Bizi Takip Edin

DİPLOMASİ

Ege’de kopan ‘Tayfun’ ve sahada durum

Yayınlanma

Erdoğan’ın açıklamaları, Yunanistan’da fırtına kopardı. İnfialin sebebi, daha önce Ege ve Doğu Akdeniz’e odaklanan anlaşmazlığın doğrudan ana kara Yunanistan’a uzanması ve de NATO şemsiyesi dışında “vurabilme” imkan ve kabiliyetinin yaratılmış olması, yani Tayfun’un varlığı.

Türkiye ile Yunanistan arasında süregelen stratejik sorunlar, sözlü atışmalarla bağlamından koparılıyor. Bu atışmalar, zaman zaman gerilimin tırmanmasına neden olurken diğer yandan tartışmanın esas sebebi olan fiili durum sahada işlemeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Tayfun füzeleri üzerinden Atina’ya yaptığı uyarı, yine o uyarıya neden olan fiili durumdan çok, sertliği üzerinden ele alındı ve yine sadece dozajı üzerinden Atlantik başkentlerinde yankılandı.

Erdoğan’ın ‘Tayfun’ açıklaması

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Samsun Gençlik Buluşması’nda Türkiye’nin savunma sanayindeki atılımlarını anlatırken konuyu, ekim ayında denemesi yapılınca kamuoyunun haberdar olduğu Türkiye’nin ilk ‘kısa menzilli balistik füzesi’ Tayfun’a getirdi: “…Şimdi artık füzelerimizi yapmaya başladık. Bu üretim tabii Yunan’ı ürkütüyor. ‘Tayfun’ diyorsun, Yunan ürküyor, ‘Atina’yı vurur’ diyor. Eee vuracak tabii. Sen rahat durmazsan, sen Amerika’dan adalara, şuradan, buradan bir şey almaya çalışırsan Türkiye gibi bir ülke herhalde armut toplamayacak, bir şeyler yapması lazım.

Neden infial yarattı?

Erdoğan’ın açıklamaları, Yunanistan’da çokça tartışıldı. Basındaki tartışmalarda açıklamanın her zamankinden daha yüksek perdeden olduğu değerlendirmesi hakimdi. Konu Yunanistan’ın Tayfun’un menzilinde olup olmadığı saptamalarıyla ele alındı. Bu infialin sebebi, daha önce Ege ve Doğu Akdeniz’e odaklanan anlaşmazlığın doğrudan ana kara Yunanistan’a uzanması. Yani Erdoğan, daha önce karadan müdahaleyi kastederek, “Bir gece ansızın gelebiliriz” açıklamasını Yunanistan ana karasına kilometrelerce uzakta bulunan egemenliği tartışmalı veya uluslararası anlaşmalara göre silahsızlandırılması gereken adalar için söylemişti. Bu sefer Erdoğan’ın açıklamasında hedef doğrudan Yunanistan’dı. Ülkenin neredeyse tüm gazeteleri aynı manşeti attı: “Rahat durmazlarsa vururuz.” Erdoğan’ın daha önceki açıklamalarından farklı bir infial oluşmasının bir sebebi de NATO şemsiyesi dışında “vurabilme” imkan ve kabiliyetinin yaratılmış olması yani Tayfun’un varlığı.

‘Kuzey Kore’ benzetmesi

Bu farkındalık sebebiyle Erdoğan’ın Tayfunlu açıklamasına “Kuzey Kore”li yanıt verdiler. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Erdoğan’ın sözlerinin “kabul edilemez” olduğunu söyledi, uluslararası tanınırlığı olmayan ve sık sık füze denemeleri ile gündeme gelen Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne (KDHC) atıfla “Bu Kuzey Kore tavırları, Kuzey Atlantik İttifakına (NATO) giremez ve girmemelidir” dedi.

ABD’ye göre açıklama provokatif

Erdoğan’ın açıklamalarına, Yunanistan’a yaptığı askeri yığınakla Ankara-Atina geriliminin odak noktasında olan ABD’den de yanıt geldi. Günlük basın toplantısında Erdoğan’ın sözleri sorulan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, “Bakın, biz provokatif açıklamalarla gerilimin artmasından üzüntü duyuyoruz. Özellikle NATO müttefiklerimiz arasında birlik ve iş birliğine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda olmasından pişmanlık duyuyoruz. Biz bütün müttefiklerimizin tehditleri ve provokatif açıklamaları bir an önce bırakmasını istiyoruz. Bu gerilimin yükselmesi bizi, NATO’nun karşılaştığı Rusya tehdidine karşı birlik olma amacımızdan saptırıyor” dedi.

Atışmaların gölgesinde kalan gerçek

Yunanistan’la Türkiye arasındaki gerginliğin yakıcı nedenleri onca “hır-gür” içinde önemini yitiriyor gibi. İki ülke arasındaki anlaşmazlıklar özetle;

  • Ege’de egemenliği tartışmaları ada, adacık ve kayalıklar sorunu
  • Yine Ege’de silahsızlandırılması koşuluyla Yunanistan’a devredilen adalara silah yığılması
  • Büyük oranda adalardaki egemenlik tartışmasından kaynaklanan hava sahası uyuşmazlığı
  • Doğu Akdeniz’de yine adalardan kaynaklı kıha sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı
  • İki ülke arasında yukarıdaki tarihi sorunlara son dönemde eklenen yeni bir kriz: Yunanistan’ın ve tartışmalı adaların ABD üssü haline getirilmesi.

Tüm bu başlıklarda, hava sahası dışında Atina’nın lehine büyük yol alındığını söylemek mümkün: Egemenliği tartışmalı bazı adaları, getirdiği yüksek maliyete rağmen yerleşime açtı, açamadığına bayrak dikti. Uluslararası anlaşmalara göre silahsızlandırılması gereken adalara silah yığdı, yığmaya devam ediyor. Doğu Akdeniz’de kıyısı bulunan bir çok ülke ile karşılıklı MEB anlaşmalarına imza atmayı başardı… “İnfiale” vardırarak söyleyecek olursak itiş kakış arasında “Atı alan Yunanistan Üsküdar’ı geçiyor.”

Bir çelişki…

Öte yandan “eski müttefik” olarak ABD’nin devreye girmiş olması ayrı bir başlık konusu. Erdoğan daha önce ABD’nin Yunanistan’daki üsleri ile ilgili, “Şu anda 9 tane Amerikan üssü Yunanistan’da kuruldu. Peki bu üsler kime karşı kuruluyor? Verdikleri cevap; Rusya’ya karşı. Bunu yemezler, kusura bakmasınlar” demişti. Erdoğan’ın, Atina’nın piyon olarak kullanıldığını ve Türkiye’nin karşısındaki esas “düşmanın” ABD olduğunu ima eden bir kaç açıklaması var. Peki Ak Parti hükümeti “esas düşman” tanımına uygun politikalar mı izliyor, tartışmalı.

Elbette bu Türkiye’nin hiç bir şey yapmadığı anlamına gelmiyor. Doğu Akdeniz’de Libya ile imzalanan anlaşma, geç de olsa farkına varılan ve düzeltilmeye çalışılan Mısır rotası, Birleşmiş Milletler nezdindeki diplomatik girişimler Türkiye’nin attığı bazı önemli adımlardan.

Yunanistan’ın başarısı diplomatik dehasından ziyade, sorunu var olduğundan beri “Doğu-Batı sorunu” olarak ele almış olmasından. Uzun yıllar Batı kampının kapısında bekletilen Türkiye’nin sorunla gerçek anlamda yüzleşmesi ise bu anlamda yeni sayılır. Atina’nın başarılı olduğu nokta ise, “Türk saldırganlığının kurbanı” olduğu savıyla her konuda, ABD ve AB’nin Türkiye’ye tepki vermesini talep etmek. Bu konudaki başarısında Türk yetkililerin payını da küçümsememek gerek.

Tayfun etkisi

Peki Türkiye, hem Yunanistan’ın Atlantik güvencesiyle Ege ve Doğu Akdeniz’de attığı adımları hem de Yunanistan üzerinden kendisine yönelen tehditleri nasıl bertaraf edebilir?

Barışın en büyük teminatının caydırıcılık olduğu bir gerçek. Caydırıcılığın ilk unsuru da kuşkusuz askeri güç. Bu açıdan ilk denemesinde Rize’den fırlatılan ve Karadeniz üzerinden 456 saniyede Sinop açıklarına ulaşan Türkiye’nin ilk kısa menzilli balistik füzesi Tayfun, popüler tartışmaların ötesinde oldukça kritik bir savunma sanayi hamlesi.

Füze, Türkiye’nin şimdiye kadar ürettiği en gelişmiş füzenin menzilini ikiye katlıyor. Daha da önemlisi Türkiye’nin 1997’de taraf olduğu Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi’nin (FTKR) 300 km menzil sınırını aşıyor. Rejim’in açık hedefi, kendi balistik füzesini üretme imkan ve kabiliyetine sahip ABD öncülüğündeki bir avuç ülkenin, caydırıcılığı yüksek bu teknolojiye diğer ülkelerin erişimini engellemek. Tayfun’un üretimi ile ilgili detaylar kamuoyu ile paylaşılmamış olsa da bu kısıtlamanın getirdiği en olası sonuca göre, Türkiye taraf olduğu anlaşma gereği satın alamadığı bu caydırıcı füzeleri kendi imkan ve kabiliyeti ile üretebiliyor.

Tayfun’un envantere ne zaman gireceği belli değil, ancak deneme görüntülerinin ekim ortasında yayınlanmasından sonra savaş çığırtkanlığı ile beslenen bazı basın kuruluşları görüntüleri “menzilinin Yunanistan’a ulaştığı” yönüyle haberleştirmişti. Çığırtkanlık konusunda Türk medyasına “rahmet okutan” Yunan basını da gelişmeyi aynı başlıklarla günlerce gündemde tuttu.

Tayfun füzesi, Yunanistan’a odaklanarak ele alınması dolayısıyla önemi tam algılanamasa da Türk savunma sanayisi için kritik bir eşik. Dünya üzerinde kendi imkanı ile kısa menzilli füzeleri üretebilen çok az ülke var. “Caydırıcı” olarak nitelendirilen bu teknolojinin kullanılmasından ziyade bir ülkenin envanterinde bulunması bile başlı başına önemli. Öyle görünüyor ki Yunanistan bu önemin, Türkiye’den daha çok farkında.

Diplomatik atak

Caydırıcılığın en az ilk unsuru kadar önemli ikinci unsuru da ortak çıkara dayalı bölgesel-bölge dışı ittifaklar inşa etmek. Doğu Akdeniz özelinde Mısır ve Suriye için daha kararlı diplomatik adımların atılması artık ertelenemez bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Türkiye, bölge ülkeleri ile ortak çıkarları gözeten, hakkaniyete dayalı ekonomik anlaşmalar ve sosyal, kültürel projelerle kendisine yönelik çevreleme çemberini yarmanın bir yolunu bulmalı.

Bugün, tartışmalı adalardan doğrudan kendisine yönelen bir saldırı olmadığı sürece, Türkiye’nin askeri seçeneği gündeme getirmesi uzak bir ihtimal olarak duruyor. Ancak Doğu Akdeniz’de kazanılacak her mevzi, Ege’de de Yunanistan’ın elini zayıflatacaktır. Libya ile yapılan deniz yetki sınırlandırma anlaşmasının hızla Mısır’la da gündeme getirilmesi gerekiyor. Öte yandan Yunanistan’la istikşafı görüşmeler nedeniyle iki yıldır ara verilen doğalgaz arama çalışmaları yeniden gündeme alınmalı, belki de ilk rota Libya’nın deniz sahası olabilir. Tabi ki Doğu Akdeniz’deki en büyük koz olan KKTC’yi bir daha Birleşmiş Milletler’in çözümsüz süreçlerine sürüklememek ve KKTC’nin bağımsız devlet olarak tanınması yönünde atılmaya başlanan somut adımları hızlandırmak Türkiye’nin elini ve caydırıcılığını güçlendirecektir.

DİPLOMASİ

Amerikalı ekonomist Stephen Roach: ABD kendi temellerine saldırıyor

Yayınlanma

Önde gelen Amerikalı ekonomist Stephen Roach, ABD’nin kendi temellerine ve uluslararası kurumlara saldırmaya geçerek “yolunu kaybettiğini” söyledi.

Yale Üniversitesi öğretim üyesi ve Morgan Stanley Asya’nın eski başkanı Stephen Roach, “Bir zamanlar özgür dünyanın şampiyonu, gururlu lideri olan biz, hukukun üstünlüğü açısından kendimize içeriden meydan okuma ve dünyaya meydan okuma sürecindeyiz” dedi.

Roach bahsettiği süreci şöyle özetledi: “Sadece gümrük tarifeleri ve bugünden itibaren bir hafta içinde geniş tabanlı bir karşılıklı eylem yoluyla değil, aynı zamanda ittifaklarımızı parçalayarak, Avrupa’da aramızı açarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ABD’de hiç görmediğimiz türden bölgesel hırsları ifade ederek.”

Çarşamba günü Çin’in güneyindeki ada eyaleti Hainan’da düzenlenen Boao Asya Forumu’ndaki bir panelde endişelerini dile getiren Roach, ABD’nin mevcut gidişatını “kültürel devrimin” ilk aşamaları olarak nitelendirdi.

Roach, etkileri 1960’lar ve 1970’lerde çoğunlukla ülke sınırları içinde hissedilen Çin’deki Kültür Devrimi’nden farklı olarak, ABD’deki benzer olayın dünyanın geri kalanı üzerinde “derin bir etki” yaratabileceğini ve “küreselleşme için büyük bir olay” haline gelebileceğini söyledi.

Jeffrey Sachs, ABD’nin Çin’e yönelik ‘kapasite fazlası’ iddialarını reddetti: ‘kesinlikle yanlış’

Roach’un açıklamaları, ABD Başkanı Donald Trump tarafından “kurtuluş günü” olarak adlandırılan ve Washington’un tüm ticaret ortaklarını hedef alan karşılıklı gümrük tarifelerinin yürürlüğe girmesinin beklendiği 2 Nisan’dan kısa bir süre önce geldi.

Yeni gümrük vergilerinin ayrıntıları henüz açıklanmadı ancak Trump çarşamba günü yaptığı açıklamada ABD’den ithal edilen tüm araçlara yönelik yüzde 25’lik ek gümrük vergisinin 3 Nisan’da yürürlüğe gireceğini söyledi.

Trump’ın otomobil tarifeleri Japonya ve Güney Kore’yi alarma geçirdi

Bu, bu hafta Washington’dan gelen ikinci yeni gümrük vergisi duyurusu oldu. Pazartesi günü Trump, Venezuela’dan petrol ithal eden tüm ülkelere yüzde 25’e kadar gümrük vergisi uygulanmasına izin veren bir kararname imzaladı.

Trump aynı gün bir kabine toplantısında kereste ve bilgisayar çiplerine yönelik ek gümrük vergilerinin de gündemde olduğunu söyledi.

Tırmanan gerilimle ilgili konuşan Roach, son yıllarda dünya ticaretinin büyük bölümünü belirleyen küreselleşmenin, ekonomik etkileşimi yöneten “uygulanabilir bir paradigma” olarak “avucumuzun içinden daha da uzaklaşıyor” olabileceği uyarısında bulundu.

Ünlü ekonomist, “Bugünden bir hafta sonra, ‘kurtuluş günü’ mü? Yoksa yeni bir küresel ticaret savaşı için sıfır noktası mı?” diye sordu.

Brezilya lideri Lula, Japonya ziyaretinde Trump’ın vergileriyle mücadele sözü verdi

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Gözaltına alınan Gagavuzya lideri Gutsul, Putin ve Erdoğan’dan yardım istedi

Yayınlanma

26 Mart’ta Moldova’da gözaltına alınan Gagavuzya Başkanı Yevgeniya Gutsul, serbest bırakılması için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulundu. Gutsul, gözaltına alınmasının Kişinev’in Gagavuz Özerkliği’ni hedef alan kampanyasının bir parçası olduğunu belirtirken, Kremlin olayı kınadı. Gutsul’un daha önce Şor Partisi’nin finansmanıyla ilgili usulsüzlüklerle suçlandığı belirtildi.

26 Mart’ta gözaltına alınan Gagavuzya Özerk Cumhuriyeti Başkanı Yevgeniya Gutsul, serbest bırakılması için Moldova makamlarına baskı yapması talebiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e başvurdu.

Gutsul, Telegram kanalından yaptığı açıklamada, gözaltına alınmasının Moldova makamlarının, anayasayla güvence altına alınan Gagavuz Özerkliği’nin özel hukuki statüsünü “yok etme” kampanyasının bir parçası olduğunu belirtti.

Gutsul, ülke hükümetinin eylemlerinin Gagavuz halkının hak ve özgürlüklerine yönelik bir saldırı olduğuna işaret etti.

Gutsul, Gagavuz halkı adına Putin’i, “siyasi baskıları durdurmak” amacıyla Moldova makamlarına baskı yapmak için tüm diplomatik, siyasi ve hukuki mekanizmaları kullanmaya çağırdı.

Ayrıca Rusya liderinden Gagavuz Özerkliği’nin özel statüsüne destek vermesini talep eden Gutsul, “Umut ve inançla Rusya’ya bakıyoruz; dostlarına asla ihanet etmeyen ve hakikat ile yasal hakları için mücadele edenlere her zaman yardım eli uzatan bir ülke,” ifadelerini kullandı.

Gutsul, ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan da destek istedi.

Açıklamasında Gagavuzya Başkanı, tutuklanmasının, Kişinev’in 30 yıl önce Türkiye’nin ve bizzat eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in doğrudan arabuluculuğuyla Gagavuz halkının Moldova ile yaptığı toplumsal sözleşmeyi yıkmaya yönelik politikasının devamı olduğunu anımsattı.

Gutsul, Gagavuzya’nın, Ankara’nın yıllar önce “barış ve adaleti korumaya” yardımcı olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin desteğine ihtiyacı olduğunu ifade etti.

Gutsul, “‘Bugün, Gagavuz halkının yasal haklarını korumak için yeniden sizin müdahalenize güveniyoruz,’ diye yazdı.

Özerk bölge başkanı, Moldova makamlarının Gagavuz halkını siyasi ve ideolojik baskıya maruz bıraktığına ve Türkiye, Rusya ve diğer stratejik ortaklarla dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerini savunanları takip ettiğine emin olduğunu söyledi.

Gutsul’u ziyaret eden muhalif Şor Partisi (Moldova Anayasa Mahkemesi tarafından Haziran 2023’te yasa dışı ilan edildi) milletvekili Vadim Fotescu, TASS‘a yaptığı açıklamada, Gagavuzya Başkanı’nın kendisini ziyaret eden Moldova parlamentosu milletvekilleri aracılığıyla özerk bölgenin yönetimine ilişkin talimatlar ilettiğini bildirdi.

Fotescu ayrıca, Gutsul’un kendisine yöneltilen suçlamalarla hiçbir ilgisi olmadığını belirterek masumiyetine olan inancını dile getirdiğini ve avukatlarıyla birlikte en kısa sürede serbest bırakılmasını sağlamaya niyetli olduğunu aktardı.

Fotescu, savcılık makamının Gagavuzya Başkanı’nın ifadesini almayı planladığını da sözlerine ekledi.

Moldova Ulusal Yolsuzlukla Mücadele Merkezi, Gutsul’u 26 Mart’ta Kişinev Havalimanı’nda 72 saatliğine gözaltına aldı.

Gagavuzya Başkanı’nın danışmanı Yuriy Kuznetsov’un bildirdiğine göre, Gutsul, Küresel Gazeteciler Konseyi’nin daveti üzerine İstanbul’a uçmayı planlıyordu ve Türkiye’de özerklik için önemli konuları görüşmeyi hedefliyordu.

Moldova Başsavcılığı daha sonra yaptığı açıklamada, sınır kontrolü sırasında yapılan “rutin kontrol” esnasında Gutsul’un bilgi sistemlerinde ülkeden çıkış yasağı statüsüyle kayıtlı olduğunun ortaya çıktığını belirtti.

Gutsul daha önce Moldova’da Şor Partisi’nin finansmanında usulsüzlük yapmakla suçlanmıştı.

Savcılığın iddiasına göre, Gagavuzya Başkanı seçim kampanyasının finansmanı için organize suç örgütünden para aldı.

Mayıs 2023’te Gagavuzya başkanlık seçimlerini kazanan Gutsul, Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesini savunuyor.

Gutsul, Mart 2024’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmüştü.

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, 26 Mart’taki basın toplantısında Kremlin’in Gutsul’un gözaltına alınmasını kınadığını bildirdi.

Peskov, Moldova’daki mevcut yönetimin, Cumhurbaşkanı Maya Sandu’ya rakip olan siyasetçilere karşı açık baskı yöntemleri kullandığını belirtti.

Peskov, Kişinev makamlarının demokratik normların dışına çıktığını ve büyük ölçüde komşu Romanya’daki meslektaşlarının “davranış biçimini kopyaladığını” ekleyerek, cumhurbaşkanlığı yarışının ilk turunu kazanan Călin Georgescu’nun gözaltına alınması olayına atıfta bulundu.

Gagavuzya lideri: Moldova, Romanya ile birleşirse kendi kaderimizi tayin hakkımızı kullanırız

Okumaya Devam Et

DİPLOMASİ

Panama, ABD yaptırımları nedeniyle 128 geminin kaydını siliyor

Yayınlanma

Panama, ABD yaptırımlarına maruz kalan ve çoğu Rus petrolü taşıyan 128 geminin kaydını silme kararı aldı. Panama Denizcilik İdaresi yetkilisi Ramón Franco, 70 tankerin sicilden çıkarıldığını belirtirken, bu adımın ülkenin yaptırımlara uyma politikası ve hızlandırılmış sicil silme prosedürleriyle ilgili olduğunu söyledi.

Bloomberg‘in Panama Denizcilik İdaresi Ticaret Filosu Başkanı Ramón Franco’nun açıklamasına dayandırdığı haberine göre Panama makamları, ABD yaptırımlarına maruz kalmalarının ardından ülke bayrağı taşıyan 128 geminin kaydını silmeyi planlıyor.

Franco, en az 70 tankerin şimdiden sicilden çıkarıldığını ve yakın gelecekte onlarca geminin daha silineceğini ifade etti.

Şubat ayı itibarıyla kara listeye alınan Rus tankerlerinin toplam sayısı 270’i geçti.

S&P Global verilerine göre yaptırımlar, Rusya’nın deniz yoluyla petrol ihracatının yarısını taşıyan gemileri kapsıyor.

Bu miktar günde 1,5 milyon varile tekabül ediyor ve bunun yaklaşık 1 milyon varili Çin’e, 500 bin varili ise Hindistan’a taşınıyordu.

Eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, görev süresinin bitiminden önce Rus petrolü taşıyan 183 tankere, onlarca ticari şirkete ve sigorta firmasına yaptırım getirmişti.

Panama’nın bu kararı sadece siyasi duruşuyla değil, aynı zamanda Ekim 2023’te kabul edilen ve gemilerin sicilden çıkarılma prosedürünü önemli ölçüde hızlandıran reformlarla da ilgili.

Daha önce altı aya kadar sürebilen bu işlem, yeni düzenlemeyle bir aya indirildi.

Yaptırım uygulanan gemilerin kaydının silinmesi, Panama için 2 milyon dolara varan gelir kaybına neden olacak.

Fakat ülke, yaptırımlara uyma konusundaki kararlılığını sergiliyor.

Panama sicilinde 8 binden fazla gemi kayıtlı bulunuyor ve ülke, uzun yıllardır gemi bayrağı almak için tercih edilen başlıca merkezlerden biriydi.

Ancak Rusya ve İran’ın enerji sektörlerine yönelik yaptırımların sıkılaştırılmasıyla birlikte, bu ülkelerle bağlantılı gemilere olan dikkat arttı.

Söz konusu gemilerin bir kısmı daha esnek kurallara sahip ülkelere kaydını taşırken, bazıları ise tamamen bayraksız olarak seyrüsefer yapıyor.

Geçtiğimiz hafta Almanya’nın, Panama bayrağı altında seyreden ve Rus petrolü taşıyan Eventin isimli tankere el koyduğu bilgisi paylaşıldı.

Der Spiegel dergisinin kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Almanya gemideki 100 bin ton petrole el koydu.

Eventin tankeri, ocak ayı ortasında Baltık Denizi’nde kontrolünü kaybetmiş ve üç Alman gemisi tarafından limana çekilmişti.

Gemi, Şubat sonunda ise Rusya’nın “gölge filosunun” parçası olduğu gerekçesiyle Avrupa Birliği (AB) tarafından yaptırım listesine eklenmişti.

BlackRock, Çinli Hutchinson’dan Panama Kanalı’nda iki liman satın alıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English