DÜNYA BASINI

Köle sahipleri, ‘rasyonel’ olsa da kölelerini azat etmek istemezler

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Sırbistan asıllı ABD’li iktisatçı Branko Milanovic’in Substack hesabında yayınlandı. Adam Smith’in kölelik üzerine dile getirdiği iddiaları yorumlayan Milanovic, salt ‘iktisadi’ gerekçelere kalsa, kimsenin köleliğe (‘verimli’ olmadığı için) devam etmeyeceğini, ama tarihte köleliğin asla ‘kendiliğinden’ kalkmadığını hatırlatıyor. Smith’in ‘demokratik’ hükümetlerle otokrat yönetimler arasında, kölelere yönelik yaklaşımda ikincisinin ‘ehven’ göründüğüne ilişkin fikri dikkate değerdir. Gerçekten, Smith’in köleliğin kaldırılması için bir askeri diktatörlük gerektiği yönündeki düşüncesi, Amerikan İç Savaşında gerçeğe dönüşmüştü: ‘Silahların eleştirisi’ ve Abraham Lincoln’ün ilan ettiği ‘diktatörlük’ olmasa, siyahi kölelerin özgürleşmesi mümkün olur muydu, çok şüphe götürür. Milanovic’in Smith’in kölelik analizinden çıkardığı sonuçtan anlaşıldığı üzere, iktisadi ‘rasyonalite’, sınıflar mücadelesinin, yani siyasi mücadelenin, mülk sahibi sınıflara yönelik yarattığı (potansiyel veya aktüel) tehditten ayrı düşünülemez. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Köle sahipleri neden kölelerini asla kendi istekleriyle azat etmediler?

Branko Milanovic
Global Inequality and More 3.0
15 Ağustos 2023

The Visions of Inequality’de [Eşitsizlik Vizyonları] (10 Ekim’de yayınlanacak) Adam Smith üzerine bölümümü yazarken, Smith’in kölelik hakkındaki görüşlerini tartışan bir bölüm eklemeyi düşündüm. Sonunda bundan vazgeçtim çünkü kölelik Smith’te sadece dolaylı bir rol oynar; Ulusların Zenginliği’ndeki analizinin çoğu, hepsi resmi olarak özgür olan üç standart toplumsal sınıfı varsayar ve bunlar arasındaki etkileşim, gelirlerini ve toplumsal konumlarını oluşturur. Bu bağlamda, Smith’in çoğunlukla ilgilendiği ülkelerde, yani İngiltere, İskoçya, Fransa, Hollanda ve Batı Avrupa’nın geri kalanında artık var olmayan köleler, Smith’in ana ilgi alanının biraz dışındadır.

Bununla birlikte, Smith’in kölelik konusundaki görüşleri, bilindiği gibi, oldukça karmaşıktır. Kölelerin durumunun otokratik yönetimlerde oligarşik demokratik yönetimlerden daha iyi olduğuna dair argümanı hakkında yazmıştım. Bunun nedeni, oligarşik ve temsili bir hükümette gücün en büyük köle sahibi olan kişilerin elinde olması (ABD akla geliyor) ve bu kişilerin köleleri azat etme ihtimalinin çok düşük olmasıdır çünkü bu şekilde kendilerini ve arkadaşlarını büyük miktarda sermayeden mahrum bırakmış olurlar. Kölelerin ayaklanmasından sürekli korktukları için onlara iyi davranmaktan çekinirler. Daha zengin toplumlarda (Smith bunu uzun uzun açıklar), efendi ile köle arasındaki gelir ve sosyal uçurum çok daha büyüktür. Kölenin de gıpta edeceği çok daha fazla şey vardır. Bu nedenle, daha demokratik ve zengin toplumlarda kölelerin ayaklanmasını önlemek için onlara yapılan muamele özellikle sert olmalıdır. The Lectures on Jurisprudence’ın [Hukuk Üzerine] belki de en çarpıcı pasajında Smith şöyle der:

İnsanların sahip olabileceği en büyük iki nimet olan zenginlik ve özgürlük, köleliğe izin verilen çoğu ülkede açık ara en büyük kısmı oluşturan bu insan topluluğunun sefaletine büyük ölçüde eğilim gösterir. Bu nedenle müşfik bir insan, köleliğin genel olarak yerleşmesi gerekiyorsa, insanlığın büyük bölümünün mutluluğuyla bağdaşmayan bu en büyük nimetlerin asla gerçekleşmemesini ister. LoJ (A), February 16, 1763.

(Bu pasajın bu kadar nadiren alıntılanmasının nedeni, en çok benimsenen iki inancı sorgulamasıdır: halk hükümeti ve zenginlik. Her ikisi de ancak köleler terörize edildiğinde var olabiliyorsa, ne işe yararlar? Bu çarpıcı bir ifadedir).

Daha otokratik yönetim biçimlerinde, krallar güçleri için kölelere bağımlı olmak zorunda değildir ve Adam Smith’in Batı Avrupa’da serfliğin kaldırılmasıyla ilgili olarak açıkladığı gibi, krala meydan okumak için köle orduları kullanabilecek yerel lordların gücünü azaltacaksa, zorla çalıştırmadan kurtulmak bile isteyebilirler.

Fakat iktisatçıların dikkatini çeken en önemli kısım, ki ben Barry Weingast’ın yakın tarihli bir makalesini öne çıkarmak istiyorum, şudur: Smith, Hukuk Üzerine adlı eserinde çok açık bir şekilde köleliğin iktisadi bir kurum olarak verimsiz olduğunu belirtmektedir. Bu, köle tarafından işlenen bir toprağın sahibine, aynı toprağın kiracıya makul bir kira karşılığında kiralanmasından çok daha az getiri sağlayacağı anlamına gelir. Bunun nedeni açıktır: kiracı çiftçi, ürünün üçte birini (Smith’in tahmini, fakat biz herhangi bir rakamla değiştirebiliriz) mal sahibine vermek zorunda kalsa bile üretimi artırmak için bir teşvike sahiptir. Mal sahibi, x yıllık bir süre boyunca, aldığı kiranın Net Bugünkü Değerinin (NBD), yalnızca geçimlik ücret ödediği kölelerden aldığı artı ürün miktarını aşacağını kolayca hesaplayabilir. Burada yüksek matematikten bahsetmiyoruz. Her şey oldukça basit. Weingast’ın yaptığı gibi farklı reeskont oranları, farklı kira miktarları, özgür ve köle işgücü tarafından işlenen topraklar için farklı verimlilik farkları vs. getirebiliriz, fakat hangi (makul) varsayım kümesini seçersek seçelim nihai sonuç aynıdır. Toprak sahibi kölelerini azletmeli, bazılarına özgür kiracı çiftçiler olarak çalışmaya devam etmelerini teklif etmeli, gerekirse yeni kiracı çiftçiler bulmalı ve zamanının geri kalanını kiranın tadını çıkararak geçirmelidir.

Peki köle sahipleri neden tam olarak bunu yapmadı? Bu kadar verimsiz bir sistemken ve köle sahipleri özgür işgücü çalıştırarak köle kullanmaktan daha fazla para kazanabilecekken, neden tarihte köle sahipliğinin endojen olarak terk edildiğini hiç gözlemlemedik?

Bu adil bir sorudur ve Weingast bunu, her iki tarafın da pazarlığın kendilerine düşen kısmına inandırıcı bir şekilde bağlı kalamayacağını gösteren bir oyun teorisi çerçevesi kullanarak çözmektedir (Bunu yapıyor çünkü bence tamamen gereksiz bir şekilde kölelerin zaman içinde özgürlüklerini satın aldıkları varsayımını ortaya atıyor. Evet, köle sahipleri bunu da elde etmeye çalışabilir, fakat basit bir modelde bu gereksizdir. Zira köle sahipleri köleleri bedavaya azat etseler bile daha iyi durumdadırlar).

Bu kendiliğinden özgürleşmenin gerçek dünyada hiçbir zaman gerçekleşmemiş olmasının nedeni şudur: Özgürlükçü toprak ağamızın tüm kölelerini azat ettiği haberi karşısında akranlarından göreceği tepki ne olurdu? Böyle bir hareket onlar tarafından nasıl karşılanırdı? Kesinlikle memnuniyet ve heyecanla değil. Smith’in yazdığı gibi, tüm mülk sahipleri gibi köle sahipleri de ne kadar zengin olurlarsa o kadar yoksullar tarafından mülksüzleştirilme korkusu içinde yaşarlar. Her köle sahibi bu örtük ortaklığın bir parçasını oluşturur. Bir köle sahibi olarak sözleşmeye uymayan herkes, diğer köle sahipleri için köleler kadar, hatta daha fazla, bir tehdittir.    

Smith, köle sahiplerinin kölelerden çok daha zengin olduğu zengin ülkelerde, isyanlardan özellikle korktuklarını belirtmektedir. Köleleri zapt etmenin tek yolu, Smith’in kanlı ayrıntılarla anlattığı acımasız kontrolü uygulamaktır: onları her gün kırbaçlamak, günün büyük bölümünde zincire vurmak, hatta en korkunç örnekte önemsiz suçlar için çarmıha germek, vücutlarını parçalara ayırıp balıklara yem etmek. Böyle bir sürekli isyan korkusu ortamında, yukarıda anlatılan iktisadi mantığı izleyen bir toprak ağası, diğer toprak ağalarından hiçbir sempati görmeyecektir. Dahası, diğer toprak sahipleri kölelerin azat edilmesini engellemek için her şeyi yapacaktır: iktisatçı-toprak ağamızın aklını kaçırdığını, köle büyücüleri tarafından büyülendiğini, deli olduğunu, hain olduğunu, yabancı ajan olduğunu, her şeyi iddia edebilirler. Onun hayatını imkansız hale getirmek, kararını değiştirmesini sağlamak ve daha da kötüsü, kendi görüşlerine göre kötü yönettiği topraklara el koyarak onu cezalandırmak için her şeyi yaparlar. Dolayısıyla, kölelikten elde edilen kazanç ve kayıpları bir kağıt parçası üzerinde hesaplamak, hesaplamanın ortaya çıkardığı şeylere göre hareket etmekten çok farklı bir önermedir.

Fakat gelin daha da ileri gidelim ve bir nedenle rasyonelliğin galip geldiğini ve köleleri azat etme kararının birçok kişi tarafından taklit edildiğini ve belirli bir zamanda çok sayıda kölenin kendiliğinden özgür kalması için yeterli bir ivmeye sahip olduğunu varsayalım. Smith’in açıkça köle sahibi insanlarla özdeşleştirdiği ve kendi deyimiyle ‘onlardan nefret eden’ güçlerin, maddi çıkarlar nedeniyle bu nefretin üstesinden gelip özgürleştirmeyi kabul ettikleri gibi gerçekçi olmayan bir varsayımda bulunun.

O zaman yeni bir soru sormamız gerekiyor: Bundan sonra ne olacak? Eğer toprak başlangıçta 5 köle tarafından işleniyorsa ve şimdi 1 kiracı tarafından eşit derecede verimli bir şekilde (aynı çıktıyı vererek) işlenebiliyorsa, bu, serbest bırakılan tüm kölelerin daha önce çalıştıkları topraklarda iş bulamayacakları anlamına gelir. Belki de sadece bir kısmı bulacaktır. Diğerleri kentsel alanlarda toplanacak ve orada iş arayacaklardır.

İşte sorunlar da burada başlıyor. Kent proletaryasıyla kıyasıya bir rekabete girecek, ücretleri aşağı çekecek ve işçi sınıfıyla çatışmalara, belki de isyanlara ve kavgalara girecek olan acımasızlaştırılmış, yoksul ve vasıfsız insanlarda büyük bir artış olacaktır. Dahası, kentsel alanlarda artık istikrarsız işlere, geçimlik ücretlere, birbirlerine karşı derin bir nefrete ve zenginlere karşı daha da derin bir nefrete sahip iki büyük hoşnutsuz sınıf olacaktır. Bu, köle sahibi seçkinler arasındaki üst düzey politikacıların göz ardı edemeyeceği bir şeydir.

Bu, pek çok çağdaş gelişmekte olan ülkenin karşı karşıya kaldığı durumdan çok farklı bir durum değil, sadece daha dramatik: kırsal kesimden kentsel alanlara siyasi istikrarsızlık, şiddet, suç ve alt sınıfların farklı kesimleri arasında çatışma ve nihayetinde alt sınıflar ile üst sınıflar arasında çatışma yaratan muazzam bir işgücü akışı.

Sadece küçük bir gerçeklik dozu, bazı iktisatçılar tarafından paylaşılan (fakat Adam Smith tarafından paylaşılmayan) Panglossçu [akılsızlık derecesinde iyimser] fikrin, köle sahibi olmanın bireysel toprak sahibi için kârlı olmadığını kanıtlayarak kölelerin kendiliğinden özgürleşmesine yol açması gerektiğini göstermektedir. Bu tür iktisatçılar birkaç mantıksal hata yapmaktadır: biri için doğru olanın herkese teşmil edildiğinde de doğru olabileceğini varsayarak bir terkip hatası yapmakta ve diğer köle sahiplerinin bazılarının kararından etkilenmediğini varsayarak siyasi dışsallığı göz ardı etmektedirler.

En önemlisi de Smith’in yapmadığı bir hatayı yapıyorlar: böylesine büyük bir hareketin siyasi güçlerini ve siyasi sonuçlarını göz ardı ediyorlar. Sonuçta, hiçbir toplumun sadece iktisadi faktörlerin işleyişiyle kendiliğinden köle sahibi olmaktan vazgeçmediğine dair yeterli tarihsel kanıta sahibiz: Ne Mısır’ın köle sahipleri, ne Persler, ne Arap köle sahipleri, ne Justinianus’un Doğu Roma İmparatorluğunun köle sahipleri, ne Batı Roma İmparatorluğunun köle sahipleri, ne Vizigotlar ve Ostrogotlar arasındaki köle sahipleri, ne Fransa’da, ne Habsburg İmparatorluğunda, ne Rusya’da ve tabii ki Batı Hint Adalarında ve Güney Amerika’da zorla çalıştırma kendiliğinden ortadan kalkmadı. Ve iktisatçıların keşfettiği gibi, bunun nedeni köle sahiplerinin Net Bugünkü Değeri hesaplayacak kadar sayısal bilgiye sahip olmamaları değildir.

Köleliğin ezilmesi ve ortadan kaldırılmasının yolu neredeyse her zaman şiddet kullanmaktan geçiyordu: ayaklanmalar, devrim, hükümete yönelik tehditler ve iç savaşlar. Adam Smith, kölelik karşıtı güçlerin hiçbir zaman köleliği ortadan kaldıracak kadar güçlü olamayacağına inanıyordu: “Bu üstün (iktisadi) avantajlara rağmen, köleliğin kaldırılması hiçbir zaman mümkün değildir ve şu anda dünyanın küçük bir köşesinde kaldırılmış olması bazı özel koşullar sayesinde olmuştur,” diyen Adam Smith bu konuda yanılıyordu, fakat bize siyasi bağlamları içinde düşünmeden sadece iktisadi avantajlara bakmanın yetersiz olduğunu gösteren uyarıcı bir hikaye sunuyor. Oyun teorisinden kutular çizebiliriz fakat bunlar gerçekte gözlemlediklerimizin yerini tutamaz. Bir başlangıç noktası olabilirler ama asla bir bitiş noktası olamazlar.

Çok Okunanlar

Exit mobile version