Aşağıda çevirisini okuyacağınız analiz, İsrail’in İran’ın Şam’daki diplomatik misyonuna düzenlediği ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun üst düzey bir komutanının da aralarında bulunduğu 7 kişinin ölümüne yol açan saldırılarının hedeflerine odaklanıyor.
Netanyahu Tahran’ın Suriye’deki elçiliğine yapılan saldırıya askeri olarak karşılık vereceğini biliyor olmalı, asıl soru Amerikan askerlerinin hedef olup olmayacağı.
Paul R. Pillar
İsrail’in zaten şiddet dolu olan bölgede şiddeti tırmandırması, Biden yönetimini, ABD’yi yeni bir Orta Doğu savaşının dışında tutma konusunda şimdiye kadarki en büyük zorluklarından biriyle karşı karşıya bırakıyor.
İsrail’in Şam’daki bir İran diplomatik yerleşkesini bombalaması ve İran Devrim Muhafızları’nın üst düzey bir komutanı ile birkaç İranlı yetkilinin yanı sıra en az dört Suriye vatandaşının ölümüne yol açması, şiddetin tırmanması anlamına geliyor. İsrail’in daha önceki hava saldırıları kadar Suriye’ye yönelik bir saldırganlık eylemi olmasının yanı sıra, elçilik yerleşkesinin vurulması doğrudan İran’a bir saldırı.
İranlı liderler güçlü bir şekilde karşılık vermek için ağır bir baskı hissediyorlar. Bu baskının boyutu, rollerin tersine döndüğünü hayal ederek anlaşılabilir. İran bir İsrail ya da ABD büyükelçiliğini bombalamış olsaydı şiddetli ve ölümcül bir karşılık hem siyasetçiler hem de halk tarafından sadece beklenmekle kalmaz, aynı zamanda talep edilirdi.
İran’da da, dört yıl önce önde gelen Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’ye ABD insansız hava aracı saldırısıyla suikast düzenlendiğinde kamuoyunda oluşan duygunun gösterdiği gibi, bu tür durumlarda halkın hissiyatı benzer bir rol oynayabilir. Daha uygun bir bakış açısıyla, nasıl ki “caydırıcılığı yeniden tesis etme” ihtiyacı ABD ya da İsrail’in şiddet içeren tepkileri için bir gerekçe olarak sıklıkla dile getiriliyorsa, İran’ın karar alma mekanizmalarında da bu tür hesaplar yer alabilir.
Saldırıdan bir gün sonra konuşan İran Dini Lideri Ali Hamaney intikam sözü verdi ve “İsrail cezalandırılacak” dedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki İran temsilcisi, İran’ın “bu tür kınanacak eylemlere kararlı bir yanıt verme” hakkı olduğunu savundu.
İranlı liderler diğer yönde de baskı hissediyor. Yeni bir savaşa dahil olmak İran’ın çıkarına olmayacak ve liderleri de böyle bir savaş arayışında değil.
Bunun nedenleri arasında İran’ın İsrail ya da ABD karşısındaki askeri yetersizliği ve derin ekonomik sorunları yer alıyor. Gazze Şeridi’ndeki trajik koşullara odaklanan bölgesel gerginliklerin şimdiye kadar olduğundan daha fazla tırmanmamasının başlıca nedeni, Hamas’ın İsrail’in güneyine saldırmasından bu yana geçen altı ay içinde İran’ın sergilediği itidal oldu (bu saldırı herkesi olduğu kadar İranlı liderleri de şaşırttı).
Ancak İran, İsrail saldırısına bir şekilde karşılık verecek. Mevcut seçeneklerden tam olarak hangisini kullanacağını tahmin etmek, İranlı liderlerin kendi kararları kadar zor; zira onlar da birbiriyle çelişen fikirleri dengelemeye çalışacaklar. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, İran’ın tepkilerinin Tahran’ın seçtiği zaman ve yerlerde olacağı.
İsrail’in Şam’daki büyükelçilik yerleşkesine saldırma nedenlerine ilişkin çeşitli spekülasyonlar yapılabilir. Belki de İsrail bunu, Suriye’de İran’la bağlantılı hedeflere yönelik yıllardır sürdürdüğü hava bombardımanı kampanyasında yeni bir operasyon olarak gördü. İstihbarat, elçilik yerleşkesindeki Devrim Muhafızları subayları ile bir fırsat hedefi sundu ve İsrail bu fırsatı değerlendirdi.
Ya da bu saldırı, Ekim ayındaki Hamas operasyonundan bu yana İsrail’i karakterize eden kontrolsüz ulusal öfkenin bir başka tezahürü olarak görülebilir. Bu, Başkan Biden’ın geçen Ekim ayında İsraillilere Amerikalıların “şoklarını, acılarını ve öfkelerini” anladıklarını ancak İsrail’in bu öfke tarafından “tüketilmemesi” gerektiğini söylediğinde uyardığı türden zarar verici ve dikkatsiz bir saldırı olabilir. Biden, ABD’nin 11 Eylül’den sonra yaşadığı öfke sırasında “hatalar da yaptığını” belirtti – 11 Eylül saldırısıyla hiçbir ilgisi olmayan Irak’a karşı saldırgan bir savaş başlatılmasına üstü kapalı bir gönderme.
Ancak Şam’daki elçilik binasının bombalanması, muhtemelen Binyamin Netanyahu hükümetinin en üst düzeylerinde dikkatle hesaplanmış bir kararı yansıtacak kadar açık bir tırmanmaydı (ve İsrail’in savaş yasalarına karşı işlediği suçların genişletilmesiydi). Bu hesaplamanın, İran Devrim Muhafızları subaylarının kaybının İran’ın kabiliyetlerinde yaratacağı, kısa vadeli ve asgari düzeyde olması muhtemel herhangi bir etkiyle pek ilgisi yoktu.
Daha ziyade saldırı İsrail’in, “Hamas’ı yok etme” hedefinin ulaşılamaz olduğu, Gazze’deki eylemleri nedeniyle dünya çapında tecridinin inkar edilemez hale geldiği ve hatta geleneksel ABD desteğinin açıkça yıprandığı bir durumdan çıkış yolu olarak görülüyor. Kişisel olarak Netanyahu için savaşı tırmandırmak ve genişletmek, ki bu aynı zamanda savaşın süresiz olarak devam etmesi anlamına da geliyor, aynı zamanda onun siyasi ve hukuki zorluklarını aşmak için görünürdeki tek umudu.
İsrail’in Gazze çıkmazından kurtulmasının bir yolu olarak savaşı tırmandırmasının iki unsuru var. Bunlardan ilki İran’ı kışkırtarak karşılık vermesini sağlamak ki bu da İsrail’in kendisini saldıran değil savunan taraf olarak göstermesini ve tartışmaları Gazze’de yarattığı yıkımdan uzaklaştırarak kendisini yabancı düşmanlara karşı koruma ihtiyacına yöneltmesini sağlayabilir. Diğeri ise ABD’nin İran ile doğrudan çatışmaya girme ihtimalini artırmak. Eğer böyle olursa, Orta Doğu’daki savaş sadece İsrail’in Filistinlileri vurması meselesi olmaktan çıkacak İsrail’in süper güç hamisinin menfaatlerini de içerecek.
ABD, İsrail-İran çatışmasına iki yoldan biriyle sürüklenebilir. Birincisi, İran’ın saldırısına uğradığında Washington’un “müttefikimiz İsrail’i” savunmak için daha doğrudan hareket etmesine yönelik ABD içindeki siyasi talepler yoluyla olabilir.
Diğer yol ise İran’ın İsrail’e karşı misillemesinin ABD hedeflerini de kapsaması. Bunun akla yatkınlığı – İran’ın askeri yetersizliğine rağmen – biraz daha rolleri tersine çeviren bir düşünceyle anlaşılabilir hale geliyor. Hamas’ın Ekim ayında İsrail’e yaptığı saldırıda olduğu gibi, bağımlı gücün eyleminde İran’ın dahli olmasa bile, ABD bağımlı gücün yaptıklarından dolayı İran’ı suçlamaktan asla çekinmiyor. Örneğin köşe yazarı David Ignatius “İsrail’in Hamas ve onun İran’daki efendileriyle mücadele etmekte haklı bir davası olduğunu” yazıyor.
İsrail’in Washington’daki efendileri ona İran’ın Hamas’a ya da diğer dostlarına sağladığından çok daha fazlasını sağladı. İran’ın Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisinin “İsrail rejimi tarafından işlenen tüm suçlardan ABD’nin sorumlu olduğu” yönündeki açıklamasının altında da bu gerçek yatıyor. Bu ve İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği yerleşkesine düzenlediği saldırının, tıpkı İsrail’in Gazze’deki mahalleleri dümdüz etmesi gibi, ABD tarafından sağlanan gelişmiş askeri uçaklarla gerçekleştirildiği gerçeği.
İran ile savaş, birçok nedenle ABD çıkarlarına son derece zararlı olur. Bunlar arasında, doğrudan can ve mal kayıpları, Amerikalıları etkileyen ekonomik faaliyetlerin sekteye uğraması, şiddetli misillemelerin yol açacağı yabancı öfke, yararlı diplomasinin batırılması ve ABD dış politikasının diğer acil sorunlarına odaklanmış dikkat ve kaynakların başka yöne kaydırılması yer alıyor.
Böyle bir savaştan kaçınmak, sadece krizlerle taktiksel olarak başa çıkmada becerikli bir devlet adamlığını değil, aynı zamanda ABD’yi şu anki zor ve tehlikeli duruma sokan İsrail’le olan tuhaf ilişkiden daha stratejik bir uzaklaşmayı da gerektiriyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin kimin müttefik kimin düşman olduğuna dair zaman aşımına uğramış kavramlardan uzaklaşması ve kimin saldırgan olup olmadığına dikkat etmesi gerekiyor.
İran ve İsrail arasındaki “gölge savaşa” simetrik terimlerle sık sık atıfta bulunulmasına rağmen, bu savaştaki olayların bir derlemesi, İsrail’in şiddetin çoğunu başlattığı ve İran’ın çoğunlukla karşılık verdiği asimetrik bir modele işaret ediyor. ABD’nin bu şablondan uzaklaşması sadece ABD’nin çıkarlarına değil aynı zamanda bölgesel barış ve güvenliğin de çıkarlarına olacaktır.