GÖRÜŞ

Foreign Affairs Ukrayna konusunda ne diyor, neden diyor?

Yayınlanma

Foreign Affairs’te Amerikan Dış İlişkiler Konseyi Fahri Başkanı Richard Haass ve aynı konseyden, Georgetown Üniversitesi profesörü Charles Kupchan ortak imzasıyla yayınlanan makaleyi bir dostumun dikkatimi çekmesi sayesinde okudum; belli başlı noktalarını özetlemekle kalmayıp yorumlamak gerek. Bu, Amerikan müesses nizamının Ukrayna’da gelecek projeksiyonunu aydınlatmakta önem taşıyacak.

Makalenin ana fikri şu: Kiev rejimi 2023’te koyduğu hedeflerine askeri yöntemlerle ulaşamadı; öngörülebilir gelecekte de bunun gerçekleşmesi beklenemez. Kırım ve Donbass’ın yeniden ele geçirilmesi için mücadele sadece kazanılması mümkün olmayan bir savaş değildir; bu aynı zamanda batının desteğini de zamanla kaybetme riski oluşturur. Rejim, dolayısıyla rejimin gerçek sahipleri, yani ABD stratejiyi değiştirmeli, kaybedilen yüzde 20’yi taarruz yoluyla geri almaktan vazgeçip kalan yüzde 80’i savunmaya geçmeli.

Bu, Kiev’deki devlet başkanı etiketli eski komedyeni mukaddes kabul edip tapan bir avuç kurşun asker dışında herkes açısından yeterince açık bir hakikat; ama gene de Haass ve Kupchan’ın Foreign Affairs platformunda dile getirmeleri önemsiz sayılmaz, çünkü bütün argümanları belli bir projeksiyon için kullanılmış.

Öncelikle şunu vurgulamak gerek: burada esas mesele ABD ve Britanya arasındaki gerilimdir (Avrupalı yöneticileri saymaya gerek yok, çünkü siyasi olarak tamamen gereksiz, bütünüyle kuklalaşmış, hatta Londra ve Washington arasında manevra yeteneklerini bile büsbütün kaybetmiş hak düşmanı bir kasttan başka bir şey değiller). Gerilim, ideal bir yenisömürge olarak Ukrayna’da siyasi mücadelede ortaya çıkıyor: halkın sıradan evlatları doğru düzgün askeri eğitim almadan savaş alanında ölmeye gönderilirken Vogue’a kapak olmakta sakınca görmeyen, bunu kişisel piyasa çalışmasının pivotu yapan eski komedyenin arkasında gerilimi azami ölçeğine tırmandırmaya çalışan Londra var, Washington ise mevcut durumu hiç değilse dondurma yanlısı, bu yüzden “başkumandan” Zaslujnıy’a oynuyor. Foreign Affairs’in Zalujnıy’ın The Economist’e verdiği sansasyonel beyanatını anması boşuna değil: “Büyük ihtimal derin ve harika bir altüst oluş yaşanmayacak.”

Kiev rejiminin başı, son Washington ziyaretinde Amerikan baskısıyla nisanda seçimlere prensip olarak evet demişti; ama “karakoldan” dönünce “şaştı”. Zalujnıy için başta rejim silahlı kuvvetleri olmak üzere yaygın bir örtük seçim kampanyasına başlandı bile; rejimin başının ikna olması için son olarak eski danışmanı Arestoviç de devreye girdi ve duruma göre yıl sonuna kadar rejimin başı ve diğer yöneticilerle ilgili bir takım gerçekleri (kirli çamaşırlar olsa gerek; veya, temiz çamaşır olamayacak kadar yolsuz bir rejim olduğu herkes tarafından kabul edildiğine göre, en kirli çamaşırlar) ortaya koyacağını söyledi.

Bununla birlikte, Foreign Affairs yazarlarının dediği gibi, rejimin başını “ikna etmek” kolay bir iş değilse eğer, Londra’nın Kiev’deki siyasi etkisinin gücüne yormak gerek.

Yeni bir şey yok; ama öyle diye bu iki yazarın söylediği her şeyi doğru kabul etmeye de gerek yok. Bütün bu söylenenlerin altında yatan olguları ortaya çıkarmak gerek.

Mesela şu iddia: yazarlar, savunma pozisyonuna geçmenin ve Kiev tarafından mütareke teklifinin Rusya’yı bir ikileme sokacağını ileri sürüyorlar: Onlara göre bu durumda Rusya ya savunmadan daha “karmaşık, riskli ve masraflı” hücum girişiminde bulunacak, ya mütareke inisiyatifini reddederek siyasi inisiyatifi kaybedecek ve kendisini belirsiz bir duruma sokacak, ya da görüşmelere başlayacak. Yazarlar bu son ihtimalin çok küçük olduğunu düşünüyorlar.

Bu yanlış, zira:

1) Kiev rejimi güçleri karşı-taarruzun daha ilk haftalarından itibaren aslında taarruz değil savunma pozisyonundalar, çünkü hücumları Rusya’nın sağlam savunma hattına çarparak dağılmakla kalmadı, aynı zamanda karşı tarafın tali hücumlarıyla da ek alan kaybetti.

2) Rusya’nın stratejisi, daha Kiev ve Harkov’dan çekildiği geçen yılın nisan-mayıs aylarından beri (Clausewitz’in deyişiyle) negatif (savaşın yarattığı aşırılıkların düşmanın tamamen imhası noktasına kadar tırmanmasını gerektiren teorik niteliğine aykırı) bir çizgide: Rusya Odessa’ya veya başka yerlere piyade gücüyle ulaşmak yerine yıpratma savaşı veriyor ve başarılı oluyor. Dolayısıyla Kiev’in, yani ABD’nin mütareke (gerçekte öyle de değil; aşağıda geleceğim) teklifi karşısında Rusya’nın savunma ve saldırı arasında tereddüde düşeceği kabulü yanlış; aslında yıpratma savaşına devam edeceğini ve piyade yayılmasını zamana yaymasını beklemek gerek. Bu, rejimin batılı patronlarının savaşın gidişatına dair halen fikrisabitle bağlı oldukları ilk kritik hatası.

3) Bu strateji, herhangi bir başka stratejiden daha “karmaşık, riskli ve masraflı” değil. Gerçekte savunma sanayisi devlet sektöründe motor işlevi görüyor ve tıpkı Sovyet döneminde olduğu gibi kalkınmanın kaldıracı potansiyeli taşıyor; dolayısıyla bunun daha avantajlı olduğunu söylemek bile mümkün, nitekim 2024 bütçesinde savunma harcamalarının toplam bütçe harcamalarının yüzde 29,4’ü olarak öngörülmüş olması, açıkça buna tanıklık ediyor. Böylece batılıların ikinci siyasi hatasıyla karşılaşıyoruz: Rusya’nın savunma harcamaları hiç de onların sandığı gibi masraf değil. Öte yandan, savaş esas itibariyle düşmanın iradesini kırma mücadelesi olduğuna göre, Kiev subaylarının toplu eğlencedeki yüz ifadelerine bakarsak eğer Rusya’nın stratejisinin “riskli” olduğunu da söylemek mümkün değil. Ve son olarak, “karmaşıklık” bu kompleks durumu analiz edebilecek kadrolarla ilgilidir; Rusya en azından Vagner kalkışmasından beri ve Kiev rejiminin karşı-taarruzu boyunca bu kadrolara sahip olduğunu ve karmaşıklığın artık analitik ve lojistik bir sorun olmadığını da yeterince gösterdi.

Foreign Affairs iki seçenek olduğunu öne sürüyor: 1) rejime muazzam miktarda silah vermeye devam ederek Rusya’yı yenebilecek bir güç haline getirmek; 2) askeri olarak bölgesel savunma ve onu destekleyecek bir dizi siyasi-diplomatik girişim. Birinci seçeneğin başarılı olamayacağı açık; zira, yazarların da söylediği gibi, rejim karşı-taarruz sırasında bile ele geçirdiğinden daha fazla toprak kaybetti. Foreign Affairs bununla birlikte rejimin kayıplarının Rusya’ya nihai bir avantaj sağlamaktan uzak olduğunu da belirtiyor. Bu, bir kez daha, Rusya’nın savaşının en azından Kiev ve Harkov çekilmesinden beri yanlış değerlendirildiğinin bir başka kanıtı sayılmalı; zira Rusya ani bir darbeyle zafer peşinde değil, tersine yıpratma savaşı sürdürüyor. Tekraren: bu strateji, rejimin stratejisinden kökten farklı, dolayısıyla bir karşılaştırma yapılamaz, rejimin stratejik hedeflerinin benzerlerini gütmediği için Rusya’nın da başarısız olduğu ileri sürülemez.

Gene de Foreign Affairs burjuva darkafalılığı içinde mevcut durumun teorik temellerini büsbütün yanlış değerlendirse bile olgusal durumu açık seçik görüyor: “Yaptırımlar Rusya ekonomisine ancak mütevazı bir etkide bulunurken Rusya enerjisi için yeni pazarlar buldu. Putin siyasi açıdan güvende görünüyor ve ordu ve güvenlik organlarından medya ve kamuoyu anlatısına kadar iktidar vasıtaları üzerinde kontrole sahip.” Bu olgusal durumun, Foreign Affairs itiraf etmese bile, troyka açısından nihai değilse de bir yenilgi olduğu açık.

Yazarlar, seçimler yaklaşırken Cumhuriyetçilerin Kiev siyasetine muhalefetinin büyüdüğünün de altını çiziyorlar ve dahası, Trump’ın kazanma ihtimalini vurguluyorlar. Üstelik daha da ileri gidiyor ve Trump’ın “Rusya’nın yanında yer alma, Ukrayna da dahil ABD’nin ortaklarından uzaklaşma geçmişi” olduğunu söylüyorlar. Ne var ki bu da Amerikan siyaseti açısından abartılı bir yaklaşımdır. Bu siyasetin özü şudur: müesses nizam her zaman bildiğini okur; bunun tek geçici istisnası seçimler öncesi kısa dönemlerdir. İktidarda kim olursa olsun seçimlere savaş sloganlarıyla girmez; tersine, savaşları bitirme vaatleri arşa yükselir. Ama seçimler biter bitmez müesses nizam geri döner. Trump’ın seçilmesi halinde Amerikan siyasetinde izolasyonizme döneceği beklentileri, bu yüzden, saçmadır; Trump’ın başkanlık döneminin tarihi bu saçmalığın tanığıdır. Oğlu tarafından özel yazışmalarında pedofil olduğu söylenen Amerikan başkanı henüz Beyaz Saray’da çiçeği burnundayken Rusya Dışişleri sözcüsü Zaharova bunu açıkça belirtmiş ve Trump döneminin Rusya-ABD ilişkilerinin en fazla zarar gördüğü dönem olduğunu söylemişti. O zamana kadar, demek gerek elbette. Kaldı ki, Ukrayna’da gerilim 2014 darbesinden beri kesintisiz yükseliyor ve Trump yönetimi hiç de bir istisna değil.

Dolayısıyla, Trump sopasının Kiev rejimini Amerikan aklıselimine (Ukrayna’da pax Americana) zorlamak için kullanıldığı anlaşılıyor; tıpkı ABD’nin rejime desteğinde “sallantıların” Avrupa’nın desteğinde de “sallantıya” neden olduğu vurgusu gibi. Bunun bir doğruluk payı var kuşkusuz; ancak argümanı güçlendirmek için verilen örnek, Slovakya’nın Kiev’e askeri yardımı durdurma kararı, tamamen ilgisiz ve aslında büsbütün başka bir gelişmeyi gösteriyor: bu, Avrupa’da küçük ve daha önemlisi orta burjuvazinin, sanayi sermayesinin gücenik kesimleriyle ortaklık içinde güçlenmesidir. Daha önce çağdaş dögolcülük diye tanımlamıştım bunu ve şöyle demiştim: “… solla küçük ve orta burjuvazinin olası ittifakının siyasi çerçevesini siyasi bağımsızlık, iktisadi çerçevesini orta ve küçük burjuvazinin büyük burjuvaziye karşı desteklenmesi oluşturacaktır.” Slovakya’dan başka, daha önemlisi, sadece Avrupa sanayisinin değil Avrupa’da bütün sosyal hareketlerin de gerçek döl yatağı Almanya’da Wagenknecht’in yükselişi, bunu açık seçik gösteriyor. Başka deyişle, ABD açısından tehdit, müesses nizamın seçimlere kadar savaş yerine barış maskesi giymeye ihtiyacı olmasının Avrupa’nın Kiev rejimine desteğinde dalgalanma ve kırılmalara yol açabileceği kaygısı değil, Avrupa’nın otuz senedir kurumsallaşmış, soysuz ve (yüzlerine hangi maskeyi geçirirlerse geçirsinler) ideolojik olarak alabildiğine gerici, siyasi olarak alabildiğine diktatoryal elitlerinin, tabandan yükselen ve solla ittifak halindeki bu dögolcülük karşısında yalpalamasıdır.

Foreign Affairs yazarları, Ukrayna’da olası bir ateşkesi pişirmek için bunun BM veya AGİT himayesi altında geniş uluslararası denetim altında yapılması gerekeceğini ileri sürüyorlar. İkincisi son derece şüphelidir; Avrupalı yöneticilerin kukla oluşundan başka Rusya’nın AGİT’le ilişkilerinin tamamen dondurulmuş olduğunu hatırlamak gerek. Birincisi ise her ne kadar alternatifsiz görünüyorsa da kendi onayladığı Minsk-2 mutabakatlarının bile arkasında duramayıp çatışmanın olgunlaşmasına seyirci, hatta teşvikçi olduğunu hatırlamak gerek.

Sadece bu da değil; yazarlar, Rusya’nın savaş alanındaki “ağır kayıplarının”, NATO’nun kuzey Avrupa’da daha da yayılmasının, Kiev rejiminin “Rusya’nın nüfuz alanında olmayı asla kabul etmeme kararlılığının” Rusya için de “kan dökülmesini durdurma ve Rusya’yı soğuktan kurtarma fırsatı” olabileceğini ileri sürüyorlar. Ancak satır arasında, önerilecek olası bir ateşkesin aslında kabul edilmemesi için kabul edilmeyecek şartlarda önerileceği de anlaşılıyor; zira: “Kremlin’in bir ateşkesi reddetmesi batı hükümetlerinin Rusya’ya karşı yaptırımları sürdürmesine ve Ukrayna’nın uzun vadeli askeri ve iktisadi desteği garantiye almasına yardımcı olacaktır.” Demek ki ateşkes şartları arasında savaş tazminatı veya hiç değilse Rusya’ya yeni katılan oblast ve cumhuriyetlerin askerden arındırılmış bölge sayılması dayatmaları da olacaktır ve bunlar, olağanüstü bir gelişme olmazsa eğer, Rusya tarafından kuşkusuz kabul edilmeyecektir, zira Rusya görüşmelerin “olgusal durumu kapsamasında” ısrarcı.

Böylece olası bir ateşkes teklifinin Rusya’ya karşı siyasi oyunda manivela olarak kurgulandığı anlaşılıyor. Ama Foreign Affairs gene de rejimin savunma stratejisine çekilmesinde ısrarcı. Bunu yaparken de iki şeyi yeni stratejinin ana bileşenleri olarak tanımlıyor: 1) şu anda elindeki bölgeleri tutmak ve yeniden inşa etmek, 2) iyi mevzilenmiş ve geniş hava savunma sistemleriyle donatılmış birlikler sayesinde savunma-saldırı dengesi oluşturmak. Ama bu bile çatışmayı dondurmaya çok uzak, “dondurma” değil hazırlık öngörüldüğü çok açık, çünkü yazarlar, rejim kuvvetlerinin bunu yaparken Rusya’nın derinlerine ve Kırım’a örtük operasyonlar da yapabileceğini belirtiyor, onlara göre bu şekilde Rusya’nın askeri kapasitesi veya iradesi sarsılırsa rejim kuvvetleri tekrar saldırı stratejisine geçebilir.

Eğer rejim bunu kabul ederse, veya daha doğru bir formülasyonla Kiev’deki ABD ve Britanya mücadelesi rejimin Amerikan baskısına boyun eğmesiyle sonuçlanırsa (bunun ne kadar zaman alacağı veya neye, doğum gününde pastanın patlamasıyla ölen Zalujnıy’ın yardımcısı örneğini takip edersek kimlerin başına mal olacağını kestirmek güç ama kaçınılmaz olduğu açık), Foreign Affairs yazarlarına göre, ABD ve “seçilmiş” NATO üyeleri “Ukrayna’nın bağımsızlığını garanti ederek” uzun vadeli iktisadi ve askeri yardım taahhüdünde bulunmalı. Bu ikincisi, sopayla birlikte sallandırılan havuçtan başka bir şey değil; ama birincisi önemli, zira NATO anlaşmasının “üye bir devletin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı veya güvenliği” tehdit altında olduğunda derhal istişareler öngören 4’üncü maddesine benzer bir formül öneriyor. Buna yönelik iştahı biliyoruz; bu, NATO genel sekreterinin en azından iki yıldır söylediği şey. Ama bu, Ukrayna’nın (şu veya bu biçimiyle) NATO’ya girmesi demetir ve Rusya’nın çatışmaya girişirken başlıca saik olarak ileri sürdüğü temel endişesini güçlendirmek, yani çatışmayı tırmandırmak, hiç değilse tırmanma potansiyelini korumak anlamına gelir.

Ya Avrupa? Başta da dediğim gibi, Avrupalı yöneticiler bir hiçten de azıdır; onlar Foreign Affairs yazarlarının olası davranışlarını inceleyeceği aktörler değil talimat verilen uşaklardır. Avrupalı yöneticiler, kendileriyle “would” veya “could” diye değil “should” diye konuşulması gereken çürümüş bir elitten başka bir şey değildir: “Avrupa Birliği … Ukrayna’nın üyelik takvimini hızlandırmalı ve geçici olarak özel, hafif bir AB düzenlemesi önermelidir. Batılı müttefikler Rusya’ya karşı yaptırımların büyük bölümünün Rusya kuvvetleri Ukrayna’dan ayrılmadıkça yürürlükte kalacağını ve Ukrayna’ya toprak bütünlüğünün yeniden tesis edilmesi için görüşme masasında yardım edeceğini açıkça belirtmelidir.”

Çok Okunanlar

Exit mobile version