Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Richard Haass yazdı: Ukrayna’da başarıyı yeniden tanımlamak

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’nın haziran ayında rötarlı olarak başlattığı karşı taarruzun başarısızlığa uğradığını artık Biden yönetimi ve Amerikan basını hariç herkes kabul ediyor. Geçen haftalarda The Economist’e mülakat veren Ukrayna Genelkurmay Başkanı Valeriy Zalujnıy, durumun pek iç açıcı olmadığını beklenmedik düzeyde dürüst bir biçimde izah etmişti. Son makalelerin de gösterdiği üzere bu durum artık Batı’da da gizlenmiyor.

Dünyanın en önemli düşünce kuruluşlarından olan Council on Foreign Relations’taki (CFR) şeflik vazifesini bu yıl devreden ve yer yer “bay müesses nizam” olarak da anılan Richard Haass, Ukrayna’da devam eden savaşın çözümü konusundaki makul alternatifleri sıralamış.


Ukrayna’da başarıyı yeniden tanımlamak: Yeni strateji, araçları ve amaçları dengelemeli

Richard Haass, Charles Kupchan

Foreign Affairs

17 Kasım 2023

Yağışlı ve soğuk havanın Kiev’in Rusya’nın saldırganlığını tersine çevirme çabasında ikinci savaş mevsimini sona erdirdiği şu günlerde Ukrayna’nın karşı taarruzu durmuş gibi görünüyor. Aynı zamanda hem ABD hem de Avrupa’da Ukrayna’ya askeri ve iktisadi destek sağlamayı sürdürme konusundaki siyasi isteklilik de aşınmaya başladı. Bu koşullar, Ukrayna ve ortaklarının izlediği mevcut stratejinin kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.

Bu tür bir yeniden değerlendirme rahatsız edici bir hakikati (Ukrayna ve Batı’nın sürdürülemez bir yörüngede olduğu, amaçlar ve mevcut araçlar arasında bariz bir uyumsuzluk olduğu) ortaya çıkarıyor. Kiev’in savaş hedefleri —Rus kuvvetlerinin Ukrayna topraklarından çıkarılması ve Kırım da dahil olmak üzere toprak bütünlüğünün tam olarak yeniden tesis edilmesi— hukuki ve siyasi anlamda tartışılmaz olmaya devam ediyor. Ancak stratejik anlamda, kesinlikle yakın gelecekte ve büyük ihtimalle daha da ötesinde, ulaşılamaz durumdalar.

Washington’un ulaşılabilir hedefler belirleyen ve araçlarla amaçları aynı hizaya getiren yeni bir politika oluşturma çabalarına öncülük etmesinin zamanı geldi. ABD, Ukrayna ve Avrupalı ortaklarıyla, Ukrayna’nın Rusya ile ateşkes müzakerelerine hazır olmasını ve eş zamanlı olarak askeri ağırlığını saldırıdan savunmaya çevirmesini merkeze alan bir strateji üzerinde istişarelere başlamalı. Kiev toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmekten ya da Rusya’yı saldırganlığından dolayı iktisadi ve hukuki olarak sorumlu tutmaktan vazgeçmeyecektir ama kısa vadedeki önceliklerinin daha fazla toprağı kurtarmaya çalışmaktan ülkenin halihazırda kontrolü altında olan yüzde 80’inden fazlasını korumaya ve onarmaya kayması gerektiğini kabul edecektir.

Rusya Ukrayna’nın ateşkes teklifini pekâlâ reddedebilir. Fakat Kremlin’in uzlaşmazlığı kanıtlansa bile Ukrayna’nın saldırıdan savunmaya geçmesi, devam eden asker kayıplarını sınırlayacak, uzun vadeli savunma ve yeniden yapılanmaya daha fazla kaynak aktarmasını sağlayacak ve Kiev’in ulaşılabilir hedeflere yönelik uygulanabilir bir stratejisi olduğunu göstererek Batı’nın desteğini artıracaktır. Uzun vadede bu stratejik eksen kayması Rusya’ya, Ukrayna’dan ve Batı’nın Kiev’e destek sunma isteğinden daha uzun süre dayanmayı umamayacağını açıkça gösterecektir. Bu farkındalık nihayetinde Moskova’yı savaş alanından müzakere masasına geçmeye ikna edebilir ki bu da Ukrayna’nın nihai yararına olacaktır zira diplomasi sadece savaşı değil, uzun vadede Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki işgalini de sona erdirme konusunda en gerçekçi yolu sunuyor.

Çıkmaz

Savaş alanındaki mevcut durum bardağın yarısı dolu, yarısı boş bir tablo ortaya koyuyor. Ukrayna, Rusya’nın boyun eğdirme teşebbüsünü reddetmekle kalmayıp geçen yıl Rusya tarafından ele geçirilen toprakların kayda değer bir bölümünü geri alarak şaşırtıcı bir kararlılık ve beceri gösterdi. Bardağın diğer tarafında ise savaşın muazzam insani ve iktisadi maliyeti ile Rusya’nın en azından şimdilik Ukrayna topraklarının önemli bir bölümünü güç kullanarak ele geçirmeyi başarmış olduğu hakikati yer alıyor. Ukrayna’nın fazlaca methedilen karşı taarruzuna rağmen Rusya, aslında 2023 yılı boyunca Ukrayna’dan daha fazla toprak kazandı. Genel olarak, her iki taraf da ciddi ilerlemeler kaydetmedi. Ukrayna ve Rus kuvvetleri etkili bir şekilde durma noktasına kadar savaştı ve çıkmaza girildi.

O halde ne yapılmalı? Batı açısından alternatiflerden biri, Ukrayna’ya muazzam miktarda silah sağlamayı sürdürerek, bu sayede Ukrayna kuvvetlerinin eninde sonunda Rusya’yı mağlup edebileceğini ummak. Sorun şu ki, Ukrayna ordusu ne kadar uzun ve sert savaşırsa savaşsın, Rusya’nın zorlu savunmasını aşabileceğine dair hiçbir işaret göstermiyor. Savunma, saldırıya göre daha avantajlı olma eğilimindedir ve Rus kuvvetleri kilometrelerce uzunluktaki mayın tarlaları, siperler, tuzaklar ve tahkimatların arkasına sığınmış durumda. Batı daha fazla tank, uzun menzilli füzeler ve nihayetinde F-16 savaş uçakları gönderebilir. Fakat savaş alanındaki gidişatı değiştirebilecek sihirli bir değnek yok. Ukrayna’nın en üst düzey generali Valeriy Zalujnıy’ın kısa süre önce itiraf ettiği üzere, “Büyük olasılıkla derin ve güzel bir atılım olmayacak.” Ukrayna’da savaş alanında bulunduğumuz konum en iyi ihtimalle maliyetli bir çıkmaz gibi görünüyor.

Yüksek yoğunluklu bir savaşın sonsuza kadar sürmesi halinde rüzgâr Ukrayna’dan yana esmeyecektir. Rusya’nın ekonomisi ve savunma sanayi üssü savaşa hazır durumda. Moskova, ayrıca Kuzey Kore ve İran’dan silah ithal ediyor ve askeri kullanım için yeniden tasarlayabileceği teknolojiyi içeren tüketici ürünlerine erişimi mevcut. Rusya’nın Ukrayna’daki askeri varlığını güçlendirmesi gerekirse, yararlanabileceği büyük bir insan gücü havuzu var. Rusya, ayrıca enerjisi için yeni pazarlar bulurken, yaptırımların ülke ekonomisi üzerinde yalnızca mütevazı bir etkisi oldu. Putin, siyasi olarak güvende ve ordu ve güvenlik servislerinden medya ve kamuoyu söylemine kadar tüm güç unsurlarının kontrolünü elinde tutuyor gibi görünüyor.

Bu arada Ukrayna’da hem askerler hem de siviller ciddi sayıda hayatını kaybetmeye devam ediyor, ordu silah stoklarını tüketiyor ve ekonomi yaklaşık üçte bir oranında küçüldü (büyüme belirtileri göstermeye başlasa da). Ukrayna’nın Batılı destekçileri arasında Ukrayna yorgunluğu, Kiev’e destek akışını sürdürmeye hazır olma hallerine zarar vermeye başlıyor. ABD, Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı yardımın merkezinde yer almaya devam ediyor, ancak Cumhuriyetçi Parti’de, Biden yönetiminin yeni bütçe taleplerini engelleyen, büyük miktarlarda yeni yardımlar sağlamaya dönük muhalefet artıyor. Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığı için yarışan eski Başkan Donald Trump’ın geçmişinde Rusya’nın yanında yer almak ve Ukrayna da dahil olmak üzere ABD’nin ortaklarıyla arasına mesafe koymak var. Trump’ın kilit eyaletlerdeki anketlerde Biden’ın önünde yer alması, ABD politikasının gidişatına ilişkin belirsizliği artırıyor. ABD’nin Ukrayna’ya desteğindeki yalpalama, bir AB üyesi olan Slovakya’nın Kiev’e askeri yardım sağlamayı durdurma kararı aldığı Avrupa’daki yalpalamayı da artıracaktır.

Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırı ve ardından Gazze’de yaşanan çatışmalar da dünyanın dikkatini çekerek Ukrayna’daki savaşı ikinci plana itti. Mesele sadece Washington’un dikkatinin dağılmış olması değil; ABD ordusunun kaynakları sınırlı ve ABD savunma sanayi altyapısının üretim kapasitesi çok kısıtlı. ABD, sıcak savaşa girmiş iki ortağını desteklerken epey zorlanıyor. Savunma analistleri daha şimdiden ülkenin savunma stratejisinin, RAND’ın yakın tarihli çalışmasında ifade edildiği üzere “iflas ettiğini” ifade ediyor; diğerleri ise ABD’nin dikkatini ve kaynaklarını Hint-Pasifik’teki stratejik meydan okumalara ayırması gerektiğini savunuyor.

Ne Ukrayna ne de Batı açısından bu ciddi stratejik gerçeklerle yüzleşmek siyasi açıdan kolay olmayacaktır. Ancak hem Kiev hem de destekçileri için amaç ve araçları yeniden dengeye oturtacak yeni bir stratejiyi benimsemek, çıkmaza sürükleyen ve çok geçmeden Batı’nın Ukrayna’ya verdiği desteğin keskin bir şekilde azalmasına yol açabilecek bir rotayı izlemeye devam etmekten çok daha tercih edilir durumda.

Akıntıyı tersine çevirmek

Washington’un Ukrayna ve Batılı müttefikleriyle istişareler başlatarak Kiev’i saldırı stratejisinden savunma stratejisine geçerken ateşkes teklif etmeye ikna etmeye öncülük etmesi gerekiyor. Batı, Ukrayna’ya 1991 sınırlarını yeniden tesis etmekten ya da işgalinin yol açtığı ölüm ve yıkımdan Rusya’yı sorumlu tutmaktan vazgeçmesi için baskı yapmamalı. Fakat Ukraynalıları bu hedeflere ulaşma konusunda yeni bir strateji benimsemeleri gerektiğine ikna etmeye çalışmalı.

Bir ateşkes hayat kurtaracak, iktisadi yeniden yapılanmanın başlamasına imkân tanıyacak ve Ukrayna’nın Batı’dan gelen silahları çıkmaza girmiş bir savaş alanında hızla harcamak yerine uzun vadeli güvenliğine yatırım yapmaya ayırmasını sağlayacaktır. Ateşkesin kesin şartları —zamanlama, temas hattının tam yeri, silahların ve güçlerin geri çekilmesi prosedürleri, gözlem ve uygulama hükümleri— büyük ihtimalle Birleşmiş Milletler ya da Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) himayesinde geniş bir uluslararası gözetim altında belirlenmeli.

Ateşkes ancak Ukrayna ve Rusya’nın şartları kabul etmesi halinde yürürlüğe girecektir. Moskova’nın buna uyması söz konusu değil. Rus kuvvetleri savaş alanında ağır kayıplar veriyor ve Kremlin’in saldırganlık eylemi NATO’yu, transatlantik eşgüdümü ve Ukrayna’nın Rusya’nın nüfuz alanından sonsuza dek kurtulma kararlılığını güçlendirerek açıkça geri tepti. Putin, akan kanı durdurmak ve durumu kabul etmek için bu fırsatı değerlendirebilir.

Yine de Moskova’nın ateşkes önerisini reddetmesi çok daha muhtemel. Putin hala Ukrayna’da geniş kapsamlı savaş hedefleri taşıyor ve ülkenin Ukrayna’dan daha fazla dayanma gücüne sahip olduğuna inanıyor gibi görünüyor. ABD’de Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünün gerçekçi bir ihtimal olduğunu gösteren kamuoyu yoklamalarını yakından takip ettiğine şüphe yok; bu sonuç ABD’nin Ukrayna’ya desteğini sona erdirmese de kesinlikle zayıflatacaktır. Kremlin, ateşkes önerisinin itibar maliyetinden kaçınmak için doğrudan reddetmekten kaçınmak istese bile, Ukrayna ve Batı için kabul edilemez olacağı net olan şartlarla karşı koyabilir.

Fakat nihayetinde Kiev ile Moskova arasında bir ateşkese aracılık etmeye çalışmak, başaracaklarından ziyade ortaya çıkaracakları açısından denemeye değer. Rusya önerilen ateşkesi reddetse bile, Kiev’in masaya bir ateşkes koyması yine de mantıklı olacaktır. Bunu yapmak Ukrayna’nın siyasi inisiyatifi ele geçirmesini sağlayacak, Batı’daki ve ötesindeki kamuoylarına bu savaşın Rus saldırganlığı olduğunu hatırlatacaktır. Kremlin’in ateşkesi reddetmesi, Batılı hükümetlerin Rusya’ya dönük yaptırımları sürdürmesine ve sıkılaştırmasına yardımcı olacak ve Ukrayna’nın uzun vadeli askeri ve iktisadi destek almasına yardımcı olacaktır.

Ateşkes sağlansa da sağlanmasa da Ukrayna’nın mevcut saldırı stratejisinden uzaklaşarak savunma stratejisine dönmesi gerekiyor. Kiev’in mevcut yaklaşımı yüksek maliyetli ve düşük beklentili bir yaklaşım ve Ukraynalıları başarı şansı azalan bir çaba adına ucu açık Batı yardımı istemek gibi garip bir duruma sokuyor. Bunun yerine Ukrayna, şu anda kontrol ettiği bölgeyi elinde tutmaya ve yeniden inşa etmeye odaklanmalı, saldırı-savunma denklemini tersine çevirmeli ve Rusya’yı iyi konuşlanmış Ukrayna kuvvetlerine ve genişletilmiş hava savunmasına karşı taarruz harekâtları yürütmenin fahiş maliyetlerine katlanmak zorunda bırakmalı. Ukrayna, cephe hatlarında savunma stratejisine geçse bile, arka bölgelerdeki ve Kırım’daki Rus mevzilerini vurmak için uzun menzilli silahlar, deniz varlıkları ve gizli harekatlara başvurmaya devam edebilir ve işgalin devam etmesinin maliyetini artırabilir. Rusya’nın askeri kapasitesinin ya da iradesinin zayıfladığına dair açık kanıtlar ortaya çıkarsa, Ukrayna daha saldırı odaklı bir stratejiye dönme alternatifini elinde tutacaktır.

Bu doğrultuda bir strateji değişikliği Rusya’nın durumunu tersine çevirecek ve kuvvetlerinin şimdiye kadar beceremediklerini gösterdikleri bir şeyi —etkili birleşik silahlı taarruz harekâtları— başarmalarını gerektirecektir. Aynı zamanda bu değişim Ukrayna’nın hayatından ve parasından tasarruf etmesini sağlayacak ve Batı’dan savunma ihtiyacını azaltacaktır ki bu da ABD desteğinin kesilmesi ve yükün Avrupa’ya kalması halinde elzem hale gelebilecek bir şey. Ukrayna, gelen kaynakları savaş alanında çok az kazanç için harcamak yerine uzun vadeli güvenlik ve refahına ayırmakla akıllıca davranmış olacaktır.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ve Ukrayna halkını rotayı değiştirmeye ikna etmek, davalarının haklılığı ve halihazırda feda edilenler göz önüne alındığında kolay bir iş olmayacaktır. Ancak gerçek şu ki, Ukrayna açısından bir mecburi olarak başlayan savaş —hayatta kalma mücadelesi— bir seçim savaşına, Kırım’ı ve Ukrayna’nın doğusundaki Donbass bölgesinin çoğunu yeniden ele geçirme mücadelesine dönüştü. Bu yalnızca kazanılması mümkün olmayan bir savaş değil, aynı zamanda zaman içinde Batı’nın desteğini kaybetme riski taşıyan da bir savaş. Ukrayna için Kiev’in kontrolü altındaki ülkenin büyük kısmının müreffeh ve güvenli bir demokrasi olarak ortaya çıkmasını sağlamak, ülkenin geleceğini hala Rusya’nın kontrolü altında olan toprakları geri almak konusunda uzun soluklu bir askeri çabayla riske atmaktan çok daha mantıklı. Ukrayna’nın kendini savunabilen başarılı ve dirençli bir demokrasi olarak ortaya çıkması, Rusya’nın hırsının büyük bir yenilgiye uğratılması anlamına gelecektir.

Daha iyi bir kumar

Ukrayna’nın Batılı dostları, Ukraynalılar için acı bir ilaç olacak bu durumu tatlandırabilir ve tatlandırmalıdır da. ABD ve seçkin NATO mensupları (Ukrayna’nın dostları koalisyonu) sadece uzun vadeli iktisadi ve askeri yardım değil aynı zamanda Ukrayna’nın bağımsızlığını teminat altına alma taahhüdünde de bulunmalı. Bu taahhüt, bir üyenin “toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı veya güvenliği” tehdit edildiğinde derhal istişarelerde bulunulmasını öngören NATO Antlaşmasının 4. maddesine dayandırılabilir. Kısa bir süre önce Kiev ile katılım müzakerelerine başlama niyetini açıklayan Avrupa Birliği, Ukrayna için üyelik takvimini hızlandırmalı ve bu arada Ukrayna’ya geçici ve özel bir AB düzenlemesi teklif etmeli. Batılı müttefikler ayrıca Rusya’ya dönük yaptırımların çoğunun Rus güçleri Ukrayna’yı terk edene kadar yürürlükte kalacağını ve müzakere masasında Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmesine yardımcı olacaklarını açıkça belirtmeli.

ABD’de 2024’te düzenlenecek olan başkanlık seçimlerinden sonra, karşılıklı mutabık kalınacak bir ateşkes ve toprak konusunda devam edecek müzakereler için beklentilerin belirgin bir şekilde iyileşmesi kuvvetle muhtemel. Seçimin galibi transatlantik dayanışmanın devamı ve Ukrayna’nın güvenliği ve egemenliğinin sağlanması konusunda daha fazla çaba gösterilmesi konusunda kararlıysa, Putin’in rüzgârın Rusya’dan yana estiğini düşünmesi için çok az nedeni olacaktır. Fakat ABD seçimlerine daha bir yıl var ve bu seçimler Ukrayna’yı zor durumda bırakacak bir sonuca yol açabilir. Ne Washington ne de Kiev bu riski göze almalı. ABD’nin askeri ve siyasi gerçekleri yansıtan yeni bir stratejiye geçmek için Ukrayna ile birlikte çalışması gerekiyor. Aksini yapmak Ukrayna’nın istikbali üzerinde pervasızca kumar oynamak demektir.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English