18 Ağustos’ta Japonya Başbakanı Fumio Kishida, Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk-yeol ve ABD Başkanı Joe Biden üçlü toplantı için Camp David’de bir araya gelmişti. Ardından söz konusu üçlü ortaklıklarını ve Hint-Pasifik için bir vizyon paylaştıklarını kamuoyuna açıkladılar. Bu ortaklığın “ortak değerler, karşılıklı saygı ve üç ülkenin, bölgenin ve dünyanın refahını artırmaya yönelik ortak bir kararlılığa” dayandığını ve Çin’e atıfta bulunarak “tek taraflı” değişime karşı direndiğini belirttiler.
Ortaya çıkan Camp David İlkeleri, “güvene, insan haklarına saygıya, özgür ve açık ekonomik ekonomiye” ve diğer vaatlere dayanan çeşitli liberal normları sıraladı.
Pek çok uzman, anlaşmanın Doğu Asya jeopolitiğini önemli ölçüde değiştireceğini belirterek zirveyi, üçlü ilişkilerde tarihi ve yeni bir dönem olarak nitelendirildi. Fakat tüm bu çıkarımlarda tek bir konu gözden kaçırılıyordu: Güney Kore’nin devlet gelenekleri.
Daha az tartışılan konu ise Güney Kore içindeki önemli siyasi ideolojik eğilimlerin milliyetçi popülizmle birlikte sol kanadın direncine uğramasıdır. Bu mesele Güney Kore siyasetinde yüksek nüfuz sağlamak isteyen ABD yönetimi için büyük bir engel olarak değerlendirilmelidir.
Güney Kore’deki siyasi kutuplaşmanın dış politikayı nasıl etkilediğini açıklamak için sağ ve sol liberal partilerin geçmişten günümüze oluşturduğu fraksiyonları iyi okumak gerekiyor. Özellikle siyasi sol (liberaller ve demokratlar) ve siyasi sağ (muhafazakârlar), farklı dış politika tercihleriyle sonuçlanan ideolojik bir çatışmanın içinde sıkışmıştır.
ABD’li politika yapıcı ve uzmanlar, Güney Kore’ye daha çok muhafazakâr konumlar üzerinden bakıyor. Bunun tek sebebi bu kesimin ABD ile daha barışık politikalar izlemesidir.
23 Kasım 2016’da Güney Kore ve Japonya hükümetlerinin istihbarat alanında yapılan önemli bir anlaşma olan Askeri Bilgilerin Genel Güvenliği Anlaşması’nı (GSOMIA) imzalaması Kuzey Kore’nin bölgedeki faaliyetlerine ilişkin Japonya, Güney Kore ve ABD arasında daha kesintisiz istihbarat paylaşımına olanak tanıyordu.
2019’da sol eğilimli Moon Jae-in hükümeti (Liberal Demokrat Parti), ticari ve tarihi meselelerle ilgili tartışmaların ilişkileri bozmasının ardından GSOMIA’yı feshetmişti. Güney Kore soluna göre Japonya’dan uzaklaşmak, anlaşmanın getirdiği güvenlik faydalarından daha önemliydi. Ancak mart ayında, Güney Kore ve Japonya’daki muhafazakâr liderlik, GSOMIA’nın eski durumuna getirilmesini resmen kabul etti.
Amerikan karşıtlığı aynı zamanda Güney Kore solunun ana temasıdır. 2016’nın sonlarında, ABD Terminali Yüksek İrtifa Saha Savunması (THAAD), Kuzey Kore’nin nükleer ve balistik füze tehditlerine yanıt olarak Güney Kore’ye konuşlandırıldı. Ancak başkan adayı olarak Moon Jae-in, bir sonraki başkanın karar vermesi için THAAD konuşlandırılmasının ertelenmesini önermişti. Bu ABD’yi hayal kırıklığına uğrattı. Ancak yukarıdaki durumda olduğu gibi Seul’ün konumu tersine döndü ve Yoon Suk yeol başkan olduğunda THAAD tamamen konuşlandırıldı.
Her iki örnek de Kore sol ve sağının, özellikle bağımsızlık ve egemenlik ile ilgili olmak üzere ideolojik açıdan hassas meseleleri ele alma biçimleri arasındaki farklılığı açıklıyor.
Güney Koreli muhafazakârların politika özeti
Yoon’un yaklaşımı, çeşitli açılardan Kore siyasetinde 1987’de demokrasiye geçişten bu yana uzun vadeli çatlakları yansıtıyor. O zamandan bu yana, Güney Koreli muhafazakârlar Japonlarla işbirliğinin siyasi açıdan bir güç kazanımı oluşturacağı görüşünde.
1955 sonrası dönemde bu duruş şiddetli bir anti-komünizm ideolojisiyle güç kazandı. Sonuç olarak, Kore toplumundaki ana bölünme, milliyetçi ve işbirlikçi taraflar arasında değil, komünist ve anti-komünist duruşlar arasında şekillendi. Dönemin otoriter muhafazakârlığına aykırı olduğuna inanılan her şey “Kuzey Kore’ye ve komünistlere fayda sağlamak” olarak tanımlanıyordu.
Savaş sonrası Güney Kore’deki askeri otorite baskısı ile gelen baskıcı siyasi rejim, muhafazakâr bir ideolojinin benimsenmesi için geniş zemin hazırlamıştır. Ancak Güney’de 29 Haziran 1987’de tam demokratik sisteme geçiş, muhafazakârların komünizm karşıtlığı için oluşturulan manevra alanlarını kısıtlamıştır.
Yeni sivil hareketlerin artan gücüyle desteklenen liberal hükümetler, sömürgeci işbirliği ve savaş sonrası otoriterlik geçmişi nedeniyle muhafazakârlara saldırmayı başardılar. Ulusal aşağılanmaya neden olduğu düşünülen olaylardan muhafazakârlar sorumlu tutuldu. Bunlar arasında 1965 Japonya-Kore Anlaşması ve darbeci yönetimlerin 1980 Gwangju katliamı da yer alıyor.
Bu zorluğa verilen geniş kapsamlı yanıtlardan biri, 2000’li yıllardan bu yana “Yeni Sağ ” olarak adlandırılan alternatif bir tarih hareketinin ortaya çıkması oldu. Bu açıkça Güney Kore muhafazakârlığı için yeni bir ahlaki temel oluşturmayı amaçlıyordu. Serbest piyasa liberalizmine olan güçlü inanç yoluyla algılanan ideolojik boşluğu gidermeyi amaçladı. Bu, Japon sömürge işgaline ilişkin daha olumlu bir bakış açısının teşvik edilmesi ve ABD’nin Güney Kore’nin modern kalkınmasına dahil edilmesiyle birleştirildi. Yoon hükümeti burada, hükümet pozisyonlarına Yeni Sağ’ın önde gelen isimlerini atayarak ideolojinin devlet kanadına nüksetmesini hızlandırmıştır. İçeride yaratılan bu ortam dış siyasette Yoon yönetiminin bir açıdan soğuk savaş meyilli “McCarthy”ci bir tutum sergilemesine yol açtı. Güney Kore’deki siyasi kutuplaşma derinleşecek gibi görünüyor. Bu, muhalefetin gelenekler dışına çıkarak Güney Kore’deki demokrasi ilkelerinin yeniden şekillenmesini dahi tetikleyebilir.