Editörün notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz metin, eski Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve eski NATO Askeri Komitesi Başkanı Harald Kujat’ın Almanya’dan yayın yapan NachDenkSeiten’e verdiği uzun mülakatın ikinci bölümü (birinci bölümü için buraya tıklayınız). Kujat, Ukrayna savaşının dünyada ve Avrupa’da yaratacağı sonuçlara ilişkin öngörülerini tekrarlarken, savaşın devam etmesi halinde daha büyük bir çatışma ihtmalinin arttığına işaret ediyor. Almanya’nın “savaş” için değil “savunma” için silahlı kuvvetlerini reforme etmesi gerektiğini düşünen Kujat, NATO-Rusya ilişkilerinin bozulmasında esas rolün tek taraflı hamleler yapan ABD’de olduğunu söylüyor. Son olarak metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Eski General Harald Kujat: “Batı’nın ciddi yanlış hesapları Avrupa için sonuçlar doğuracak”
Eva Peli NachDenkSeiten
25 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç
Eski Alman Silahlı Kuvvetleri Genel Müfettişi ve eski NATO Askeri Komitesi Başkanı Harald Kujat, uzun süredir Ukrayna’daki savaşın daha da tırmanmasının sonuçları konusunda uyarılarda bulunuyor. Röportajın ikinci bölümünde üçüncü bir dünya savaşı tehlikesinden, 2022 yılında İstanbul’da yapılan müzakerelerden ve çatışmanın sebeplerinden bahsediyor. Ayrıca ortaya bir bakış açısı koyuyor. Emekli generalle röportajı Eva Peli yaptı.
NachDenkSeiten: Batı’nın en başından beri tırmanmayla ilgili bir planı, buna yönelik bir stratejisi var mı? Yoksa tarihçi Christopher Clark’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemi tanımlarken söylediği gibi ‘uyurgezerler’ iş başında mi?
Harald Kujat: Her strateji tırmanma unsurları içerir, çünkü düşmanın eylemleri ve tepkileri önceden düşünülmelidir. Ukrayna savaşının seyri ABD’nin, Rus Silahlı kuvvetlerinin gücünü ve kendilerini yeniden yapılandırma kabiliyetini hafife aldığını gösteriyor. Bu yüzden de jeostratejik hedeflerini sürdürülebilmek için, kendini yeniden yapılandıran duruma karşı sürekli olarak destekleyici tedbirlerini artırmaları gerekiyor. Ukrayna’daki kritik durum yüzünden Batı, sürekli daha güçlü silah sistemleriyle tırmanışı artırmak zorunda kalıyor. Bundan dolayı da savaşa dolaylı ve doğrudan katılım arasındaki gri alanda hareket ediyorlar. Örnek vermek gerekirse, bu duruma Başkan Biden’ın kendisinin ifadesiyle ‘’üçüncü dünya savaşından kaçınmak’’ için iki yıldan fazla bir süredir ABD silah sistemlerinin Rus topraklarındaki hedeflere karşı kullanılmasını reddetmesi de dahildir.
Şu anda fikrini değiştirdiğine göre, artık üçüncü bir dünya savaşını tetiklemekten endişe edip etmediği ya da Ukrayna’daki kritik durum karşısında bu riski almaya hazır olup olmadığı sorulmalıdır. Ukrayna hava sahasında bulunan Rus füzelerine, komşu NATO ülkelerinin hava sahalarından kalkan savaş uçaklarıyla müdahale etmek de kayda değer bir tırmanmadır. F-16 savaş uçakları yakında uzun menzilli havadan havaya füzeleriyle Rus uçaklarına Ukrayna sınırından 70 kilometreden fazla bir mesafeden süzülme bombalarını [glide bomb] bırakmadan önce müdahale edebilecekler. Bu aynı zamanda Ukraynalı askerlerin cephe hattının hemen yakınında, Rus silahlarının menzil alanı içinde eğitilmesini de içeriyor.
Bu ve buna benzer önlemler bir arada düşünüldüğünde bile askeri durumu Ukrayna’nın lehine dönüştürmeye yeterli değil, ancak önlemlerin her biri Rusya ile doğrudan çatışma riski taşıyor. Ukrayna savaşı giderek doruk noktasına yaklaşırken Zelenski’nin Rusya ve NATO arasında savaşı tırmandırmak istediğine dair verdiği izlenim güçleniyor, çünkü feci bir askeri yenilgiyi önlemenin ve Ukrayna Devlet Başkanı olarak hayatta kalmasının tek yolu bu.
Sadece Alman Şansölyesi değil, İtalya ve Macaristan Dışişleri Bakanları ve Başkan Biden da silahlı kuvvetlerinin Ukrayna’daki savaşa askeri müdahalede bulunmasını reddetti. Hatta Macaristan Başbakanı Orban şunları söylemişti: ‘’Bugün Brüksel’de ve Washington’da, belki daha çok Brüksel’de, olası doğrudan bir askeri çatışma için hazırlık havası vardır. Bunu rahatlıkla ‘Avrupa’nın savaş hazırlığı’ olarak adlandırabiliriz.’’ Ancak ittifak içinde şimdiye kadarki çatışmacı tutumu kabul etmeyen ülkelerin sayısı giderek artmaktadır. NATO Askeri Komitesi eski başkanlarından olan Çek Cumhurbaşkanı Petr Pavel de fikrini değiştirerek naiflik yerine gerçekçilik çağrısında bulundu ve müzakere edilmiş uzlaşma şeklinde bir çözüm önerdi.
NachDenkSeiten: Çatışmaların sona erdirilmesi için Kiev ve Moskova arasında ilk görüşmeler 2022’de yapılmıştı ve her iki taraf da şaşırtıcı şekilde uzlaşmaya istekliydi. Mart 2022’deki İstanbul müzakereleri konusunda 2023 sonbaharında siyaset bilimci Hajo Funke ile birlikte bir analiz yayınladınız. Son zamanlarda bu konuyla ilgili olarak Nisan 2022’de yapılabilecek olası bir barış anlaşmasından söz eden yeni yayınlar var. Bu barış fırsatı neden ve kim tarafından heba edildi?
Harald Kujat: Alman kamuoyu bu konuda uzun süre bilgilendirilmemişti. ABD medyası ise aksine, Eylül 2022’nin başı gibi çok erken bir tarihte konuyu Foreign Affairs dergisinde haberleştirdi: ‘’Rus ve Ukraynalı arabulucular, müzakere edilmiş bir ara çözümün ana hatları üzerinde geçici olarak anlaşmış gibi görünüyor. Rusya Donbass bölgesinin bir kısmını ve Kırım’ı kontrol ettiği 23 Şubat’taki pozisyonuna geri çekilecek ve bunun karşılığında da Ukrayna, NATO üyeliğine başvurmayacağını ve bunun yerine bir dizi ülkeden güvenlik garantisi alacağını taahhüt edecekti.’’
İstanbul müzakereleriyle ilgili ABD’de giderek daha fazla yayın çıkıyor, örneğin Foreign Affairs dergisinde 16 Nisan 2024 tarihinde müzakerelerin önemi ve savaşı sona erdirme ihtimali tartışılıyor. New York Times gazetesi, 15 Haziran 2024 tarihinde ‘’Ukraine-Russia Peace Is a Elusive as Ever. But in 2022 They Were Talking’’ [‘’Ukrayna ve Rusya arasında barış her zamanki gibi zor. Ama 2022’de konuşuyorlardı’’] başlıklı makalesinde müzakereler sırasında elde edilen belgeleri yayınlayarak müzakerelerin seyrini ortaya koymuştur. Ayrıca makaleden, bazı NATO ülkelerinin müzakerelerin seyrinden haberdar olduğu ve belgelere de sahip oldukları anlaşılmaktadır. Müzakereler Nisan ortasına kadar devam etse de Ukrainska Pravda isimli online gazetenin 5 Mayıs 2022 tarihindeki yayınına göre dönemin İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın 9 Nisan’da Kiev’e yaptığı ziyaret, müzakerelerin sona ermesinde kilit rol oynadı.
Almanya’da da İstanbul barış görüşmelerinin sona ermesi üzerinde Batı’nın etkisini kanıtlayan, dikkatle araştırılmış belgeseller yayınlandı. Ve savaşın erken bitme ihtimaline değinen Almanya’daki herkes de ‘’Kremlin söylemleri’’ yaymakla karalandı. Ukraynalı baş müzakereci David Arakhamia’nın açıklamaları bile dinlenmedi:
‘’Ruslar, tıpkı Finlandiya’nın da bir zamanlar yaptığı gibi bizim de tarafsızlığı kabul etmemiz ve NATO’ya katılmayacağımızı taahhüt etmemiz halinde savaşı sonlandırmaya hazırdı.’’ Ve devam ediyor: ‘’İstanbul’dan döndüğümüzde, Johnson Kiev’e gelerek hiçbir şey imzalamamız gerektiğini ve yalnızca savaşmamız gerektiğini söyledi.’’
Bu, ABD liderliğinde Batı’nın yaptığı en yanlış tespitlerden biridir ve Avrupa için ekonomik sonuçları şimdiden inanılmaz büyük boyutlara ulaşmıştır. Savaşın sona ermesinden sonra da uzun yıllar boyunca bu yükü taşımak zorunda kalacaklardır. Savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, kaybedenler şimdiden ortadadır: Ukrayna halkı ve Avrupa.
NachDenkSeiten: Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock gibi hükümet politikacıları sürekli olarak Rusya’nın yalnızca ‘’saldırı savaşından’’ değil, aynı zamanda Ukrayna’ya karşı yürütülen bir ‘’imha savaşından’’ bahsediyorlar. Sürekli ‘’Rusya kazanmamalıdır’’ diye açıklamalar yapıyorlar ve bu açıklamalar, ‘’savaşı Rusya’ya taşımak’’ istemelerine kadar uzanıyor. Bu durum nasıl değerlendirilmelidir?
Harald Kujat: Tekil açıklamalar üzerine konuşmak istemiyorum. Genel olarak, niteliksiz açıklamaların ana nedenlerinden birinin güvenlik politikası öngörü eksikliği ve stratejik muhakeme eksikliği olduğuna inanıyorum. Almanya’da pek çok saçma sapan şey söylenebilir ve hakim görüş çizgisinden çıkılmadığı sürece medyanın ilgisinin çekileceğinden de emin olabilirsiniz. Bu her şeyden önce Ukrayna’daki savaşla ilgili tartışmaların ağırlıklı olarak yetersizlik, vurdumduymazlık ve ideoloji ile karakterize olması nedeniyle mümkündür.
NachDenkSeiten: Alman medyasının çatışma konusundaki rolünü nasıl görüyorsunuz?
Harald Kujat: Alman medyası hiçbir çekince duymadan ve ağırlıklı olarak Rusya’nın saldırısına uğrayan Ukrayna’nın tarafını tutmuştur. Bu anlaşılabilir duygusal bir tepkidir. Rus saldırısının uluslararası hukuka aykırı olduğu ve Ukrayna’nın BM Antlaşması’nda yer alan meşru müdafaa hakkını kullandığı gerçeği tartışmaya açık değildir. Fakat BM Antlaşması, Birleşmiş Milletler’in esas amacının barışın korunup yeniden tesis edilmesi olduğunu belirtmektedir. Ne yazık ki bu husus medyada hiçbir rol oynamamaktadır.
Açık ve çoğulcu bir toplumda medya, ancak gerçeğe saygı göstererek güvenilir bir şekilde gerçekleştirilebilecek bir bilgilendirme görevine sahiptir. Alman medyasının güvenilirliği tek taraflı haberler ve fikir gazeteciliği sebebiyle büyük ölçüde kaybolmuştur. Neredeyse sadece medyada söz sahibi olan sözde uzmanların yanlış değerlendirmelerinin özellikle vahim olduğu kanıtlanmıştır. Aynı zamanda tek taraflı açıklamaların da yanlış olduğunu düşünüyorum çünkü yayınlanmış görüşlerin siyasetçiler üzerindeki etkisinin büyük olduğu ve çoğu zaman kararlarında rol oynadığı bilinmektedir. Yeni bir silah sistemi için yapılan her çağrının, gidişatı Ukrayna’nın lehine çevireceği ve ulaşılması mümkün olmayan siyasi hedeflere ulaşılabileceği izlenimi vermesi Ukrayna hükümetinin yararına olabilir, ancak Ukrayna halkına karşı sorumsuzcadır.
NachDenkSeiten: Alexander Rahr gibi birçok yazar ve uzman NATO’nun doğuya doğru genişlemesini mevcut olayların en önemli nedenlerinden biri olarak görüyor. NATO’daki genişleme süreçlerinden birinde siz yetkiliydiniz. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Harald Kujat: Kasım 1991’de NATO, Rusya’daki gelişmelere ve Varşova Paktı’nın dağılmasına stratejik bir konseptle yanıt vermişti. Bu konseptin amacı Soğuk Savaş’ın aşılması ve Rusya ile ilişkilerde yeni bir dönemin başlatılmasıydı. Varşova Paktı’nın eski üye devletleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri için Batı’ya bir pencere açılmıştı ancak bu pencerenin varlığını uzun süre sürdüreceği konusunda şüpheciydiler. Bu sebeple de hızlı bir şekilde NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne katılmaya çalıştılar. Alman politikacılar, hissettikleri tarihsel sorumluluk ve bu ülkelerin Orta Avrupa’ya olan kültürel aidiyetleri sebebiyle bu isteğe çok olumlu yaklaşmışlardır. Buna ek olarak, NATO ile katılım müzakereleri ve hatta bu ülkelerdeki üyelik ihtimali, bu ülkelerde birçok olumlu ulusal ve uluslararası değişimi de beraberinde getirmiştir.
Buna karşın, Rusya’nın 1990’ların ortalarından itibaren öncelikli amacı, Rusya ve NATO arasında bir savaşa dönüşebilecek olası gerilim ve krizleri ortaklaşa ve dostane bir şekilde çözmek için eski Varşova Paktı ülkeleri ve eski Sovyet cumhuriyetleri bölgesinde bir tampon bölge oluşturmaktı. Bu husus NATO-Rusya Kurucu Anlaşması’nın müzakerelerinde de önemli bir rol oynamıştır. Rusya ile NATO arasında bir ‘’cordon sanitaire’’ (güvenlik kordonu) oluşturulmasına yönelik jeostratejik ilgi, bir süre önce Ukrayna’daki savaşla bağlantılı fakat değiştirilmiş bir biçimde tekrar gündeme gelmiştir. NATO’nun genişlemesi sırasında Rusya, her bir vakayı iki taraflı tarihsel bir perspektiften ve NATO ile Rusya arasındaki denge üzerindeki jeostratejik etkisi açısından ayrıştırarak değerlendirmiştir.
NATO, NATO-Rusya Kurucu Anlaşması temelinde Rusya ile stratejik ortaklık kurarak Rusya’nın genişleme konusundaki endişelerini gidermeye çalışmıştır. Gerçekten de NATO-Rusya Konseyi’nde yakın siyasi koordinasyon ve yapıcı askeri işbirliği geliştirilmiştir. Ancak 2002 gibi erken bir tarihte Rusya, Anti-Balistik Füze Antlaşmasının tek taraflı olarak feshedilmesi ve NATO’nun Polonya ve Romanya’da eş zamanlı olarak balistik füze savunma sistemi inşa etmesiyle güç dengesinin tehlikeye girdiğini gördü. Bunu ABD’nin yine tek taraflı olarak iptal ettiği önemli silahsızlanma ve silah kontrolü anlaşmaları izlemiştir. Bunlar arasında, Almanya’ya yerleştirilmesi planlanan ABD orta menzilli füze sistemleri nedeniyle bir kez daha son derece güncel olan, Avrupa-stratejik orta menzilli nükleer füzelere ilişkin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF) da yer almaktadır.
Siyasi kırılma ise, 2008 yılında dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya üye olmaya davet etmesiyle başladı. Bu durum Rusya’ya göre güç dengesini tamamen değiştirecek ve Rusya için ciddi bir jeostratejik risk teşkil edecekti.
Ben NATO-Rusya Konseyi’nin askıya alınmasını özellikle bir sorun olarak görüyorum, çünkü NATO-Rusya Konseyi hem siyasi hem de askeri alanda etkili bir kriz yönetimi mekanizmasıdır. Gerilimi azaltmak için ve ortaya bir kriz çıkması durumunda başa çıkabilmek için güvene dayalı işbirliği döneminde kurulan bir mekanizmayı kenara atmak rasyonel bir siyasi davranış değildir.
NachDenkSeiten: Batılı ülkeler tarafından Ukrayna’daki savaş, silahlanmanın artırılması için bir gerekçe olarak kullanılıyor. Bu da Rusya’nın birkaç yıl içinde bir NATO ülkesine saldıracağı iddiası gibi örnekleri kapsayan ‘’Rus tehdidi’’ ile gerekçelendiriliyor. Siz bu yeni ‘’Rus tehdidini’’ nasıl değerlendiriyorsunuz?
Harald Kujat: Ne Rus hükümetinin güvenlik ve strateji politikası konusundaki belgeleri ne de Putin’in kamuoyuna yaptığı açıklamalar, NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırı planına işaret etmemektedir. ABD’li politikacılar tarafından aksi iddia edilse de ABD hükümetinin kendi resmi tehdit analizleri bile, 2024 analizi de dahil olmak üzere, Rusya’nın böyle bir niyeti olduğunu göstermemektedir. ABD’nin güncel tehdit analizi şöyle demektedir:
‘’Rusya büyük ihtimalle ABD ve NATO silahlı kuvvetleriyle doğrudan bir askeri çatışma istememektedir ve asimetrik faaliyetlerine küresel çatışma eşiği olarak gördüğü seviyenin altında devam edecektir.’’
Savaşın bugüne kadarki seyri de bu varsayımı haklı çıkarmamaktadır. Ukrayna’ya karşı saldırı başladığında Rus birlikleri 190.000 askerden oluşmaktaydı. Kendisinden iki kat daha güçlü olan ve sekiz yıldır Batı tarafından iyi bir şekilde donatılan ve eğitilen Ukrayna silahlı kuvvetlerine karşı Ukrayna’nın fethedilmesi ve işgal edilmesi söz konusu değildir ve Rusya’nın da böyle bir niyeti olmadığı açıktır. Bu anlamsız olurdu. Bu ancak, Rusya’nın Ukrayna’yı daha sonradan bir NATO ülkesine saldırmak için sıçrama tahtası olarak kullanması durumunda gerekli olabilirdi. Rusya ve ABD doğrudan bir çatışmadan kaçınmak isteseler de savaş ne kadar uzun sürerse ve Ukrayna’nın askeri durumu ne kadar kötüleşirse, NATO-Rusya savaşının genişleme ve tırmanma riski de o kadar artacaktır.
Biz de Helmut Schmidt tarafından savunulan askeri denge stratejisine geri dönmeliyiz. Bu stratejinin arkasındaki temel fikir, hiçbir tarafın diğerinden daha güçlü olmadığı bir ortam yaratmaktır. Bu sayede savaşın çıkması düşünülemez bile. Bu nedenle Bundeswehr’nın (Alman Silahlı Kuvvetleri) anayasanın gerektirdiği gibi ülkeyi ve ittifakı savunma kabiliyeti nihayet yeniden tesis edilmelidir. Ve müttefiklerimiz ile birlikte, kurulan dengenin değişmesine izin verilmemesi konusundaki kararlılığımızı Rusya’ya göstermeliyiz.
Ancak Schmidt, barışın korunması için güç dengesinin gerekli olduğunu ancak yeterli bir unsur olmadığını vurgulamıştır. Ayrıca askeri dengeyi siyasi açıdan istikrara kavuşturmak için de hazırlıklı olunmalıdır. Buna, sorunlarını ve isteklerini anlayabilmek amacıyla diğer tarafla teması sürdürmek de dahildir. Ve buna yeni bir güvenlik mimarisinin önemli unsurları olan karşılıklı güvenin yanı sıra siyasi ve askeri öngörülebilirliği de güçlendiren; istikrar sağlayıcı anlaşmalar, askeri güveni arttırıcı önlemler ve silah kontrolü ile silahsızlanma anlaşmaları da dahildir.
NachDenkSeiten: Savunma Bakanı Boris Pistorius gibi siyasetçiler ve bazıları Almanya’nın yeniden ‘’savaşa hazır’’ hale gelmesini istiyorlar. Siz ise Bundeswehr’nın şu anda yapmadığı ulusal savunma görevini yeniden yerine getirmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Bu iki görüş arasındaki fark nedir? Ve Federal Almanya Cumhuriyeti’ni somut olarak kim ve ne tehdit etmektedir?
Harald Kujat: Benim için Anayasa, dış politika ve güvenlik politikaları için bir ölçüttür, Federal Hükümet için de bir ölçüt olmalıdır. Anayasa’nın 87a maddesi ‘’Federal Hükümet silahlı kuvvetleri savunma için kurar’’ der. Madde 24 (2) ile bağlantılı olarak, ‘’Federal hükümet, barışın korunması için karşılıklı bir kolektif güvenlik sistemine katılabilir’’ der. Yani başka bir deyişle Kuzey Atlantik İttifakı, ülkeyi ve ittifakı savunma kabiliyeti anlamına gelmektedir. Dönemin Federal Hükümeti 2011 yılında önce mali nedenlerle zorunlu askerlik hizmetini askıya almış, ardından da ülkeyi ve ittifakları savunma kabiliyetini ortadan kaldıran ‘’die Neuausrichtung der Bundeswehr’’ (Bundeswehr’nın yeniden düzenlenmesi) isimli bir reform gerçekleştirmiştir.
Gerekçe de Avrupa ve Almanya’ya yönelik konvansiyonel bir tehdit olmaması ve Rusya ile ilişkilerin olumlu yönde gelişmesiydi. Bu, anayasanın açık bir ihlaliydi ve o zaman da bilmemiz gerektiği gibi yanlış bir karardı. Savunma Bakanı Pistorius bu yanlış kararı düzeltmek istediği için takdiri hak ediyor. Bana göre bunun için anayasal görevi yerine getirmekten başka bir gerekçeye gerek yoktur. Ne de olsa 2011 yılında güvenlik politikası durumuna ve tehdit analizine ilişkin değerlendirmemiz konusunda bir hata yaptık ve bir başka hata bize pahalıya mal olabilir.
NachDenkSeiten: Ukrayna savaşının küresel çapta bir çatışmaya dönüşmesi tehlikesi konusunda uyarılarda bulunuyorsunuz. Bazı gözlemciler de üçüncü dünya savaşının çoktan başladığına inanıyorlar. Siz de kısa süre önce ‘’belirsizlik ve büyük çatışmalar çağı’’ndan bahsettiniz. Bunu kısaca açıklayabilir misiniz?
Harald Kujat: Savaş uzadıkça ve Ukrayna’nın askeri yenilgisi yaklaştıkça, nükleer tırmanma tehlikesi de dahil olmak üzere büyük bir Avrupa savaşına dönüşme riski artmaktadır. Büyük bir savaş potansiyeli taşıyan diğer çatışma bölgeleri arasında çözülemeyen Filistin meselesi, Suudi Arabistan ve İran arasındaki rekabet, İran ve ABD arasındaki gerilimler, Türkiye’nin bölgesel hegemonik hırsları ve Kuzey ile Güney Kore arasındaki gerilimin tırmanması da dahil olmak üzere Basra Körfezi ve Yakın Doğu yer almaktadır. Kim Jong-Un Ocak ayında Güney Kore’yi düşman devlet olarak nitelendirmişti. Rusya’nın Orta Doğu, Afrika ve Güney Amerika’da artan etkisi de ABD tarafından endişe ile takip edilmektedir. Ve son çatışma bölgesi de Tayvan sorunu ve ABD ile Çin arasındaki jeopolitik rekabet nedeniyle Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazıdır.
NachDenkSeiten: Sizce Rusya’nın da dahil olduğu bir Avrupa güvenlik sistemi nasıl olacaktır?
Harald Kujat: Bir Avrupa barış ve güvenlik düzeni yaratmayı başarıp başaramayacağımız Ukrayna’daki savaşın nasıl sona ereceğine bağlıdır. İstanbul müzakerelerini çıkarların uzlaşmasına dayalı barışçıl bir çözümle sonuçlandırma fırsatı kaçırıldı. İkili müzakereleri yeniden başlatmak mümkün olsa bile, bu süre zarfında yaşananlardan sonra aynı sonuca ulaşmak mümkün olmayacaktır. Yine de Çin’in bir yıldan daha uzun bir süre önce on iki maddelik belgesinde önerdiği yaklaşımın, her iki tarafın da önüne koyduğu engelleri aştığı için mantıklı olduğuna inanıyorum.
Macaristan Başbakanı’nın girişimi de aynı yönde ilerliyormuş gibi görünüyor. Zelenski ve Putin’le yaptığı görüşmelerin ardından Xi Jinping ve Donald Trump’la da görüşen Orbán, bu iki liderin sadece savaşı sona erdirmekle ilgilenmediklerini, aynı zamanda ateşkes ve müzakere edilmiş bir barışı uygulama gücüne de sahip olduklarını ifade etti. Geriye Orbán’ın barış girişiminin tüm Avrupalıların güvenlik çıkarlarını gözeten, sürdürülebilir ve Avrupa’yı siyasi, ekonomik ve askeri açıdan kendini göstermeye yaklaştıran yeni bir Avrupa barış ve güvenlik mimarisine yol açmasını ummak kalıyor.