Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Crocus katliamı; öncesi ve sonrası…

Yayınlanma

IŞİD, nam-ı diğer ‘Irak Şam İslam Devleti’; ABD’nin ‘Arap Baharı’nın çöküşüne damgasını vuran radikal İslamcı terörün marka ismi. Ortadoğu’da Suriye ve Irak topraklarını kavuran bir ‘hilafet projesi’ olarak gömülmesi sürecinde, bu marka; 2015-2018 yılları arasında sınırları aşarak Avrupa’da Paris’ten Nice’e, İstanbul’dan Manchester Arena’ya uzanan terör eylemlerinde anılmıştı. Son yıllarda işlevi ABD’nin Suriye işgalini ‘meşrulaştırmakla’ sınırlı kaldı. Bunun dışında Afganistan’dan yine ABD ordusunun rezalete dönüşen geri çekilme gösterisi sonrasında IŞİD-H (Horasan) yan markasıyla gündemde tutuldu.

Bir anlamda Amerikan jeopolitiğinin ‘temizlikçisi’ olan IŞİD markası örneğin İsrail’i hiç hedef almadı. Ne zamandır ‘yabancı’ topraklarda rastlanmasa da ‘terör hücreleri’ ile anılageldi. Taa ki, 22 Mart Cuma akşamı Rusya Federasyonu’nun başkenti Moskova’da masum sivillerin katledildiği Crocus katliamına kadar.

ZAMANLAMA MESELESİ…

Tam da kolektif Batı’nın Kiev’de 2014 darbesiyle silaha çevirdiği Ukrayna üzerinden Rusya Federasyonu’nu ‘stratejik mağlubiyete uğratma’ savaşının dara düştüğü bir dönemde… Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin özel askeri harekatın iki yılı dolmuşken, Donbass’taki tüm cephelerde inisiyatifi ele aldığı, Batı basınında Ukrayna ordusunun çöküşünün konuşulduğu bir sırada…

Tam da; ABD’de 5 Kasım’daki başkanlık seçimine giden süreçte fon kaynağı kesilen Kiev yönetimi silah ve mühimmat kıtlığı yaşarken, Batı’nın ‘mucize silah ve ekipmanlarının’ cephede imha edildiği bir dönemde…

Tam da krizin üzerine yıkıldığı Avrupa’da militarist dalganın yükseltildiği, Bundeswehr subaylarının çaktırmadan Kırım Köprüsü’nü vurma senaryolarını tartıştığı, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ise bizzat asker göndererek Üçüncü Dünya Savaşı’nı tetikleme temasının elinde patladığı bir atmosferde…

Tam da Rusya’ya açılan yaptırım savaşının işe yaramadığının anlaşıldığı, Rusya idaresinin dünyada tecrit edilemediğinin açıkça konuşulduğu, aksine BRICS üzerinden Batı merkezli hegemonyaya meydan okunması temasının popülerlik kazandığı bir süreçte…

Tam da Donbass cephesinde Avdeyevka’yı 10 yıl sonra yitirerek büyük darbe yiyen Kiev’in hışımla Rusya’daki sivil hedeflere rastgele bombalamalar, rafinerilerin hedef seçilmesi ve etkisi sınırlı da olsa İHA saldırı dalgalarını artırdığı bir ortamda. Fakat ne yapılıp edilse, Rusya’daki başkanlık seçimini etkilemek üzere Belgorod ile Kursk bölgelerinde girişilen sınır harekatının fiyaskoya dönüşmesinin önlenemediği bir zamanlamayla…

Tam da; Rusya Federasyonu’nda Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yüzde 77’yi aşan rekor katılımla yeniden seçildiği ve ABD fonlu Levada merkezi dahil herkesin isabetle öngördüğü üzere yüzde 87’ye ulaşan oranda oyla halk desteğini konsolide ettiği bir ortamda…

22 Mart Cuma akşamı Moskova’nın dışındaki Krasnogorsk’taki Crocus Belediye Binası ve konser salonu silahlı teröristler tarafından basıldı. Masum siviller, çoluk çocuk otomatik silahlarla tarandı, yaralıların gırtlakları kesildi, Crocus binası yakıldı; en az 133 sivilin hayatını yitirdiği, bir o kadarının yaralandığı vahşi ve şoke edici bir terör saldırısı. Rusya halkı için büyük bir trajedi. Batı’da olsa dünya kamuoyunda yer yerinden oynardı!

Saat 20.00 sıralarında gerçekleşen katliam sonrası bir araçla kaçan teröristlerden 4’ü 3.5 saat sonra Ukrayna sınırına 100 km ötede Bryansk bölgesinde yakalandı. Bağlantılı olarak 11 kişinin de gözaltına alındığı açıklandı.

Rusya güvenlik servislerinin soruşturması sürüyor, Rusya vatandaşlığı bulunmayan Tacik asıllı olduğu belirtilen faillerin sorgularıyla oluşacak resmi henüz tam olarak bilmiyoruz. Ancak saldırının dumanı tüterken oluşturulan anlatı çok şey ifade ediyor. Özellikle Batı dünyası ve ABD idaresinden yansıyanlar…

IŞİD MARKASI, TETİĞİ ÇEKEN, ÇEKTİREN

Psikopat neonazi Kiril Budanov’un başında bulunduğu Ukrayna istihbaratının radikal İslamcılarla ilişkisi sır değil. Son iki yılda Ukrayna ordusu saflarından sayısız fotoğraf ve video yansıdı. 2022’den bu yana Ortadoğu ve Orta Asya’dan selefi cihatçıların Rusya ile doğrudan savaşmak için Ukrayna’ya gittikleri biliniyor.

ABD yönetimi ise Crocus’ta faillere dair daha ortada bilgi kırıntısı bile yokken, gözle görülür bir telaşla ‘Ukrayna değil, IŞİD’ diye söze başladı. Bu arada da IŞİD’in Amaq hesabının telegram kanalından saldırıyı üstlendiği haberleri düştü. Sonradan bunun eskiden kullanılan bir ‘haber şablonu’ olduğu anlaşılınca yeni görseller yayıldı. IŞİD uzmanları bu tabloyu hiç de ikna edici bulmuyorlar.

Gözde marka IŞİD’ın sürümünün, neden şimdi Rusya’yı bir kitle katliamıyla hedef aldığı sorusu, tetiği çeken-çektiren bağlamını değiştirmiyor. Hilafet örgütünün ‘radikalleşmiş bireylerinin aracılar üzerinden para karşılığı kitle katliamına yönlendirilmesi’ teması, kullanışlı bir ‘bağlamsızlık’ sunuyor. Crocus’taki katliam sonrası Ukrayna sınırına ulaşmaya çalışan teröristlerin IŞİD ideolojisi uğruna kendilerini bildik yöntemleri olarak feda da etmeyip teslim olmaları ayrıca dikkat çekici.

Tartışmalar kaçınılmaz olarak ABD ve Britanya’nın Moskova’daki büyükelçiliklerinin 7 Mart’ta vatandaşları için yayınladıkları uyarı ile birleşiyor. Tam da başkanlık seçimleri öncesinde Moskova’da aşırılıkçı örgütlerin bir terör saldırısı düzenleyebileceği ve spesifik olarak ‘konser alanlarının’ hedef alınabileceği vurgulanan bu uyarının, ne tür bir istihbarata dayalı olduğu meçhul. Rusya güvenlik servislerinin bir sinagog saldırısını savuşturduğunun açıklanmasından sonra 48 saatlik dilim için yapılmıştı. Rus makamları bunun ‘genel bir bildirim’ olduğu ve detay verilmediğini söylüyor. Crocus katliamının ardından ise telaşlı Beyaz Saray sözcüsü John Kirby, eski uyarılarının ‘tesadüfi’ olduğu havasını yaratmaya çalışarak dikkatleri çekti.

Bu arada Rusya liderinin seçimden önce yaptığı ‘bazı Batılı yapıların provokatif açıklamalarının aynı zamanda şantaj ve toplumu sindirme niyeti anlamına geldiği’ tespiti bir çeşit ‘kayıtsızlık’ olarak sunuldu. Buna dikkat çekenler, Putin’in devamında ‘Kiev ve Batılı patronlarıyla bağlantılı tehlikelere’ dikkat çekerek FSB’ye terörle mücadelede için özel olarak talimat veren cümlelerini anmaya gerek görmüyor.

Moskova metropolitan alanı 20 milyon nüfusa sahipken, büyük kamusal alanları önleyici korumanın imkansızlığı, bunun gündelik yaşamı aksatacak ve paniğe yol açacak olması dikkate alındığında istihbarat eksikliği tartışmalarının kuşkusuz sonu gelmeyecektir. Tıpkı Batı’da benzer vakalarda olduğu gibi…

PUTİN’İN İŞARET ETTİKLERİ

Rusya lideri katliamın ardından ulusa sesleniş konuşmasında açık konuştu ve “Hepsini cezalandıracağız” dedi. ‘Kanlı ve barbar terör saldırısının birlik ve iradelerini sarsamayacağını’ söyledi. Rusya vatandaşlarının geçmiş terörizm deneyimlerine atıf yaptı. “Bir zamanlar Nazilerin işgal altındaki topraklarda yaptıkları gibi…”  diyerek tarihsel sınavlardan geçtiklerini vurguladı. Dikkat çekici yanı Putin’in katliamı IŞİD’ın üstlendiği iddialarını hiç anmaması. Rusya lideri teröristlerin Ukrayna sınırına doğru kaçmaya çalışmalarına atıf yaparken, ‘devlet sınırını geçmeleri için bir pencere hazırlandığını’ vurgulaması, organizasyonun adresi olarak Kiev’i gördüğü olarak anlaşılabilir. Vurgusu, “Kim olurlarsa olsun tüm failler ve organizatörlerin cezalandırılacağı” oldu.

Putin’in Suriye çatışması yıllarındaki IŞİD saptaması düşünülürse perspektifi şaşırtıcı değil: “Obama, IŞİD’in bir tehdit olduğunu söylüyor. Peki Beşar Esad’a karşı koymak için onları kim silahlandırdı? Bu durumu onlar için kolaylaştıran gerekli siyasi/medya iklimini kim yarattı? Bu silahların onlara teslim edilmesi için kim para ödedi? IŞİD hiçbir zaman bir örgüt olmadı. Paralı askerler için satın alınıp paraları ödeniyor, en çok maaş aldıkları yerde savaşıyorlar.”

Rusya istihbaratının cumartesi günü itibarıyla Russia Today’e aktardığı resimde ‘terör saldırısının iki Batı ülkesinin istihbarat örgütleri ve Ukrayna istihbaratı tarafından planlandığı’, ‘olayın IŞİD işi olarak görülmesi için benzer yapılardan teröristler devşirildiği’, ‘bu hedefle birden fazla sosyal medya platformunun kullanıldığı’ ve ‘bunların yazışmalarıyla telefon görüşmelerinin bir kısmının tespit edildiği’ yer alıyor. Örneğin Ukrayna’nın Tacikistan büyükelçiliğinin Rusya’ya karşı savaşmak üzere açık açık eleman devşirme duyuruları biliniyor.

Dolayısıyla Moskova açısından görüntü açık. ‘İki Batı ülkesinin istihbaratından’ kastın CIA ve MI6 olduğu pek az şüphe götürür. İngilizlerin son dönemdeki ‘aşırı suskunluğunun’ dikkat çekiciliği de cabası.

Zelenskiy yönetimi ise Crocus terör saldırısıyla ilgisi olmadığını iddia etti.  Kırım Köprüsü’nü de vurmadıklarını iddia etmişlerdi. Yalanı deşifre etmek aylar sonra ABD yönetimine düşmüştü. Kiev açısından değişmeyen, yalanlamanın üslubu oldu. Ukrayna Güvenlik ve Savunma Konseyi sekreteri Aleksey Danilov katliamı “Moskova neşeli mi bugün? Bence neşeli, böyle neşeli ortamları onlar için her gün yapabilsek keşke” diyerek yorumladı.

NULAND’IN ASİMETRİK SAVAŞI VE KÖTÜ SÜRPRİZİ

Asıl sıkıntı ABD’de… Zira ABD yönetimini böylesine vahşi bir sivil katliam söz konusuyken ‘Ukrayna değil, IŞİD’ diye ısrar ederek açıkça ‘ortaklık’ görüntüsü oluşturuyor. Ve ABD’yi zorlayan faktörler keskin.

Eski CIA görevlisi Larry Johson’ın saldırıdan sadece bir gün önce açık kaynaklı NATO istihbaratı OSINTdefender’in ‘Washington’un Ukrayna’nın Rusya’ya karşı izinsiz, korkunç eylemlerinden giderek daha fazla hayal kırıklığına uğradığı’ atfı eşliğinde, “Bu, ABD’nin Ukrayna’nın bir şeyler peşinde olduğunu bildiği anlamına geliyor” sözleri dikkat çekici. Johnson, Crocus katliamı sonrası telaşlı açıklamaları “Bu, Beyaz Saray’ı ölesiye korkuttu” diyerek yorumladı.

Ve elbette Kiev darbesinin ve ‘Proje Ukrayna’nın mimarı neocon Victoria Nuland faktörü var. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın siyasi işlerden sorumlu bakan yardımcısı vekili olarak Nuland, ocak sonunda darbe söylentilerinin ayyuka çıktığı Kiev’i ziyaretinde ve ardından ABD’ye geri dönüşünde Rusya’ya karşı açık biçimde ‘asimetrik savaş’ verileceğini ilan etmişti. Nuland, altını çize çize ‘Putin’in kötü sürprizlerle karşılaşacağını’ söylemişti. Ve ardından mart ayı başında aniden ‘emekliye ayrılacağı’ duyuruldu. Vekil dışişleri bakan yardımcılığı görevi, asaleten atanamadan sona erdi. Dışişleri Bakanı Antony Blinken, vedasında ‘ansiklopedik bilgilerine’ atıfla kendisinden faydalanmaya devam edeceklerini belirtti. Nuland’a nasip olmayan asaleten atamayı alan Kurt Campbell, ABD’nin ‘Hint-Pasifik’ odaklanmasının ve ‘Asya şahinlerinin’ gelişinin işareti sayılıyor. Crocus ise, kaçınılmaz olarak Nuland’ın sözünü ettiği ‘asimetrik savaşın’ ve ‘sürprizin’ somutlanmasına yoruluyor.

HEDEF VE OLASI SONUÇLAR

Crocus katliamının Rusya Federasyonu’nun özel askeri harekatına etkilerini göreceğiz. Doğrusu BM onaylı Minsk formülü ve diplomasi için sekiz yıl ısrar ettikten sonra son iki yılda da ‘stratejik sabır’ sergileyen Moskova, özel askeri harekatın ‘demilitarizasyon ve denazifikasyon’ olarak saptadığı hedeflerden şaşmadı. Batılı muhalif askeri yorumcuların çok zamandır dile getirdiği, nihayet geçenlerde Alex Vershinin’in Britanya müesses nizamı kurumu RUSI’deki analizinde işaret ettiği ‘yıpratma savaşı’ yürütüldü. Bu yazı, Rusya’nın ‘alan kazanamadığı’ yolundaki Batılı ana akım analizlerinin başarısız kurgularının da adeta deşifresi.

Rusya’nın ‘yıpratma savaşı’ Kiev’in çoğu kez askeri değeri olmayan sivil hedeflere yönelik saldırılarına karşın rayından çıkmadı. Alan kazanmayı dert etmeden Ukrayna ordusunun askeri gücünü eritme, silah ve mühimmat depoları, paralı asker konuşlanma bölgeleri, Amerikan savaş kitabında da yer alan çifte kullanımlı enerji tesisleri hedef alındı. Kiev’in Donbass’ta yahut yılın son günü Belgorod’da olduğu gibi rastgele fırlattığı bombalar nedeniyle yaşanan sivil kayıplar karşısında Rusya kamuoyunda daha sert yanıt verilmesi tepkileri ortaya çıksa da Moskova’nın ‘öfkeyi yönettiği’ açık. Ne ki, Crocus’tan sonra sabırlar taşmış görünüyor.

Diğer yandan Crocus katliamının ‘IŞİD teması’, vatandaşlığı bulunmayan ‘Tacik göçmen’ olgusunun Rusya’daki etnik ve dini ayrımları kaşıyıcı yanı ortada. Ancak Rusya kamuoyu Crocus binasında yarı zamanlı çalışan 15 yaşındaki kahraman İslam’ın 100’den fazla insanı kurtarma görüntülerini de izliyor. Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nin çöküş sürecinde Batı’nın ‘oyun kitabında’ yer alan etnik ve dini parçalama hamlelerine yabancı değil.

Tacik teröristlerin ‘Türkiye üzerinden kiralandığı’ iddiaları ve katliamın Gazze savaşının yankılarının hissedildiği Suriye sahasına etkileri de bir başka başlık.

Crocus’un ardından ilk planda şu saptamalar yapılabilir: Özellikle ABD’de ‘Proje Ukrayna’yı dondurmayı salık veren kanadın (Richard Haas) çabaları tümden çöpe gitmiş görünüyor. Putin’in en son ‘Rusya’yı koruyacak sıhhi bölge’ formülünün yeni şekli için papatya falları açılabilir. Ve Batılı neocon’lar nükleer güç Rusya’yla Üçüncü Dünya savaşı çıkararak tüm insanlığı yok oluşa sürüklemeyi planlamıyorlarsa eğer, Zelenskiy ve Budanov’un yeryüzünde kalış sürelerinin sıkıntıya girdiği söylenebilir.

GÖRÜŞ

Rusya’da kalkınma: Liberal amentüye karşı işlenen büyük günah – 1

Yayınlanma

Yazar

Biz her geçen gün biraz daha sefalete yuvarlanırken Rusya ekonomisiyle ilgili her haber mucizeyi andırıyor: modern tarihin gördüğü en büyük yaptırım saldırısının altında, ihracat ve ithalat kanalları alabildiğine kapatılmış, Ukrayna çatışmasında az çok tarafsız kalmayı tercih etmiş geleneksel ticari ortakları bile başta bankacılık olmak üzere bütün ticari faaliyetlerine ikincil yaptırım korkusuyla engeller getirmeye başlamışken “nasıl oluyor da oluyor”? Nereden geliyor bu değirmenin suyu — yoksa her şeye rağmen ucuza da olsa petrol ve doğalgazını satmanın yolunu buluyor da o sayede mi ayakta kalıyor?

Bu yazı Rusya ekonomisine derinlemesine bir bakışla genel değerlendirmeler için perspektif sunmayı ve onlardan yola çıkarak bir “değirmen” tanımına ulaşmayı amaçlıyor. Başka deyişle, şu soruyu soruyor ve cevaplıyor: iktisadi faaliyet değirmeninin suyu tek bir yerden mi gelir, veya genel olarak: nedir bu değirmen?

GENEL DURUM

Putin yönetiminin tamamen kurumsallaştığı 2003’ü milat kabul ederek, GSYH dinamiği şöyledir:

pastedGraphic.png

Rusya ekonomisindeki ilk yılların yükselişinin ardından 2008 kriziyle birlikte şiddetli düşüş ve bir daha önceki dönemin büyüme oranlarının yakalanamamış olması Rusya’nın kapitalizmin uluslararası krizinden doğrudan etkilenen bir çevre ekonomisi olmasının sonucudur. Benzer bir durum 2014’te de yaşanmıştı; Kırım krizi ve yaptırımlar 2008’deki kadar olmasa bile hızlı bir daralmaya yol açmıştı. Bunun arkasından gelen kısmi genişleme dalgası ise 2020’de pandemiyle birlikte gene bir daralmayla sonuçlanmıştı.

Ukrayna krizinin ve yıkıcı yaptırımların bu gerilemeyi hızlandıracağı ve derinleştireceği sanılıyordu. Gerçekten de 2022’nin baharında yüzde 5-8 arasında küçülme oranları telaffuz ediliyordu. Üstelik bunlar bile utangaç ifadelerdi; “anaakım” denilen iktisatçıların ve onların hakim olduğu “mali bloğun” endişesi, 2009 küçülmesini bile geride bırakan bir anti-rekor kırılacağı yönündeydi. Bununla birlikte yıl sonuna doğru tahminler yüzde 3’e kadar geriledi. Ölçümler yapıldığında daralmanın sadece yüzde 1,2 olduğu ortaya çıktı — bu beklenenin çok altındaydı. 

Ancak gene de toparlanma umudu zayıftı; genel beklenti (buna “mali bloğun” tahminleri de dahil) küçülmenin 2023’te devam edeceği veya en iyimser tahminle çok az bir büyüme olacağı yönündeydi. Ama 2023 verileri tam aksi bir durumu ortaya çıkardı: Rusya ekonomisi bir önceki yıla göre yüzde 3,6 büyümüştü. 

2020-2023 arası yıllık çeyreklere dayanan grafik, bütün iniş ve çıkışların bu dönemde siyaset ve ekonomi yönetiminde alınan kararlarla doğrudan ilişkili olduğunu ve bu ilişkinin kendisini eğrilerde şaşılacak kadar hızla gösterdiğini kanıtlar.

pastedGraphic_1.png

BÜYÜMENİN NEDENLERİ

Özellikle 2023’teki yükseliş esas itibariyle Mişustin hükümetinin teknokrat tedbirlerinin eseriydi ve bunun iki temeli vardır: 1) devlet yatırımlarında artış ve özellikle sabit sermaye yatırımları, 2) sermaye hareketinin, özellikle de yabancı ve onunla ilişkili (komprador) sermaye hareketinin sınırlanması. Bu iki ayak da Merkez Bankası’nın dogmatik para ve sermaye siyasetine rağmen uygulanmıştı ve uygulanıyor; Merkez Bankası “enflasyonist etkileri” ortadan kaldırma iddiasıyla yüksek faiz ve sermaye serbestliğini istiyor; hükümeti teknokrat kanadı (hiç şüphesiz silovikinin onu arkalaması sayesinde) liberal dogmatizmi sınırlıyor. 

Aşağıdaki grafikte görülen sabit sermaye yatırımları inşaatı, sanayide makine ve ekipman yatırımlarını ve devletin savunma siparişlerini (ama savunma sanayisine yapılan bütün yatırımları değil) kapsıyor. Makine ve ekipman arzında 2022 boyunca belirgin bir düşüş, 2023’te ise belli belirsiz bir artış var. Tamamen anlaşılır: 2022’nin ilk yaptırımlar dalgası Rusya’nın başlıca teknoloji, araç ve ekipman sağlayıcısı olan batıdan ithalat kanallarının kapanmasına yol açtı. Bunun en çıplak sonucu otomotiv sanayisinde görülebilir: sektör 2024 şubat itibariyle 2021 aylık ortalama üretiminin ancak yüzde 37’sine erişebilmişti. 2023 başından itibaren makine ve ekipman arzındaki belli belirsiz artış, ithalatın Çin’e yöneldiğini gösteriyor; ancak bu eğilim emperyalist troykanın ikincil yaptırım tehdidiyle yıl sonuna doğru gene hız kaybetti. Gerçekten de ithalat grafiğiyle makine ve ekipman arzı grafiği tamamen çakışır.

pastedGraphic_2.png

Bu bize (somut bilgi sahibi olmadığımız) savunma dışında imalat sektörüne ciddi bir sermaye yatırımı yapılmadığını gösteriyor. Demek ki savunma sanayisine yapılan sermaye yatırımları katılacak olursa toplam eğrinin çok daha keskin yükseleceği kabul edilebilir.

Gene de sivil sanayide (esas itibariyle imalat sektörü ve petrol-doğalgaz üretimi) yükselme eğiliminin sadece savunma sanayisinden kaynaklandığı ileri sürülemez. Sabit sermaye yatırımları eğrisini tayin eden başlıca faktörlerden biri, inşaat yatırımları. Onun da altında “milli projeler”, yani doğrudan bütçe yatırımları var. Aşağıdaki grafik bu yatırımların kuzeyin sert mevsimsel dalgalanmalarından bile çok az etkilenerek devam ettiğini gösteriyor. 2022’nin ilk kriz aylarındaki şok inşaat sektöründe de takip edilebiliyor; ama üçüncü çeyrekte sermaye yatırımları hâlâ epey düşük olduğu halde inşaat sektörü daha birinci çeyrek bitmeden hızla toparlanmış.

pastedGraphic_3.png 

Bu grafikler bir başka şeyi daha gösteriyor: sermaye yatırımlarında artış Mişustin’in başbakanlığıyla eşzamanlı. Dolayısıyla, yatırım kararlarının doğrudan doğruya teknokratik yönetimin siyasi kararları olduğu anlaşılıyor. Üstelik bu kararlar dünyadaki genel dogmanın ihlali de demek; dogma “kriz ortamında yatırımlar azaltılmalı” diyor; Rusya’da ise yatırımlar krizi aşmanın kaldıracı. 

Dolayısıyla, sabit sermaye yatırımlarının ne kadarının devlet tarafından yapıldığı önem taşıyor. Aşağıdaki grafik bu konuda bir fikir verecektir.

pastedGraphic_4.png

Öncelikle 2020’den (pandemi) itibaren bütçeden giderek daha büyük kaynakların sabit sermaye yatırımlarına ayrıldığını görüyoruz. Demek ki bu siyaset pandemiyle tetiklenen ve Ukrayna harekatıyla devam eden bir kararlılığın sonucu. Öz kaynaklarından sabit sermaye yatırımı yapan şirketlerin ne kadarının devlet şirketi ve ne kadarının özel şirket olduğuna dair kesin veriler yok; ancak bu bir hükümet siyaseti olduğuna göre, öz kaynak ayıran şirketlerin büyük bölümü de devlet şirketi veya devlet iştiraki olmalı. Aynı şekilde, banka kredileri de çoğunlukla bunlar tarafından kullanılıyor. Buna bir de devletin özel şirketleri mecburi gönüllülük yoluyla teşvik siyaseti eklenmeli. Sonuç, imalat sektöründe hızlı büyüme. Sabit sermaye yatırımları pek azken bu büyüme eğrisinin ortaya çıkması, emek verimliliğindeki yükselişe de işaret ediyor.

pastedGraphic_5.png

Tarım sektörünü de ele almadan geçersek bu bölüm eksik kalacak. Sektör aslında gelişmesini stratejik planlama kapsamına alınmasından başka uçak krizine borçlu; Putin’in soğukkanlılığını kaybettiği nadir olaylardan biri olan bu kriz ve arkasından Türkiye’den (tarım ürünlerinde bir sembol olarak) domates almama kararlılığı, daha önceden başlamış olan gelişme dinamiğini hızlandırdı. 

2023’te tarıma sermaye yatırımları 2015’teki seviyesinin en az iki katına çıktı. En az diyorum, çünkü 2023 yılına ait ayrıntılı istatistikler henüz yayınlanmadı; bu yüzden sermaye yatırımındaki artışı bir önceki yılla aynı kabul ediyorum. Öncelikle yatırımlar ve hububatta kendine yeterlilik arasındaki ilişkiye bakalım. Bu ikincisinde Rusya’nın üretimini bir buçuk katına çıkardığını göreceksiniz.

pastedGraphic_6.png

Tarım konulu ikinci grafik ise hububat dışındaki başlıca tarımsal üretim kalemlerinde kendine yeterlilik derecesini gösteriyor.

pastedGraphic_7.png

Grafik bize son dokuz yılda Rusya’nın kendine yeterliliğini et üretiminde sağladığını, kişi başına süt üretimini yüzde 7, meyve ve yemiş üretimini yüzde 45 artırdığını gösteriyor. Diğer kalemlerde ciddi bir değişiklik yok; ama hububat üretimindeki rekor artış sermaye yatırımının verimliliğini açık seçik gösteriyor, dolayısıyla bu alt sektörlere yatırımların artmasını beklemek gerek.

Üstelik, altını çizmeliyiz: bütün bu dönem boyunca işlenen toprak aşağı yukarı sabit (2015’te 55,1, 2022’de 53,7 milyon hektar); yani üretim artışı doğrudan doğruya verimlilik artışının sonucu.

Bütün bunlar bir başka daha göstergede arka arkaya rekorlar kırılmasına yol açıyor: PMI (Sanayi Yöneticileri Endeksi). Endeksin 50’den büyük olması bir önceki aya göre iyileşme sayılır. 

pastedGraphic_8.png

Grafiğe ABD ve Türkiye’nin PMI verilerini karşılaştırma amacıyla koydum; böylece Rusya’nın yaptırım terörüne uyum sağladığı ve kalkınmanın ileri yönlü olduğu ortaya çıkıyor.

Sabit sermaye yatırımları eğrisinin genel yönü teknokrat hükümetin siyasi önceliklerinin eseri. Aynı şekilde, bu eğrideki dalgalanmalar da teknoloji, araç ve ekipman ithalatı güçlüklerinden ziyade ortodoks ekonomi dogmatizminin sonucu. 2022 üçüncü çeyrekten itibaren bu yatırımlar artma eğiliminde olduğu halde 2023 üçüncü çeyrekten itibaren eğilim zayıflıyor. Şaşırtıcı deği, zira aynı dönemde MB faizleri yüzde 9,5’ten 16’ya çıkardı.

Eğer faiz siyaseti böyle devam ederse sanayide devlet sektörü dışında kârlılığın azalmasını ve dolayısıyla sermaye yatırımlarının da azalmasını beklemek gerek. Devlet büyük burjuvaziyi şimdiye kadar olduğu gibi sermaye sınırlamaları ve tehditlerle dize getirebilir; ama yatırım düşüşü esas itibariyle küçük ve orta burjuvaziyi etkileyecektir ve bu, “mali bloğun” şimdiden söylemeye başladığı gibi, küçük ve orta ölçekli işletmelerin efektif olmadığı, bunların kaynak israfıyla sanayiye teşvik edilmesi yerine ağırlıkla hizmet sektöründe kalması gerektiği söylemlerini kabartacaktır.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Çip endüstrisinin eko-politiği

Yayınlanma

Yazar

“Eğer kendi stratejinizi geliştirmezseniz, bir başkasının stratejisinin bir parçası haline gelirsiniz.”
Alvin Toffler   

Ekonominin neden ekonomi politik olduğu noktasında en belirgin varsayım; tarihsel süreçte üretim biçimlerinin toplumsal değişimleri de beraberinde getirmiş olmasıdır. Bu kavram, Marx’ın kuramında; toplumsal hayatın diğer birimleri ve insanların düşünce biçimlerinin ekonomik üretime bağlı olup, üretim tarafından şekillendirilmesi olarak temellendirilmişken, ABD’li fütürist yazar Alvin Toffler’in Üçüncü Dalga (1996) kitabında ise üç dönemle kategorize edilir: Tarım devrimiyle şekillenen bin yıllık sürece ilk dalga, sanayi devrimi sonrası yani buhar makinasının bulunmasıyla gelişen 300 yıllık sürece ikinci dalga  ve hali hazırda içinde bulunduğumuz post endüstriyel süreceyse üçüncü dalga betimlemesi yapılmıştır.

Tüm bu süreçlerde üretim biçimlerinin değişimi başlarda çok uzun zaman almışsa da bilhassa transistörün keşfiyle beraber üssel bir hızla dönüşüm başlar ve ardından 1959’da ilk silisyum içerikli çip üretilerek, üçüncü dalgaya geçiş de başlamış olur. Günümüzde kullandığımız mobil cihazlar, bilgisayarlar, otomobiller, ev /sağlık gereçleri hatta yoğunluğa göre çalışan trafik lambaları kısacası aklımıza gelen tüm “akıllı” cihazlarda işte bu çipler üstelik içerisinde milyarlarca transistörü barındırarak, yer almaktadır. Başlarda çiplerin performansı noktasında  İntel firmasının yöneticisi ve silisyum içeriğinden çip üretimine katkı sağlayan Gordon Moore’un yasası geçerliyken (1965’te Electronics dergisinde yayımlanan yazısında mikroişlemci performansının yaklaşık her 24 ayda iki katına çıkacağını tahmin etmiş, performans artışı yaşanırken transistör birim fiyatının da düşeceğini öngörmüştü.) şimdilerde ise artık bu yasa da geçerliliğini yitirerek, mevzu daha da sofistike bir hal almış durumdadır.

*Grafik 1’de 2025 gibi yakın bir gelecekte Moore Yasası’nın sona ermesi yani mikroişlemci performansındaki artışın tamamen duracağı tahmin edilmektedir. Bilim insanları alternatif teknolojiler arayışı içindeler.

*Grafik 1: https://sarkac.org/2023/03/moore-yasasi-ve-sonrasi-endiselenmeli-mi-yoksa-heyecanlanmali-miyiz/

Diğer taraftan çiplerin keşfedilmesi, yıllar boyu üssel bir performansla ilerleme kaydetmesi ve yapay zekanın da ilerleyen bu sürece eşlik etmesi küresel ekonomiyi de şekillendirdi.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Bretton Woods Anlaşması’yla beraber yeni bir küresel finansal güç haline gelen ABD’nin tek taraflı olarak altın sisteminden çıkışı, Bretton Woods’un çöküşüne neden olurken; yeni bir küresel ekonomik sistemin miladını da oluşturacaktır ki ona neoliberalizm denilmektedir.

Bunun anlamı özetle ülkelerin merkez bankalarında dolar rezervi tutmaları ve Fed’in dış borç ödeme gibi bir zorunluluğu olmadığından istediği kadar para basabilmesinin yolunun açılmış olmasıdır.

Dolayısıyla küresel ekonomide de büyük bir dönüşüm başlayacak ve 90’lı yıllardan itibaren yıkılan duvarlar ve bloklar eşliğinde dünyaya globalizm denen bir kavramın hakim olmasını beraberinde getirecektir.

Blokların yıkılma sürecinin hemen öncesinde 80’li yıllarda çip bağlamında bir takım hazırlıklar da yapılmıştır. Mesela dünyanın en gelişmiş ve devasa çip üretim makinalarını yapan ASML firması Hollanda’da; günümüzde dünya çip üretimin yaklaşık yüzde 60’ını gerçekleştiren TSMC firmasıysa Tayvan’da kurulmuşlardır. Bir örnek üzerinden anlatmam gerekirse;  ASML’nin ürettiği yüz milyonlarca euro değerindeki makinayla Tayvan’daki TSMC’de,  küresel ABD markası Z’nin üretiminde kullanılan ileri teknolojili yani küçük nanometre çip üretiliyor ve ardından bu Z markalı telefona X ülkesinde örneğin Hindistan’da montaj yapılarak, bizim gibi marka meraklısı ülkelere dolar kuru üzerinden pazarlanıyor.

Bu işleyiş noktasında kazanan patent ve doları elinde bulunduran ABD oluyor; katma değeri düşük üretim ya da montaj yapanlar ise düşük ücretli emek güçleriyle globalizm sarmalının hem eforu hem de pazarı haline gelmiş oluyor.

İşte bu sarmalı günümüzde çok az sayıda ülkenin kırabilmiş olduğunu görüyoruz ki bunlardan hikaye değeri en yüksek olanlarından biri Çin diğeriyse Tayvan’dır diyebilirim.

90’lı yılların sonundaki Asya Krizi’nin çıkış noktası aslında bu bölgenin büyüme stratejisiydi. Globalleşme furyasına henüz gelişmemiş finansal piyasaları ve katma değeri düşük üretimle angaje olduklarında yüksek faiz ve düşük kur politikası eşliğinde başlarda Batı’dan büyük miktarda sıcak para çektiler. Ancak bir süre sonra hazır olmayan mali sistemde oluşan spekülasyonlarla iş çığrından çıktı ve  gelen sıcak para kaçarak yerini büyük bir kur krizine bırakmış oldu. Ne kadar tanıdık geliyor değil mi?

Ancak uzaklarda bir yerlerde devasa nüfusu yani ucuz iş gücüyle öyle bir ülke vardır ki işte onun,  Çin’in DTÖ’e girişi küresel ekonomide yine bir dönüşümü de beraberinde getirecektir.

Çin Dünya ticaret sistemine başlarda fason üretim yaparak girdi; yıllarca dünyanın fabrikası olarak anıldı zira en çok ithalat yapılan ülke konumuna geldi. Son 15-20 yılda yüksek, yüzde 10’ları aşan büyüme oranları kaydetti ancak bir noktada da teknolojik olarak dönüşmeyi başardı. İşte bu dönüşüm aynı zamanda ABD’yle ticaret savaşlarının da başlangıcını oluşturdu. İlk defa eski ABD başkanı Trump zamanında başlatılan bu ticaret savaşı, Biden iktidarıyla beraber teknoloji savaşına evrilecekti.

Çip üretiminde dünyada asıl pay hangi ülkenin tekelindedir?

*Grafik 2: https://www.semiconductors.org/2023-state-of-the-u-s-semiconductor-industry/

Çip üretiminde dünyanın gelişmiş ve gelişen ülkeleri devlet teşvikleri ve sübvansiyonlarında yarışır haldedir. Özellikle Biden hükümetinin yürürlüğe soktuğu yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirliği önceleyen enflasyonu düşürme yasasıyla beraber uygulamaya konulan çip yasasında ülke yatırımlarına çok büyük sübvansiyon ve hibelerin verildiği görülmektedir. Ülkede şimdiye kadar 200 milyar doları aşkın özel yeni çip yatırımı gerçekleştirilmiş olup, vergi sübvansiyonları dışında TSMC, Samsung gibi firmalara hibe fonları da devam ettirilmektedir.

Çin, Ulusal Bilgi ve Teknoloji Komisyonu eşliğinde IC türündeki çip yatırımlarına vergi sübvansiyonları sağlamanın yanı sıra 50 milyar dolarlık yatırım fonu ayırmış durumdadır.

Tayvan, Çip Yasası eşliğinde yeni ekipman ve ARGE yatırımlarına yüzde 25 vergi sübvansiyonu sağlamaktadır.

AB’de AB Çip Yasası eşliğinde 2030’a kadar yatırım fonu tutarı kamu ve özel toplamında 47 milyar dolar olurken, Japonya, G. Kore, Hindistan, Güneydoğu Asya’da benzer yasa ve teşvikler söz konusudur.

2023’te  çip ve kritik çip minerallerinin üretim ve lojistiğine yönelik olarak, Kuzey Amerikan Yarı iletken Koridoru (NASC) oluşturulmuş ve bölgede 50 milyarla başlayan yatırımların 200 milyar doları aşması planlanmaktadır. Dolayısıyla küresel Pazar payı açısından ABD’nin lider olduğu *Grafik 2’den görülebilir:

Sözleşmeli çip üreticileri

Grafik 3’te sözleşmeli (fason) olarak üretim yapan firmaların payları görünmekte olup, Tayvan’ın TSMC firması yüzde 60’la dünya lideri durumundadır. Ancak her ne kadar sözleşmeli de olsa TSMC firmasının fason üretim yaptığı söylenemez.

Tayvan, 80’li yıllardan itibaren oluşturduğu devlet stratejisiyle yabancı şirketlerin de desteğini alarak, çip alanında önemli yatırımlar başlattı ve 2000’li yıllara gelindiğinde çip teknolojilerinde küresel bir oyuncu haline gelmiştir. Diğer taraftan çip üretiminin yanı sıra test ve paketleme gibi alanlarda da uzmanlaşarak çip konusundaki inovasyonunu gerçekleştirdiği söylenebilir.

Patent geliştirerek fason üretim yaptıran firmalar noktasındaysa Intel, AMD, Micron, Broadcom’un yanı sıra S&P500’de muhteşem yedilinin içinde gösterdikleri bu seneki performanslarıyla Nvidia ve Apple’ı da unutmamak gerekiyor.

*Grafik 3: Kaynak Trend Force

Satış oranlarına göre ARGE harcamalarında da ABD yüzde 18,7 ile lider durumda olup, Avrupa’yı yüzde 11’lik payla bu konuda işleri sıkı tutan Tayvan takip etmektedir. (*Grafik 4)

*Grafik 4: https://www.semiconductors.org/2023-state-of-the-u-s-semiconductor-industry/

Küresel pazarda patent ve teknoloji geliştirme noktasında açık ara ABD’nin lider olduğu; ancak ileri teknolojili ürünlerde Tayvan başta olmak üzere, Çin’in de çok büyük dönüşüm gerçekleştirerek, ABD’yi tehdit ettiği bir ekonomi zemini bulunmaktadır.

Bu noktada ABD’nin tek kutuplu ekonomi politiği sürdürülebilmesi adına Çin üzerindeki ticaret kısıtı baskılarını “güvenlik” kaygısı altında Avrupa’ya da empoze ettiği ve jeopolitik olarak da  Tayvan’ın çok büyük bir sürtüşme noktası olarak ortaya çıktığı söylenebilir.

Üstelik bu güvenlik başlıklı teknoloji savaşı sadece çip ve kritik metallere de yönelik olmayıp, yapay zeka ve kominikasyon uygulamalarını da kapsamaktadır ki son gelişme ABD’nin tamamında Çin’li TikTok uygulamasının yasaklanması konusudur. Satın alamadıkları (tekelleşmediği) taktirde ülkelerinde uygulamanın kullanılmasına son verilmesine yönelik süre başlatılmıştır.

Dolayısıyla çipler ve ileri teknoloji açısından yaklaşılacak olursa bir tür dijital merkantilizm dönemine girilmiştir de denilebilir. Ülkemizin bu alandaki tarihine bakıldığında ise 80’li yıllarda kurulan Samsung ve TSMC’den önce 1976 yılında Testaş firmasıyla ilk adımın atıldığını ancak koalisyon hükümeti değişince söz konusu yatırımın rafa kaldırıldığını, sonrasındaki birkaç denemeden de önemli bir netice alınmadığını hatta İntel firmasının İTÜ Teknopark’ta bir araştırma merkezi kurduğu ancak birkaç yıl sonra kapattığını görüyoruz.

Elbette ülkemizde de çip ve transistör üretimi senelerdir yapılmaktadır (mevcutta 250 nm’e kadar)  ancak küresel tarafta, yüksek teknolojili yani 3 nm’e kadar (çok yüksek performanslı) çiplerin üretimi ancak bir oyuncu olmanın yolunu açmaktadır. Geçtiğimiz yıl 65 nm’lik çiplerin üretimi için TÜBİTAK ‘la Katar Hamad Bin Khalifa Üniversitesi arasında bir kuluçka projesi başlatılmıştı. Bu senenin başında da Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi, “Çip Endüstrisi” başlıklı bir araştırma raporu yayımladı. ( https://cbddo.gov.tr/SharedFolderServer/Genel/5.Arastirma_Raporu-Cip_Endustrisi.pdf )

Çip üretiminin bir dizi zorluğu da bulunmaktadır: Sermaye ve su tüketimi gibi konuların dışında çip üretiminin ABD’de bile sorun yaratacak denli en büyük handikapı ise yetişmiş insan gücüdür. Bu belki beyin göçünü alan ABD için teknisyen bazında olabilirken, bizdeyse know-how ve tasarımcı/yazılımcı mühendisler noktasında daha büyük bir zorluktur.

O nedenle eğitim politikamızın da teknoloji yatırımlarıyla beraber değerlendirilmesi ve özellikle bu konuda yetkin gençlerin ülkede kalmasını teşvik edici bir dizi yapısal önlemin hayata geçirilmesi memleketimiz için kritik bir öneme haiz konulardır.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Rusya Savunma Bakan Yardımcısı gözaltında: neler oluyor?

Yayınlanma

Yazar

Rusya Soruşturma Komitesi, Savunma Bakan yardımcısı Timur İvanovu büyük miktarda rüşvet almaktangözaltına aldı. İvanov 2016dan beri bu görevde ve inşaatlar ve planlama, birliklerin iaşesinin, komut temini ve konut fonunun koordinasyonu, ekspertiz idaresi, askeri tabip idaresi, konut ipotek idaresinden sorumlu bakan yardımcısı. Başka deyişle, Savunma Bakanlığı’nın bütün nakit işlemleri onun masasından geçiyor.

Kanun büyük miktarda rüşvettanımını 1 milyon rubleden fazla rüşvette kullanıyor ve 15 yıla kadar hapis öngörüyor. İvanov en son dün Savunma Bakanlığı kolezyumunda bulunmuş, üstelik (fotoğraflara bakılırsa) epey neşeli de görünüyor; demek ki gözaltı dün öğleden sonra yapılmış. Bakan yardımcısı derdest edilirken büyük şok yaşamış olmalı.

Benzerleri arasında bile sıradışı bir bürokrat bu. 2019da Forbesun Rusyanın en zengin silovikilerilistesine girmeyi de başarmış; buna göre yıllık aile geliri 2018de 136,7 milyon rubleyi buluyormuş. 2018de bakan yardımcısı ücretleri aylık 500 bin ruble kadardı; demek ki İvanovun yıllık resmi geliri 6 milyon ruble. 130 milyon da karısının çalışkanlığı sayesinde. O yıl ortalama ücretler 42.550 ruble olarak tespit edilmişti; karı-koca bu ücreti alıyor olsa (çok düşük bir ihtimal) yıllık yaklaşık 1 milyon ruble yapar; demek ki İvanov çifti ortalama bir Rusya vatandaşının yaklaşık 140 katı kazanıyormuş.

49 yaşında. 2013-2016 arasında Savunma Bakanlığına bağlı Oboronstroy (ordu inşaatlarını yürüten devlet şirketi) genel müdürü. Bundan önceki yıl Moskova oblast hükümeti başkan yardımcısı. Bu sırada Moskova oblasti valisi Şoyguydu. Ondan önce Enerji Bakanlığı ve Atom Enerjisi Bakanlığında görev almış. Yani epey genç yaşta çok becerikli olduğu anlaşılıyor.

Haberleri karıştırırken gördüm, ayrıntılara bakılırsa soruşturma tarafından sızdırıldığı anlaşılıyor: sadece karısının adına üç mütevazı araç (Bentley Continental, Aston Martin, Hummer H2), bir motosiklet (Harley-Davidson), bunun dışında bir dizi başka araç daha, kadının Lüksemburgda bir offshore şirketi, bu şirkete kayıtlı mesela bir Rolls Royce (diğerlerini saymıyorum). Karısının gösterdiği yıllık gelir 136,7 milyon ruble. Kocasından da başarılı bir iş kadınıymış anlaşılan. Üstelik tek meziyeti bu değil: aynı zamanda hem Rusya, hem İsrail hem de Fransa vatandaşı. 45inci yaş gününü Moskova yat kulübünde kutlamış. Monaco kadar olmasa da yeterince itibarlı bir yer. Kızları Pariste oğlu Londrada yaşıyor.

Soruşturma Komitesi sözcüsü dün çok kısa bir açıklama yaparak duyurdu gözaltıyı; Peskov da komitenin gözaltından sonra Putin ve Şoyguya rapor ettiğini söyledi. Burada anahtar kelime, sonra: eğer böyleyse, daha önce soruşturmanın varlığından haberleri var idiyse bile (olmamaları mümkün görünmüyor) aşamaları hakkında kesin bilgi sahibi değillerdi. Demek ki en azından Putin böyle bir talepte de bulunmamıştı, çünkü böyle bir talebin geri çevrilmesi de mümkün değil.

Soruşturma Komitesinin İvanovun tutuklanmasını talep edeceğini de yazdı Kommersant böyle bir gözaltının tutuklama talebi olmaksızın yapılması mümkün değil zaten.

Akşam TASSa düşen habere göre ise İvanov soruşturması dün başlamadı, çoktandır devam ediyordu bu. TASSa konuşan bir kolluk yetkilisi” şöyle demiş: “Şunu söyleyelim: operatif çalışmaya konu olmasının geçmişi ne dün, ne evvelsi gün ne de geçen ay. Belgeler tanık ifadelerine ve operatif tedbirlerin sonuçlarına dayanıyor.

İzvestiyaya konuşan başka bir kaynak ise İvanovdan başkalarının da gözaltına alındığını, bunların rüşvet parasının devrinde karmaşık bir aracılar zincirioluşturduğunu söylemiş. Şimdilik kaç kişinin daha gözaltına alındığıyla ilgili bir bilgi yok; ama Soruşturma Komisyonu meseleyi sadece İvanovla kapatmamaya kararlı görünüyor.

Bakan yardımcısının ailesine ait gayrimenkullerde aramalar devam ediyor. Servete bakılırsa sayısı çok olmalı.

Savunma Bakanlığına yönelik ilk ilk düzey soruşturma değil bu. 2012de o zaman savunma bakanı olan Anatoliy Serdyukov da benzer bir soruşturmadan geçmişti. Bazı ilgi çekici ayrıntıları aktarmaya değer. Yolsuzluktan tutuklanan bir dizi şirket yöneticisinin Serdyukov aleyhine ifade vermesi üzerine Soruşturma Komitesi bakanı sorguya almış, ama Serdyukov bu ilk girişimde avukatının hastalandığı için gelemediğinigerekçe göstererek ifade vermekten kaçınmış, iki hafta sonra avukatıyla birlikte gelip yazılı ifade vermiş ve suçlamaları reddetmişti. Bakanlıktaki yolsuzluklarda Serdyukov tanık sıfatıyla soruşturmaya dahil edilmiş ama aynı zamanda damadını ihya ettiği de tespit edilmişti. Yıl sonuna doğru Soruşturma Komitesi ceza davası açmış, ancak 2014 yazında dava kapatılmıştı.

Serdyukov soruşturma devam ederken Putin tarafından emekliye sevk edildi ve o zamana kadar Moskova oblasti valisi olan Şogu aynı gün savunma bakanlığına atandı.

Kimse açıkça söylemiyor, ama büyük gazetelerin yorumlarında sürekli bir Şoygu göndermesi var: İvanovun Şoygunun Moskova oblast valiliğinden beri yakın çalışma ekibinde olduğu vurgulanıyor. Bunun bir ima olduğu açık. İlgili okur, geçen yılki kalkışmanın (bir Romaya yürüyüş” farsı) önderi Prigojinin de Şoygu ve Gerasimova yönelik rüşvet suçlamaları yaptığını hatırlayacaktır. Ben bu kanıda değilim; o zaman da yazdığım gibi, bu ithamların iftira niteliği taşıdığını düşünüyorum. Her şeyden önce, Şoygu’nun bakanlığa gelişi zaten biraz da önceki kirli defterleri kapatma amacı güdüyordu. Üstelik Savunma Bakanlığında son bir yıldır ciddi yolsuzluk operasyonları yapıldı, bunların Şoygunun sadece bilgisi ve onayı değil talimatı da olmadan yapılması imkansız görünüyor. Son olayda ise bu üç başlığın (bilgi, onay ve talimat) kimler tarafından ne derece paylaşıldığı soru işareti: bakanın soruşturmanın varlığından bilgisi olmaması düşünülemez, soruşturma devam ettiğine göre onay vermemiş olması da düşünülemez (veya belki de onay istenmedi?), ama talimatın ondan gelmediği, dolayısıyla Putin de dahil hiç kimseden gelmediği de aynı ölçüde açık. İzvestiyanın kaynağının sözlerini doğru kabul etmek gerek: üst makamlar bilgilendirilmiş olsalar bile onay ve talimat beklenmemiş, inisiyatif tamamen Soruşturma Komitesine ait.

Dün haberle karşılaşır karşılaşmaz bir dostuma şöyle yazmıştım: Siloviki kimsenin gözünün yaşına bakmayacağını, rüşvet ve yolsuzluk halinde sonuna kadar gideceğini gösteriyor.belli ki siloviki, kimsenin kendisini dokunulmaz hissetmemesi gerektiğini de en sert şekilde hatırlatıyor.

Buna şu eki de yapmalı: mesele sadece hukuki değil aynı zamanda siyasidir; Soruşturma Komitesi, Savcılık ve FSB gücünü konsolide ediyor. Bunun iktisat siyasetinde de kaçınılmaz etkileri olacaktır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English