Moskova saldırısı Rusya’yı sarstı; ama halkın birliğini de güçlendirdi. Bununla birlikte bir dizi önemli mesele daha geniş tartışılmaya başlandı: göçmen meselesi, milliyetçilik meselesi, Orta Asya meselesi.
Göçmen işçiler meselesi
Göçmen meselesi çok boyutlu ve son derece karmaşık bir mesele. Birincisi, kültürel bir parçalanmışlık var orta yerde. Bu insanlar Sovyetler Birliği’nde bir arada, iç içe yaşayan tek bir halkın muhtelif parçalarıydı; birliğin dağılmasıyla birlikte konulan sınırlar ortak kültürün de parçalanmasına yol açtı. Bu anlamda, Putin’in çok bilinen sözleriyle analoji kurarsak eğer, Sovyetler Birliği’nin yıkılması “20’nci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olmakla kalmaz, bir milli bütünlüğün yok edilmesidir ve dolayısıyla gerçek bir milli trajedidir. 30 yıl öncenin aynı halkı, şimdi karşılıklı pasaportla ve çalışma izniyle seyahat edebiliyor ancak. Bu halklar arasındaki kültürel mesafe mesela Türkiye’de Türklerle Afganlar arasında olduğu kadar geniş değildir; ama gene de mesafe açılıyor, kültürel ve geleneksel farklılıklar derinleşiyor.
İkincisi, özellikle Ukrayna çatışması başladığından beri ülkenin sınıf kompozisyonunda meydana gelen değişikliklerin sonucudur: muazzam işgücü açığı ancak işçi alımıyla kapatılabilir. Burada nitelikli ve niteliksiz işgücü ihtiyacı arasındaki fark da ortaya çıkıyor. Orta Asya ülkeleri genel olarak niteliksiz işgücü üretiyor; bunlar “gastarbeiter” statüsünde, çoğunlukla bizdeki mevsimlik tarım işçilerini andıran bir şekilde görece kısa süreli hizmet veya inşaat işlerinde çalışıyorlar. Sanayide istihdamları daha az, bilişimde çok daha az. Böylece kaçınılmaz olarak göçmen işçi gettoları oluşuyor ve bunlar toplumun gözeneklerinde yaşamaya başlıyor. Tam da bu durum, ilk çelişkinin derinleşmesinde ek bir rol oynuyor; bu insanlar daha fazla kendi içlerine kapanıyor ve daha geri ve gerici sosyal-ideolojik akımlar daha çok güç kazanıyor.
2020’de Kırgızistan’daki sıralı karşı-devrim girişimi sırasında Kırgızlarla ilgili yazdığım şu vargıları bütün Orta Asya halklarına yaygınlaştırmak mümkündür:
“Sosyalizm, feodal alışkanlıkları baskı altına aldı, ama ani çöküş ve kapitalizmin hızla yükselişi, bunları tekrar su yüzüne çıkardı… Kırgız emekçilerinin başta Rusya, Kazakistan ve Çin olmak üzere göçmen işçi olarak çevre ülkelere yayılması, bu feodal aidiyet duygusunu daha da güçlendirdi; tıpkı Türkiye’deki hemşerileri yerel geleneklerinden koparken Türkiye’den giden ‘gastarbeiter’in bunlara daha da bağlanması gibi, Kırgız işçilerin de soy ve aşiret bağlarıyla aidiyet duyguları güçleniyordu.”
Üçüncüsü, sadece bu ülkelerin işçileri değil zenginleri de emekçi halk kitlelerinden yalıtık. Özellikle Kafkasya kökenli zenginler için geçerli bu. Bütün diğer zenginler gibi onlar da nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rus halkı hesabından zenginleşiyorlar; bu durum da toplumda infilak potansiyeli taşıyan patlayıcı eğilimleri güçlendiriyor.
Böyle olunca yabancı göçmen işçiler bir güvenlik meselesi de ortaya çıkartıyor.
Bir yanda kültürel parçalanmışlık ve toplumun kıyısında yaşamak, bu kesimlerde her türlü ekstremist-terörist düşünceye açık bir ortam üretiyor. Son Moskova saldırganlarının hiç değilse basınla paylaşılan ilk ifadelerinde adını bilmedikleri bir islamcı terörist vaizin adını bilmedikleri yardımcısının teklifiyle katliam işine giriştiklerini söylemeleri boşuna değil. Amerikan veya Britanya istihbaratının internet ilanıyla işbirlikçi aramasıyla islamcı terörist vaizin terörist yaratması arasında bir nitelik farkı olmadığı gibi çoğu zaman bu ikisi aynı madalyonun iki yüzünden ibaret; fark sadece sınıfsaldır: ilki daha “aydınlanmış”, daha incelmiş, daha eğitimli küçük ve orta burjuvaziyi hedeflerken ikincisi sosyal sınıfların en dibini kepçeliyor.
Diğer yanda ise toplumun çoğunluğunu oluşturan Rus halkında bütün bunların (bağımsız kültür adacıkları, erişilmez zenginlikler ve güvenlik tehdidi) yol açtığı önyargılar ve kendini uzak tutma tutumu. Putin’in bütün konuşmalarında “çokuluslu Rusya” vurgusu yapıldığının dikkat çekmemesi mümkün değil.
Milliyetçilik meselesi
Dün geç saatlerde, Baltık üçlüsü artı Polonya’nın bir tür Völkischer Beobachter’i gibi çalışan Visegrád “Moskova’nın Taciklerin baskın olduğu bir kısmındaki durumu tasvir eden” video yayınladı ve şu yorumu yaptı: “Rusya demografik yarışı kaybediyor, kendi şehirlerinin kontrolünü kaybediyor.”
90 yıl önce olduğu gibi bugün de Völkischer Beobachter’in ne dediği değil neyi ne zaman ne amaçla dediği önemli. Yayın nereden kaşıyacağını iyi biliyor; provokatif ve yıkıcı.
Kremlin’in endişesi, çokuluslu Rusya’nın bütünlüğünün mevcut kültürel matrisleri içinde korunmasıdır. Mevcut hukuki, siyasi, sosyal durum — yani bütün milliyetlerin hukuk karşısında mutlak eşitliği (ve bu durum birliğin yegâne teminatı sayılır) şartlarında baskın kültürel-etnik-dilsel kimliğin birleştirici rolünün korunması. Anayasadaki ifadesiyle: “Rusya Federasyonu’nun eşit haklara sahip halklarının çokuluslu birliğine üye, devlet kurucu halk” olarak Ruslar, diğer halklardan ne üstün ne alçaktır; ancak Ruslar fazladan olarak birliğin çimentosudur.
Visegrád, Kremlin’in Rus milliyetçisi olduğu düşüncesine dayanıyor ve bu görüş sadece batıda değil dünyayı Paris, Londra ve New York’tan öğrenen entelektüel dünyamızda da çok yaygın.
Rusya’da yönetici elitin milliyetçi olduğu düşüncesi bilinçli bir çarpıtmadır. Milliyetçilik Rusya’nın siyasi ikliminde esas itibariyle olumsuz tını taşır; üstelik Putin’in doğrudan Rus milliyetçiliğini hedef alan pek çok açıklaması da vardır. 20 Aralık 2016’daki FSB yetkilileri önündeki sözleri çok karakteristiktir örneğin (daha önce de birkaç kez hatırlatmıştım bunu): “yabancı düşmanlığı ve milliyetçilik, çokuluslu toplumumuzun istikrarına yönelik gerçek bir tehdittir”. 20 Şubat 2020’de gene FSB toplantısında: “Milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının her tür görünüşü engellenmelidir.” 28 Şubat 2021: “Milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, dini düşmanlık ve şiddet propagandaları kararlılıkla bastırılmalıdır.” 20 Aralık 2022: “Militan milliyetçilik, şiddet çağrısı, milli boğazlaşmanın fitilini yakmaya yönelik provokasyonlar… bunlar toplumumuzun iç birliğine doğrudan tehdittir.”
Terör saldırıları, savunma pozisyonundaki Rus milliyetçiliğini güçlendirme eğilimi taşıyor ve belki de biraz da bunu hedefliyor. Saldırganlardan birinin İvanovo’da bir berberde çalıştığı haberi söz konusu berber dükkanını yakma girişimine neden oldu. Bu, Rusya’nın yakın tarihinde hiç değilse benim bildiğim bu türden ilk (ve şimdilik tek) olay. Yurtseverlik duygusunun yerini milliyetçiliğin alması terör saldırılarının en yıkıcı sonuçlarından biri olabilir.
Visegrád vb.nin kaşıdığı provokasyon tek yönlü değil; bir yandan Rus etnisitesini, ama öbür yandan da diğer etnisite ve inançları hedef alıyor. Geçen yılın aralık ayı başında Mahaçkale’de havaalanı baskını ve bir Yahudi pogromuna evrilme tehlikesi taşıyan olayların arkasından bunların Kiev merkezli bir telegram kanalı üzerinden kundaklandığına yönelik ciddi iddialar ileri sürülmüştü. Gerçekten de olaylar Utro Dagestana (“Dağıstan’ın Seheri”) adlı bir telegram kanalının çağrısı üzerine başlamıştı ve bu kanalın Kiev-İstanbul bağlantısı belgelenmişti.
Afganistan meselesi
Moskova saldırısı bu yanıyla Tacikleri hedef alan özel bir devşirme operasyonunu andırıyor. Yakın zamanda Moskova’daki terörist saldırıya benzer bir başka olay daha yaşanmıştı: 15 Ekim 2022’de gönüllüler arasındaki iki Tacik, Belgorod oblastindeki hazırlık kışlasında diğer gönüllülere otomatik silahlarla ateş açarak 11 kişiyi öldürdü. O sırada Rusya’da birçok önemli akademisyen Rusya’da halka karşı saldırılara katılan kişilerin etnik kimlikleri arasında Orta Asya kökenlilerin sayısının giderek arttığına dikkat çekmişti. Gerçekte de son yılların saldırılarına bakılırsa bu eğilimin güçlendiği anlaşılıyor. İlk başlık altında söylediğim şeyler, bunda önemli bir rol oynuyor; ama Tacikistan ve diğer Orta Asya ülkeleri söz konusu olduğunda bir başka faktör daha var: Afganistan.
Afganistan’ın apar topar terk edilmesi antiemperyalist kamuoyunda genellikle ABD’nin başarısızlığı olarak değerlendirilmişti. Ben o zaman olduğu gibi bugün de bunun görülmemiş bir beceriksizlik olduğunu, ancak başarısızlık sayılamayacağını düşünüyorum. ABD böylelikle bölgeye bir mayın bıraktı — mayını Taliban’ın mı, yoksa onunla mücadele halindeki başka terörist islamcı örgütlerin mi patlatacağının bir önemi yok; önemli olan, körler çatışmasının taraflarının çoğalmasıyla bölgedeki istikrarsızlık odağının güçlendirilmiş olması.
Bu durum Orta Asya devletlerindeki gerilimi artırıyor ve bu gerilim Rusya’ya da doğrudan doğruya yansıyor. Orta Asya ülkelerinde ortaya çıkan potansiyel tehdide karşı bu ülkelerde sakal kesmeye, çarşaf ve peçenin yasaklanmasına varan tedbirler uygulamaya sokuluyor; ama yoksullukla harmanlanmış istikrarsızlık ve ideolojik kriz, emperyalizmin kullanmakta uzmanlaştığı dini aşırılıkçılığı güçlendiriyor.