Bizi Takip Edin

GÖRÜŞ

Kral öldü… Yaşasın yeni kraliçe: Demokrat Parti kongresinden notlar

Yayınlanma

Amerika’nın seçim yılı bu sefer neredeyse her ay farklı bir “modda” geçiyor. Bir ay, Biden kesin kaybetti diyoruz, sonraki ay Trump’a ateş açılıyor, 15 gün sonra Biden adaylıktan çekiliyor, şimdiyse yerine gelen Kamala Harris tüm partiyi arkasında topluyor… Tam da bu yüzden Trump vurulunca “hah işte, bundan sonra bu adamı kimse durduramaz!” demedim. Amerikan politik atmosferinin gerginliği, değişken küresel dengeler, politik hafızası takribi 15 dakikayı bulan modern seçmen profiliyle birleşince yapılan tahminler de uzun ömürlü olamıyor.

Amerikan siyasetinin değişmez bir denklemi vardır. Bir adayı sevdiğiniz için değil, diğerini sevmediğiniz için oy verirsiniz. Biden’ın albenisi Trump olmaması, Trump’ın albenisi de Biden olmamasıdır. Kamala Harris için bu denklem daha da kuvvetli. Çünkü Kamala ne bir Trump ne de bir Biden. Kamala ne Trump gibi hüküm giymiş bir suçlu, ne de Biden gibi mental kabiliyetleri küresel boyutta tartışılan yaşı ileri bir siyasetçi. Evet, Kamala Harris’in şaibelerle dolu bir başsavcılık kariyeri, sınır güvenliğinden sorumluyken 7 milyon civarı göçmenin sınırdan geçtiği bir başkan yardımcılığı ve ön seçim kazanmadan elde ettiği bir adaylık var. Ama iyi haber! Sahneden nasıl ineceğini biliyor!

Kongrede birlik var

Sadece Harris için değil Trump ve Biden için de standartların epey düşük olduğu bu seçim sürecinde biraz da Demokrat bağışçıların 1 ayda 500 milyon dolar gibi çılgın bir miktar toplamasıyla bir momentum oluştu. Bu momentumun zirve noktasını hala devam etmekte olan Demokrat parti kongresinde gözlemledik. Biden adaylıktan çekilene kadar televizyon ekranlarında “Biden’ın sağlık durumunda bir sorun yok. Bunların hepsi Cumhuriyetçilerin dezenformasyonu!” diye başlıklar atan merkez medya, partinin yeni kraliçesini mutlulukla karşıladı. 

Demokrat figürler, baltalarını Trump’ı yenebilmek için bir kez daha gömmüşlerdi… Belki 2020’den bile daha fazla. Karşılıklı sevgi ve saygı o kadar vurgulandı ki… Sadece birkaç yıl öncesine kadar Biden’ın kendisine imkânsız olan sınır güvenliği meselesini “kilitlediği” için kulislerde “kariyerimi bitirmeye çalışıyor” diyen Kamala, bugün “her şey için teşekkürler iyi ki varsın Joe!” diyor, Harris tarafından ırkçılık ve sapıklıkla suçlanan Biden ise gözyaşları eşliğinde Harris’in adaylığını alkışlıyordu. Bu sırada kendi eşi Michelle Obama’yı adaylığa hazırladığı sıkça konuşulan ve Harris ismi açıklandıktan sonra birkaç gün desteğini duyurmayan Barack Obama ise Parti’nin diğer önde gelenleri gibi Harris’e selam durmasını bildi. 

Evet, Demokrat kongresi Cumhuriyetçilerden farklı bir izlenim vermek istiyordu. Karşı cephede sadece Trump vardı. Buradaysa bütün bir parti. Jimmy Carter ve John F. Kennedy’nin torunlarının yanı sıra, Obama’lar ve Clinton’lar da kongrede boy göstermişti. 

Bu birlik ortamının bir de “eğreti” üyeleri var; İlericiler.

Birçoklarının solcu tonton amca Bernie Sanders üzerinden tanıyacağı Demokratların hor görülen ama her seferinde boynunu eğmek durumunda bırakılan ilerici kanadından bahsediyorum. Malum, Sanders’ın yaşı ilerledi. 2 seçim üst üste adaylık kendinden ön seçim sırasında gasp edildikten sonra bayrağı artık gençlere teslim etti. Bu gençlerin en önde geleni bir süperstar gibi gezinen Alexandria Ocasio-Cortez idi. Ancak AOC’in işi epey zor. Hem içinden çıktığını iddia ettiği sol damarın “Filistin baskısını” göğüslemek zorunda hem de parti liderlerinin günahlarını aklamak zorunda. AOC kongrede yaptığı konuşmada, Kamala’nın  Filistin’de barışı getirmek için “sabah akşam yorulmadan çalıştığını” bile iddia etti. AOC’nin görevi önemli çünkü kendileriyle benzer bir damardan gelen ve Filistin yanlısı tek bağımsız aday olan Cornel West, Michigan’da adaylıktan diskalifiye edildi. Seçimin kaderini belirleyebilecek bu eyalette ve ülkenin geri kalanında da Demokratların bir şekilde ilerici seçmeni ikna etmesi tüm gidişatı değiştirebilir. Bunu da en iyi AOC yapabilir, tabii kongre önündeki Filistin yanlısı protestolara bakılırsa AOC’nin fazla mesai yapması gerekecek gibi gözüküyor. 

Project 2025 korkusu

Tüm seçim döneminde Demokratları sandığa gitmeye motive eden bir konu var; Project 2025. Bu meseleye odaklanan başlı başına bir yazı yazmak gerekir ama kısaca özetlemek gerekirse muhafazakâr Heritage Foundation’ın hazırladığı, olası ikinci Trump döneminde bir yol haritası denebilir. Ana fikri, özellikle Obama dönemiyle Demokratlara geçen Amerikan bürokrasisini “geri almak”. Başkanın emriyle çeşitli memurların görevden alındığı yerine aylardır toplanan, kategorize edilen ve koltuklar için hazırlanan muhafazakarların yerleştirildiği bir plan bu. Dahası, Project 2025 kültürel manada bir çok değişikliğe de vurgu yapıyor. Kürtaj haplarının yasaklanması, pornonun tamamen engellenmesi, doğal gaz ve petrole birçok alanda geri dönülmesi gibi tartışmalı kısımları var. 

Bu 900 sayfayı aşan metin, Demokratlar için ciddi bir motivasyon kaynağı oldu. Biden’ın “Project 2025’i googlelayın” diye tweet atmasına bakılırsa Demokratlar seçmende bu projenin korku yarattığını görmüş olmalılar. Trump, kendisine zarar verdiğini hissedince on dakikada projeyi “sattı”. “Bir sürü aşırılıkla dolu bir metin, benimle alakası da yok. Aşırı sol neyse aşırı sağ da o” bile dedi. Project 2025, ilk kez ortaya çıkan bir yol haritası değil. Heritage Foundation aynısını Ronald Reagan için de hazırlamıştı. Reagan seçildikten sonra bahsi geçen birçok madde yürürlüğe girmedi. 

Yani kısaca, Cumhuriyetçilerin yaygara kopardığı birçok konu gibi Demokratların kopardığında da abartacak pek bir şey yok. Ancak yine de Demokratların bulduğu bu maden seçime kadar daha çok gündeme gelecek.

Özetlemek gerekirse Demokratlar Biden’ın tükenmişliğinden sonra üzerinden ölü toprağını attı ve Kamala Harris arkasında birleşmeyi başardı. Seçimde ibre bu sefer Demokratlara döndü. Ancak anket işi biraz karışık. Birçok ankette Harris 4 puan kadar önde gözükmesine rağmen Demokrat gazeteciler temkinli yaklaşıyorlar. CNN’deki birçok yorumcu hala Trump’ın kazanacağını bile iddia ediyor. Ki, tamamen liberallere ait bir medya kuruluşundan bahsediyorum. Görünüşe bakılırsa Demokratlar 2016 Hillary Clinton faciasını tekrarlamak istemiyorlar. 

Sonuç olarak Harris, iyi de bir başkan yardımcısı seçerek adaylık serüvenine güzel bir başlangıç yaptı. Ancak kendisi hala gazetecilere röportaj vermiyor. Harris’le ilgili en büyük çekince pek hazır cevap olmayışı. Trump’la yapacağı münazaralarda bu dezavantaj kendisine pahalıya mal olabilir. Ancak 2020’de Biden için de aynısı söylenmiş, Trump gereksiz yere “agresif” ve itici bir izlenim yaratmıştı. Trump, 2024’te de aynı hataları yapacak mı bilinmez, ama Demokrat parti kongresi de bize gösterdi ki; Trump’a suikast girişimiyle “bitti” denilen yarış daha yeni başlıyor.

GÖRÜŞ

2024’ten 2025’e Hindistan dış politikası

Yayınlanma

2024’e veda ederken ve 2025’e merhaba demek üzereyken Hindistan’ın 2024’ünü değerlendiren ve 2025’ine dair öngörülerde bulunan bir özet yapalım.

Özet için son söyleyeceğimi başta söyleyeyim ki bu aynı zamanda Hindistan’ın 2025 dünyasına da göz kırpıyor: Delhi’nin Rusya ilişkileri dirençli, Amerika ilişkileri ihtiyatlı iyimser, Çin ilişkileri umutlu yol alırken Pakistan ilişkilerinde kayıtsızlık ve Bangladeş ilişkilerinde kaygı eşlik ediyor. Kanada ilişkilerinde ise bir boşvermişlik söz konusu…

2024’te Hindistan diplomasisindeki en önemli gelişmelerden biri, Başbakan Modi’nin -biri ağustosta yıllık zirve için, ardından ekimde BRICS Zirvesi için- iki kez Rusya’yı ziyaret etmesi idi. Modi’nin 2022 Rus-Ukrayna savaşından bu yana ilk ziyaretleri olan ve Batı dünyası tarafından yakından takip edilen bu temaslar adeta tüm dünyaya Delhi Moskova ilişkilerinin ne denli yakın olduğunun kanıtını sunmuştu…

Bir diğeri, Modi’nin Ukrayna ziyaretiydi. Bu ziyaret, bir Hindistan Başbakanı’nın yalnızca 2022 savaşından bu yana değil, aynı zamanda Ukrayna’nın 1991’deki bağımsızlığından bu yana yaptığı ilk ziyaretti. Çözümün savaş alanında gelemeyeceğini belirten ve diyalog ve diplomasiyi öneren Delhi tarafsız bir oyuncu olarak Moskova Kiev mesajlarını iletirken hem Rusya’da hem de Ukrayna’da bulunarak dünya işlerindeki dengeli tutumunun da ve kendi manevra iradesinin de bir kez daha kanıtını sunmuştu…

Ve bir üçüncüsü, Hindistan ve Çin barış konuşuyor. 4 yılı aşkın bir aradan sonra Çin lideri Xi ile Modi Kazan’da buluştu. Bu gelişme güven artırıcı önlemlerin yolunu açan bir ivme olsa da temel farklılık devam ediyor. Ancak her iki ülke de sabırlı diplomasi ve ihtiyatlı iyimserlik ile çalışıyor. 2025 için daha ileri adımlar bekleniyor…

2024’te Delhi’nin Amerika ile bağlarına damga vuran olay Hindistan’ın (Sih ayrılıkçısı/Khalistan savunucusu) Pannun cinayeti planına karıştığı iddiasıydı. Washington’daki Demokratlar ile ilişkiler pek iç açıcı bir yola girmiyormuş gibi gözükse de çok yaklaşan Trump başkanlığı ile -tarife sorununa karşın- umutlar yüksek tutuluyor…

Hindistan ve Amerika demişken bu arada Amerika, Hindistan, Japonya ve Avustralya’yı içeren Quad büyümeye devam ediyor. Delaware Zirvesi, grubun alınan somut önlemler ile büyümeye devam ettiğini gösterdi. Quad Moonshot Kanser Girişimi, 2025 denizde Quad Gemi Gözlem Misyonu, İklim değişikliğine yönelik yapay zeka kilit çıktılar. Ve bu arada Hindistan, 2025 Quad Zirvesine ev sahipliği yapacak…

Trudeau’nun Kanadası ile ilişkiler resmen dip yapıyor. Hindistan, Trudeau hükümetinin dış müdahale iddiaları üzerine ilişkiler bozulduğu için elçisini geri çağırdı ve Kanadalı diplomatları sınır dışı etti. İlişkilerde değişiklik yok çünkü Trudeau Ottawa’da, şu anda hükümeti ile birlikte siyasi çalkantı içinde 2025 seçimlerine gün sayıyor…

Ve Dakka’nın düşüşü Delhi için büyük sıkıntı yarattı. Bangladeş’te Hasina hükümeti düştü ve Yunus rejimi geçici hükümet olarak iktidara geldi. Delhi hep Hasina hükümetine yatırım yapmıştı, şimdi Delhi ile ilişkiler iç politika merceğinden görülürken Dakka’dan Hindistan karşıtı görüşler yükseliyor. Delhi ise Hindu karşıtı şiddetten kaygılı olmaya devam ediyor ve bir yandan da durumu biraz abartma yoluna gidiyor. Ayrıca Delhi Hasina’yı Hindistan’da misafir ederken Yunus başkanlığındaki geçici hükümet yargılamak için Hasina’yı geri istiyor. Ancak Delhi’nin kesinlikle Hasina’yı geri vermeyeceğini düşünüyorum (ki verirse en azından benim için sürpriz olur). Yani Hindistan Bangladeş ilişkileri şimdilik çok zor yolda…

Ve Pakistan; Pakistan ile kriket diplomasisi sona erdi. 2024’ün bir başka kritik gelişmesi olarak, Hindistan-Pakistan ilişkilerinin barometresi olan şey resmi olarak sona erdi. Hindistan, müzakereler ile terörün bir arada yürümeyeceğini ifade etti ve köprüleri attı. İlişkilerin düzelmesi konusunda pek umut yok…

Bir diğer önemli gelişme olarak Maldivler ilişkilerinde toparlanma yaşanıyor. 2024, ilişkilerin dibe vurması ile başladı, ancak her iki tarafın da sabırlı diplomasisinin bir sonucu olarak olumlu bir yükseliş ile sona erdi. Maldiv Cumhurbaşkanı Muizzu Delhi’yi 2 kez ziyaret etti. Ve Hindistan kilit bir kalkınma ortağı olmaya devam ediyor…

Ve Delhi için 2024’ün son gelişmesi olarak, Modi’nin 21-22 Aralık’taki Kuveyt ziyareti; 1981’den bu yana bir Hint başbakanının Kuveyt’e yaptığı ilk seyahat. (Indira Gandhi, 43 yıl önce Kuveyt’i ziyaret eden son Hindistan Başbakanıydı.) Bu ziyaret, 2024’ün Şubat ayında Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar ile başlayan bir yıllık Körfez ziyaretinin sonuncusuydu. Tarihsel olarak Kuveyt’in en büyük ticaret ortaklarından biri Hindistan’dır. Ve Kuveyt, Hindistan için önemli bir petrol kaynağı olmaya devam ediyor ve 2024 itibarıyla ülkenin enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 3’ünü karşılayarak dokuzuncu büyük tedarikçi konumunda bulunuyor. Ayrıca Hint topluluğu, yaklaşık beş milyonluk bir nüfusa sahip Kuveyt’teki en büyük göçmen topluluklarından biri; Kuveyt’te yaşayan yaklaşık bir milyon Hint, toplam nüfusunun yüzde 21’ini ve toplam işgücünün yaklaşık yüzde 30’unu oluşturuyor.

Özetin özeti olarak, Delhi, güçlü Rusya ve Amerika ilişkilerine ve Çin ile barışa odaklanırken tam gaz ilerleyen Doğuya Hareket politikası ile Güneydoğu Asya, Japonya ve Kore yarımadasını odak alıyor ve Orta Doğu’da Körfez odaklı, İran ilişkileri stabil ve İsrail ilişkileri güçlü, sağlıklı ve dinamik iken Afrika Birliği’ni eklemleyerek G-20’yi G-21 yapmasına karşın Afrika ilişkileri zayıf kalıyor.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

İran için 2025 zor kararlar yılı olacak

Yayınlanma

Yazar

“Geçtiğimiz bir yıl içinde İran’da gördüğümüz olaylar, bir Avrupalının bütün hayatı boyunca yaşayacağı olaylardan daha fazlaydı.” Bu cümleyi birkaç ay önce bir İranlının X (eski Twitter) sayfasında okumuştum. İlginç şu ki son İran seyahatimde bir taksi şoförü de tam olarak aynı cümleyi söyledi ve haber okumaktan artık yorulduğundan bahsetti.

Gerçekten de İran, geçtiğimiz bir yıl içinde öyle olağanüstü günler yaşadı ki bu yıl, ülke için son birkaç on yılın en uzun yılı olarak nitelendirilebilir. İranlıların 2024 yılında yaşadığı her bir olay, herhangi bir ülke için başlı başına tarihi bir dönüm noktası sayılabilirdi. Ancak İran, 2024 yılında bu olayların hepsini bir arada yaşadı.

Belki de 2024 yılının en önemli özelliği, yaşanan problemlerin en ufak bir çözüm olmadan 2025 yılına devrediliyor olmasıdır. Bu durum, İranlıların gelecek yıl 2024’ten daha sakin bir yıl geçirip geçiremeyeceklerini belirsiz kılıyor.

Peki, İran’ın geçtiğimiz yıl yaşadığı en önemli olaylar hangileriydi:

İç Siyaset:

Meclis Seçimleri:

1 Mart 2024 tarihinde İran İslam Cumhuriyeti’nin 12. Meclis seçimleri yapıldı ve beklendiği üzere muhafazakarlar Meclis’te çoğunluğu elde etmeyi başardı. Bu seçim, oy kullanma hakkına sahip bireylerin sadece %40’ının katıldığı bir seçimle sonuçlandı ve İslam Cumhuriyeti siyasi tarihinde en düşük katılım oranını kaydetti. Bu olay, İnkılap sonrası İran siyasi tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıydı. Muhalifler bu durumu, İran’ın mevcut siyasi sisteminden halkın uzaklaştığının bir sembolü olarak değerlendirirken, iktidar yanlıları bunu İran halkının hükümete bir protesto mesajı olarak yorumladı.

Anayasa Koruma Konseyi’nin, reformistlerden ve hatta eleştirel muhafazakarlardan birçok Meclis adayını diskalifiye etmesi ve onların seçimlere katılmasını engellemesi, bu siyasi tepkilerin ana nedeni olarak görüldü. Bunun yanında, ekonomik durumun kötü olması da bir diğer neden olarak değerlendirildi.

Pek çok kişi, 12. Meclis’in, dönemin Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin hükümetiyle en uyumlu ve iş birliği yapacak şekilde tasarlandığını düşünüyordu. Büyük şehirlerde seçmen katılımının son derece düşük olması, buna karşılık küçük şehirlerde daha fazla katılım olması, İran toplumunun siyasi sosyolojisindeki değişimlerin göstergesi olarak yorumlandı.

Uzmanlar Meclisi Seçimi:

Meclis seçimleriyle eş zamanlı olarak, İran halkı, altıncı dönem Uzmanlar Meclisi (Meclis-i Hobregan) seçimleri kapsamında, Anayasa Koruma Konseyi tarafından adaylıkları onaylanmış 88 müctehidi seçti.

Uzmanlar Meclisi, İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın 107. maddesine göre, liderin seçilmesi, görevden alınması ve liderin davranışlarının denetlenmesi sorumluluğunu üstlenen “nitelikli” fakihlerden oluşmaktadır. Her dönemi 8 yıl süren bu meclis, liderin davranışlarını denetleme ve mevcut liderin vefatı durumunda bir sonraki lideri seçme görevini üstlendiği için bu dönem, özel bir önem taşımaktadır.

Birçok kişi, Ayetullah Ali Hamaney’in yaşı göz önüne alındığında, İran İslam Cumhuriyeti’nin bir sonraki liderinin altıncı dönem Uzmanlar Meclisi üyeleri tarafından seçilme olasılığının yüksek olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle, bu dönemin Uzmanlar Meclisi seçimleri önceki dönemlere göre daha büyük bir önem arz etmektedir.

Belki de bu önemden dolayı, Uzmanlar Meclisi temsilcilerinin adaylıklarını onaylama görevine sahip olan Anayasa Koruma Konseyi, bu dönemde oldukça sıkı bir eleme süreci yürütmüş ve İran’ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gibi, daha önce Uzmanlar Meclisi’nde birkaç dönem temsilcilik yapmış kişilerin adaylıklarını reddetmiştir.

Bu sıkı denetimin, Uzmanlar Meclisi’nde daha uyumlu bir yapı oluşturarak, gelecekteki liderin seçimi sırasında en az tartışma ve anlaşmazlık yaşanmasını sağlama amacıyla gerçekleştirildiği düşünülmektedir.

Cumhurbaşkanının Ölümü:

19 Mayıs günü, tüm haber ajansları, İran ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının katılımıyla gerçekleşen Kız Kalesi ortak sınır barajının açılışının ardından iki komşu ülke arasındaki siyasi soğukluğun sona erdiği yönünde analizler yaparken, aniden “Cumhurbaşkanının helikopterinin acil inişi” haberi gündeme düştü.

Bir saat sonra, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve beraberindeki heyetin iletişim hattının koptuğu anlaşıldı. Helikopterde bulunan diğer isimler arasında Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valisi Malik Rahmati, Doğu Azerbaycan eyaleti Vali-Fakih temsilcisi Seyyid Muhammed Ali Al-i Hâşim, Cumhurbaşkanlığı Koruma Birliği Komutanı ve üç pilot bulunuyordu.

Kurtarma operasyonları, yoğun ormanlık alanlar ve kötü hava koşulları (yağmur ve yoğun sis) nedeniyle büyük zorluklarla karşılaştı. Farklı insansız hava araçlarının, arama kurtarma ekiplerinin ve eğitimli arama köpeklerinin kullanıldığı bu süreçte, Cumhurbaşkanı ve beraberindeki ekibin durumu hakkında kesin bilgi alınması 15 saat sürdü. Sonunda, ertesi sabah Cumhurbaşkanının ölüm haberi doğrulandı.

Cumhurbaşkanının ölümü, onun İran’ın gelecekteki lider adaylarından biri olarak görüldüğü ve birçok kişinin yeni Meclisin hükümetine tam destek verecek şekilde tasarlandığını düşündüğü bir dönemde gerçekleşti.

Ölüm olayı, bir yandan Gazze’de yaşanan olaylar nedeniyle İran ve İsrail arasındaki gerilimlerin giderek tırmandığı bir dönemde dış politikada belirsizliklere yol açarken, diğer yandan Cumhurbaşkanına yönelik bir suikast ihtimalini gündeme getirdi. Resmi devlet raporları, helikopter kazasının ana nedeninin yoğun sis ve kötü hava koşulları olduğunu açıklasa da, kamuoyu şu sorularla ilgili ikna olmadı: Neden üç helikopterden sadece Cumhurbaşkanını ve Dışişleri Bakanını taşıyan helikopter düştü ve düşen helikopterin yeri neden 15 saatte bulunamadı?

Erken Cumhurbaşkanlığı Seçimi:
İbrahim Reisi’nin vefatının ardından, İran Anayasası’nın 131. maddesi uyarınca, “Cumhurbaşkanının ölümü, istifası, hastalığı veya görevden alınması gibi durumlarda, geçici Cumhurbaşkanlığı Konseyi en geç elli gün içinde yeni Cumhurbaşkanının seçilmesini sağlamakla yükümlüdür ve bu süre içinde Cumhurbaşkanlığı yetkilerini referandum hariç üstlenir” hükmüne dayanarak, Cumhurbaşkanlığı seçimleri 6 adayla gerçekleştirildi.

Bu seçim de, Anayasa Koruma Konseyi’nin aday eleme sürecinin gölgesinde yapıldı. Bir reformist aday, 5 muhafazakar adayla yarıştı. Reformist veya ılımlı muhafazakar kanattan tanınmış birçok isim diskalifiye edilerek seçimlere katılma hakkı kazanamadı. Reformist kanattan yalnızca, eski Sağlık Bakanı ve reformist hareketin önde gelen ismi Muhammed Hatemi’nin kabinesinde görev almış Mesud Pezeşkiyan, seçimlere katılmayı başardı.

Pezeşkiyan, seçimlerde %53.6 oy alarak, ultra muhafazakar rakibi Said Celili’yi mağlup etti ve Cumhurbaşkanı seçildi. Kampanya sürecinde ahlak polisinin kaldırılması, ekonomik reformlar ve diplomatik açılım gibi vaatlerle dikkat çekti.

Reformist hareket, Meclisteki muhafazakar temsilcileri, halkın düşük katılımıyla seçilmiş bir azınlık temsilcisi olarak değerlendirirken, Pezeşkiyan’ın Cumhurbaşkanlığına desteğini sürdürüyor. Ancak seçim sonuçlarına göre Pezeşkiyan, halkın yalnızca %25’lik bir kesiminden doğrudan destek alabilmiştir. Pezeşkiyan hükümetinin başarı veya başarısızlık değerlendirmesini başka bir yazıda ele alacağız.

Süregelen Ekonomik Kriz:
2024 yılında İran, önceki yıllarda olduğu gibi ekonomik krizle mücadele etmeye devam etti. Ulusal para biriminin değeri bir yıl içinde %100 oranında düştü ve enflasyon oranı -Merkez Bankası verilerine göre- %40 civarında seyretmeye devam etti. Bu durum, İran ekonomisinde kronik bir hastalığa dönüşmüş durumda. 2020 yılından 2024 yılının sonuna kadar İran’ın ulusal para biriminin değeri 1 dolar karşısında 13 bin tümen iken 89 bin tümen seviyesine düştü. Başka bir deyişle, İranlılar son 5 yılda paralarının %600’den fazla değer kaybettiğini gördü ve bu kaybın önemli bir kısmı son bir yıl içinde gerçekleşti. En kaygı verici nokta ise, bu durumun iyileşeceğine dair kimsenin bir umut taşımamasıdır.

Ulusal para biriminin değer kaybı, buna bağlı olarak enflasyon ve kontrolsüz fiyat artışları, halkın memnuniyetsizliğini artırmış ve bu memnuniyetsizlik zamanla daha da derinleşmiştir.

Enerji Krizi:
Bu yılın yaz aylarından itibaren İran’da önemli bir konu haline gelen ve son haftalarda gündemin ilk sıralarında yer alan bir diğer mesele ise enerji kıtlığı ve ülkenin elektrik ve gaz altyapısının ihtiyaçları karşılamakta yetersiz kalmasıdır. İran, bu yaz sık sık elektrik ve su kesintileriyle, kış aylarında ise tekrar eden elektrik kesintileriyle karşı karşıya kaldı. Elektrik üretim santrallerinin standartlara uygun çalışmaması nedeniyle hava kirliliği de bu enerji krizinin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve çevresel krizlere yol açtı ve açıyor.

Uzmanlar, ülkenin enerji sektörüne yönelik altyapı yatırımlarının eksikliğini, özellikle son yıllardaki ağır yaptırımlar ve hükümet yetkililerinin kötü yönetimini bu durumun başlıca nedeni olarak değerlendiriyor. Bu sorunun önümüzdeki yıl daha da karmaşık hale gelmesi ve önemli sosyal ve siyasi sonuçlar doğurması muhtemeldir.

Sivil Özgürlüklerde İyileşme:
Reformist bir cumhurbaşkanının iktidara gelmesiyle ve geçtiğimiz yıl İran’da başörtüsü meselesiyle ilgili önemli protestoların yaşanmış olması göz önüne alındığında, 2024 yılında kadınların giyim tarzıyla ilgili devlet baskılarının belirgin şekilde azaldığı gözlemlendi. Son haftalarda, geçen yıl engellenmiş bazı popüler mesajlaşma uygulamalarının erişime açılması da sivil özgürlüklerde bir iyileşme olduğuna işaret etmektedir.

Dış Politika:

2024 yılı boyunca İran’ın dış politikası büyük ölçüde Gazze Savaşı’nın etkisi altında kaldı. Yılın ilk aylarında İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının şiddetlenmesi ve bu operasyonların eşi görülmemiş bir soykırıma dönüşmesi, çatışmaların uzun vadeli olacağını ve bu durumun İran için de sonuçlar doğuracağını gösterdi.

Savaşın uzamasıyla birlikte İran’daki analizler iki ana gruba ayrıldı: Birinci grup, İran’ın İsrail’in savaş tuzağına düşmemesi gerektiğini savunuyordu. Bu gruba göre, İsrail, İran’ı provoke ederek Gazze’deki savaşını savunmasız Gazze halkıyla bir yüzleşme olmaktan çıkarıp İran’la bir çatışmaya dönüştürmeye çalışıyordu. Böylece İsrail, Gazze’deki soykırım suçlarını göz ardı ettirebilir ve kendisini mağdur göstererek ABD ve Avrupa’dan bir uluslararası koalisyonun desteğini kazanabilirdi. Bu grup, İran’ın İsrail’le minimum düzeyde bir çatışmaya girmesi gerektiğini ve İsrail’in İran’ı daha geniş bir savaşa çekmesine izin verilmemesi gerektiğini savundu. Bu yaklaşımı benimseyenler, İran’ın mevcut ekonomik zorluklarını, halkın hükümete olan memnuniyetsizliğini, Cumhurbaşkanının ölümü ve iç siyasi değişiklikleri, olası petrol altyapısına yönelik saldırıları ve İran’ın ana gelir kaynaklarının kesilmesini savaştan uzak durmanın ana nedenleri olarak gördüler.

İkinci grup ise, İsrail’in İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzunu yok etmeye karar verdiğini ve İran’ın İsrail’e ağır darbeler vurması gerektiğini savunuyordu. Bunlara göre, Eğer İran, İsrail’e karşı ciddi bir tepki vermezse, gelecekte bu savaşın bedelini çok daha ağır bir şekilde ödeyecekti. Bu grup, İsrail’e ağır darbeler indirildiği takdirde İran’ın stratejik olarak ölüm ve yaşam arasında bir tercih yaptığını, ancak İsrail’le çatışmadan kaçınmanın gelecekte kaçınılmaz bir çöküşe yol açacağını düşünüyordu. Bu grup, İran’ın İsrail’e karşı sert darbeler vurabileceğini, İran’ın balistik füze saldırılarındaki teknolojik kapasitesini gösterdiğini ve nükleer stratejisini değiştirerek atom bombası üretimi ve testine yönelmesiyle İsrail’e karşı önemli bir caydırıcılık sağlayabileceğini savundu.

Geçen yılki olaylara bakıldığında, İran’ın birinci grubun görüşünü seçtiği ancak İsrail’e karşı bazı saldırılardan da geri durmadığı görülmektedir.

İran’ın dış politikasındaki son bir yılın en önemli gelişmelerini şu şekilde özetlemek mümkündür:

İsrail’e Karşı İlk Askeri Operasyon: İran ve İsrail arasındaki çatışma, son birkaç on yıldır güvenlik düzeyinde veya vekil gruplar aracılığıyla sürdürülmekteydi. Ancak, nihayet 14 Nisan 2024 tarihinde İran, İsrail’in Şam’daki İran Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıya yanıt olarak doğrudan bir füze operasyonu gerçekleştirdi. Bu operasyon, “Va’de-i Sadık 1” olarak adlandırıldı. Söz konusu operasyon, İran ve İsrail arasında gerçekleşen ilk doğrudan yüzleşme, dünyanın en büyük İHA saldırısı ve İran’ın tarihindeki en büyük füze saldırısı olarak nitelendirildi.

Va’de-i Sadık Operasyonu’nda İran, 300’den fazla İHA ve füze fırlatarak Filistin’in İsrail işgali altındaki topraklarını hedef aldı. Bu füzelerden bazılarının, İsrail’in savunma sistemlerini aşarak, Noatim Hava Üssü gibi önemli askeri hedeflere isabet ettiği söylenildi.

Operasyon, İsrail’in 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran Konsolosluğu’na düzenlediği saldırıya bir yanıt olarak gerçekleştirildi. İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı, bu operasyonun sebebinin, İsrail’in İran’ın kırmızı çizgilerini aşması ve Şam’daki İran Konsolosluğu’na saldırması olduğunu açıkça belirtti. İsrail’in bu saldırısında, İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü’ne bağlı üst düzey komutanlardan biri olan Muhammed Rıza Zahidi dahil olmak üzere yedi kişi hayatını kaybetti.

İran’ın Birleşmiş Milletler’deki temsilciliği, bu askeri operasyonun BM Şartı’nın 51. maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkı çerçevesinde gerçekleştirildiğini belirtti.

Birçok uzman, bu operasyonun İsrail’e zarar vermekten ziyade, İran’ın İsrail’in füze savunma sistemlerini aşabilme kapasitesini ve İsrail’e doğrudan bir darbe vurma yeteneğini göstermek amacı taşıdığını ifade etti.

Tahran’da Heniye Suikastı:
Hamas’ın siyasi büro başkanı ve liderlerinden biri olan İsmail Heniye, 31 Temmuz 2024 tarihinde saat 01:37’de Tahran’da, kendisine eşlik eden korumasıyla birlikte İsrail tarafından suikasta uğradı. Heniye, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katıldıktan sonra, Devrim Muhafızları Kudüs Gücü’ne ait bir konaklama merkezine döndüğü sırada suikast düzenlendi.

Bu olay, İran güvenlik servisleri için büyük bir güvenlik felaketi olmasının yanı sıra, İsrail’in tüm olası kırmızı çizgileri aşması anlamına geliyordu. Bu suikast, İran için ciddi bir itibar kaybı olarak değerlendirildi.

Va’de-i Sadık 2 Operasyonu:
1 Ekim 2024’te İran, İsrail’e karşı ikinci bir füze saldırısı olan Va’de-i Sadık 2 Operasyonu’nu gerçekleştirdi. Bu saldırı, İsmail Heniye’nin Tahran’da suikasta uğramasının ardından iki ay sonra ve İsrail’in Hizbullah’ın komuta merkezine yönelik artan saldırılarının ardından düzenlendi. Özellikle Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Güney Cephesi Komutanı Ali Kerki ve Devrim Muhafızları Operasyon Başkan Yardımcısı Abbas Nilfurşan’ın ölümüne yol açan bir hava saldırısından dört gün sonra gerçekleştirildi.

Operasyon kapsamında, Tahran, Kaşan, Tebriz, Şiraz ve Kirmanşah çevresindeki bölgelerden 200 balistik füze, hipersonik Feth ve Hayberşiken füzeleri fırlatıldı.

Bu operasyon, İran’ın İsrail’e karşı gerçek bir güç gösterisi olarak değerlendirildi ve İran toplumunda önemli bir ulusal birlik yarattı. İranlılar, siyasi ve ideolojik bağlılıklarından bağımsız olarak, bu operasyonu ulusal onurlarını savunma eylemi olarak gördüler.

İsrail’in İran’a Saldırısı:
26 Ekim 2024’te İsrail, “Tevbe Günleri Operasyonu” adıyla İran’a üç dalga halinde hava saldırısı düzenledi. Bu saldırılar gece boyunca ve şafak vaktine kadar İran’ın birkaç eyaletinde devam etti ve İran yetkililerine göre oldukça sınırlı hasarlara yol açtı. İsrail, bu saldırıların, İran ve vekil gruplarının “aylarca süren sürekli saldırılarına” ve İran’ın Ekim 2024’te İsrail’e düzenlediği füze saldırısına bir yanıt olduğunu belirtti. Bu operasyonda İran’ın hava savunma kuvvetlerinden 4 kişi hayatını kaybetti.

Bu saldırı, İran’da görünürde büyük bir yıkıma yol açmasa da, İsrail’in ilk kez İran topraklarına doğrudan askeri bir saldırı düzenlemesi nedeniyle, İran-İsrail çatışmasının tarihinde yeni bir sayfa olarak değerlendirildi.

Nükleer Çıkmazın Devamı:
İran ve İsrail arasındaki çatışmalar, İran’ın nükleer meselesine olan ilgiyi gölgede bıraksa da İran, tehlikeli bir gerçekle karşı karşıya: 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararıyla kabul edilen ve 10 yıllık geçerliliği olan anlaşmaya göre, İran’ın nükleer anlaşmayı ihlal ettiği tespit edilirse, 5+1 Komisyonu tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne bildirilmesi durumunda, herhangi bir daimi üyenin talebi üzerine önceki BM yaptırımları 60 günlük bir süreçte otomatik olarak geri getirilebilecek.

Avrupa ülkeleri ve ABD, nükleer anlaşmanın 10 yıllık süresinin sona ermesine yaklaşırken, İran’ı nükleer taahhütlerini ihlal etmekle suçlamaya çalışmakta ve böylece İran’ı küresel güvenlik için bir tehdit olarak gösterip BM yaptırımlarını geri getirmek istemektedir. İran dışişleri bakanı Abbas Irakçi, birkaç hafta önce bu durumu İran için potansiyel bir kriz olarak tanımladı ve bunun İran için ciddi sonuçlar doğurabileceği uyarısında bulundu. (Önümüzdeki aylarda “Trigger Mechanism” veya “Snapback” olarak bilinen otomatik yaptırım mekanizması hakkında çok daha fazla şey duyacağımızı şimdide söylemek zor bir tahmin değil.)

Bu durum, ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturmasıyla daha karmaşık bir hal alacaktır.

Bölgesel Konumun Zayıflaması:
İsrail, Lübnan’da sahada kayda değer bir ilerleme sağlayamamış ve geri çekilmek zorunda kalmış olsa da, Hizbullah liderlik kadrosuna yönelik suikastlarla Lübnan direnişine ve dolayısıyla İran’a ağır bir stratejik darbe vurmayı başardı. Bunun ardından Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın siyasi sahneden çekilmesi ve İran karşıtı grupların Suriye’de iktidara gelmesi, İran’ın Hizbullah’a olan kara bağlantısını kesmesi ve Hamas, İslami Cihad ve diğer direniş gruplarına yönelik lojistik destek hattını zayıflatması anlamına geldi. Bu gelişmeler, İran’ın bölgesel konumunu zayıflatarak İran’ı bölgesel politikalarını ciddi şekilde gözden geçirmeye zorlamakta ve zorlamaya devam edecektir.

2024 yılı genelinde, İran iç politikada her ne kadar olaylarla dolu bir yıl geçirmiş olsa da büyük bir kriz yaşamadan yılı geride bırakmayı başardı. Ancak dış politikada, İran şiddetli krizlerle karşı karşıya kaldı; bu krizler, İran’ın bölgesel ve uluslararası politikalarının gelecekte dönüşmesine neden olacak. Bu politik değişim, İran ile bağlantılı bazı grupların eylemlerinde de değişiklik anlamına gelecek ve bu durum, bölgesel dinamiklerde yeni gelişmeleri beraberinde getirecektir.

2025 yılı, İran için şüphesiz ki zorlu ve dalgalı bir yıl olmakla beraber zor kararlar yılı olacak.

Okumaya Devam Et

GÖRÜŞ

Yaklaşan mütareke: daha büyüğüne hazırlık – 1  

Yayınlanma

Yazar

Kiev rejimi, yani batı bloğu, Ukrayna’da çatışmayı sürdürebilme yeteneğini büyük ölçüde engelleyen ve Rusya ordusunun taarruzu altında büyük insan ve malzeme kayıplarından başka sürekli geri çekilmesine yol açan bir dizi kısıtla karşı karşıya.

Rejim Rusya’nın derinlerine dron saldırılarını sürdürmeyi başarıyor. Ancak vurulan hedefler çoğunlukla askeri önem taşımıyor; rejim sadece derinlere uzanabileceğini göstermek ve mümkünse sivil havaalanlarının çalışmasını engellemek istiyor. Siyasi amaç ise Trump yönetiminde katlanacak olan ateşkes girişimlerini engellemek için Rusya’yı provoke etmek.

Oysa batının Rusya ile savaşı askeri cephede mevcut konvansiyonel imkanlarla sürdürebilmesi artık çok güç.

Kabaca bakalım.

Kısıtlar

Her bir Patriot taburunda 4-6 batarya, her bir bataryada da 6-8 rampa bulunuyor. Patriot sistemi denirken kastedilen şey genellikle bataryalar; zira her bir batarya radar seti, angajman istasyonu, fırlatma rampaları ve füzeleriyle bir operasyonel birim teşkil ediyor. ABD’de muharebe görevinde (aktif durumda) 15 Patriot taburu var, bunun ortalama 75 Patriot sistemi olduğunu kabul edelim. Bütün dünyada aktif durumda kaç adet Patriot bataryası olduğu belirsiz; ancak (60 veya 220 gibi daha nadir karşılaşılan, bu nedenle uç sayılabilecek sayıları dikkate almazsak) genellikle 150-170 arasında sayılar telaffuz ediliyor. Kiev rejiminin başındaki komedyen-başkan, 24 Temmuz’da, halihazırda 25 Patriot sistemi, yani bütün aktif bataryaların yüzde 15-17’sini aldıklarını söylemişti. 9 Aralık’ta 10-12 batarya daha almak istediklerini açıkladı — hangi kaynakla mı? Rusya’nın dondurulan varlıklarıyla:

“Ben gerçekten anlamıyorum, bir sistem 1,5 milyar dolar. Lütfen Rusya’nın varlıklarından alın, bu parayı alın — 30 milyar dolar. Bunun fiyatı 30 milyar dolar, ama hava sahamızı tamamen koruyacak.”

Sayılar böyle gevşekçe telaffuz edildiğinde oranlardaki astronomik tırmanışlar belirsizleşiyor. Eğer Kiev rejiminin, Rusya’nın varlıklarından 30 milyar dolarcığın RTX kasalarına devredilmesi gibi “başkanın” önceki mesleğini hatırlatan, kötü bir farstan fırlamışa benzeyen sözlerini görmezden gelip Ukrayna’ya verilmesini istediği sistemlerin oranına bakarsak şu tabloyla karşılaşırız:

Rusya bu yılın ağustos ayında, çatışmanın başında o tarihe kadar 12 Patriot bataryasını yok ettiğini açıkladı. Bu, bütün dünyadaki aktif Patriot sistemlerinin yüzde 7-8 kadarının Ukrayna topraklarında ortadan kaldırıldığı anlamına gelir. Rejim bununla yetinmeyerek dünyada kalan aktif durumdaki bütün Patriot bataryalarının yüzde 8-9’unu daha istiyor. Bu da toplamda, 2022 şubat ayı itibariyle aktif bataryaların yüzde 19-21’i anlamına gelir.

Mesele sadece bu sistemleri vermeye istekli olunması veya Rusya’nın dondurulmuş varlıklarının çalınarak bu amaçla kullanılması değil. Daha temel bir sorun var: üretim kapasitesi. Raytheon en iyi ihtimalle yılda 3-4 batarya üretebiliyor. Yani Rusya’nın iki yılda yok ettiği 12 batarya 3 yıllık üretim sürecinin ürünü.

Üretim kapasitesi kısıtı bütün silah sistemlerinde, hatta mühimmatlarda bile var. Stalin 5 Mayıs 1941’de Harp Akademileri mezuniyet töreninde şöyle demişti: “Topçu modern savaşın tanrısıdır.” Savaş konvansiyonel yöntemlerle sürdürüldüğü sürece bu söz geçerliliğini koruyacaktır. Halen sürmekte olan, kimi bilinen kimi de sır tutulan ülkelerin depolarından Kiev rejimine sevk edilen stoklara rağmen 155 mm topçu mühimmatı krizi bu nedenle büyük önem taşıyor. Bu yılın mayıs ayında Sky News, ABD ve Avrupa’nın yıl boyunca toplam 1,3 milyon topçu mühimmatı üretmesinin beklendiğini, oysa Rusya’nın bunun 3,5 katını 4,5 kat daha ucuza ürettiğini yazmıştı. Başka deyişle, Rusya’yla savaşan ülkelerin toplam mühimmat üretimi bile savaşın ihtiyaçlarını karşılamıyor.

Üçüncü bir kısıt, Rusya’nın elektronik muharebe sistemlerinin yarattığı etki. Daha bu yılın temmuzunda The Wall Street Journal, Rusya’nın elektronik muharebe yoluyla yüksek hassasiyetli mermileri etkisizleştirmeyi başardığını, mesela M982 Excalibur’ların artık kullanılamadığını, HIMARS’ların “sağırlaştırıldığını”, Boeing ve Saab ortak üretimi GLSDB yüksek hassasiyetli mühimmatını hatta bazı radyo-elektronik muharebe vasıtalarını bile devre dışı bırakmaya başladığını yazmıştı. Yani batı kaynaklarının satır araları da Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarını en genelde doğruluyor; batı bloğunun konvansiyonel silah sistemlerinin yıkıcı etkisi zayıflatılıyor ve bu onları daha da gelişmiş elektronik muharebe sistemleri üzerinde çalışmaya itiyor. Kuşkusuz askeri açıdan daha ileri sistemler geliştirmeleri mümkün ve geliştireceklerdir de, ama onlar bunu yaparken Rusya da kendi elektronik muharebe sistemlerini aynı hızla geliştirdiğinde bu hamle üstünlüğünü korumak anlamına gelir.

Dördüncü kısıt asker kaynakları. Batı bloğu (Britanya’nın müflis ve müstafi başbakanlarından Johnson’un veciz ifadesiyle) Rusya’ya karşı “son Ukraynalıya” kadar savaşmaya kararlı; ama Ukraynalılar da sonsuz değil. Trump bu ayın başında Ukrayna’nın kayıplarını 400 bin olarak telaffuz etti. (Aynı yerde Rusya’nın kayıplarının da 600 binden fazla olduğunu söyledi.) NATO’nun çiçeği burnunda genel sekreteri Rutte de geçtiğimiz günlerde çatışmanın başından beri toplam kayıpların 1 milyonu bulduğunu ve her hafta 10 bin kişinin öldüğünü veya yaralandığını söylemişti. Bu, öyle anlaşılıyor ki, rejimin “müttefiklerine” bildirdiği sayı. Rusya’ya göre kendi kayıplarının bu sayılarla uzak yakın ilişkisi yok, Kiev rejiminin kayıpları ise bunun çok daha üzerinde. Savunma Bakanı Andrey Belousov 27 Aralık’ta sadece bu yıl boyunca karşı tarafın ölü ve yaralı kayıplarının 560 bin kişiyi bulduğunu, bunların sadece 40 bininin Kursk istikametindeki kayıplar olduğunu açıkladı. Bu da 24 Şubat 2022’den bu yana Ukrayna’nın toplam kayıplarının 1 milyonun üzerinde olduğu anlamına gelir.

Putin’in bu yılın başında “geri dönüşsüz kayıpların” oranını bire beş olarak andığına bakarak, Rusya’nın kayıpları da 200 bine yakın olmalı. Her halükarda Rusya’nın insan kayıpları telafi edilmeyecek seviyede değil; nitekim yıl boyunca 450 bine yakın sözleşmeli personel daha alındı. Kiev seferberlik celp yaşını nisan ayı başında 27’den 25’e düşürmüştü. ABD dışişleri aralık ayı başında (giderayak) “ABD ve müttefiklerinin” Ukrayna’da celp yaşını 18’e düşürmeyi zaruri gördüklerini açıkladı. ABD dışişleri sözcüsü Matthew Miller de seferberliğin 18 yaşa indirilmesi halinde Kiev ordusunun ek teçhizat ihtiyaçlarını karşılayacaklarını söyledi. Kiev’deki komedyenlikten terfi başkanın danışmanlarından Dmitriy Litvin seferberlik yaşını düşürmeyi planlamadıklarını ileri sürdü ancak hemen ardından Rada, seferberlik yaşının düşürülmesi çalışmalarının sürdüğünü açıkladı.

Bununla birlikte celp yaşının 18’e düşürülmesi de silahlı kuvvetlerin personel açığını tamamen kapatmayacak. Birkaç gün önce Independent, Finlandiya merkezli Black Bird Group’a atıfla yazmıştı bunu: geri kalan her şeyin mükemmel olduğu, kimsenin ülkeyi terk etmediği, firarların yaşanmadığı, insanların celpten kaçmadığı, askere alma bürolarının önünde sıraya girdikleri kabul edilse bile 18 yaş, orduyu gereken mevcudun yüzde 85’ine bile yaklaştırmayacak.

Beşinci kısıt insan kaynakları. BM verilerine göre 2024 şubat itibariyle toplam 14 milyon Ukraynalı yaşadığı yeri terk etti, 6,5 milyon da ülke dışına çıktı. Rusya’ya giden 5 milyon insan (sadece Rusya’ya katılan dört federal bölgenin halkı değil) bu sayının dışında. 2022 başında 40 milyon civarında olan Ukrayna nüfusu bu yılın ortasında en iyi tahminlerle 29 milyona düştü. Üstelik yıl boyunca ülkeden ayrılanların sayısı hızla artıyor. Ukrayna verilerine göre sadece bu yılın başından 19 Aralık’a kadar toplam 3,2 milyon kişi Ukrayna’yı terk etti (Rusya hariç). 2010-2014 arasında Ukrayna başbakanlığı yapan Nikolay Azarov geçe hafta haklı olarak, savaş bittikten sonra bile bu insanların geri dönmesinin beklenemeyeceğini söylemişti: “Ukrayna’dan ayrılanların yüzde 50’sinin hiç geri dönmeyeceğini kabul etmek gerek, çünkü bunlar aileleriyle gittiler, iş ev ev buldular. Dönmeyi düşünenlerin yaklaşık yarısı veya belli bir yüzdesi ancak normal bir iktidar ve ülkenin gerçek anlamda yeniden imarının başlaması durumunda döner. Bugünkü rejim kalmaya devam ettikçe gidenlerin yüzde 90’ı dönmez, çünkü bu durumda kendileri için bir gelecek görmezler.”

Mütareke

Kavramları yerli yerine oturtmak gerek. Ateşkes, sahadaki askeri durumla ilgili, cephenin bir bölümünü veya tamamını kapsayabilecek anlaşmadır. Özellikle cephenin sadece belli bir bölümüyle ilgiliyse ille de yazılı olması gerekmez ve hatta bazı durumlarda sadece bir centilmenlik anlaşması olarak uygulanır. Mütareke genel ateşkestir. Ateşkes cephe hattında askeri taraflar arasında imzalanır veya üzerinde anlaşma sağlanırken mütareke devletler arasında imzalanır. Çatışmanın nedenlerinin ortadan kaldırılması için nihai siyasi düzenlemeye zaman kazandırır. Barış anlaşması ise çatışmanın siyasi nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlar.

Mevcut durumda temas hattında bir mütareke kaçınılmaz görünüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English