GÖRÜŞ

Hayır, Hindistan süper güç olmaya hazır değil

Yayınlanma

Hindistan’ın küresel süper güç statüsüne yükselişi uzun yıllardır tartışılan bir konu ve bu statüye ne zaman ulaşacağına dair pek çok tahmin yürütülüyor.

Daha da ilginç olanı, Hindistan’ı “pohpohlamak” -ki Hintler dünyadaki en pohpohlanmaya eğilimli insanlardır- veya pohpohlayanların amaçlarına hizmet edecek dış politika adımları atmasını sağlamak amacıyla da Hindistan için süper, küresel, bölgesel güç gibi unvanlar kullanılıyor.

Gerçekte, Hindistan’ın stratejik topluluğu genellikle ülkesinin bir süper güç haline gelmesi fikrine kuşkuyla yaklaşıyor ki daha da önemlisi, Hindistan’ın bırakın dünyayı, -bir yanında Çin ve diğer yanında Pakistan varken- kendi mahallesinde ne tür daha büyük bir rol oynaması gerektiğine dair iç tartışma hâlâ çözülmedi.

Ve zaten bugünden öngörülebilir geleceğe baktığımızda, büyük nüfusuna, ekonomik ağırlığına ve askeri gücüne karşın Hindistan süper güç olmaya hazır değil.

Doğrusu, çağdaş dünyada bir süper güç var mı? Yanıt açıkça olumsuz.

Amerika’nın küresel erişimi var ve ordusu hiç kuşkusuz dünyanın en güçlüsü, ancak bu ona kendi iradesini başkalarına dayatma yeteneği vermez ki ordusunun kapasitesinin ve politik liderliğinin olumsuz politik veya diplomatik tepkilerden kaygı duymadan herhangi bir zamanda herhangi bir yere konuşlanma isteği sürüyor, ancak artan ekonomik zayıflığı nedeniyle ciddi biçimde sekteye uğruyor ve bu bakımdan küresel bir güç, ancak gücün diğer niteliklerinden yoksun.

Ve bir de daha eski bir dönemde, sanayileşmeden önce, bir ülkenin nüfusu büyük ölçüde onun güç statüsüne karar veriyordu. Ancak artık o basit zamanlarda yaşamıyoruz.

Uluslararası İlişkiler literatürü genel olarak bir süper gücü belirleyen dört faktördeki ezici güç ve üstünlük üzerinde durmakta: askeri güç, ekonomik güç, idari kapasite ve ahlaki amaç.

Bu arada, Uluslararası İlişkilerde güç, bir ülkenin başka bir ülkeye kendi başına bırakıldığında yapmayacağı veya yapmak istemeyeceği bir şeyi yaptırma kapasitesi ve bu kapasiteyi kullanacak politik iradedir.

Ve buradaki işlevsel terim güçtür. Literatürde örneğin askeri güçten söz edildiğinde, yalnızca ülkenin sınırlarını etkili bir biçimde savunabilecek güçlü silahlı kuvvetlere sahip olmaktan söz edilmiyor. Hatta bölgesel hegemon olma kapasitesine sahip olmaktan dahi söz edilmiyor.

Bunun anlamı, süper güç statüsünün eşiğindeki ülkelerin veya mevcut süper güçlerin kalplerine ve zihinlerine korku salan askeri cesarettir.

Hindistan’ın askeri gücü ne kadar iyi de olsa ve ne kadar gelişiyor da olsa -her ne kadar oldukça iyi eğitimli birimleri ile yüksek irtifa savaşı ve gerilla operasyonlarında uzmanlaşmış diğer birimleri olan Hindistan’ın ordusu birçok savaşta yer aldığından savaşta kendini kanıtlamış da olsa- Amerikalıların veya Çinlilerin kalplerinde ve zihinlerinde korku uyandıran bir düzeyde olmaktan çok uzak.

Ayrıca Hindistan, askeri donanımının önemli bir kısmı için hâlâ Rusya’ya bağımlı. Ve Rusya, neredeyse üç yıldır küçücük bir komşusuyla yüz yıl öncesinin siper savaşına benzeyen bir çıkmazda.

Bu, Hindistan’ın donanım tedarikini çeşitlendirmediği anlamına gelmiyor. Ama buna yönelik adımların meyve vermesi bir süreç gerektiriyor.

Ama zaten askeri gücün bir kriteri, donanım ithalatı için sınırsız ödeme kapasitesi değil, ülkenin bunun ne kadarını yurt içinde üretebildiği olmalı ve Hindistan bu açıdan henüz son derece yetersiz.

Ve silah üretimi ile beraber ihracatı da önemli. Hindistan Savunma Bakanlığı verilerine göre Hindistan şu anda dünya çapında 85 ülkeye silah sağlıyor ama SIPRI araştırmasında en çok ihracat yapan 25 ülke arasında yer almıyor.

Ayrıca askeri güç tek başına hiçbir şey ifade etmez. Eski komünist diktatörlüklerin çoğu bunun kanıtı.

Gerçek şu ki gücün -askeri, ekonomik ve diplomatik olmak üzere- üç kurucu unsurundan ekonomik olan çok önemli. Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş’ı kaybetmesinin önemli bir nedeni, yapay bir biçimde yükseltilmiş ordusu ile ekonomisinin onu destekleme ve sürdürme konusundaki yetersizliği arasındaki uyumsuzluktu.

Ekonomik güçten söz ettiğimizde, bir ülkeyi süper güç olma yoluna sokan şey yüksek büyüme, hatta refah dahi değildir. Güçtür.

Literatürde söz edilen, küresel finansın ve tedarik zincirinin küresel ticareti durma noktasına getirebilecek şekilde kontrol edilmesidir. Ve daha da iyisi, sonsuz savaşları finanse etme yeteneğidir.

Britanya’nın 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında yaptığı gibi. Fransa bunu daha önce yaptı ve Amerika da o zamandan beri yapıyordu.

Ya da BRICS’in dedolarizasyon için, yani doların hakim olduğu sermaye piyasası sistemine son vermek için uğraşlarına karşın Hindistan, ticaret söz konusu olduğunda çok ikircikli; katılaşmış, genişleyen devlet sektörü ile labirentimsi bürokrasi tarafından geride bırakıldığı sorunsalını aşamıyor ki son otuz yılda yaşanan geniş çaplı liberalleşmeye karşın eş dost kapitalizminin yaygınlığı ve korumacılık mirası hâlâ varlığını sürdürüyor.

Zaten askeri ve ekonomik gücün en başta karşılanması gerekirken Hindistan’ın üçüncü bir faktör olarak idari kapasite yetersizliği de süper güç iddialarını tuhaflaştırıyor.

İdari kapasite, yani bir ulusun insan potansiyelini üretme yeteneği de herhangi bir alanda ilerleme kaydetmenin gerekli koşulu.

İnsanın ilerlemesi, bir toplum temel geçim kaynaklarının ötesine geçip rezerv mental ve maddi enerjiye sahip olduktan sonra gerçekleşen şeydir. Bu, bazı bakımlardan gücün yansıtılmasında aynı derecede önemli olan kültürel çıktıda da sonuçlanan şeydir.

Ve son faktör olarak ahlaki amaç denildiğinde, Hindistan’ın bu noktada da eksiği var.

Bu arada, ahlaki amaç denildiğinde, felsefi olarak doğru olunması gerektiği anlamına gelmiyor ki ahlaki amaç için ahlak dışı şeyler yaparken dahi bu bir hedef olarak belirlenebiliyor.

Örneğin, İngiltere’nin ticari fikirleri, Amerika’nın kurduğu doların hakim olduğu serbest piyasa sistemleri.

Hindistan’ın sorunu, onun savunulacak herhangi bir amacının olmaması.

Tüm bunlardan söz ettikten sonra biraz da süper güç literatürünün dışına çıktığımızda ve Hindistan’ı biraz daha yakından irdelediğimizde, yine Hindistan süper güç olmaya hazır değil.

Ve bunun pek çok karmaşık nedeni var: Somut bir jeopolitik vizyonun eksikliği, tembel bir tutum, zayıf politikacılar ve bürokratlar, yoksulluk ve eşitsizlik gibi önemli sosyal zorluklar, az gelişmiş bir savunma ekosistemi gibi bir dizi faktör, Hindistan’ın süper güç olmasını engelliyor.

Tarih boyunca büyük güçlerin hepsinin, güçlü liderler ve etkin bürokrasiler tarafından desteklenen, dışa dönük bir ulusal vizyona sahip olduğu görülüyor ama Hindistan’ın buna benzer bir vizyonu yok.

Hindistan insanlarının pek çoğunda Hindistan’ın süper güç olmasına yönelik açık bir istek görülürken ne ülkenin politikacıları ne de ülkenin diplomatları Hindistan halkını bu hedefin arkasında birleştirecek tek bir ulusal vizyon oluşturmaya dair ciddi bir girişimde bulundu.

Aslında ülkedeki pek çok önde gelen düşünürün, Hindistan’ın süper güç olabileceği veya olması gerektiğine ikna olmadığı öne sürülüyor.

Örneğin, Hindistan’ın tanınmış tarihçisi Ramachandra Guha, Hindistan’ın süper güç olmaya dahi çalışmaması gerektiğine inanıyor.

Kendi sözleriyle: “Toplumumuzda süper güç olamayacak kadar çok fay hattı var. Bir tarihçi olarak şunu söylüyorum: Hazır değiliz, bir Hint vatandaşı olarak da şunu söylüyorum: Buna teşebbüs dahi etmemeliyiz.”

Hindistan devletinin çok çeşitli dilleri, dinleri ve kültürleri var. Batı’nın klasik “tek dil, tek din ve ortak düşman” tarifine göre inşa edilmemiş. Gandhi modern demokratik Hindistan devletini kurdu, ancak bunu Hintler arasındaki köklü bölünmeleri göz ardı ederek yaptı.

Bugün ülkenin Kuzeydoğusu ve Kuzeybatısında bölgesel istikrarsızlık ülkeye kritik fay hatları sağlıyor. Hindistan’ın 28 devletinden en az üçü bağımsızlık mücadelesi veriyor.

Hindistan’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı M.K. Narayanan, süper güç haline gelmenin korkunç büyüklükte kaynakların konuşlandırılmasını gerektirdiğini ve dolayısıyla bunun, yoksul bir Hindistan’ın karşılayamayacağı karşılanamaz bir lüks olduğunu savunuyordu.

Süper güç statüsünü elde etmek için dışarıya bakan popüler bir ulusal vizyon olmadan Hindistan, reformları gerçekleştiremez veya ihtiyaç duyduğu kaynakları harekete geçiremez.

Kaldı ki dış politika ve ulusal güvenlik konuları -bazı istisnalar dışında- ortalama vatandaştan kopuk.

Ulusal bir vizyonun yokluğu aynı zamanda Hindistan’ın politikacı ve diplomatlarının ülkenin doğal olarak bu statüye zamanla ulaşacağını düşünmesine yol açıyor.

Hindistan’ın en üst düzey askeri araştırma kuruluşu olan Savunma Araştırma ve Geliştirme Organizasyonu’nun (DRDO) eski Şefi V.K. Saraswat’ın da söylediği üzere Hindistan insanları -ortalamaya baktığımızda- hırslı insanlar değiller. Dolayısıyla “tembel bir tutum” devreye giriyor.

Hindistan’daki politikacıların çok azı dış politikayla ilgileniyor çünkü odak noktaları çoğunlukla iç konular.

Bu, genellikle dış politikayı belirli bir yöne itecek irade, uzmanlık veya vizyondan yoksun oldukları anlamına gelir.

Ayrıca, Hindistan’daki politika işleyişi veya politikacılar dikkate alındığında, Hindistan’ın siyasi partilerini aile örgütlerine dönüştüren politik elit karşımıza çıkıyor ki bu hem çoğulcu bir sisteme eşlik eden politik kaos nedeniyle uzun vadeli istikrarlı politikalar oluşturmayı zorlaştırmaya hem de üniversite, polis, yargı gibi kamu kurumlarının yıpranmasına ve demokratik açıklık nedeniyle de yolsuzluğa davetiye çıkarıyor.

Dahası, Hindistan’ın diplomatları ve ordusu yetkin olsa da bürokrasi sorunları var.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı’nın finansmanı yetersiz ve çok az diplomatı var.

Savunma Bakanlığı’nın savunma uzmanı olmayan Hindistan İdari Hizmeti memurları tarafından yönetildiğini savunan argümanlar var.

Bürokratlar aynı zamanda günlük operasyonlarla da meşgul. Bu, büyük stratejik düşünmeye çok az zaman bırakır.

Bütün bunlar Hindistan’ın süper güç olmak için ihtiyaç duyduğu tutumu geliştirmediği anlamına geliyor.

Başka bir açıdan, sert gücün ve askeri diplomasinin etkili kullanımının büyük güçler için vazgeçilmez bir beceri olduğu görülür ki Hindistan Ordusu’nun dış politika karar alma süreçleri hâlâ oldukça kopuk durumda.

Bunun nedeni olarak Dışişleri Bakanlığı ile Ordu arasındaki sürtüşme öne çıkıyor.

Eski Dışişleri Bakanı Jaswant Singh’in söylediği gibi Hindistan’ın dış politika ve savunma politikası fonksiyonlarının işlevsel bir bütün olmasının yerine, onları iki ayrı faaliyet haline getiren bir planlama eksikliği var.

Örneğin, henüz hâlâ savunma ve diplomatik çabaları entegre edebilecek tek bir ulusal güvenlik stratejisi dahi mevcut değil.

Ayrıca, Hindistan Ordusu ile ilgili, birimler arası rekabet çok fazla iken koordinasyonun az olması, yerli savunma üretim sisteminin zayıflığı, dış savunma ithalatına bağımlılık ve yeni teknolojilerin kolaylıkla benimsenememesi gibi bazı eksiklikler de öne çıkıyor.

Ve bürokrasi, önemli satın alma sorunları, savunma bütçesinin daralması konusunda birimler arası çekişmeler ve ardı ardına gelen hükümetlerin stratejik odak noktasını Pakistan ile Çin arasında sürekli değiştirmesi, askeriyeyi odak noktasında dolambaçlı bir hale getiriyor.

Son olarak, büyük güçler aynı zamanda güçlü ekonomilere ve sosyal hareketliliğe sahiptir ki Hindistan ekonomisi güçlü bir ekonomik büyümeye tanıklık ediyorken sosyal eşitsizlik ve yoksulluğun yüksek, hareketliliğin ise düşük olduğu gerçeği var.

Hindistan artık muazzam ekonomik büyüme yaşıyor ama her ne kadar orta sınıf da büyüyor olsa da paradoksal olarak Hindistan’da zaten yüksek olan zengin ve fakir arasındaki uçurum her geçen gün daha da artıyor.

Ulusal düzeydeki etkileyici büyüme rakamlarına karşın ekonomik faydalar son derece eşitsiz. Hintlerin en zengin yüzde 10’u ulusal servetin yüzde 80’ine yakınını elinde tutuyor.

Güney ve batı Hindistan’ın kuzey ve doğu Hindistan’dan neredeyse yüzde 15 daha hızlı büyümesi gibi bölgesel dengesizlikler de söz konusu.

Ekonomi politiğindeki dengesizliğin temel iki nedeni: siyasi partilerin “kimlik politikaları” nedeniyle ülkenin geniş nüfusunun en geniş kesimini kazanmanın en güvenilir yolu olarak kapsayıcı büyümeye ve istihdam yaratmaya yönelmemesi ve Hindistan’da sürekli bir devlet düzeyinde “seçim akışının” yaşanması nedeniyle kamusal diyaloğun uzun vadeli ekonomik büyüme odaklı perspektiflerden uzaklaştırılarak çarpıtılıyor olması.

Ve büyük güçler aynı zamanda tarihsel olarak mal üretiminde de büyük olmuşlardır ki bu endüstriler endüstriyel kapasite geliştiriyor ve milyonlarca iyi ücretli iş sağlıyor.

Ama Hindistan’ın imalat sektörü GSYİH’nın yalnızca yüzde 15’inden biraz fazlasına katkıda bulunuyor. Ki bu da işsizliği besliyor.

Dünya Bankası verilerine göre 2022’de Hindistan’ın gençlerinin yüzde 25’i işsizdi. (Ki bunların yalnızca kayıtlı veriler olduğunu unutmayın.)

Dahası, bunu ayrıca Hindistan’ın 2030’a kadar her yıl artacak 8 milyon kişi işgücü ile birlikte hesap edin ki bu, sosyal istikrarsızlık ve bölünmeleri daha fazla tetikleyebilecek bir potansiyel anlamına gelir.

Bu arada, en az son 20 yıldır, Hindistan’da kadınların da işgücüne katılım oranı istikrarlı bir düşüş gösteriyor.

Ayrıca, kentli işçilerin yarısından azı tam zamanlı işlerde çalışırken Hindistan’daki istihdamın büyük bir kısmı verimsiz kayıt dışı sektörlerde bulunuyor ve eğitim, beceri geliştirme ve sağlık hizmetleri son derece yetersiz ki 2023 Hindistan Beceri Raporu, genç Hintlerin yalnızca yarısının istihdam edilebilir olduğunu ortaya koyuyor.

Ve ne yazık ki gerçek şu ki hâlâ milyonlarca Hint’in elektriği yok, Hindistan’da hâlâ tuvaletten çok cep telefonu var, milyonlarca çocuk okula gitmiyor, çoğu şehirde kanalizasyon arıtma sistemi yok, hiçbir büyük şehrin sürekli su kaynağı yok, hastalık çok yaygın, altyapı hâlâ çok zayıf, kentlerdeki yoksullar arasında akut yetersiz beslenme ve açlık var, kentlerdeki yoksullar arasında ölen bebek sayısı kentli yoksul olmayanlara göre neredeyse yarı yarıya daha fazla, milyonlarca Hint hâlâ kentsel gecekondu mahallelerinde, kaldırımlarda, inşaat sahalarında yaşıyor.

Ancak her ne kadar Hindistan’ın aşması gereken bazı zor sorunları olsa da ülkenin sürdürülebilir bir biçimde süper güç olabileceği konusundaki iyimser senaryo hâlâ iş görebilir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version