GÖRÜŞ
Batı’da kültür savaşlarının son perdesi: Gamergate 2.0
Yayınlanma
Yazar
Sarp Sinan HacırGeçtiğimiz on yıl içerisinde Batı’da pişen herhangi bir film, oyun, kitap veya diziye maruz kaldıysanız, gerçekleşen kültürel değişime biraz da olsa vakıf olmuşsunuz demektir. Batılı eğlence üreticileri “temsil” meselesini ürettikleri içeriklerin merkezine yerleştirdiler. Eminim sizin de “Netflix neden herkesi zenci yapıyor?” gibi tartışmalar kulağınıza çalınmıştır. Malum, bizim Z kuşağında bile iptal kültürü ya da “sjw” yani sosyal adalet savaşçısı gibi kavramlar yer etmiş durumda. Buna şaşılacak bir şey yok çünkü küreselleşmiş dünyada Batı’daki akımların burada doğrudan karşılığını bulmayacağını düşünmek saflık olurdu. Hele böylesi bir kültür savaşı devam ediyorken!
İşte bu kültür savaşlarına dair çok yazı kaleme aldım. Bu yüzden baştan tekrarlamak istemiyorum. Ancak geçtiğimiz günlerde Batı’da bir şey oldu. Ve bu olay, kültür savaşlarının 0 noktasına çok benziyor. Bu yüzden Batı’daki tüm kültürel dengeleri altüst edebilecek bir meselenin Türkiye’de de anlaşılmasında fayda var.
Küçük balık büyük balığı yutarsa…
Şimdi kendinizi kurumsal terim bombardımanına hazırlayın. Hikayemizin kahramanı Kanada’nın Montreal kentinden küçük bir danışmanlık şirketi; Sweet Baby Inc. (SBI). Bu şirketin amacı, oyun endüstrisinin devlerine DEI (Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsayıcılık) kurallarına uymalarını sağlayacak tavsiyelerde bulunmak. DEI, son yıllarda şirketlerin kendi çalışanları ve hizmetleri arasında cinsiyet ve ırksal eşitlik sağlama amacıyla geliştirdikleri kurallar bütünü olarak açıklanabilir. SBI’nın uzmanlaştığı alan ise hikâye tasarımı. Yani bu şirket, endüstri devlerinin yaptığı yeni oyunlardaki hikayelerin yeterince çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık taşıdığından emin oluyor. “Irkçı” ya da “cinsiyetçi” karakterler veya hikayeler ortaya çıkması durumunda müdahale ediyor ve düzeltmelerine yardımcı oluyor.
Böylesi bir hizmeti bakış açısına göre adaleti sağlayacak eşitlikçi bir çaba, ya da insanoğlunun yaratıcılığına yapmacık sınırlar çizerek sıkıcı işler çıkmasına yol açan bir angarya olarak görebilirsiniz. Ancak SBI bunu sağlayan tek şirket değil. Gelelim bunun adını niye duyduğumuza. Bilgisayarda oyun oynamış herkesin şüphesiz masaüstünde bulunacak bir platform var; Steam. Bu platform, dijital bir kütüphane görevi görüyor. İnternetten satın aldığınız oyunlar ve çeşitli yazılımları biriktirdiğiniz platformların en popüleri. Steam, aynı zamanda oyun eleştirisi yapan topluluklara da ev sahipliği yapıyor. Bu topluluklardan birisi “Sweet Baby Inc. Detected” yani “SBI tespit edildi”. Bu topluluğun maksadı, SBI şirketiyle çalışan oyunları tespit edip fişlemek.
Brezilyalı bir genç tarafından oluşturulan topluluğa göre SBI ile çalışan oyunlar, hikayelerini yapımcının kreatif dizaynı yerine agresif kurumsal beklentilerle hazırlıyor. Bu da işin sonunda sıkıcı oyunların ortaya çıkmasına yol açıyor. Her şey SBI çalışanı bir Twitter kullanıcısı olan Christian Kindred’in “bu topluluk kapatılsın” kampanyasını duyurmasıyla ortaya çıktı. Streisshand efektini bilir misiniz? Duyulmasını istemediğiniz bir mevzu, siz müdahale ettikten sonra daha da duyulur ya! Aynı öyle oldu. O dönemde yalnızca 40 bin üyesi olan topluluk Kindred’in tweeti sonrası birkaç hafta içerisinde 280 bine tırmandı!
SBI şirketi, kamuoyunun ilgisini çekmişti. Ufacık bir şirket endüstri devlerine nasıl hikâye yazılacağını mı öğretiyordu? Biraz eşeleme sonrası daha da ilginç bir görüntü ortaya çıktı. Şirketin CEO’su Kim Belair’in kamuoyuna açık yaptığı konuşmalar şoke edici cinstendi. Belair, “bir hikâyeyi değiştirecekseniz çalıştığınız şirketin patronlarına baskı yapın. Bir köşeye çekin ve Twitter’da iptal edilmekle tehdit edin!” diyordu. Yani, ufacık bir şirketin CEO’su endüstri devlerini Twitter’da ırkçı ya da cinsiyetçi yaftası yiyerek linç edilme korkusuyla rehin almayı başarıyordu.
Bir mafya gibi düşünün. İptal edilmek istemiyorsan istediğimiz değişimleri uygula! Peki seni kim mi iptal edecek? Tabii ki biz!
Sonra bir başka SBI çalışanının daha ifadeleri ortaya çıktı. Dani Lolanders, SBI’nın yanı sıra endüstri devi Electronic Arts’ta da hikâye tasarımcısı olarak görev alıyordu. Lolanders, bir konuşmasında yan projeleri için işe alımlarda beyazları tercih etmediğini söylemişti. Lolanders’a göre beyazların ofisteki varlığı kendisini rahatsız ediyordu. Bu nedenle sadece azınlıklardan kişileri işe alıyordu. Bu, sadece ırkçı bir hareket değil aynı zamanda federal bir suçtu. ABD yasalarına göre işe alımlarda ırk veya cinsiyet gözetmek yasaktı.
SBI çalışanlarının skandal paylaşımları birer birer ortaya çıktıktan sonra merkez oyun medyasının sessizliği uzun sürmedi. Neredeyse aynı gün içinde Kotaku ve IGN gibi büyük medya kuruluşları SBI detected topluluğu başta olmak üzere SBI’dan şikayetçi kimseleri hedef alan makaleler paylaştılar. Bu makalelerde, SBI’ya düşmanlığın aşırı sağcı bir komplo olduğu, azınlıklar ve kadınların endüstride istenmemesinden ortaya çıktığı anlatıldı. Tabii ki iddialarla ilgili pek bir karşı tez sunmadılar. Sadece, SBI’nın oyun tasarımlarında tahmin edildiği kadar etkili olmadığını söylediler. Kotaku’nun makalesinde son dönemin pek dalga geçilen ve çıktığından sadece birkaç gün sonra 300-400 kadar oyuncu sayısına düşen Suicide Squad’ın hikayesine ancak geliştirme tamamlandıktan sonra ufak dokunuşlar yapıldığından bahsedildi. Ancak bu doğru değildi.
Sweet Baby inc. Suicide Squad hikaye yazarları arasına üç çalışanını sokmuştu. Bunlardan biri şirketin CEO’su Kim Belair, bir diğeriyse “baş yazar” titrini taşıyan Grand Roberts’dı. SBI sadece ufak dokunuşlar yaptıysa projenin başyazarı bunca zaman ne yapmıştı?
Dahası, Kim Belair tüm röportajlarında çalıştıkları projelerde hikayelerin daha çok kimlik çeşitliliği taşıması adına baskı yaptıklarını itiraf ediyordu. Yani kısacası oyun medyasının savunması ölü doğmuştu.
SBI bir kum tanesi
Şimdi, “ne yapalım kardeşim bir tane ufak şirket bunları yapıyorsa? Bizi niye ilgilendirsin?” diyebilirsiniz. Bekleyin, konu daha da büyüyecek. SBI detected topluluğunun üye sayısı 300 bine dayanırken, işe ana akım medyada dahil oldu. Guardian dahil birçok Batı kaynaklı gazetede oyun dünyasında patlak veren skandala yer verildi. Medya kuruluşları tüm olayı zavallı “SBI’ya azınlık oldukları için aşırı sağcılar taciz kampanyası yürütüyor” diye duyurdu.
Ancak bu sefer işler değişmişti. Elon Musk’a ait X platformunun “Community Note” özelliği, paylaşılan birçok makalenin altında olayın bir taciz kampanyası olmadığına dair mesajlar bırakıyordu. Sonra, SBI’yı savunan şirketlerden biri olan Take this’in ABD İç Güvenlik Bakanlığı tarafından fonlandığı ortaya çıktı. Anlaşıldı ki bu tarz firmaların ciddi bir kısmı federal yapı tarafından “oyun dünyasındaki aşırılıklarla mücadele” amacıyla destekleniyormuş.
Elon Musk, bu haberden sonra olaya doğrudan müdahil oldu. SBI gibi firmaların eğlence dünyasının üstünde bir kanser olduğunu ve seri bir şekilde batmasını diledi. SBI ile ilgili gelişmeleri X hesabında paylaşmaya devam etti.
Gelelim bu olaya neden Gamergate 2.0 dendiğine.
Gamergate, aynı SBI gibi epey uzun bir hikâye ancak olabildiğince kısa biçimde özetlemeye çalışacağım. Tüm hikaye, Zoey Quinn adındaki bir oyun geliştiricisi etrafında gerçekleşti. 2014 yılında Quinn’in eski erkek arkadaşı, fırtınalı bir ayrılık sonrası Quinn’in kendi oyununa pozitif puanlar vermesi karşılığında bir oyun eleştirmeniyle birlikte olduğunu iddia etti. Olay kısa süre içerisinde bir kültürel savaşa dönüştü. Feminist gruplar, Quinn’in bir kadın olduğu için taciz kampanyasına uğradığını iddia ederken Gamergate destekçileri feministler başta olmak üzere liberal ilerici grupların medyayla etik dışı ilişkilerini ortaya çıkardıklarını savundular. Gamergate ile ilgili ne düşünürseniz düşünün, Batı’da başlayan kültür savaşlarının sıfır noktası olduğunu söylemek abartı olmaz. Gamergate’in baş karakterleri, yıllar boyu ana akım medyada yüzlerini gösterdiler. Hatta Birleşmiş Milletlerde bile konuşmalar yaptılar. ABD başta olmak üzere batılı devletler, Gamergate sonrası “aşırılıkla mücadele” adı altında fonlar ayırmaya başladı. Film, dizi ya da oyunlarda çeşitlilik arttırıcı dokunuşlar yapan SBI gibi firmalar bu şekilde ortaya çıktı.
Bu sırada eklemekte fayda var; Zoey Quinn, yıllar geçtikçe tartışmalı bir karakter olmaya devam etti. Gamergate skandalında elde ettiği ünü kullanarak yeni yapacağı oyun için bağışlar topladı, oyun hiçbir zaman yapılmadı. Dahası, başka bir erkek arkadaşı olan Alec Holowka’yı sosyal medyada cinsel saldırıyla itham etti. Kendisi de bir oyun geliştiricisi olan Holowka, suçlamalar sonrası intihar etti. Sosyal medya mahkemesi sonrası intihar eden Holowka’nın suçu gerçekten işleyip işlemediğini asla öğrenemedik. Daha tuhafı, intihardan sonra Quinn’den yana tavır alan Holowka’nın kız kardeşi Eileen Mary Holowka’nın şirketi Baby Ghosts, bugün SBI’yı fonlayan şirketlerden birisi. Kimler, kimlerle beraber değil mi?
Kültür savaşında dönüm noktası
SBI büyük bir şirket değil. Etki alanındaki oyun sayısı da iki elin parmaklarını geçmez. Ancak SBI gibi bir şirketin ortaya çıkması kültür savaşlarının gidişatı adına bize çok şey söylüyor. Bugüne kadar Batı’da üretilen eğlence içeriklerindeki kültürel değişimin finansörü olarak ESG yatırım sistemi ve bunu destekleyen Blackrock şirketi göze batıyordu. ESG sistemi, çevreci ve eşitlikçi politikalar güden şirketlere yüksek puanlar vererek yatırımcılar için “güvenli” olarak işaretliyordu. Bu da çevreci olmaya para harcamak istemeyen şirketleri eşitlikçi olmaya itmişti. Bir düşünün, kimlik salatalı bir reklam mı çekmek daha pahalı? Yoksa gerçekten çevre dostu bir şirkete dönüşmek mi? Bu yüzden bir gofret firması bile ne kadar cinsiyet eşitliğine önem verdiğini tekrarlamak istiyor. ESG ve Blackrock’ın sosyal mühendislik çabalarına ayrıca bir yazı yazmak gerek. Şimdilik SBI’dan devam edelim.
SBI ve benzeri şirketler, finansörü Blackrock ve ABD federal hükümeti, kuramcısı ise liberal akademisyenler olan bu yapının uygulayıcısı konumunda bulunuyor. Kamuoyunda pek karşılığı bulunmayan sosyal değişimleri bu yöntemle dayatıyorlar. SBI skandalının patlaması devam eden kültür savaşlarında bir dönüm noktası olabilir. İlk Gamergate’e nazaran bu değişime karşı olanların grubu daha kalabalık. Eski Twitter’ın bugün Musk’a ait olması da dengeleri tamamen değiştiriyor. Eğer SBI gibi şirketlerle çalışmak kamuoyunu bir takım eğlence araçlarından uzaklaştıracaksa üretici firmalar bu şirketlerle çalışmaktan korkmaya başlayabilir. Tabii mevzu hala ortada. Kimin kazanacağını söylemek için çok erken.
Neyse… işin sonunda kamuoyunda sanat eserleri üzerinde kurulan baskı ortamına karşı duyulan ciddi bir tepki var. Evet, oyun endüstrisi de başta olmak üzere eğlence dünyasında kadın ve azınlıkların rahat çalışabileceği bir ortam ve onlara yönelik içerikler üretecek şirketlere ihtiyaç var. Endüstrinin geçmişteki sorunu da bunun eksikliğiydi. Dürüst olmak gerekirse Gamergate gibi hareketlere aşırı sağcı unsurların ve art niyetli kişilerin dahil olmadığını söylemek gerçekçi olmaz.
Ancak bu sorunlara getirilen çözümler neredeyse tüm eğlence dünyasını aynı sıkıcı karakterleri üreten bir fabrikaya çevirdi. Kurumsal beklentilere tik atmak amacıyla eklenmiş yüzeysel azınlık karakterler, saldırgan sayılabilecek bir cümle dahi kurmaktan çekinen kötü adamlar, yıllar boyu sahip oldukları “imtiyazların” bedeli olarak kasten aptal ve beceriksiz dizayn edilmiş beyaz erkekler, “aman objeleştirme olmasın” diye olabildiğince çirkin dizayn edilen kadınlar ve daha nice sıkıcı modern dizayn kuralı eğlence endüstrisinin etrafını sardı. En büyük motivasyonu tutku olan George Lucas ve Stan Lee gibilerinin yerini laboratuvar ortamında kendi politik mesajını dayatmak isteyen orta üst sınıf liberal kimseler aldı. Eğlence dünyasının bu karanlık çağını eleştirenler de medya tarafından sabah akşam topa tutuldu. Ağzının suyu akarak “2023’ün en seksi erkekleri” gibi şaheser makaleler yazan medya kuruluşlarının oyunlarda tek bir çekici kadını gördüğünde “objeleştirme” diye bağırması toplumda doğal olarak karşılık bulmuyor.
Tam da bu yüzden Batı’da üretilen eğlence araçları albenisini yavaştan yitiriyor. Marvel ve DC çizgi romanlarının yerini bu tarz baskılara boyun eğmeyen Japon Mangaları alıyor. Büyük oyun şirketlerinin milyon dolarlar saçtığı yapımlar çakılırken yerini ufak stüdyoların basit oyunları alıyor.
Açıkçası, geçmişten kalma efsane sanat eserlerinin yaratıcılığına kurumsal zincirlerin vurulduğunu hayal bile edemiyorum. SBI gibi bir şirketin danışmanlık yaptığı Yüzüklerin Efendisi’ni kim oturup izlerdi? Dostoyevski’nin ya da Hemingway’in ırksal eşitliğe, çevreciliğe ve cinsiyet eşitliğine dikkat ederek iptal edilme korkusuyla yazacağı kitabı kim zaman ayırıp okurdu? Bu yapımlar, tutkulu yaratıcıların kendilerinden ve çevrelerinden bir tutam kopararak yarattığı şaheserlerdi.
Eğer onlar da kendi işlerini böylesi kurumsal sınırlarla çizilmiş politik mesajlara boğsalardı, o mesajı savunan kimseler tarafından alkışlanır ancak kısa sürede unutulur giderlerdi, tıpkı son on yılda ortaya çıkan birçok film, dizi ve oyun gibi…
İlginizi Çekebilir
-
Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Waltz’dan yeni Gazze savaşına yeşil ışık
-
Starmer: Avrupa’nın Ukrayna’yı savunmak için adım atması gerek
-
ABD’nin yeni Hazine Bakanı Bessent: Dolar küresel rezerv para olarak kalmalı
-
Trump’ın İçişleri Bakanı Burgum: Fosil yakıtlar olmadan yapay zeka yarışını kaybederiz
-
Trump’tan Danimarka Başbakanına gümrük vergisi tehdidi
-
Filipinler ve Çin, Güney Çin Denizi’nde sorunlarını çözme sözü verdi
GÖRÜŞ
Yazı dizisi: Rusya ekonomisinin dönüşümü – 2
Yayınlanma
2 gün önce15/01/2025
Yazar
Hazal YalınRusya: ekonomi, sorunlar, istikrar halkaları, çözüm arayışları – 1
Kredi sıkıntısı
2023 ortasından bu yana bankalar tarafından kredi başvurularının karşılanmasında muazzam bir düşüş var: geçen yılın son çeyreğinde sadece 2022 başındaki ilk şok döneminden değil 2008-2009 krizi sırasında olduğundan bile daha az kredi başvurusu kabul edilmiş.
Dahası, MB’nın ekonominin fazla ısındığı ve kapasite kullanımının sınırlarına ulaşıldığı iddiasına rağmen şirketlerin üretim azalmasına neyin etki ettiği sorusuna verdiği cevaplar temel rolü hiç de kapasite kullanımının değil, ama kredi zorluğunun oynadığını gösteriyor. Bunların şirketlerin tamamen sübjektif görüşlerini yansıttıkları için objektif durumdan ciddi şekilde sapabileceğini göz önünde bulundurmak kaydıyla işletmeler arasında yapılan, üretim artışını sınırlayan temel faktörlerin ne olduğuna dair anketlere bakılırsa gerçekten de teçhizatın eskimesi veya bulunmaması yüzünden üretim kısıtına gidenlerin oranında ciddi bir artış var (2021 martında yüzde 19’dan 2025 eylülünde yüzde 25’e yükselmiş). Ama bu, sayılan diğer faktörlerle karşılaştırıldığında neredeyse önemsiz. Üretimin azalmasında nitelikli işgücü eksiğini öne çıkaranların oranı aynı dönemde yüzde 21’den 42’ye çıkmış; yüksek kredi faizleri için ise bu oranlar yüzde 20’den 44’e, mali kaynak yetersizliği için de yüzde 33’ten 47’ye yükselmiş. Dikkat edin, en paragöz olması beklenen sanayi işletmeleri bile üretim artışına engel olan faktörler arasında işçi ücretlerini saymamışlar; temel etken olarak mali kaynak ve kredi yetersizliği gösterilmiş, bu oranlar da MB’nın kredi faizlerini neredeyse geometrik bir artışla yükseltmeye başladığı geçen yılın ortalarından itibaren fırlamış.
Grafik 2 durumun vardığı kritik noktayı gösteriyor: Rusya’da döner sermaye verimliliği bu yılın ortasından beri faiz oranının altında (öz sermaye verimliliği ise politika faiziyle aşağı yukarı aynı seviyede). Şu, herkesin sadece aklıselimle, özel bir iktisat bilgisi gerektirmeyecek kadar akıl edebileceği bir şeydir: eğer sermaye yatırımı genel faiz oranının altında bir verimlilik getirirse yatırımlar durur ve kaynaklar bankaya (veya aşağı yukarı aynı anlama gelmek üzere değerli kâğıtlara — federal kredi tahvilleri, OFZ, yıllık getirisi yüzde 18-21 dolayında) akar. Demek ki, mevcut risksiz getiri seviyesinde (5 yıl vadeli OFZ’ler için yıllık yüzde 20 kabul edersek), ortalama geri ödeme süresinde yatırım projeleri maliyeti karşılamakla kalmamalı, aynı zamanda başlangıçta yatırılan fonların en az yüzde 150’si kadar toplam net kâr getirmelidir ki verimli kabul edilsin.
Kapitalist Rusya’nın tarihinde ilk defa böyle bir durumla karşılaşılıyor. Şu anda döner sermaye verimliliği OFZ getirisinin üzerinde olan sektörler (yüzde 23-46 arasında) sırasıyla petrol ve doğalgaz üretimi, maden cevheri üretimi, tütün ürünleri, kimyasallar (ilaç dışında), nakliye ve depolama, poligrafi ve selüloz. Geri kalan bütün sektörler bu bandın aşağısında ve bunlar arasında gıda, giyim, su temini ve geri dönüşüm gibi kamunun ihtiyaçları açısından en temel olanlardan başka kalkınmanın motoru saymak gereken elektronik, motorlu araç ve inşaat gibi sektörler de var.
Grafik 3 muhtelif sektörlerde OFZ getirisinin üzerindeki veya altındaki oranlara göre sermaye verimliliğini gösteriyor. Petrol-doğalgaz dışında, metalurji, kimya sanayisi gibi her zaman faizden çok daha yüksek verimlilikte olan sektörler bile öyle anlaşılıyor ki OFZ ile rekabet etmekte güçlük çekiyorlar. En tehlikelisi, makine ve ulaştırma araçları imalatında verimlilik OFZ getirisinin çok altında.
Durumun vahametini gösteren Grafik 4, vergi ve kredi ödemeleri öncesi kredi ödemelerinin net kâra oranını gösteriyor. Grafikten bu yılın ortasında rekor orana ulaşıldığı anlaşılıyor. Ulaştırma araçları imalat sektöründe net yükümlülüklerin faiz, vergi ve amortisman ödemelerinden önceki gayrisafi kâra (EBITBA) oranı yüzde 1700’ü buluyor; inşaat sektöründe yüzde 506, ticari hizmetlerde yüzde 476, otelcilikte yüzde 372, vb. En düşük oranlar, yüzde 40 ile farmakoloji ve 28 ile poligrafide.
Bu durum henüz stagflasyon anlamına gelmiyorsa bile eğilimin devam etmesi durumunda kaçınılmaz olarak stagflasyona yol açar ve stagflasyon da çoğu zaman iflasların tetiklenmesi anlamına gelebilir.
Sermaye kontrolleri
Eğer kontrol sağlanırsa sermaye gene de yatırıma yönlendirilebilir. Bunun için devlet zoru gerekli.
Bu zor giderek zayıflamakla birlikte işletiliyor.
Başlıca zor vasıtası, “dost olmayan ülkelerin” yerleşiklerinin sermaye çıkışına engel olmak için getirilen “C” tipi hesaplar uygulaması. Bu, “milli kapitalizm” vazeden dönemin ruhuna da uygun. Bu hesaplarda birkaç yüz milyar doları bulan muazzam bir sermaye birikimi olduğunu ileri sürenler var ve bu hiç de abartılı olmayabilir, zira uygulamanın bir diğer anlamı, tıpkı Rusya’nın varlıklarının dondurulduğu gibi, Rusya içinde yatırım yapmaktan imtina eden yabancı yerleşiklerin Rusya’daki kâr ve gelirlerinin dondurulması ve Rusya’nın varlıklarının tamamen gaspı durumunda bu varlıklara el konulmasıydı. Dolayısıyla “C” tipi hesaplardaki toplam miktarın olası bir mütakabiliyet durumunda el konulacak diğer varlıklarla birlikte Rusya’nın dondurulan varlıklarına (yaklaşık 300 milyar dolar) yakın bir meblağda olduğu kabul edilebilir.
İkinci bir zor vasıtası yakıt ve enerji alanında faaliyet gösteren 43 şirketler grubuna döviz gelirinin mecburi satışı dayatması. Uygulama ilkin, ilgili şirketlerin döviz gelirlerinin yüzde 80’ini Rusya’daki hesaplara yatırmasını, bunun yüzde 90’ını da (ihracat sözleşmelerinden gelen paranın yüzde 50’sinden az olmamak kaydıyla) satmasını gerektiriyordu. Haziranda bu uygulama yumuşatıldı; döviz gelirlerinin yüzde 60’ını Rusya bankalarına yatırma, bunun da yüzde 80’ini satma şartı getirildi. Ertesi ay eşik yüzde 40’a düşürüldü. Ekim ayında hükümet kararnamesiyle eşikler değişmemekle birlikte ihracat sözleşmelerinden gelen paranın yüzde 25’inden az olmamak kaydı düşüldü.
Özetle şu: mecburi döviz satışı kararnamesi döviz kurunun düşmesinde gerçekten de etkili oldu; ancak MB büyük sermayeye böyle zorlamalardan hiç hoşlanmıyor. Bu da MB ile hükümet arasındaki gerilimlerden birini oluşturdu. MB başkanı Nabiullina birkaç defa, mecburi satış uygulamasının sadece geçici bir tedbir olduğunun altını çizdi (“bana kalsa hemen kaldırırım,” havasında söylenmiş ifadelerle); hükümet ise ısrarla, uygulamanın iç piyasada etkisini göstermekte olduğunu, iç döviz piyasasının istikrarında önem taşıdığını ve döviz likiditesinde yeterli bir seviyenin bu sayede yakalandığını vurguladı.
Üçüncüsü bir zor değil ama teşvik vasıtası: Çin’deki Hong Kong ve Şanghay örnek alınarak açılan iç offshore bölgeleri. Bunlar ülkenin iki ucunda, Kaliningrad’da Oktyabrskiy ve Vladivostok’ta Russkiy adaları. Bu süreç devam ediyor, ancak sermaye çıkışına etkisi üzerine herhangi bir çalışmaya rastlamadım.
Faizle yarışan problem: sermaye çıkışı
Demek ki temel sorun sermaye hareketlerinin sınırlandırılması, en önemlisi de sermaye çıkışının engellenmesi.
Bunun üzerinde durmak gerek.
Sermaye çıkışı Rusya kapitalizminin asalak niteliğini gösteren en özgül kategorilerden biridir, zira bu çıkışın büyük bölümü offshore hesaplarına akan istiftir.
Grafik 5 bu muazzam servet aktarımını gösteriyor. (2024 son çeyrek verileri henüz yayınlanmadı; ancak benim sermaye çıkışı tahminimle radikal bir farklılık olacağını sanmıyorum.) Grafikte 1990’lı yılların bir önemi yok; bu yıllarda hesap-kitap olmadığı gibi sermaye çıkışı adı altında soygun halkın servetinin yok pahasına satılmasından ve mülk edinilmesinden ibaretti. Ama 2000’lerin başından 2008 krizine kadar sermaye çıkışının sınırlandığı görülüyor. Verilere bakılırsa, küçük bir hesapla, sadece şimdiki MB başkanı Nabiullina’nın görev döneminde toplam 897 milyar özel sermaye çıktığı anlaşılıyor.
Bununla birlikte 2022’deki durum bir istisna. 2022’de toplam 243 milyar dolar sermaye çıkışı oldu. Bu, GSYH’nın yüzde 10’dan fazlasına denk düşüyordu. Çıkış başlıca dört kanaldan gerçekleşmişti: avans ve ticaret kredileri (66 milyar dolar) — bu büyük ölçüde, yaptırımlar sonrası meydana gelen uluslararası ticaret şartlarının sonucuydu; banka vb. borç-kredi ödemeleri (62 milyar dolar); yabancı bankalardaki mevduat (33 milyar dolar); nakit döviz (14 milyar dolar); doğrudan yabancı yatırımların geri çekilmesi (40 milyar dolar) — bu da kısmen yaptırımlar sonrası başka yargı bölgelerinde sıkışan Rusya’ya ait varlıkların geri alınması için kaynak aktarılmasından kaynaklanıyordu.
İstikrar halkaları: dış ticaret
İhracat ve ithalat rakamlarında belli bir istikrar yakalanmış görünüyor. Grafik 6, petrol ve doğalgaz ihracatındaki düşüşün dibine varıldığı şeklinde de yorumlanabilir; aylık toplam ihracat rakamları (ortalama 35-36 milyar dolar) 2023 ortalarından beri pek az değişik gösteriyor. Demek ki ihracat ortalaması 2019 miktarına erişti ve az çok sabitlendi. Benzer bir durum ithalatta da var; burada 2023 boyunca özellikle Çin bankalarında ödeme güçlüğünün etkisi gözlenebiliyor, ama aşağı yukarı bahardan bu yana istikrar yakalandığı anlaşılıyor. Bu da ödeme probleminin çözüldüğüne yorulabilir. Aynı şekilde dış ticaret fazlası da sabitlenmiş durumda.
Grafik 7’de resmedilen tablo, petrol fiyatlarında yakalanan belli bir istikrar ve Ural petrolüne getirilen 60 dolar tavan fiyatı uygulamasının kesinkes işlememesinden başka Ural ve Brent petrolleri arasındaki makasın kapanması da (bu durum, Ural petrolünde uygulanan indirim miktarının azalması, yani gelirin artması demek) döviz gelirlerinde olası bir istikrara tanıklık ediyor.
Geleceği belirsizleştiren başlıca faktör Trump yönetiminde İran’a yaptırımların ağırlaştırılması ve Çin’le gümrük savaşlarının kızışması; her iki durum da petrol talebi üzerinde beklenmedik etkiler yaratabilir. Bundan başka bir faktör daha var. Eğer Beyaz Saray yönetiminin giderayak getirdiği yaptırımlar Trump döneminde korunursa petrol ihracatını etkileyecektir. Bunların en önemlileri Gazprom Neft ve Surguneftegaz’a, ayrıca Rusya’nın petrol ve sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatının önemli bölümünü yaptığı “gölge filonun” 180 tankerine getirildi. Bu ikincisiyle bağlantılı olarak Baltık’a provokasyon beklenebilir.
GÖRÜŞ
Trump neden dört ülkenin toprak ve egemenliğine göz dikti?
Yayınlanma
3 gün önce14/01/2025
Yazar
Ma XiaolinYeni yılın başında, Beyaz Saray’a ikinci kez girmeye hazırlanan Amerika’nın seçilmiş Cumhuriyetçi Başkanı Donald Trump, sık sık çılgınca açıklamalar yaparak dört ülkenin toprak ve egemenliğine göz dikti. “Amerika’nın topraklarını ve egemenliğini büyütmek” gibi bir tavır sergileyerek komşu ülkeleri huzursuz etti ve geniş çapta şikayetlere yol açtı. Trump, ilk dönemine kıyasla daha pervasız ve keyfi bir zorbalık tavrı sergiledi. Bu davranışı sadece Kanada, Meksika, Panama ve Danimarka gibi müttefikleri ve ortakları şok edip rahatsız etmekle kalmadı, aynı zamanda görev süresinin sonuna yaklaşan Demokrat Parti hükümetini de utandırdı ve çeşitli kanallar aracılığıyla onun absürt açıklamalarını ve eylemlerini düzeltmek zorunda bıraktı.
Trump’ın büyük bir güç liderine yakışmayan ve uluslararası ilişkiler normlarını ihlal eden bir dizi davranışı, aşırı bencil bir “Amerikan istisnacılığı” ve “önce Amerika” hegemonyacı duruşunu yansıtıyor. Bu davranışlar, “Trump 2.0” döneminde dünya düzenini, uluslararası ilişkileri daha da bozacağını ve büyük güçler arasındaki rekabeti ve çatışmaları artıracağını, ABD’nin izolasyonunu hızlandıracağını ve küresel “anti-Amerikancılığı” körükleyeceğini gösteriyor.
8 Ocak’ta (Doğu Zaman Dilimi), Trump, dünya çapındaki eleştirilere ve derin endişelere aldırmadan, kendi sosyal medya platformunda sözde “yeni bir harita” yayımladı. Bu harita, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Danimarka’ya bağlı Grönland ve hatta Meksika ile Orta Amerika’nın bazı bölümlerini tek bir varlık haline getirerek, sarı renkle işaretlenmiş ve ulusal sınırları ortadan kaldırmıştı. Meksika Körfezi, bu süper sarı haritanın bir iç denizi gibi görünüyordu. Trump her ne kadar herhangi bir açıklama yapmasa da, bu haritanın Trump’ın zihnindeki yeni kıta ve yeni dünya haritası olduğu, onun sık sık dillendirdiği “Yeni Amerikan İdari Haritası” olduğu açıktı.
7 Ocak’ta Trump, Amerika ve Kanada’yı birleştiren sarı bir Kuzey Amerika haritası yayımlamıştı. Bu harita, neredeyse tüm Kuzey Amerika kıtasını kaplayan “UNITED STATES” (Birleşik Devletler) yazısını barındırıyordu. Aynı gün Trump, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Panama Kanalı ve Grönland üzerindeki kontrolü “askeri veya ekonomik zorlamalar” yoluyla elde etmeyi dışlamayacağını açıkça ifade etti. Amerika ile Meksika arasındaki Meksika Körfezi’nin adını “Amerika Körfezi” olarak değiştirme önerisinde bulundu ve “Bu isim kulağa çok güzel geliyor” dedi.
Trump’ın Grönland ve Panama Kanalı’nı Amerikan kontrolü altına alma fikri yeni değil; bu, ilk dönemine veya daha öncesine kadar uzanıyor. Bu, “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” amacıyla tüm uluslararası su yollarını kontrol etmeye yönelik geleneksel hegemonyacı düşünceyi ve stratejik güvenlik eksikliğini yansıtıyor. Gerekçesi ise bu iki stratejik öneme sahip denizcilik boğazının Çin veya Rusya’nın eline geçmesinden duyduğu endişe ve Grönland’ın sahip olduğu nadir toprak kaynaklarına duyduğu arzudur. Bu esasen, “azalan hegemonya sendromu” ve “Çin tehdidi teorisi”nin yükseltilmiş bir versiyonuna dayanıyor ve Çin, Rusya ve ilgili ülkeler arasındaki ilişkileri daha da germeyi hedefliyor.
Trump’ın Grönland’a duyduğu tutku uzun zamandır biliniyor ve bu tutkunun Amerikan hegemonyası mı yoksa kendi ailesinin serveti için mi olduğu ayırt etmek zor. Bu aynı zamanda küresel ısınmayı inkar eden ve karbon emisyonu kontrolüne karşı çıkan görüşlerinin ikiyüzlülüğünü de ortaya koyuyor. Bu durum, karbon emisyonlarının aşırı salınımının dünya sıcaklıklarının artmasına, Kuzey Kutbu buzullarının erimesine ve dünya denizcilik yollarının düzeninin değişmesine neden olacağı gerçeğini bildiğini gösteriyor.
Batı medyası, Trump’ın uzun süredir Grönland’ı satın alma planları yaptığını ortaya koydu. 2019’da Trump, Amerika’nın Grönland’ı nasıl satın alabileceğini araştırmaları için yardımcılarını sürekli teşvik ettiğini doğrulamış ve bu anlaşmayı “temelde büyük bir emlak anlaşması” olarak nitelendirmişti. 2020’de Trump yönetimi, Grönland’da Amerikan konsolosluğunu yeniden açarak, Amerika ile Grönland ve onun sakinleri arasındaki bağları güçlendirmeyi ve nüfuzunu artırmayı hedefledi. Özetle, Grönland, Amerika için en az üç stratejik değere sahiptir: kaliteli maden kaynakları için mücadele, askeri üstünlük noktalarını kontrol etme ve Kuzey Kutbu ile Kuzey Kutbu deniz yolları üzerindeki hakimiyet.
Kuzey Amerika’nın kuzeydoğusunda ve Kuzey Kutup Dairesi’nde bulunan Grönland, yalnızca 75.000 nüfusa sahip olan dünyanın en büyük adasıdır. 1814 yılından bu yana Danimarka’nın özerk bir bölgesi olan Grönland, zengin maden, doğal gaz ve petrol kaynaklarına sahiptir. Avrupa Komisyonu tarafından Avrupa’nın geleceği için kritik kabul edilen 34 “önemli ham madde”den 25’i Grönland’da bulunmaktadır. Bunlar arasında pil, rüzgar türbinleri ve elektrikli araç üretiminde kullanılan lityum ve grafit gibi ham maddeler yer almakta ve bu kaynakların gelecekte Çin tarafından tekelleştirilebileceği öngörülmektedir. Günümüzde, küresel lityum üretimi Avustralya, Şili ve Çin’de yoğunlaşmış durumdayken, grafit üretiminin %65’i Çin’in kontrolü altındadır. Batılı uzmanlar, ABD’nin Grönland’ın nadir toprak kaynaklarını kontrol etmesi durumunda Çin’i Batı’nın teknoloji ve sanayi dünyasından tamamen izole edebileceğini savunmaktadır.
Geleneksel yakıtlı araçların gerileme dönemine girdiği ve yeni enerji araçlarının rekabetinin arttığı bu dönemde, Trump ve arkasındaki Amerikan sermaye grubu, Grönland’a bir köpekbalığının kan kokusunu alması gibi aç bir şekilde yaklaşmaktadır. Grönland’ı hemen ilhak edip, ABD’nin Avrupa ve Çin’e karşı pil ve elektrikli araç üretimindeki rekabet avantajını güçlendirme arzusundadır. Bu tutku, Trump’ın iş dünyasından gelen bir politikacı olarak içgüdülerini ve sermaye genişlemesinin temel dürtüsünü yansıtmaktadır.
Grönland, ABD’nin en kuzeyindeki Thule Hava Üssü’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bu üs, kalıcı olarak Amerikan birlikleri ve balistik füze uyarı sistemlerini barındırmaktadır. 1951 yılında ABD ile Danimarka arasında imzalanan “Grönland Savunma Anlaşması” kapsamında, ABD geniş çaplı savunma işbirliği ve ada üzerinde üs kurma, kullanma hakları elde etmiştir. Bugün, ABD askeri gücünü küresel ölçekte azaltırken ve büyük güç rekabeti giderek artarken, özellikle Avrupa bağımsızlık bilinci kazanıp transatlantik bağlarını gevşetirken, Grönland’ı sıkı bir şekilde kontrol altında tutmak, ABD’nin coğrafi avantajlara sahip olan Rusya’yı ve stratejik özerklik, diplomatik bağımsızlık ve askeri güç arayışındaki Avrupa’yı daha iyi dizginlemesine olanak tanımaktadır.
Grönland ayrıca ABD için Avrupa’ya geçiş sağlayan bir “kuzey orta durağı”dır. İklim değişikliği, Kuzey Kutbu’ndaki buz tabakalarını ve buzulları hızla eritmeye devam ederken, Kuzey Kutbu deniz yollarının yıl boyunca kesintisiz geçişe uygun hale gelmesi beklenmektedir. Bu rotalar, Amerika ve Batı Pasifik limanlarından Avrupa’ya daha kısa bir güzergah sağlayarak, ekonomik, askeri ve stratejik olarak büyük bir değer taşımaktadır. “Soğuk Su Süveyş Kanalı” olarak adlandırılan bu rotalar, Amerika için kaçırılmaz bir fırsattır. Son yıllarda Rusya, Kuzey Kutbu deniz yollarının geliştirilmesine ve bu yollar üzerindeki liman inşaatlarına ağırlık verirken, Çin ise 2018 yılında “Buz İpek Yolu” önerisini sunmuş ve Rusya ile işbirliğini güçlendirmiştir. Bu gelişmeler, ABD’nin stratejik kaygılarını artırmış ve Trump yönetiminin Grönland’a olan ilgisini daha da yoğunlaştırmıştır.
Trump, Avrupa’daki Amerikan ortaklarını korkutmak için Çin ve Rusya’yı birer “korkuluk” olarak kullanmış ve şu ifadeleri dile getirmiştir: “Ulusal güvenlik nedenleriyle Grönland’a ihtiyacımız var. Özgür dünyayı korumaktan bahsediyorum… Her yerde Çin gemileri, her yerde Rus gemileri var. Bunun olmasına izin vermeyeceğiz.” Trump, Grönland ile ilgili tehditkâr açıklamasını yapmadan saatler önce, oğlunu bu adayı ziyaret etmeye göndermiş ve bu durum onun ne kadar aceleci olduğunu göstermiştir.
Trump, başkanlığına geri döndükten sonra ABD’nin Panama Kanalı’nı kontrol etmesi gerektiğini öne sürerek, Grönland üzerindeki emellerine benzer şekilde, ABD çıkarlarını güvence altına almayı amaçladığını açıkça ortaya koymuştur. Bu, doğrudan Çin’i hedef alan ve ABD’nin Çin’in gelişimini engellemeye yönelik ulusal stratejisine hizmet eden bir harekettir. Trump, “Panama Kanalı ABD için çok önemli ama şu anda Çin tarafından işletiliyor” demiş ve Panama’nın “Amerika’nın geri verdiği bu hediyeyi kötüye kullandığını” iddia ederek, ikili anlaşmaları ihlal ettiğini ve Amerikan gemilerinden “diğer ülkelerin gemilerinden daha yüksek” geçiş ücretleri talep ettiğini öne sürmüştür. Panama hükümeti, Trump’ın bu tür suçlamalarını kesin bir şekilde reddetmiştir.
Karayip Denizi ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlayan Panama Kanalı, 1904-1914 yılları arasında ABD tarafından inşa edilmiştir ve Asya’dan Amerika’nın doğu kıyısındaki limanlara giden rotayı büyük ölçüde kısaltmıştır. 1970’lerde, ABD ve Panama, kanalın sürekli tarafsız kalmasını sağlamak için bir anlaşma imzalamıştır. 1979 yılında ABD, kanalın kontrolünü Panama’ya devretmiştir. 1999 yılında ise iki ülke arasındaki iş birliği sona ermiştir ve şu anda Panama Kanalı, Hong Kong merkezli bir şirket tarafından işletilmektedir. Trump’ın Çin şirketini kanalın işletimi üzerinden eleştirmesi, ticari işbirliğini siyasi bir araç haline getirme ve jeopolitik baskı uygulama çabasıdır. Bu durum, Çin ve Panama arasındaki ilişkileri bozmayı amaçlamakta ve her iki ülkeye yönelik ticari ve jeopolitik şantaj olarak görülmektedir.
Trump’ın son dönemde sergilediği genişleme arzusu ve ABD’nin “yeni haritasını” yayımlaması yaygın bir paniğe neden oldu. Batı kamuoyu, askeri fetihlerle dünya toprak alanı bakımından dördüncü sıraya yükselen ABD’nin, yeniden topçu gemisi diplomasisi çağına dönmeye çalıştığı ve zorla veya yağma yoluyla topraklarını genişletme peşinde olduğu endişesini taşıyor. Bu, dünyanın coğrafi, jeopolitik ve siyasi haritasını yeniden yazabilir. Özellikle Grönland, özerk bir bölge olarak teorik ve yasal olarak bağımsızlık ve egemenlik seçimini referandum yoluyla yapma özgürlüğüne sahiptir. Ancak merkezi hükümetle uzun süredir yaşadığı gerilim, Danimarka hükümetinin Trump’ın sözlerinden dolayı özel bir endişe duymasına yol açtı.
2009 yılında Danimarka ve Grönland’ın özerk hükümeti bir anlaşmaya vardı ve Grönland’ın yalnızca bir halk oylaması düzenledikten sonra bağımsızlık ilan edebileceğini kararlaştırdı. Grönland Başbakanı Múte Bourup Egede, bu yılki Yeni Yıl konuşmasında, “Ülkemizin bir sonraki adımı atma zamanı geldi,” diyerek, Grönland’ın sömürge dönemi zincirlerinden kurtulması ve uluslararası arenada kendini temsil etmesi gerektiğini belirtti. Danimarka Başbakanı Frederiksen, ABD’nin Grönland’ı askeri güç kullanarak kontrol altına almasına karşı olduğunu açıkça ifade ederken, “Her şey Grönland halkına saygı çerçevesinde ilerlemelidir” şeklinde konuştu. Analistler, bu açıklamaların Grönland’ın coğrafi ve ekonomik olarak Danimarka ile sıkı bir bağ içinde olmasına rağmen, ABD’nin süper güç statüsünü kullanarak Grönland’ı bağımsızlığa zorlaması veya hatta ABD’nin bir federal eyaleti haline getirmesi ihtimalini dışlamadığını gösterdiğini belirtiyor.
Trump’ın Grönland üzerindeki kararlı ve tehditkâr tavrı ile Grönland’ın İnuit yerlilerinin sömürge yönetiminden kurtularak bağımsız olma potansiyeli göz önüne alındığında, Danimarka son günlerde en kötü senaryoların gerçekleşmesini önlemek için bir dizi önlem aldı. Danimarka Savunma Bakanlığı, Grönland’ın askeri savunmasını ve altyapısını güçlendireceğini duyurarak, Arktik topraklarını ve egemenliğini koruma konusundaki kararlılığını gösterdi. Danimarka Kralı X. Frederick, 1972’den bu yana ilk kez Danimarka ulusal armasını değiştirerek Grönland ve diğer bölgelerin egemenlik sembollerini vurguladı ve güçlendirdi.
ABD’nin Avrupa’daki ortakları, Trump’ın Grönland üzerindeki toprak hırslarını neredeyse oybirliğiyle eleştirdi. Trump’ın Grönland’ı ekonomik ve askeri yollarla zorla ilhak etmesinden endişe ediyorlar. Daha da kötüsü, ABD’nin askeri güç kullanarak adayı ele geçirmesi durumunda NATO’nun kolektif savunma mekanizmasını tetiklemesi ve diğer NATO üyelerinin başka üye devletlere saldırmasının önünü açması ihtimali. Bu durum, diğer 30 üye devleti Danimarka’yı savunmaya zorlayarak, ABD ile felaket niteliğinde bir “NATO iç savaşı”na yol açabilir.
Trump’ın tehlikeli söylemleri, görevden ayrılmaya hazırlanan Biden yönetimi için de bir diplomatik krize neden oldu. Bu durum, Demokrat Parti’nin korumaya çalıştığı transatlantik ilişkileri ve ittifak sistemini büyük bir sarsıntıya uğrattı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Trump’ın önerilerinin gerçekçi olmadığını ve uygulanmayacağını belirterek, Biden yönetiminin müttefiklerle yakın iş birliği içinde olmanın daha iyi sonuçlar getireceğine inandığını, müttefikleri uzaklaştırabilecek davranışlardan kaçınması gerektiğini vurguladı. ABD’nin Danimarka Büyükelçiliği, 9 Ocak’ta Grönland’daki Amerikan askeri varlığını artırma planı olmadığını açıkladı. ABD Savunma Bakanlığı ise 8 Ocak’ta Grönland’a “istila” planları hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadığını vurguladı ve bu gibi senaryoların bir sonraki yönetimin tartışacağı konular olduğunu belirtti.
Trump’ın genişleme hezeyanları, Kanada ve Meksika’ya da büyük sıkıntılar yaşattı ve “tilki bile evine en yakın yerde avlanır” gibi, siyasi ve diplomatik normlara tamamen aykırı bir davranışı ortaya koydu. Trump, defalarca Kanada’nın ABD’nin “51. eyaleti” olması gerektiğini iddia etti. Hatta diplomatik protokolü hiçe sayarak, Kanada Başbakanı Trudeau ile yaptığı yüz yüze görüşmede bu talebini doğrudan dile getirerek onu oldukça utandırdı ve Kanada’da hem iktidar hem muhalefet kanadında geniş çaplı öfkeye neden oldu. Trump’ın Meksika Körfezi’ni “Amerikan Körfezi” olarak yeniden adlandırma provokasyonuna gelince, Meksika Devlet Başkanı Sheinbaum, “Neden Amerika Birleşik Devletleri’ne ‘Meksika Amerika’sı’ diyemiyoruz?” şeklinde sert bir şekilde yanıt verdi. Sheinbaum, medyaya 17. yüzyıla ait bir dünya haritası gösterdi. Haritada yalnızca Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiş bir coğrafi isim olan “Meksika Körfezi” açıkça işaretlenmekle kalmıyor, aynı zamanda ABD’nin mevcut toprakları da “Meksika Amerika’sı” olarak tanımlanıyordu.
Gözlemciler, Trump’ın Grönland ve Panama Kanalı üzerinde kontrol sağlama arzusunun gerçekçi olduğunu düşünürken, Kanada’nın egemenliği ve Meksika Körfezi üzerindeki hırslarının daha çok yüksek baskı taktiği olduğunu belirtiyor. Bu, iki ülkeyi ticaret tarifelerinde daha fazla taviz vermeye zorlayan “Trump tarzı” bir strateji olarak değerlendiriliyor. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ise Trump’ın Grönland ve Panama Kanalı üzerindeki kontrol tehditleri, Avrupa, Çin ve hatta Rusya’ya yönelik stratejik bir şantaj niteliği taşıyor. Bu tehditler, AB’yi ABD’ye ticaret ve sanayi rekabeti konusunda daha fazla imtiyaz vermeye; NATO’nun Avrupa’daki ortaklarını, savunma bütçelerini GSYH’nin %2’sinden %5’e çıkarmaya ve böylece ABD’nin yükünü hafifletmeye; ve Çin ile Rusya’yı büyük güçler arasındaki rekabet alanında ABD’ye boyun eğmeye zorlamayı amaçlıyor.
Trump’ın yakın müttefiki Elon Musk’ın son dönemde Avrupa iç siyasetine sık sık açık müdahalelerde bulunmasıyla bağlantılı olarak, “Trump 2.0” yönetim tarzının ilk dönemine kıyasla daha zorba bir tutum sergileyeceği açıkça görülüyor. Bu yaklaşım, uluslararası normları, diplomatik nezaket kurallarını ve küresel düzen düzenlemelerini tamamen göz ardı ediyor. Bu da Trump’ın önümüzdeki dört yıl boyunca dünyaya sonsuz sıkıntılar yaşatacağını ve küresel çapta belirsizlik ve sürekli bir korku dönemine yol açacağını gösteriyor.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) seçilmiş başkanı Donald Trump, ikinci dönemini endişeyle bekleyen dünya için eteklerinde bolca sürprizle gelecek gibi gözüküyor. Zira, Panama, Grönland ve hatta Kanada konusundaki çıkışlarını sadece Trump’ın patavatsızlığı olarak değerlendirmemek gerekir. Israrla bu konuları gündemde tutmasına bakılırsa ABD yeni dönemde alıştığımızın dışında bir strateji izleme yolunda.
ABD’nin emperyalist yaklaşımı, tarihsel olarak Avrupa tarzı emperyalizmden farklı bir çizgide ilerledi. Batı Avrupa ülkeleri, sınırlı topraklara ve kaynaklara sahip oldukları için, sömürgecilik döneminde ekonomik kazanç elde etmek amacıyla genişlemeye yöneldi. Başta İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, dünyanın çeşitli bölgelerinde toprak işgal ederek ekonomik değer merkezlerini kontrol altına almayı hedefledi.
ABD’nin geniş kıtasal toprakları ve zengin doğal kaynakları, bu tür bir motivasyonu büyük ölçüde gereksiz kıldı. ABD, kendi sınırları içinde endüstriyel devrimini gerçekleştirdiğinde hala devasa ve zengin kaynaklarla dolu bir kıtayı işliyordu. Bugün ise dünyanın en üretken hizmet ekonomilerinden birine sahip olan ABD için, ekonomik kazanç amacıyla toprak işgal etmek çoğu zaman en mantıklı strateji değil.
Bu yüzden Amerikan tarzı emperyalizm ekonomik değil, güvenlik odaklıdır. ABD için önemli olan büyük topraklar üzerinde hakimiyet kurmak değil ama (özellikle deniz) ticaret yollarına hükmetmek ve başta enerji olmak üzere olası rakiplerinin kritik kaynaklara ulaşımını sınırlandırmaktır.
Dolayısıyla ABD, büyük toprak parçalarını işgal etmek yerine, stratejik öneme sahip küçük ve savunması kolay bölgelerle ilgilenir. Bu bölgelerin düşük nüfuslu olması, güvenlik riski yaratmaması ve ABD’nin rakiplerinin stratejik fırsatlarını sınırlaması esastır. Bu yaklaşım, ülkenin güvenlik çıkarlarını maksimize ederken idari yükü minimize etmeyi amaçlar. Bu perspektiften bakıldığında, ABD’nin ilgisini çekebilecek bölgelerin sayısı sınırlıdır.
ABD’nin Stratejik Öncelikleri
Amerika Birleşik Devletleri, Pasifik’te stratejik önem taşıyan birçok bölgeyi hâlihazırda kontrol etmekte. Kuzey Mariana Adaları, Guam ve Amerikan Samoası gibi bölgeler, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında ve 1800’lerin emperyalizm çağında kazandığı topraklar. Bu alanlar, ABD’nin hem kendi güvenliğini sağlaması hem de Asya-Pasifik bölgesindeki askeri üsler ve deniz rotaları açısından kritik öneme sahip.
Eğer ABD, güvenlik çıkarlarını Afrika’ya genişletmek isterse, Sao Tome ve Principe gibi küçük ada devletleri, ABD’nin ilgisini çekebilecek stratejik noktalar. Afrika’da Sao Tome, 200.000 kişilik nüfusu ve stratejik konumu ile stratejik olarak Batı Afrika’nın tamamına erişim imkânı sunuyor. Bu bölge, Güney Afrika’dan Senegal’e kadar geniş bir coğrafyada ABD’ye askeri üstünlük sağlayabilir.
Benzer şekilde, Sokotra gibi Yemen’e ait adalar da dikkat çekici. Sokotra, Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Afrika’nın doğu kıyısına erişim sağlamak açısından stratejik bir konuma sahip. Ancak bu adaların ele geçirilmesi, ABD’nin Afrika’ya yönelik uzun vadeli stratejik bir taahhütte bulunmasını gerektirir ki bu şimdiye kadar herhangi bir Amerikan hükümetinin benimsemediği bir stratejidir.
Yeni Ticaret Rotaları
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmadan önce gündeme getirdiği Panama ve Grönland gibi bölgeler ise ABD’ye ciddi yönetim ve altyapı yükü getirebilir.
Örneğin, Panama Kanalı stratejik bir öneme sahip olsa da, Panama’nın büyük nüfusu ve sosyal sorunları, ABD için yönetimsel bir yük oluşturabilir. 4 milyonu aşkın nüfusu ve uyuşturucu kaçakçılığı sorunları, ABD’nin bu bölgeyi doğrudan kontrol etmesini zorlaştırır. Zaten mevcut durumda ABD’nin, Panama Kanalı üzerinde tam geçiş hakkına ve askeri önceliğe sahip olması doğrudan işgali gereksiz kılıyor.
Grönland ise Kuzey Kutbunun yükselen stratejik önemi nedeniyle daha ön planda. Özellikle buzulların erimesiyle ortaya çıkan yeni ticaret yollarında söz sahibi olmak burada varlık göstermeyi gerektiriyor. Düşük nüfusuna rağmen devasa bir toprak parçasına sahip olduğu ve zorlu yaşam koşulları nedeniyle Grönland’ın tam kontrolü yüksek bir maliyet gerektiriyor. Ayrıca, Grönland’ın mevcut yöneticisi olan Danimarka, ABD ile güçlü bir müttefiklik ilişkisi sürdürüyor ve ABD’nin Grönland üzerindeki güvenlik taleplerini karşılıyor. Grönland’ın ABD’ye bağlanması, Danimarka ile yakın ilişkilerine zarar verebilir ve Amerikan politikasında gereksiz bir yük oluşturabilir, ittifaklarını sorgulanabilir hale getirebilir. Fakat ilginçtir ki, Trump işbirliği yerine Grönland’i ABD hakimiyetinde görmek istiyor ve bunu ekonomik gerekçelere dayandırıyor.
Amerikan Stratejisinin Geleceği
ABD’nin mevcut güvenlik stratejisi, dolaylı kontrol mekanizmalarına dayanıyor. Doğrudan toprak kontrolü yerine, müttefik ülkelerle iş birliği yaparak stratejik bölgelerde etkisini sürdürerek hem maliyetleri düşürüyor hem de yerel halkların tepkisini minimize etmeye çalışıyor. ABD’nin toprak işgaline dayalı bir genişleme stratejisi benimsemesi birçok riski beraber getirecektir. Umuyoruz, Trump ile cesur yeni bir dünya için kemerleri bağlamış ve ülkemiz için oluşacak risk ve fırsatları belirlemişizdir.
Çin ve Sri Lanka 3,7 milyar dolarlık yatırımla Kuşak Yol’da yeni bir aşamaya geçiyor
Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Waltz’dan yeni Gazze savaşına yeşil ışık
İsrail Güvenlik Kabinesi ateşkes için toplandı
Starmer: Avrupa’nın Ukrayna’yı savunmak için adım atması gerek
Frontex: Düzensiz göçmen sayısı yüzde 38 azaldı
Çok Okunanlar
-
AMERİKA7 gün önce
Kaliforniya yangınları: San Francisco büyüklüğünde bir alan yok oldu
-
AMERİKA7 gün önce
Kaliforniya’daki yangınların yol açtığı zarar 150 milyar dolara ulaştı
-
GÖRÜŞ7 gün önce
Bölgede değişen dinamikler ve PKK sorunu
-
DÜNYA BASINI1 hafta önce
Kara para, kara bayraklar
-
DÜNYA BASINI6 gün önce
CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?
-
DİPLOMASİ1 hafta önce
Trump, Sachs’ın Netanyahu’ya küfür ettiği videoyu paylaştı
-
GÖRÜŞ2 hafta önce
Belarus’ta seçimler yaklaşırken Batı yanlısı muhalefet ne diyor?
-
DÜNYA BASINI5 gün önce
OnlyFans feminizm kılığına bürünmüş sömürüdür