Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

İran’ın İsrail’e saldırıları: Bölgesel savaş ihtimalleri ve aktörlerin hesapları

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İran, cumartesi gecesi, Suriye’deki İran konsolosluğunun bombalanmasına misilleme olarak İsrail’e doğru çok sayıda insansız hava aracı ve füze fırlattı. İran Devrim Muhafızlarının bu açıklaması İran devlet televizyonu Press TV’de okundu: “Siyonist rejimin İran’ın Şam Büyükelçiliğinin konsolosluk bölümüne saldırarak işlediği suça karşılık olarak Devrim Muhafızları hava kuvvetleri Siyonist rejimin topraklarındaki bazı hedefleri onlarca insansız hava aracı ve füzeyle vurdu.”

ABD, İngiltere ve Fransa, konsolosluk saldırısının BM Güvenlik Konseyi tarafından kınanmasını engellemişti. İranlılar, BMGK İsrail’i kınamış olsaydı, misilleme yapmaktan kaçınabileceklerini de ima etmişti. Durum, esasında Gazze’deki savaşı yatıştırma ve sona erdirme fırsatlarının Biden tarafından aktif bir şekilde reddedildiği son yedi ayın bakiyesi.


İran’ın İsrail’e saldırıları

Bölgesel savaş ihtimalleri ve aktörlerin hesapları

Aymenn Jawad al-Tamimi

14 Nisan 2024

Eminim ki okurlarımın çoğu dün gece geç saatlere kadar, İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğunu bombalamasına misilleme olarak İran ve “direniş ekseni” tarafından İsrail’e karşı düzenlenen saldırıları canlı olarak izlemiştir. Saldırılar beklenenden daha büyük ölçekliydi ama yine de İran’ın, İsrail’in İran hedeflerine dönük gelecekteki saldırılarını caydırması halinde cevabının yeterli olacağını düşünmesi nedeniyle ölçülüydü.

İsrail’e yönelik saldırıların benzeri görülmemiş doğası ışığında, tüm Orta Doğu’nun kaderinin nasıl pamuk ipliğine bağlı olduğuna dair manşetler atmak cazip geliyor. Fakat bu tür söylemler oldukça sansasyonel. Topyekûn bir bölgesel savaş ihtimali hâlâ uzak bir ihtimal, zira ne İsrail ne de İran bunu istiyor. Nihayetinde Jonathan Spyer’ın da belirttiği gibi İran ve “direniş ekseninin” İsrail’le ilgili uzun vadeli stratejisi, büyük bir bölgesel savaşın başlatılması ya da İsrail’i ağır bir darbeyle vurup yok etmek amacıyla nükleer silahlar edinilmesi gerektiği değil. Daha ziyade, İsrail’in içsel olarak zayıf ve kırılgan görüldüğü (dolayısıyla İsrail’in “örümcek ağından daha zayıf” olduğu şeklindeki yaygın nakarat) ve bu nedenle topyekûn bir bölgesel savaş başlatmadan daimî baskının eninde sonunda İsrail’in çöküşüne neden olabileceği mantığı. Bu mantığın değiştiğini düşünmek için hiçbir neden yok. Bu bağlamda, İran’ın nükleer silah edinme ya da nükleer silah üretme kapasitesine sahip olma çabası, kendisinin ve bölgedeki müttefiklerinin faaliyetlerinin kesintiye uğramasına karşı caydırıcılık oluşturma arzusuyla motive edilmiş olarak görülmeli.

Bu karşılıklı saldırılardaki niyet meselesi, İsrail’in İran’ın Şam’daki konsolosluğuna saldırırken hangi hesapları yaptığı sorusunu da beraberinde getiriyor. İsrail’i eleştirenler arasında yaygın olan bir görüşe göre İsrail bu saldırıyı tam da İran’ın İsrail’e karşı doğrudan bir misilleme yapmasını kışkırtmak ve böylece İran’la istediği topyekûn savaşa ABD’yi de sürüklemek umuduyla gerçekleştirmişti. Bu komplo teorisinden biraz daha fazlası. Daha mantıklı bir açıklama ise İsrail’in İran konsolosluğuna olan saldırıyı, Suriye’deki İran ve “direniş ekseni” hedeflerini vurmayı amaçlayan saldırılar söz konusu olduğunda çok yüksek bir risk toleransı geliştirdiği için gerçekleştirdiği. Başka bir deyişle İsrail, İran’ın anlamlı bir misilleme yapacağını düşünmüyordu, zira daha önce Suriye topraklarında herhangi bir sonuç ve hesap verebilirlik olmaksızın pek çok saldırı gerçekleştirebilmişti.

Bu sonuç ve hesap verebilirlik eksikliği en başta İranlıların, Suriyelilerin, Hizbullah’ın vs kendilerinin anlamlı bir misilleme yapmamasında somutlaştı. İsrail, Devrim Muhafızları ve Hizbullah’ın üst düzey personeli de dahil olmak üzere yüksek değerli hedefleri defalarca vurmayı başardığında ya da Şam havaalanı gibi yerlerde hasar ve kesintiye yol açtığında bile gerçek bir karşılık verilmemişti. Dahası, Suriye hava savunma sistemleri, saldırılar gerçekleştiğinde bunları püskürtme konusunda çok kötü iş çıkarmıştı.

Bu sonuç ve hesap verebilirlik olmamasının ikinci yönü (İsrail’in hesaplarını etkileme konusunda daha az önemli olsa da), dünyanın İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırılarına genel manada kayıtsız kalması, esasen bunları olağan görmesi. Örneğin şunu düşünün: En son ne zaman İsrail’in Suriye’ye düzenlediği saldırı(lar) hakkında (bir medya kuruluşu ya da araştırma enstitüsü tarafından yayımlanan) bağımsız bir soruşturmanın hedeflerin tam olarak kimler olduğu, İsraillilerin vurdukları hedefler hakkında hangi bilgilere sahip oldukları, bu hedeflerin İsrail’e yakın bir tehdit oluşturup oluşturmadığı ve istihbaratın kusurlu olup olmadığı gibi kritik soruları sorduğuna ve araştırdığına şahit oldunuz? Bunun yerine Suriye İnsan Hakları Gözlemevi gibi bir kuruluştan alıntı yapmak ya da Arapça sosyal medya söylentilerini herhangi bir doğrulama teşebbüsünde bulunmadan tekrarlamak norm haline geldi.

Soruşturma yürütmenin önünde büyük engeller olduğunu kabul ediyorum ama yine de tarafsız tarihsel kayıtlar için mümkün olduğunca denemeye değer. Bu saldırılarla ilgili kendi araştırmalarım, öncelikle bu saldırılarda öldürülenlerin akrabaları veya ortaklarıyla konuşmayı içeriyor. Bulduklarıma göre İsrail sahiden de Suriye’deki Devrim Muhafızları ve Hizbullah ağlarına derinlemesine nüfuz etmiş durumda ve bu ağlar İsrail saldırılarına karşı oldukça savunmasız. Bazı örneklerde hedefin İran ve Hizbullah’la bağlantılı olduğunun yanlışlıkla ya da tam olarak tespit edilememiş olması ihtimali de var. Her halükârda önemli olan husus, bu saldırılara yönelik genel kayıtsızlık ve soru sorulmamasının, Suriye’de gerçek riskler ve sonuçlar olmaksızın saldırılar gerçekleştirilebileceği hesaplamasına katkıda bulunmasıdır: İran ve “direniş ekseninin” misilleme yapmamış olması ikinci planda ama bence yine de dikkate alınması gereken bir faktör.

Son olarak, saldırıların İsrail üzerindeki sonuçları ne olacak? Şimdiden bazı “direniş” yanlıları İran’ın İsrail’i nasıl “caydırdığından” söz ediyor. Diğerleri ise İran’ın eylemlerinin kendi açısından stratejik bir hata olduğundan söz ediyor. Bu yargıların her ikisi de erkenci. Asıl soru, özellikle de İsrail’in askeri bir karşılık vermesi muhtemel olduğu için İran’ın bundan sonra ne yapacağı. İran açısından mesele, tırmanma ve gerilimi azaltma denkleminin temelden değişip değişmeyeceği. Eğer İranlılar bundan böyle İsrail’in İran personeline ve varlıklarına yönelik herhangi bir saldırısına İsrail topraklarını hedef alan anlamlı bir doğrudan karşılık verileceği yeni bir politika uygularlarsa, yeni bir caydırıcılık formülü oluşturulabilir. Aksi takdirde, eğilim muhtemelen eski statükoya geri dönecektir.

ORTADOĞU

Tahran, nükleer denetçinin kınamasına yanıt olarak ‘yeni ve gelişmiş’ santrifüjleri devreye soktu

Yayınlanma

İran’ın uranyum stoklarını sınırlama anlaşmasını övdükten bir gün sonra, Birleşmiş Milletler’in nükleer gözlemcisi İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda “şeffaf olmamasını” kınayan gensoru önergesini kabul etti. Önerge ABD ve İngiltere tarafından dayatıldı.  Cuma günü erken saatlerde Tahran bu karara “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye soktuğunu açıklayarak yanıt verdi.

Perşembe günü geç saatlerde AFP’ye konuşan diplomatlar, Birleşmiş Milletler Nükleer Denetleme Kurulu’nun İran’ın kurumla olan zayıf işbirliğini kınayan bir kararı saatler süren hararetli tartışmaların ardından kabul ettiğini ve Tahran’ın bu kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdiğini söyledi.

İngiltere, Fransa, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın 35 ülkeden oluşan yönetim kuruluna sunulan gensoru önergesi, haziran ayındaki benzer bir önergenin ardından geldi.

AFP’ye konuşan iki diplomat, Çin, Rusya ve Burkina Faso’nun aleyhte oy kullandığı karar tasarısının 19 lehte oyla kabul edildiğini, 12 çekimser oy kullanıldığını ve Venezuela’nın oylamaya katılmadığını söyledi.

Perşembe gecesi yapılan oylama öncesinde ABD ve Avrupalı müttefikleri İran’ı kınayarak kararlarına destek toplamaya çalıştı.

Washington, kurula gönderdiği ulusal bildiride Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin “derinden rahatsız edici” olduğunu söyledi.

Londra, Paris ve Berlin ortak bir bildiriyle İran’ın nükleer programının “uluslararası güvenliğe” oluşturduğu tehdide dikkat çekerek, İran’ın şu anda dört nükleer silah için yeterli miktarda yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğunu iddia etti.

İran’ın UAEA nezdindeki büyükelçisi Muhsin Naziri Asl, kararı “siyasi amaçlı” olarak nitelendirdi ve önceki kınamalara kıyasla “düşük destek” aldığını söyledi.

Cuma günü erken saatlerde Tahran, karara yanıt olarak “yeni ve gelişmiş” santrifüjleri devreye sokacağını duyurdu.

Örgüt ve İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan ortak açıklamada, “İran Atom Enerjisi Örgütü Başkanı, çeşitli tiplerde yeni ve gelişmiş santrifüjlerin önemli bir serisinin fırlatılması da dahil olmak üzere etkili önlemlerin alınması talimatını verdi” denildi.

UAEA Başkanının ziyareti üstüne geldi

Karar, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Rafael Grossi’nin geçen hafta Tahran’a yaptığı ve ilerleme kaydettiği anlaşılan ziyaretten döndüğü sırada alındı.

Ziyaret sırasında İran, UAEA’nın yüzde 60 saflığa kadar zenginleştirilmiş, silah sınıfına yakın hassas uranyum stokunu sınırlama talebini kabul etti.

Grossi çarşamba günü gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu doğru yönde atılmış somut bir adımdır” dedi ve İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerinden ayrılmaya başlamasından bu yana “ilk kez” böyle bir taahhütte bulunduğunu söyledi.

Yaptırımların hafifletilmesi karşılığında İran’ın nükleer programını kısıtlayan 2015 tarihli dönüm noktası niteliğindeki anlaşma, üç yıl sonra dönemin başkanı Donald Trump yönetimindeki ABD’nin tek taraflı çekilmesinin ardından dağıldı.

Buna misilleme olarak Tahran, uranyum stoklarını artırarak ve anlaşma kapsamında izin verilen yüzde 3,67 saflık oranının (nükleer enerji santralleri için yeterli) ötesinde zenginleştirme yaparak taahhütlerinden bazılarını kademeli olarak geri almaya başladı.

Bu aşamada sembolik nitelikte de olsa da, gensoru önergesinin İran üzerindeki diplomatik baskıyı artırmak için tasarlandığı düşünülüyor.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi perşembe günü yaptığı açıklamada gensorunun ajansla olan ilişkileri “sekteye uğratacağını” ancak Tahran’ın işbirliği yapmaya istekli olduğunu vurguladı.

Daha önce Araghchi, kurulun kararı kabul etmesi halinde İran’ın “orantılı” bir karşılık vereceği uyarısında bulunmuştu.

‘Karar, ajansın çabalarına zarar veriyor’

Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde araştırmacı olan Heloise Fayet’e göre karar tasarısı “Rafael Grossi’nin çabalarına zarar verme” potansiyeline sahip dedi.

AFP’ye konuşan Fayet, “Ancak Batılı güçler Grossi’nin diplomatik manevralarının etkili olmamasından dolayı hayal kırıklığına uğramış durumda ve daha sağlam çözümler arıyorlar” değerlendirmesini yaptı.

Grossi .arşamba günü yaptığı açıklamada İran’ın zenginleştirme faaliyetlerini durdurma taahhüdünün “yeni gelişmeler sonucunda” sekteye uğrayabileceğini “göz ardı edemeyeceğini” söylemişti.

Dış politika uzmanı Rahman Ghahremanpour Tahran’ın yeni kınamaya “zenginleştirme seviyelerini artırarak” misilleme yapabileceğini belirtti.

Ancak İran’ın Trump Beyaz Saray’a dönmeden önce “gerilimi tırmandırmak” istememesi nedeniyle sert “stratejik önlemler” beklemediğini ekledi.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

UCM Hakiminden İsrail’in “tarafsızlık” sorgusuna yanıt

Yayınlanma

Beti Hohler

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), İsrail’in kendisi hakkındaki tarafsızlık sorgulamasına ilişkin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkındaki tutuklama kararını verecek dairenin yeni atanan üyesi Hâkim Beti Hohler’in yanıtını yayınladı.

İsrail Başbakanı Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Gallant hakkındaki tutuklama talebi kararını verecek hâkim heyetine yeni atanan Hohler, savcılıktaki geçmiş görevine ilişkin İsrail’in sorularını yanıtladı.

UCM Hakimi Hohler’in sunduğu detaylı yanıtla, İsrail’in yargı sürecini geciktirmeye ve hakimin tarafsızlığını sorgulama yönelik girişimi temelsiz kaldı.

Tarafsızlık tartışması

Hohler’in UCM hakimliğine seçilmeden önce UCM Savcılık Ofisinde çalışmış olmasının, tarafsızlığına gölge düşürebileceğini öne süren İsrail Başsavcılığının UCM’ye yönelttiği sorulara verilen yanıtta, Filistin soruşturmasında görev almadığını belirtti. Hohler, savcılık bürosunda çalıştığı dönemde Filistin soruşturmasına doğrudan ya da dolaylı olarak katılmadığını ve soruşturmada görev alan personelle çalışmadığını kaydetti.

Eski Mossad şefi savaş suçları soruşturması nedeniyle eski UCM savcısını tehdit etmiş

İsrailli yetkililer hakkında yürütülen soruşturmanın belgelerine, soruşturma planlarına, evraklarına, delillerine veya gizli belgelere hiçbir şekilde erişmediğini aktaran Hohler, bu bilgi ve belgelerin kendisine başka şekilde de getirilmediğini ifade etti.

Yanıtında UCM’deki tüm soruşturmalara erişim sağlayan bir konumda çalışmadığını anlatan Hohler, Savcılıktaki görevinde kendisine danışılan ve görüş bildirdiği konular içinde Filistin soruşturmasının yer almadığını vurguladı.

Hohler, ağırlıklı olarak Filipinler’deki olayların soruşturulmasında görev aldığını ve etkileşime girdiği soruşturmalar içinde Filistin’in yer almadığını belirtti.

ABD Temsilciler Meclisi, UCM’ye yaptırım yasasını geçirdi

Tarafsızlığından makul gerekçelerle şüphelenilen bir hâkimin görevinden çekilmesi gerektiğine inandığını aktaran Hohler, görevinin gerektirdiği özelliklerin farkında olduğunu kaydetti. Hohler, Savcılık Ofisini de konuya ilişkin elindeki bilgileri mahkemeye sunmaya davet etti.

UCM’deki süreci geciktirme çabaları

Önceki UCM Başsavcısı Fatou Bensouda 16 Ocak 2015’te, Filistin’deki duruma ilişkin ön inceleme başlattığını duyurmasının ardından, Aralık 2019’da soruşturma için gerekli kriterlerin karşılandığını açıklamasına rağmen, Filistin topraklarının nereyi kapsadığı ve mahkemenin hangi topraklarda işlenen suçlara bakabileceğinin tespit edilmesi için ön yargılama dairesinden görüş istemişti.

Söz konusu görüşün verilmesi sırasında birçok UCM ülkesi ve sivil toplum kuruluşunun (STK) sürece dahil olmasıyla yaklaşık 2 yıl sonunda, ön inceleme tamamlanmış ve soruşturma ancak 3 Mart 2021’de başlatılmıştı.

“İsrailli yetkililer hakkında yakalama kararı almaması UCM’nin sonunu getirebilir”

UCM Başsavcılığının 20 Mayıs’ta Binyamin Netanyahu, Yoav Gallant ve üç Hamas lideri hakkında istediği tutuklama kararı talebi, İsrail ve müttefiklerinin sistematik engelleme çabalarıyla karşılaşmaya devam etti.

İngiltere’nin temmuzda başlattığı yetki itirazıyla yeni bir gecikme süreci başlamıştı. İngiltere’nin Filistin’in devlet statüsünü sorgulayarak UCM’nin yargı yetkisine itiraz etmesi ve daha sonra 64 ülke, kuruluş ve kişinin beyanlarının da sürece dahil edilmesiyle birlikte, tutuklama kararından önce yargılama yetkisi tartışmalarına girilmişti.

Bunun yanında Netanyahu hakkındaki tutuklama kararı talebini incelemekle görevli bir numaralı Ön Yargılama Dairesinin başkanı Hâkim Julia Motoc’un “sağlık nedenleri ve adaletin düzgün işleyişini koruma ihtiyacı” gerekçesiyle görevinden çekildiği açıklanmıştı.

UCM, Motoc’un yerine Sloven Hâkim Beti Hohler’in atandığını bildirmişti.

İsrail’in hedefindeki UCM Başsavcısı’na “cinsel taciz” soruşturması

UCM’deki Filistin süreci devam ederken, Mahkeme Taraf Devletler Meclisi Başkanlığından yapılan açıklamada, Başsavcı Kerim Han hakkında Savcılık Ofisi çalışanlarından birine yönelik “uygunsuz davranış” iddialarının bağımsız bir komisyon tarafından incelendiği duyurulmuştu.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Hamas’tan Gazze’nin yönetimi için “komite” önerisine şartlı onay

Yayınlanma

Hamas’ın siyasi büro üyesi Halil el-Hayye, El-Aksa televizyonuna yaptığı açıklamada Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması teklifini, bu komitenin tamamen yerel olması şartıyla kabul ettiklerini söyledi.

Hayye, Gazze’de ateşkes görüşmeleriyle ilgili açıklamasında “Masaya Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması yönünde bir fikir konuldu. Bu, Mısırlı kardeşlerimizin sunduğu bir öneri. Biz buna sorumlu bir yaklaşımla ve olumlu bir şekilde yanıt verdik. Komitenin Gazze’yi tamamen yerel bir şekilde yönetmesi ve oradaki günlük hayata dair her şeyi denetlemesi şartıyla bu öneriyi kabul ediyoruz” dedi.

Çin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih birleşme için diyaloğu sürdürme sözü verdi

Hamas ve Fetih hareketleri, bu ayın başında Gazze’nin yönetimi için bir komite kurulması ve ateşkes görüşmeleri çerçevesinde Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelmişti.

Hayye, Hamas ve İsrail arasında dolaylı olarak yürütülen ateşkes ve esir takası müzakerelerine ilişkin de “İsrail soykırımı durmadan esir takası olmayacak. Nitekim bu birbirine bağlı bir denklem. Biz tüm açıklıkla şunu söylüyoruz. Bu saldırganlığın durmasını istiyoruz. Herhangi bir esir takası olması için önce bu saldırılar durmalı” ifadelerini kullandı.

“Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkesi engelliyor”

Ateşkes anlaşmasına hazır olduklarını ancak İsrail’in de bu konuda gerçekten istekli olması gerektiğini belirten Hayye, “Ateşkes müzakerelerini harekete geçirmek için arabulucu ülkelerle temaslarımız sürüyor. Ancak Netanyahu, siyasi nedenlerle ateşkes müzakerelerinde ilerlemeyi engelliyor” diye konuştu.

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’nde süren saldırılarının durdurulması için taraflar arasında uzun süredir dolaylı müzakereler yürütülüyor. Katar, ABD ve Mısır’la İsrail ve Hamas arasındaki ateşkes ve esir takası anlaşmalarına arabuluculuk ediyor.

“Ya Philadelphia ya anlaşma”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail ve uluslararası kamuoyunda, siyasi nedenlerle Hamas ile esir takası anlaşması yapmamakla suçlanıyor. İsrail’in anlaşma taslağına eklediği maddelerin özellikle Mısır-Gazze sınır hattı Philadelphia Koridoru’nda kontrolünü sürdürme ısrarının müzakereleri zora soktuğu vurgulanıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English