Çevirmenin notu: ABD’nin Avrupa’nın zararına korumacı yaklaşımlar benimsemesi, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un geçen aylarda yaptığı Washington ziyaretiyle daha görünür olmuştu. Ukrayna ihtilafı nedeniyle Rusya’dan enerji tedarikini büyük ölçüde kısan Avrupa, şimdi de kadim dostu ABD’nin mevzuat değişiklikleriyle “haksız rekabete” başvurmasıyla karşı karşıya. Washington’un Avrupa ve Çin’i hedef alan tedbirleri, DTÖ mevzuatını açık açık çiğnese de bu pek gözetilmiyor. Syed Zain Abbas Rizvi’nin Modern Diplomacy‘de yayınlanan makalesi, Joe Biden’ın başvurduğu “korumacı” önlemlerin, yine ABD öncülüğündeki DTÖ’nün serbest ticaret ilkeleri ile olan çelişkisini sert bir ifadeyle “ikiyüzlülük” olarak nitelendiriyor. Rizvi, uluslararası serbest ticaretin, kendi mimarı ABD tarafından uçuruma sürüklendiğini vurguluyor.
Amerika korumacılığa dört elle sarılıyor: Liberal küresel ticaret düzeninin bariz çelişkisi mi?
Syed Zain Abbas Rizvi
26 Aralık 2022
Uluslararası ticarete olan büyük merakım hiç şaşırdığım veya normal karşıladığım bir noktaya gelmedi. Çağdaş küresel ekonomi politiği çalışan bir akademisyeni olarak, doğal olarak, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki uluslararası ilişkiler ortamında, ülkelerin ilgili politikalarının temelini oluşturan politik düşünceye odaklandım. Ve nadiren — eğer varsa — savaş sonrasındaki dünyanın birbiriyle olan bağlarını karşılıklı bağımlılık çerçevesinde değerlendirdim. Yine de zaman içinde savaşların devam etmesini ve felaketi önlemek için baz alınan karşılıklı ticaret entrikaları aklıma geldi. Alışık olduğum küreselleşmiş iktisadi sistemin, kalıcı barışı sağlamak ve bunun bir yan ürünü olarak karşılıklı refahı sağlamak için oluşturulmuş kasıtlı bir yapı olduğunu çok geçmeden anladım.
Şu anda bu muntazam tasarımlı model, kendi mimarlarından biri tarafından tehdit ediliyor ve dünyayı bilinmeyen bir uçuruma sürüklüyor.
Savaşın ardından Avrupa, aşırılıkçı unsurların yasal olarak kısıtlanması ve silahsızlandırılmasının gelecekteki faşist ayaklanmaları önlemek için yeterli olmadığını erken fark etti. Bu, parçalara ayrılmış Nazi Almanyası veya bir deri bir kemik kalmış emperyalist Japonya olacak değil. Fakat kısa süre sonra bir başka Hitler, katliam ve soykırım yoluyla hegemonya kurmaya çalışacaktı. Bu korku, kolektif biçimde kalıcı bir çare —karşılıklı siyasi, ekonomik ve sosyal bağımlılık — arayışını beraberinde getirdi. Böylelikle Avrupa Birliği’nin — başta Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kuruluşunda tasarlanan — orijinal taslağı ortaya çıktı ama ağırlıklı olarak Avrupa’da karşılıklı güveni, savaşı hem kurban hem de zulmü işleyen ülke için dezavantajlı hale getirecek bir ölçekte işlemeyi amaçladı.
Bu karşılıklı bağımlılığın doğuşu sadece Avrupa ile sınırlı değildi. 1947’de, ABD Başkanı Franklin Roosevelt yönetiminin kademelerinden devrim niteliğinde bir ticaret sistemi çıktı. Tarihsel olarak Gümrük Vergileri ve Genel Ticaret Anlaşması (GATT) olarak bilinen mekanizma, savaş sonrası dönemde ekonomik toparlanmayı hızlandırmak için piyasa ekonomileri arasındaki ticarete rehberlik edecek temel kurallar koydu. Soğuk Savaş’ın hengamesine ve sıkıntılarına rağmen sistem sadece ayakta kalmadı, aynı zamanda gelişti. Ve 1994’te GATT, çok taraflı bir ticaret sistemini düzenlemek ve sürdürmekten sorumlu hükümetler arası bir kuruluş olan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) normlarına dahil edildi. Mantıklı olarak Batı düzeninin DTÖ tüzüğüne büyük oranda uyacağını varsayabiliriz. Ne de olsa bu, GATT çerçevesinde öngörülen serbest ticaret sözleşmelerinin günümüze uyarlanmış hali. Ama bu, 21. yüzyılın küreselleşmiş dünyasında tırmanan güç rekabetinin karmaşıklığını ve çelişkilerini vurgulayan fay hattıdır; bu, on yıllar boyunca karşılıklı bağımlılık oluşturmak amacıyla tasarlanmıştı.
Çoğumuz Donald Trump’ın çalkantılı başkanlık dönemini hatırlarız. Aşırı sağın gevezelikleri, QAnon hareketini nam-ı diğer MAGA kampanyası, “Yeniden Büyük Amerika” retoriği savunuculuğunu tetikledi. ABD Başkanı’nın değişmesinden bu yana birçok siyasi ve ticari politika tersine döndü. Fakat görünüşe göre Çin dikkate değer bir istisna.
Trump yönetimi, Amerikan ekonomisinin gelişmekte olan Çin’den ayrılma sürecini kağıda dökmeye başladı. ABD Ticaret Bakanlığı, ulusal güvenlik kaygıları gerekçesiyle 301. fıkra kapsamında Çin’e milyarlarca dolarlık ithalatı engelleyen gümrük vergileri uyguladı. Şimdi bunu tipik bir Trumpçı cadı avı olarak görmezden gelebilirdim. Açıkça görülüyor ki, Amerikan endüstrilerinin stresini azaltmak için — ABD’nin müttefikleri de dahil olmak üzere — hemen hemen her ülkeden ithal edilen çelik ve alüminyum ürünlerine gümrük vergileri koymak için 232. fıkrayı kullandı. Yine de bu tür merkantilist politikaların çoğu o zamandan bu yana yürürlükten kaldırılmış olsa da Biden yönetimi, yalnızca Çin ithalatına yönelik gümrük vergilerini sürdürmekle kalmadı, aynı zamanda Pekin’e yapılan ihracat üzerindeki kontrolleri de genişletti.
ABD’nin geriletici ticaret tutumunun yakın zaman önceki bir diğer tezahürü, Amerikan yerel çip endüstrisini yayan ve ABD tedarik zincirlerini Çin’den çıkaran şirketlere milyarlarca dolarlık sübvansiyon yetkisi veren CHIPS Yasasının yürürlüğe girmesi. ABD hükümeti, Çin’e teknoloji ihracatına dönük kısıtlamaları artırdı. Resmi beyan, casusluk ve siber savaş risklerini azaltmak için komünist Çin rejimine hassas teknoloji akışını kısıtlamak. Ama apaçık gerçek, ABD’de Çin’in hızlı ekonomik yükselişinin altını oymaya ve teknolojik kapasitesini aksatmaya yönelik büyüyen korumacı ruh halidir.
Pek çok sözde vatanseverin bundan sonra benim görüşümü eleştireceğinin, beni komünist bir dalkavuk olarak resmedeceğinin ve Çin’in Tayvan ekonomisine, özellikle de sac ayaklarından biri olan yarı iletken endüstrisine dönük tehdidine vurgu yaparak Amerikan politikalarını haklı çıkaracağının kesinlikle farkındayım. Ve bu nedenle, daha fazla ileri gitmeden önce şunu açıkça belirtmeme izin verin: Tek taraflı Amerikan politikalarını eleştirmek, hiçbir şekilde Çin’in gaddar uygulamalarını onaylamak değildir. Serbest piyasalar ve ticaret öncülüne dayanan küreselleşmiş bir düzende ticari korumacılığa muhalif oluşumun, siyasi yönelimimle ilgisi yok.
Yaklaşık bir hafta önce, küresel ticareti yöneten GATT çerçevesini kutsayan aynı ticaret örgütü olan DTÖ, Amerika’nın Çin ithalatına uyguladığı gümrük vergilerini “gayrimeşru” olarak nitelendirdi. DTÖ, ABD’nin ulusal güvenlik çekinceleri kavramını tümüyle reddetti. Ve kurallara uyan Amerikan yönetimi tam olarak nasıl karşılık verdi? Eh, zaten bildiğimiz şeyi dile getirdi: DTÖ’nün bu konuda hiçbir yetkisi yok. Başka bir deyişle, Çin şikayette bulunabilir, ancak gereksiz olacaktır. Çünkü ticari eylemlerinin ulusal güvenlik açısından gerekli olup olmadığına karar vermek Amerika’ya kalmıştır ve hiçbir uluslararası kuruluşun bu yargıda ikinci bir yargıda bulunma hakkı yoktur. Gerçekten mi? Demek istediğim, bana göre oldukça ironik ve kibirli! Görünüşe göre, ekonomi politikalarına karar vermek, DTÖ normlarını tümüyle ihlal ederek gümrük vergileri uygulamak ve ihracat kısıtlamaları getirmek — hepsi egemen politika oluşturma adına — sadece Amerika’ya ait bir ayrıcalık. O halde Suudi Arabistan’ın petrol tedarikini kesme kararı neden bu kadar tartışmalıydı? Neden ABD’nin güvenini boşa çıkarılması olarak sansasyon haline getirildi? Küresel talep projeksiyonları doğrultusunda ekonomik karlılığı sağlamak Suudi Arabistan’ın kendi ayrıcalığı değil miydi? Fakat Amerikan çıkarlarına aykırı olduğu için tartışmalı kabul edildi, “sonuçlarla” tehdit edildi ve “Rusya’nın tarafını tutmak” olarak nitelendirildi.
Diğer ülkeler kendi ulusal güvenlik, ekonomik ve stratejik ajandalarına uygun bağımsız politikalar belirleme hakkına sahip değiller mi? Yoksa bu sadece yüce Amerika’nın sahip olduğu bir ayrıcalık mı?
ABD’nin bu tür korumacı eğilimler ne yazık ki sadece siyasi rakipler ve ekonomik hasımlarla sınırlı değil. Biden yönetiminin iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik öncü politikası, bu rekabete aykırı hareketi Atlantik’in her iki yakasındaki müttefikleri de kapsayacak şekilde genişletiyor. Enflasyonu Düşürme Yasası (IRA), çevre koruma kisvesi altında katı milliyetçi bir öze sahip. Yasaya göre ABD hükümeti, montajı Kuzey Amerika’da yapılan elektrikli araçların satın alınmasına vergi kredisi sunacaktı; bu da yerli otomobil üreticilerine Avrupalı ve Asyalı muadillerine göre haksız bir avantaj sağlayacak. IRA’in devasa devlet yardım programları kapsamındaki temiz enerji sübvansiyonları, ABD’de hidrojen ve amonyak gibi düşük karbonlu yakıtların üretilmesini Avrasya bölgesinden daha ucuz hale getirecek. Bu, üretimi Amerika’ya geri getirecek olsa da, dünya çapında endüstriyel beklentileri istikrarsızlaştırma potansiyeline sahip.
İrlanda Ticaret Bakanı Leo Varadkar, yakın zaman önce şundan yakınmıştı: “ABD’nin yaptığı, serbest ticaret ve adil rekabet ilkeleriyle hiç tutarlı değil.” Amerika’nın temiz enerji uygulamalarına yatırım yapma vizyonundan tümüyle nefret etmesem de, Amerikan politikalarının ikiyüzlülüğünden iğreniyorum. Bir cephede Amerikalı analistler, Avrupa’nın mevcut ekonomik sefaletine Rus enerjisine hatalı bir şekilde bel bağlamasının yol açtığından yakınıyorlar. Ancak öte yandan, bu tek taraflı iklim yasalarının halihazırda hırpalanmış Avrupa’daki sanayisizleşme dalgasını körükleyeceğini bir şekilde görmezden geliyorlar.
Elbette ABD’nin ekonomik üstünlüğünü kabul ediyorum. Ve Avrupa’nın etrafında devam eden yıpratma savaşı ve Çin’in benzeri görülmemiş ekonomik yavaşlaması göz önüne alındığında, üstünlük sağlamanın acil bir mesele olmadığını düşünüyorum. Bununla birlikte küresel görünüm 40’lardan bu yana değişmiş olabilir; siyasi ve ekonomik dinamikler pek değişmedi. Ekonomide karşılıklı bağımlılık artık sadece bir tedbir değil; bölgesel nüfuzu ve küresel siyasi ilişki düzeyini korumak için bir ön koşul. Çin ekonomisi yeniden başlayan bir salgının sancılarıyla boğuşurken Çin diplomasisi Pasifik adalarından Afrika Birliği’ne ve kenara itilmiş Körfez ülkelerine kadar hızla müttefiklerine kur yapıyor. Amerika ekonomik güç merkezi olmaya devam edecek ama çok geçmeden gerçeküstü dilbilim ve ulvi ittifak ve işbirliği söylemleriyle baskı kurabilme imkanını kaybedebilir. Güç rekabetinin bu aşaması, stratejik derinlik kazanmak adına dünya çapında birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ortaklar ağını gerektiriyor, son derece değişken olan küresel manzarada izole olmak için kendi kendine korumacı engeller dikmiyor.