Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Biden’ın ‘İran’la yakınlaşmaya karşı çatışma’ oyunu

Yayınlanma

ABD ve Bahreyn arasında geçen hafta savunma, güvenlik, teknoloji ve ticaret gibi alanlarda işbirliğini geliştirmeyi amaçlayan Kapsamlı Güvenlik Entegrasyonu ve Refah Anlaşması imzaladı. Anlaşmanın, İsrail’le normalleşme karşılığında Suudi Arabistan’ın ABD’den talep ettiği tavizlerin bir parçası olarak istediği güvenlik garantisine benzediği yorumu yapıldı. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın anlaşmanın diğer bölge ülkeleri için çerçeve niteliğinde olduğunu açıklaması da bu yorumu güçlendirdi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, Bahreyn’e sözde güvenlik garantisi veren anlaşmanın gerekçelerinin gerçekçi olmadığını açıklıyor. Analize göre anlaşma “Biden yönetiminin oynadığı çok daha büyük ‘İran’la yakınlaşmaya karşı çatışma’ oyununun sadece bir parçası” ve Körfezdeki gerilimi azaltmaya yönelik girişimleri baltalıyor:

***

Bahreyn ile güvenlik anlaşması ABD’nin çıkarlarına hizmet etmiyor

Suudi Arabistan’la yapılacak benzer bir anlaşmanın provası olarak görülen bu tür düzenlemelerin bölgeyi daha da istikrarsızlaştırması muhtemel.

Paul R. Pillar

ABD’nin uluslararası bir çatışmaya dahil olan başka bir ülkenin yanında yer alacağını önceden taahhüt etmesi, ancak olağanüstü koşullarda haklı görülebilecek olağanüstü bir adımdır.

Korunan ülkeye yönelik inandırıcı bir dış tehdit olması gerekir. Ayrıca ABD ile korunan devlet arasında çıkar ve değerler konusunda yeterince ortaklık olmalı ki korunan devletin saldırıya uğraması veya uğramaması ABD çıkarları için son derece hayati olsun.

Güvenlik taahhütlerinin uygunluğunu ölçmek için olası standart, Kuzey Atlantik Antlaşması kapsamındaki en büyük ABD taahhüdüdür. NATO’nun daha sonraki genişlemesi ve alan dışı faaliyetleri hakkında ne düşünülürse düşünülsün, 1940’ların sonunda ittifak kurulduğunda ABD’nin güvenlik taahhüdünü haklı çıkaran koşullar mevcuttu. Sovyetler Birliği ordusu Doğu Avrupa’yı istila etmiş ve buradaki devletleri uydu komünist diktatörlüklere dönüştürmüştü. Batı Avrupa’nın o zamanki kırılgan demokrasileri de aynı kaderi paylaşsaydı, sonuç ABD çıkarları için felaket olurdu.

Bugün Basra Körfezi bölgesindeki koşulların, bu koşullarla uzaktan yakından benzeyen hiçbir tarafı yok. Hiçbir Kızıl Ordu bölgeyi ele geçirmeye hazır değil. Bölgede hegemon olmaya aday kimse yok. İran kesinlikle değil, çünkü İran yaptırımlarla zayıflatılmış, iç bölünmelerle meşgul ve büyük ölçüde Arap ve Sünni olan bir bölgede etnik ve dini azınlık olarak dezavantajlı bir konumda.

Suudi Arabistan son zamanlarda bölgesel hegemonyaya en çok yaklaşan devletti. Bahreyn’de popüler olmayan bir rejimi desteklemek ve çok daha büyük ölçekte, son derece yıkıcı bir hava savaşı yoluyla Yemen’e iradesini dayatmak için sınırları dışında askeri güç kullandı. Bu girişim başarısız oldu ve Riyad, güvenliğinin hakimiyet arayışından ziyade uzlaşma yoluyla daha iyi sağlanabileceğinin farkına vardı.

Bölgede değerler ve çıkarlar açısından 1940’ların Avrupa’sında Batı demokrasileri ile Sovyet uydusu diktatörlükler arasında var olan farka benzer bir fark da yok. Körfez Arap ülkeleri mutlak monarşiler ve bu devletlerde demokrasiye yakın görünen tek şey Kuveyt’teki çoğunlukla seçilmiş Ulusal Meclis ancak bu organ ne zaman çok gürültülü çıksa ve iktidardaki rejime uymakta zorlansa, Emir onu kolaylıkla feshedilebilir.

Bu koşullara rağmen Biden yönetimi, son olarak Bahreyn ile Kapsamlı Güvenlik Entegrasyonu ve Refah Anlaşması imzalayarak Körfez ülkelerine güvenlik garantilerini genişletiyor. Anlaşma, Bahreyn’e karşı “dış saldırı veya dış saldırı tehdidi durumunda” ABD’nin “ek savunma ihtiyaçlarını belirlemek ve ekonomik, askeri ve/veya siyasi alanlar da dahil taraflarca kararlaştırılan uygun savunma ve caydırıcı tepkileri geliştirmek ve uygulamak için üst düzeyde derhal toplanacağını” taahhüt ediyor.

İsmini vermek istemeyen bir yönetim yetkilisi anlaşmanın bir antlaşma olmadığını ve dolayısıyla ABD Senatosu’nun onayına ihtiyaç duymadığını belirtmekle yetindi. Ancak görünüşe bakılırsa her iki tarafı da gözetmek isteyen yetkili, anlaşmanın “yasal olarak bağlayıcı” olduğunu da belirtti.

Tarafların hangi dış saldırıyı düşündüğünü açıklamak için herhangi bir çaba sarf edilmedi. Elbette İran, otomatik olarak sözde tehdit olarak anılan bir devlet. Ancak İran’ın D-Day benzeri amfibi filosu toplayıp (ABD savaş gemileri körfezde olsun ya da olmasın) körfezi geçerek Bahreyn’i işgal etme senaryosu absürt denecek kadar hayal ürünü.

Bahreyn’in en az Körfez İşbirliği Konseyi’nin diğer üyeleri kadar İran’la anlaşmazlıkları olduğu kesin. İlişkilerin tarihsel bagajında İran’ın Bahreyn’i “14. vilayeti” olarak görmesi de var ama son yıllarda İran böyle bir iddiada bulunmadı. Bu durum, Çin’in sürekli olarak kendi parçası olarak gördüğünü dünyaya ilan ettiği ve periyodik olarak işgal olasılığını duyurmak için askeri kılıç salladığı Tayvan’ın durumdan oldukça farklı.

Bahreyn’deki rejime yönelik olası bir güvenlik tehdidi; herhangi bir dış saldırıdan ziyade popüler olmayan Sünni rejimin çoğunluğu Şii olan nüfusu baskılaması nedeniyle iç çekişmeden kaynaklanabilir. Suudi Arabistan’ın 2011 yılında Bahreyn’e yaptığı askeri müdahale, Bahreyn rejiminin Arap Baharı döneminden kalma bir halk ayaklanmasını bastırmasına yardımcı olmayı amaçlıyordu.

Rejimin baskısı ve halkın hoşnutsuzluğu devam ediyor. Bu yıl Bahreynli mahkumlar hapishanedeki ağır koşulları protesto etmek için aylarca süren bir açlık grevi yaptı. Açlık grevi, Veliaht Prens’in yeni güvenlik anlaşmasını imzalamak üzere Washington’a yapacağı ziyaret öncesinde rejimin bazı koşulları hafifletmesi üzerine askıya alındı. Ancak Bahreyn ciddi bir insan hakları ihlalcisi olmaya devam ediyor.

Bahreyn’e yönelik herhangi bir dış saldırı ihtimalinin düşük olması, yeni anlaşmada yer alan ve bu tür bir saldırıya verilecek yanıtı belirleyen maddenin muhtemelen uygulanmayacağı anlamına geliyor. Anlaşmanın dezavantajları esas olarak diğer iki alanda yatıyor. Birincisi, ABD’nin baskıcı bir rejimle ilişkilerini daha da derinleştirmesi ki bu ABD’nin Bahreyn halkı ve genel olarak Şiiler arasındaki imajı açısından sorun yaratır.

Bahreyn’i dışarıdan ve içeriden eleştiren pek çok kişinin anlaşmadan dolayı öfkelendiği ve hayal kırıklığına uğradığı bildiriliyor. İngiltere merkezli Bahreyn Haklar ve Demokrasi Enstitüsü Direktörü, Bahreynli yetkililerin, anlaşmayı siyasi baskıyı artırmak için “yeşil ışık” olarak yorumlayacağını söyledi.

Anlaşmanın bir diğer kötü sonucu ise Basra Körfezi bölgesindeki uluslararası gerilimi azaltmaya yönelik faydalı bir eğilime ters düşmesi ve bu eğilimi baltalaması. Diğer KİK üyelerinin hepsi İran’la daha sıcak ve daha az çatışmacı ilişkilere doğru ilerliyor. Kuveyt ve Umman’ın uzun zamandır Tahran’la ticari ilişkileri var ve zaman zaman diğerleri için diplomatik arabuluculuk yaptılar. Aynı şekilde İran’la büyük bir gaz sahasını paylaşan Katar’la da.

Bu arada Birleşik Arap Emirlikleri Tahran’la ilişkilerini geliştiriyor ve Suudi Arabistan ve İran, bu yılın başlarında diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek üzere vardıkları anlaşmanın bir uygulaması olarak bu ay büyükelçilerini atadılar.

Bahreyn anlaşması, Biden yönetiminin oynadığı çok daha büyük “İran’la yakınlaşmaya karşı çatışma” oyununun sadece bir parçası. Dışişleri Bakanı Antony Blinken imza töreni sırasında şunları söyledi: “Bu anlaşmayı bölgesel istikrarı, ekonomik işbirliğini ve teknolojik yenilikleri güçlendirmede bize katılmak isteyebilecek başka ülkeler için de bir çerçeve olarak kullanmak istiyoruz.”

Yönetimin açıkça en çok aklında olan diğer ülke ise, İsrail ile zaten önemli olan ilişkisini tam diplomatik ilişkilere yükseltme karşılığında talep ettiği bedelin bir parçası olarak ABD ile bir güvenlik anlaşması talep eden Suudi Arabistan’dır. Belli ki yönetim Bahreyn’le yapılan anlaşmanın Suudi talebini karşılayacak ve aynı zamanda Capitol Hill’deki olası muhalefeti bertaraf edecek türden bir anlaşma için model olabileceğini umuyor.

Yönetimin İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri geliştirecek bir anlaşmaya aracılık etmek için harcadığı çabaya rağmen, böyle bir anlaşmanın ABD çıkarlarına ya da Orta Doğu’da barış ve istikrar davasına nasıl hizmet edeceğini hâlâ açıklamış değil. Aslında hiçbirine hizmet etmeyeceği gibi bölgedeki çatışma ve istikrarsızlığı uzatmaktan ve hatta artırmaktan başka bir işe yaramayacak. Bunun nedenini anlamak için, İsrail’in savaş halinde olmadığı Basra Körfezi Arap ülkeleriyle büyükelçilik ve elçi düzeyinde ilişki arayışındaki temel hedeflerine dikkat edin.

Amaçlardan biri, İran’la çatışmayı, İran’dan duyulan korkuyu ve nefreti yoğunlaştırmak ve kurumsallaştırmak, böylece İran’ı bölgedeki tüm sorunların müsebbibi bir baş belası olarak göstermek ve uluslararası dikkati İsrail’in davranışıyla ilgili her türlü sorundan uzaklaştırmak. Bu da Basra Körfezi bölgesinde daha az değil daha fazla gerilim ve tırmanma riski anlamına geliyor. Üstelik bu, Suudi rejiminin İsraillilerle ilişkilerini geliştirmek için daha fazla sınırsız silah satışı ve Suudi nükleer programına yardım da dahil daha fazla bedel talep etmeden önce geçerliydi.

İsrail’in bir diğer hedefi ise Filistinlilerin yaşadığı topraklardaki işgalini sürdürürken bölge ülkeleriyle normal ilişkilere sahip olabileceğini göstermek. Bir “barış” anlaşması olmaktan çok uzak olan Suudi Arabistan ile ilişkilerin iyileştirilmesi -daha önce Bahreyn, Fas ve BAE ile yapılan iyileştirmeler gibi- İsrail’in Filistinlilerle barış yapmaması anlamına gelecektir.

İsrail hükümetinin aşırı sağcı yapısı, koalisyonunu sağlam ve kendisini yolsuzluktan yargılanmaktan uzak tutmaya kararlı bir başbakan tarafından yönetildiği göz önüne alındığında, Riyad ve Washington’un İsrail’den koparabileceği Filistinlilere yönelik herhangi bir taviz, jestten öte gitmeyecek. Mevcut İsrail hükümetinin Filistin devletini ya da İsrail-Filistin çatışmasının başka herhangi bir çözümüne doğru bir adım atacağı düşünülemez.

Kısacası, yönetimin İsrail ile Arap ilişkilerini geliştirme projesi haklı çıkarılamaz. Dolayısıyla bu projenin bir parçası olan Bahreyn ile yapılan anlaşma da haklı değil.

ORTADOĞU

Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu

Yayınlanma

İran’ın uranyum stoklarını sınırlama anlaşmasını övdükten bir gün sonra, Birleşmiş Milletler’in nükleer gözlemcisi İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda “şeffaf olmamasını” kınayan gensoru önergesini kabul etti. Önerge ABD ve İngiltere tarafından dayatıldı.  Cuma günü erken saatlerde Tahran bu karara “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye soktuğunu açıklayarak yanıt verdi.

Perşembe günü geç saatlerde AFP’ye konuşan diplomatlar, Birleşmiş Milletler Nükleer Denetleme Kurulu’nun İran’ın kurumla olan zayıf işbirliğini kınayan bir kararı saatler süren hararetli tartışmaların ardından kabul ettiğini ve Tahran’ın bu kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdiğini söyledi.

İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 35 ülkeden oluşan yönetim kuruluna sunulan gensoru önergesi, haziran ayındaki benzer bir önergenin ardından geldi.

AFP’ye konuşan iki diplomat, Çin, Rusya ve Burkina Faso’nun aleyhte oy kullandığı karar tasarısının 19 lehte oyla kabul edildiğini, 12 çekimser oy kullanıldığını ve Venezuela’nın oylamaya katılmadığını söyledi.

Perşembe gecesi yapılan oylama öncesinde ABD ve Avrupalı müttefikleri İran’ı kınayarak kararlarına destek toplamaya çalıştı.

Washington, kurula gönderdiği ulusal bildiride Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin “derinden rahatsız edici” olduğunu söyledi.

Londra, Paris ve Berlin ortak bir bildiriyle İran’ın nükleer programının “uluslararası güvenliğe” oluşturduğu tehdide dikkat çekerek, İran’ın şu anda dört nükleer silah için yeterli miktarda yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğunu iddia etti.

İran’ın UAEA nezdindeki büyükelçisi Muhsin Naziri Asl, kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdi ve önceki kınamalara kıyasla “düşük destek” aldığını söyledi.

Cuma günü erken saatlerde Tahran, karara yanıt olarak “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye sokacağını duyurdu.

Örgüt ve İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamada, “İran Atom Enerjisi Örgütü Başkanı, çeşitli tiplerde yeni ve gelişmiş santrifüjlerin önemli bir serisinin fırlatılması da dahil olmak üzere etkili önlemlerin alınması talimatını verdi” denildi.

UAEA Başkanının ziyareti üstüne geldi

Karar, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ve ilerleme kaydettiği anlaşılan ziyaretten döndüğü sırada alındı.

Ziyaret sırasında İran, UAEA’nın yüzde 60 saflığa kadar zenginleştirilmiş, silah sınıfına yakın hassas uranyum stokunu sınırlama talebini kabul etti.

Grossi çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu doğru yönde atılmış somut bir adımdır” dedi ve İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerinden ayrılmaya başlamasından bu yana “ilk kez” böyle bir taahhütte bulunduğunu söyledi.

Yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programını kısıtlayan 2015 tarihli dönüm noktası niteliğindeki anlaşma, üç yıl sonra dönemin başkanı Donald Trump yönetimindeki ABD’nin tek taraflı çekilmesinin ardından dağıldı.

Buna misilleme olarak Tahran, uranyum stoklarını artırarak ve anlaşma kapsamında izin verilen yüzde 3,67 saflık oranının (nükleer enerji santralleri için yeterli) ötesinde zenginleştirme yaparak taahhütlerinden bazılarını kademeli olarak geri almaya başladı.

Bu aşamada sembolik nitelikte de olsa da, gensoru önergesinin İran üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için tasarlandığı düşünülüyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi perşembe günü yaptığı açıklamada gensorunun ajansla olan ilişkileri “sekteye uğratacağını” ancak Tahran’ın işbirliği yapmaya istekli olduğunu vurguladı.

Daha önce Araghchi, kurulun kararı kabul etmesi halinde İran’ın “orantılı” bir karşılık vereceği uyarısında bulunmuştu.

‘Karar, ajansın çabalarına zarar veriyor’

Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı olan Heloise Fayet’e göre karar tasarısı “Rafael Grossi’nin çabalarına zarar verme” potansiyeline sahip dedi.

AFP’ye konuşan Fayet, “Ancak Batılı güçler Grossi’nin diplomatik manevralarının etkili olmamasından dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda ve daha sağlam çözümler arıyorlar” değerlendirmesini yaptı.

Grossi .arşamba günü yaptığı açıklamada İran’ın zenginleştirme faaliyetlerini durdurma taahhüdünün “yeni gelişmeler sonucunda” sekteye uğrayabileceğini “göz ardı edemeyeceğini” söylemişti.

Dış politika uzmanı Rahman Ghahremanpour Tahran’ın yeni kınamaya “zenginleştirme seviyelerini artırarak” misilleme yapabileceğini belirtti.

Ancak İran’ın Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce “gerilimi tırmandırmak” istememesi nedeniyle sert “stratejik önlemler” beklemediğini ekledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English