DÜNYA BASINI

Dugin: İsrail, Batı hegemonyasının aracından başka bir şey değil

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale İsrail-Hamas savaşını, tek kutupluluk-çok kutupluluk mücadelesi bağlamında ele alıyor. Makalenin yazarı Rus stratejist Aleksandr Dugin, Türkiye’de de tanınan bir isim. Rus Jeopolitik Okulu ve Avrasya Hareketi’nin kurucusu olan Dugin, Avrasya önerisinin en büyük savunucularından biri. Jeopolitiğin Temelleri, Dördüncü Siyasi Teori, Çok Kutuplu Dünya Teorisi ve 24 ciltlik Noomakhia dahil altmıştan fazla kitabı var. Kimi zaman tartışmalı fikirlere imza atsa da bu düşüncelerin ilham verici ve orijinal olduğu herkes tarafından kabul ediliyor.

***

Aleksandr Dugin: Yeni dünya düzeni ve Gazze savaşı için vizyonum

Çok kutuplu bir dünyada İsrail ve Ukrayna, Batı hegemonyasının temsilcileridir.

Aleksandr Dugin

Mevcut küresel düzen bir geçiş sürecinde gibi görünüyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Sovyet bloğunun dağılmasının ardından ortaya çıkan tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya doğru bir kaymaya tanık oluyoruz.

Bu çok kutuplu dünyanın temelleri, Rusya, Çin, İslam dünyası, Hindistan ve potansiyel olarak Afrika ve Latin Amerika’yı içeren kilit oyuncularla giderek daha belirgin hale geliyor. Bu oluşumlar, birçoğu BRICS grubu içinde birleşmiş olan farklı medeniyetleri temsil etmektedir.

Özellikle 2023 Johannesburg zirvesinden sonra bu grup, Suudi Arabistan Krallığı, İran ve Mısır gibi İslam dünyasından önemli ülkelerin yanı sıra Afrika perspektifini güçlendiren Etiyopya ve Güney Amerika ülkelerinin varlığını daha da sağlamlaştıran Arjantin’i de içerecek şekilde genişledi.

Bu genişleme, çok kutuplu dünya düzeninin artan etkisinin altını çizerken Batı hegemonyasının zayıfladığına işaret ediyor.

ABD ve Batı’nın tek taraflı hakimiyetini koruma kararlılığı

Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı güçler tek taraflılık kavramına kararlılıkla sarılıyor. Küresel liderliğin ön saflarında yer alan ABD, özellikle askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve ideolojik alanlarda hakimiyetini sürdürmeye kararlı. Süregelen bu tek kutupluluk arayışı, tek kutupluluk ile çok kutupluluk arasında yoğunlaşan mücadelenin damgasını vurduğu çağımızın temel çelişkisi olarak duruyor.

Bu bağlamda, küresel siyasetteki temel çatışmaları ve gelişmeleri, özellikle de egemenliğini ve bağımsız bir kutup olarak varlığını yeniden ortaya koyan Rusya’yı zayıflatma çabalarını incelemek elzem. Bu dinamik, Ukrayna’da süregelen çatışmanın aydınlatılmasına yardımcı olur.

Batı dünyasının Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ye verdiği destek, büyük ölçüde Rusya’nın özerk bir küresel aktör olarak yeniden ortaya çıkmasını engelleme arzusundan kaynaklanıyor ki bu da Devlet Başkanı Vladimir Putin’in görev süresi boyunca savunduğu bir hedef.

Putin, Rusya Federasyonu’nun siyasi egemenliğini güçlendirdi ve Rusya’nın sadece Batı hegemonyasına karşı çıkmakla kalmayıp aynı zamanda onun değer sistemini de reddeden bağımsız bir medeniyet olarak statüsünü giderek daha fazla vurguladı.

Rusya, geleneksel değerlere olan bağlılığını açık bir şekilde teyit ederken, eşcinsel hakları gündemini ve Rusya’nın sapma ve sapkınlık olarak algıladığı diğer Batılı ideolojik standartları desteklemesi de dahil Batı liberalizmini kesin bir şekilde reddetti.

Buna karşılık Batı, Kiev’deki 2014 darbesini aktif olarak destekledi, Ukrayna’ya kapsamlı askeri yardım sağladı, ülke içinde neo-Nazi ideolojisinin yayılmasını teşvik etti ve Rusya’yı olağanüstü bir askeri operasyon başlatması için kışkırttı.

Putin’in müdahalesi olmasaydı, Kiev muhtemelen bağımsız olarak benzer adımlar atacak ve Ukrayna’da çok kutupluluk ile tek kutupluluk arasındaki şiddetli mücadelede ilk cephenin açılmasına yol açacaktı.

Aynı zamanda Putin liderliğindeki Rusya, Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi dünyanın iki kutbundan biri olamayacağının bilincindedir.

Çin, İslam, Hint, Afrika ve Latin Amerika gibi yeni medeniyetler yükselişte. Rusya onları gerçek ve adil bir çok kutuplu düzende potansiyel müttefikler ve ortaklar olarak görüyor ki bu perspektif henüz dünyanın geri kalanı tarafından yaygın olarak kabul görmüyor.

Bununla birlikte, özellikle Pasifik bölgesinde tek kutupluluk ve çok kutupluluk arasındaki çatışmada bir sonraki parlama noktası olmaktan kurtulan Tayvan’la ilgili durumun da gösterdiği gibi, çok kutupluluk kavramına ilişkin giderek güçlenen bir farkındalık söz konusu.

Dugin, ‘Aksa Tufanı’nı yazdı: Ortadoğu infilak mı etti?

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı daha geniş bir çatışmaya işaret ediyor

İsrail ve Gazze Şeridi’nde yaşanan olaylar bu konuyla yakından bağlantılı. İki trajik olay hızlı bir şekilde art arda meydana geldi. İlk olarak Hamas’ın İsrail’e saldırması sonucu çok sayıda sivil hayatını kaybetti ve rehin alınanlar oldu.

Daha sonra İsrail, Gazze Şeridi’ne, özellikle kadınlar ve çocuklar arasında önemli sayıda sivilin ölümüne yol açan, yüksek düzeyde vahşet olarak karakterize edilen misilleme saldırıları başlattı. Bu eylemler tartışmasız bir şekilde insan hakları ihlali ve insanlığa karşı suç teşkil ediyor ve herhangi bir haklı gerekçeden yoksun.

Ancak aynı zamanda, İsrail’in “lex talionis” ilkelerini (Babil hukukunun başlangıcında geliştirilen ve verilen cezanın, göze göz, dişe diş gibi, derece ve tür açısından suçlunun suçuna uygun olması gerektiğini öngören bir ilke) uygulaması, yaygın olarak soykırım olarak tanımlanan Gazzeliler için acımasız yaşam koşullarıyla sonuçlandı.

Hem Hamas’ın saldırısı hem de İsrail’in tepkisi, siyasi çatışmaları çözmek için kabul edilen insani yöntemlerin çerçevesi dışında eylemler olarak nitelendiriliyor.

Daha sonra jeopolitik manzara devreye giriyor ve İsrail’in eylemlerinin büyüklüğü önemli ölçüde daha büyük olsa da Gazze Şeridi’ndeki durumun değerlendirilmesi yalnızca buna bağlı değil; daha ziyade, altta yatan jeopolitik eğilimlere bağlı.

Hamas’ın saldırısı ve İsrail’in buna verdiği karşılık Batı ile İslam dünyası arasında daha geniş çaplı bir çatışmaya yol açtı. Bu çatışma, Gazze’deki sivil halka karşı işlenen suçların açık niteliğine rağmen İsrail’e verilen koşulsuz ve tek taraflı destekten kaynaklanıyor.

Yoksul ve izole bölgelerde yaşamak üzere topraklarından sürülen Filistinlilerin karşılaştığı adaletsizliklere dikkat çeken İslam dünyası İsrail’in Gazze ve daha geniş Filistin topraklarındaki eylemleri karşısında ayrı bir kutup olarak tasvir ediliyor.

Filistin meselesinin Sünnileri, Şiileri, Türkleri ve İranlıları, ayrıca Yemen, Suriye, Irak ve Libya’daki iç çatışmalara karışan grupları bir araya getiren birleştirici bir güç işlevi görmesiyle İslam dünyasının birliği yadsınamaz hale geldi.

Bu konu Pakistan, Endonezya, Malezya ve Bangladeş gibi ülkeleri de doğrudan ilgilendiriyor.

Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Rusya ve Afrika’da yaşayan Müslümanlar da bu duruma kayıtsız kalamazlar. Özellikle, aralarındaki siyasi farklılıklara rağmen Gazze, Batı Şeria ve Ürdün Nehri bölgesindeki Filistinliler onurlarını korumak için ortak bir çaba içerisinde.

Filistin davası ve Amerika Birleşik Devletleri

Son yıllarda ABD, Müslümanların Filistin meselesi etrafında birleşmesini engelleme ve onları İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik etmede başarılı oldu.

Ancak bu tür girişimler artık başarılı olamıyor. İsrail’e verilen açık destek devam ederken tüm bu çabalar son haftalarda boşa çıktı. İsrail’in Gazze’de tüm dünya kamuoyunun şahit olduğu kitlesel sivil katliamı, İslam dünyasını kendi içindeki farklılıkları bir kenara bırakıp Batı ile doğrudan karşı karşıya gelmeyi düşünmeye zorluyor.

İsrail, tıpkı Ukrayna gibi, zorba ve acımasız Batı hegemonyasının bir aracından başka bir şey değil. Suç işlemekten ya da ırkçı söylem ve eylemlerden çekinmiyor.

Ancak sorunun kökeni İsrail’in kendisinde değil, tek kutuplu dünya çerçevesinde jeopolitik bir araç olarak oynadığı rolde yatıyor. Bu, Başkan Vladimir Putin’in kısa süre önce “böl ve yönet” ilkesine dayalı sömürgeci taktikler uygulayan küreselciler için bir metafor olan “örümcekler” tarafından örülen düşmanlık ve çatışmalar ağına atıfta bulunurken ifade ettiği şeyle tam olarak örtüşüyor.

Tek kutuplu dünyayı ve Batı egemenliğini korumak için umutsuzca çabalayanlara etkili bir şekilde karşı koymak için, stratejilerinin özünü anlamak çok önemli. Bu anlayışla donanmış olarak, bu gündeme karşı bilinçli olarak alternatif bir model inşa edebilir, güvenle ilerleyebilir ve çok kutuplu bir dünya kurma yolunda birleşebiliriz.

Gazze Şeridi’nde ve bir bütün olarak Filistin’de devam eden çatışma, yalnızca belirli gruplara ve hatta genel olarak Araplara değil, tüm İslam dünyasına ve İslam medeniyetine doğrudan bir meydan okuma. Batı’nın bizzat İslam’la karşı karşıya olduğu giderek daha açık hale geliyor; bu artık birçok kişi tarafından kabul edilen bir gerçek.

Ortak zorunluluk Müslüman ulusları kötü muameleden korumak

Suudi Arabistan, Türkiye, İran ve Pakistan gibi ülkelerden Tunus’a ve Bahreyn’e Şiiler ve Sünniler arasındaki bölünmenin yanı sıra, selefiler, Sünniler ve Sufilerin yaşadığı Filistin, Suriye, Libya, Lübnan’daki çeşitli siyasi grupları kapsayan bölgelere kadar İslam medeniyetinin onurunu savunmak için ortak bir zorunluluk var. Bu medeniyet kendisini her türlü kötü muameleyi reddeden egemen ve bağımsız bir medeniyet olarak tanımlıyor.

Erdoğan’ın çatışmaya yanıt olarak cihattan bahsetmesi tarihi Haçlı Seferlerini hatırlatsa da bu benzetme mevcut durumun özünü tam olarak yansıtmıyor. Modern Batı küreselleşmesi; materyalizm, ateizm ve bireycilik lehine Hıristiyan kültürüyle olan pek çok bağını kopararak Hıristiyan medeniyetinden önemli ölçüde uzaklaştı.

Hıristiyanlığın maddi bilimlerle ya da temelde kâr amacı güden sosyo-ekonomik sistemle pek ilgisi yok ve kesinlikle sapmaların yasallaştırılmasını ya da norm olarak benimsenmesini veya İsrailli post-hümanist filozof Yuval Harari tarafından coşkuyla desteklenen insanüstü varoluşa yönelme kavramını onaylamaz.

Batı, çağdaş haliyle, Hıristiyanlık değerleriyle ya da Hıristiyan haçının kucaklanmasıyla herhangi bir bağlantısı olmayan, Hıristiyanlık karşıtı bir olguyu temsil ediyor. İslam dünyası Batı ile çatıştığında, İsa’nın uygarlığı ile değil, Deccal’in uygarlığı olarak adlandırılabilecek Hıristiyanlık karşıtı bir uygarlıkla çatışmaya girdiğini kabul etmek önemli.

Önemli bir küresel oyuncu olan Rusya, Ukrayna topraklarında Batı ile aktif bir savaş içinde.

Ne yazık ki, Batı propagandasının etkisiyle, birçok İslam ülkesi bu çatışmanın altında yatan nedenleri, hedefleri ve doğasını tam olarak kavrayamadı ve çoğunlukla bunu sadece bölgesel bir anlaşmazlık olarak algıladı. Ancak küreselleşme dünya genelindeki Müslümanları doğrudan etkilediği için Rusya’nın Ukrayna’daki özel askeri operasyonu çok daha farklı bir anlam kazanıyor.

Nihayetinde bu savaş, çok kutuplu bir dünya ile tek kutuplu bir dünya arasındaki çatışmayı ifade ediyor; yani bu savaş sadece küresel bir kutup olarak Rusya’nın değil, dolaylı ve hatta doğrudan tüm bu kutupların çıkarlarına hizmet ediyor. Çin bunu kavrayabilecek donanıma sahip ve İslam dünyası içinde İran da bu perspektifi kavrayabilenler arasında.

Özellikle Suudi Arabistan Krallığı, Mısır, Türkiye, Pakistan ve Endonezya gibi diğer İslam toplumlarında da jeopolitik farkındalık hızla artıyor. Bu durum Suudi Arabistan ve İran arasındaki uzlaşma ve Türkiye’nin egemen politika izlemesi gibi girişimlere yol açtı.

Rus güdüleri ve Üçüncü Dünya Savaşı hayaleti

İslam dünyası giderek kendisini önemli bir kutup ve birleşik bir medeniyet olarak tanıdıkça, Rusya’nın eylemlerinin arkasındaki nedenler daha belirgin ve anlaşılır hale geliyor.

Devlet Başkanı Vladimir Putin halihazırda uluslararası bir ünü ve dünya çapında, özellikle de Batılı olmayan ülkelerde önemli bir popülaritesi var. Bu popülarite onun stratejik kararlarına kesin bir anlam ve net bir gerekçe kazandırıyor.

Rusya özünde tek kutuplulukla şiddetle mücadele ediyor ki bu da küreselleşmeye ve Batı’nın hegemonik etkisine karşı daha geniş bir mücadele anlamına geliyor. Bugün Batı’nın, genellikle vekili İsrail aracılığıyla İslam dünyasını hedef aldığına ve Filistinlileri soykırıma tabi tuttuğuna tanık oluyoruz.

Bu da Müslümanlar ile Batı hegemonyası arasında her an patlak verebilecek bu savaşın ortasında İslam’ın zamanının geldiği anlamına geliyor. İsrailliler hakkındaki bilgilerime dayanarak, Filistinlileri ortadan kaldırana kadar durmayacaklarına hiç şüphe yok.

“Savaş şu anda gerçekten de kapsamlı görünüyor.” Bu durumda, her şeyden önce İslam dünyasının Rusya ve Tayvan sorununu yakında çözecek olan Çin gibi nesnel müttefikleri var. Muhtemelen zaman içinde başka cepheler de ortaya çıkacaktır.

Burada ortaya çıkan soru, bunun üçüncü bir dünya savaşının patlak vermesine yol açıp açmayacağıdır. Bu son derece olası görünüyor ve bir anlamda zaten başlamış durumda.

Savaşın küresel olarak tırmanması için, askeri çözüm gerektiren çözülmemiş çelişkilerin kritik seviyeye ulaşması şart. Bu koşul yerine getirildi. Batılı güçler hakimiyetlerinden gönüllü olarak vazgeçme eğiliminde değiller ve yeni kutuplar, ortaya çıkan bağımsız medeniyetler ve geniş bölgeler artık bu hakimiyeti kabul etmek ve buna tahammül etmek istemiyor.

Dahası, ABD’nin ve daha geniş anlamda Batı’nın, yeni çatışmaları ve savaşları kışkırtan ve körükleyen politikaları terk etmeden insanlığın liderleri olamayacağı kanıtlandı.

Kaçınılmaz savaş kazanılmalı.

Trump Biden’a karşı

Nihayetinde, eski ABD Başkanı Donald Trump, İslam ve Batı arasında tırmanan çatışmalarda nasıl bir rol oynuyor? Başkan Joe Biden kararlı bir şekilde küreselleşmeyi savunuyor, Rusya’ya karşı çıkıyor ve tek kutupluluğu hararetle destekliyor.

Bu durum, Kiev’deki yeni Nazi rejimini tereddütsüz desteklemesini ve İsrail’i doğrudan soykırım da dahil eylemlerinden tamamen muaf tutmasını tam olarak açıklıyor.

Ancak Trump’ın pozisyonu farklı. Klasik milliyetçi bakış açısına sahip olan Trump, ABD’nin bir ulus olarak çıkarlarını, küresel hakimiyet için aceleci planların önüne koyuyor.

Trump, daha çok ticaret ve Çin ile ekonomik rekabet konularına odaklanarak Rusya ile ilişkiler konusunda kayıtsız bir tutum sergiliyor. Bununla birlikte Trump aynı zamanda ABD içindeki güçlü Siyonist lobiye tabi ve onun etkisi altında.

Bu nedenle, Batı ile İslam arasında yaklaşmakta olan savaş, yalnızca Batı perspektifinden değil, aynı zamanda genel olarak Cumhuriyetçiler tarafından da kayıtsızlıkla karşılanmamalı.

Bu bağlamda, Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturması halinde, Rusya için çok önemli bir endişe kaynağı olan Ukrayna’ya yönelik desteğin azalması söz konusu olabilir. Bununla birlikte, Müslümanlara ve Filistinlilere karşı daha da katı bir yaklaşım benimseyebilir ve muhtemelen Biden’ın politikalarının şiddetini aşabilir.

Gerçekçilik zorunludur ve ufukta beliren zorlu, ciddi ve uzun süreli bir çatışmaya hazırlıklı olmalıyız.

Bunun dini bir çatışma değil, daha ziyade materyalist, ateist bir sahtekârın tüm geleneksel dinlere karşı savaşı olduğunun farkına varmak önemli. Bu da nihai savaş anının yaklaşmış olabileceği anlamına geliyor.

Nükleer savaş hayaleti ve tek kutuplu sistemin ölümü

Yaklaşan çatışma bir nükleer savaşa doğru mu ilerliyor? Özellikle taktik nükleer silahların potansiyel kullanımı düşünüldüğünde bu ihtimal göz ardı edilemez.

İnsanlık açısından yıkıcı sonuçları göz önüne alındığında, Rusya ve NATO ülkeleri gibi stratejik nükleer yeteneklere sahip ulusların bunları kullanmaya başvurması pek olası değil.

Ancak İsrail, Pakistan ve muhtemelen İran’ın nükleer silahlara sahip olduğu düşünüldüğünde, bu silahların yerel bağlamlarda kullanılması ihtimal dahilinde.

Yaklaşan bu çatışma sırasında dünya düzeni nasıl şekillenecek?

Böyle bir sorunun hazır bir cevabı yok. Ancak kesin olarak imkânsız bir şey var ki o da küreselleşme taraftarlarının hararetle savunduğu sağlam, istikrarlı ve tek kutuplu bir küresel sistemin kurulmasıdır.

Özel koşullar ne olursa olsun, tek kutuplu bir dünya imkânsız. Dünya ya çok kutuplu olacak ya da hiç var olmayacak. Batı’nın hakimiyetini sürdürme kararlılığı ne kadar güçlü olursa, bunu takip eden savaşın da o kadar şiddetli olması ve potansiyel olarak üçüncü bir dünya savaşına dönüşmesi muhtemel.

Çok kutupluluk kendiliğinden ortaya çıkmayacak. Şu anda İslam dünyasında çok önemli bir yeniden birleşme süreci yaşanıyor. Eğer Müslümanlar ortak ve zorlu bir düşmana karşı birleşebilirlerse, İslami güç kutbunun yükselişi mümkün hale gelecek.

Bana göre Bağdat’ın eski haline dönmesi ve Irak’taki önemli rolü ideal bir çözüm sunabilir. Irak, Araplar, Sünniler, Şiiler, Sufiler, Selefiler, Hint-Avrupalılar, Kürtler ve Türkler de dahil İslam medeniyetinin çeşitli ana akımlarının buluşma noktası. Özellikle Bağdat, tarihsel olarak bilimlerin, dini eğitimin, felsefenin ve ruhani hareketlerin geliştiği bir merkezdir.

Yine de bu önerme spekülatif olmaya devam ediyor. Bununla birlikte, İslam dünyasının birleştirici bir temele veya ortak bir zemine ihtiyaç duyacağı açık.

Bağdat potansiyel olarak bu platform ya da denge noktası olarak hizmet edebilir. Ancak bu vizyonun gerçekleşmesi için öncelikle Irak’ın Amerikan güçlerinin varlığından kurtarılması gerekiyor.

Görünen o ki her bir güç kutbu var olma hakkını çatışma yoluyla kazanmak zorunda. Rusya, Ukrayna’da zafer kazandıktan sonra tam egemen bir kutup haline gelecek. Benzer şekilde, Tayvan meselesi çözüldüğünde, Çin kendisini önemli bir kutup olarak kabul ettirecek.

İslam dünyası ise Filistin sorununa adil bir çözüm bulunmasında ısrar ediyor.

Gelişmeler bununla sınırlı kalmayacak; nihayetinde, şu anda yeni sömürgeci güçlerle giderek daha fazla karşı karşıya kalan Hindistan, Afrika ve Latin Amerika’nın rolleri de önemli hale gelecek.

Sonuç olarak, çok kutuplu dünyadaki tüm kutuplar kendilerine özgü zorlukları ve sınamaları aşmak zorunda kalacaklar.

Çok kutupluluk olası

Sonrasında Batı Avrupa’nın yanı sıra çeşitli imparatorlukların bir arada yaşadığı Kristof Kolomb öncesindeki küresel düzene kısmi bir dönüşe tanık olabiliriz. Bu imparatorluklar arasında Çin, Hint, Rus, Osmanlı ve Pers imparatorluklarının yanı sıra Güney Asya, Afrika, Latin Amerika ve hatta Okyanusya’daki güçlü bağımsız devletler de vardı. Bu oluşumların her birinin, Avrupalıların daha sonra barbarlık ve vahşet ile eş tuttuğu kendine özgü siyasi ve sosyal sistemleri vardı.

Sonuç olarak, modern çağda Batılı küresel emperyal politikaların ortaya çıkmasından önce insanlık için geçerli olan çok kutupluluk tamamen makul bir seçenek.

Bu, küresel barışın hemen tesis edileceği anlamına gelmez; ancak böyle çok kutuplu bir dünya sistemi doğası gereği daha adil ve dengeli olacaktır.

Tüm çatışmalara adil ve kolektif bir duruşla yaklaşılacak, insanlık Nazi Almanya’sında, günümüz İsrail’inde ya da küresel Batı’nın saldırgan hakimiyetinde görülenlere benzer ırksal adaletsizliklerden korunacaktır.

*Rusçadan çeviri ve koordinasyon Ramia Yahia tarafından yapılmıştır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version