bitecek? Bir sonraki nasıl önlenebilir?

Putin adaylığını duyurdu, Reuters ‘Batı yaptırımlarının başarısızlığına’ bağladı
Çok Okunanlar
-
AMERİKA2 hafta önce
Kısa Kissinger portresi: Akıllı, gerçekçi, gaddar
-
DÜNYA BASINI7 gün önce
İran’ın Gazze savaşına doğrudan dahil olmamasının 7 nedeni
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Batı aklının ‘büyülü kurbanı’ Ukrayna
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 1
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Filistin’in geleceği – 2
-
GÖRÜŞ1 hafta önce
Filistin’in geleceği – 3
-
SÖYLEŞİ1 hafta önce
‘Gazze’deki çatışma Batı medeniyetinin gerçek yüzünü gösterdi’
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Napoléon Efsanesi