Milli meselede Rusya ve Belarus’un durumu yeterince açıktı. Baltık kendi içinde bir bütünlük gösteriyordu, dolayısıyla her bir ülkeyi ayrı ayrı inceleyip uzatmaya gerek yoktu. Ama Orta Asya cumhuriyetleri öyle değil; bu ülkelerde mesele çok daha kompleks, ancak hepsini ayrı ayrı incelemek yazıyı çok fazla şişirecek. Bunun yerine, içlerinden sadece birini ve en önemlisini ele almakla yetineceğim: Kazakistan’ı.
Kazakistan’daki Rus etnisitesinin toplam nüfusa oranı Estonya ve Letonya’daki kadar yüksek değil; bu iki ülkede yüzde 24 kadar olduğu halde Kazakistan’da nüfusun yüzde 15’i. Ne var ki sorun iki açıdan daha derin. Birincisi, Kazakistan’ın toplam nüfusu içindeki payları görece az olsa bile, nüfusları orta halli bir büyükşehri pek az aşan Baltık ülkeleriyle karşılaştırılamayacak kadar çok: 3 milyondan fazla. İkincisi, Baltık ülkelerinde Rus etnisitesinin oranı 1989’dan beri ancak yüzde 5-10 kadar azaltılabildiği halde Kazakistan’da 1989’da yüzde 37,8’den (6,3 milyon) 2022’de yüzde 15’e (3 milyon) düştü. Yüzde 52 azaldı!
Bu ikincisini tetikleyen şey, büyük ölçüde ülkenin tarihidir.
Bugün artık genellikle hatırlanmıyor. Sovyetler Birliği 1922’de dört cumhuriyet tarafından kurulmuştur: Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti, Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Belarus Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Kafkasya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti. İlkini biliyoruz. İkincisi, aslında daha aralık 1917’de ayrılmış bulunan Ukrayna’da 1919’da ilan edilmişti. Üçüncüsü, Rusya SFSC’nden 1919’da ayrılmıştı. En karmaşık tarihlerden birine sahip olan dördüncüsü ise aslında daha iç savaşın başında ayrılmış olan Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’ın birleşmesiyle ve Rusya KP(b) MK Kafkas Bürosu tarafından 1921’de ilan edilmişti.
1924-1925’te onlara daha sonra Özbekistan ve Türkmenistan SSC adlarını alacak olan Buhara ve Horezm Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri katıldı. Bunların ilki Rusya SFSC’nden 1920’de, ikincisi ise 1921’de ayrılmıştı. 1924’te Rusya SFSC bünyesinde kurulan Tacikistan Özerk SSC, 1929’da ayrıldı, birkaç ay sonra Tacikistan SSC, yedinci birlik cumhuriyeti oldu. 1936 anayasasıyla birlikte Kafkasya SFSC tekrar kurucu parçalarına ayrıldı ve bunların her biri de birlik cumhuriyeti kabul edildiler. Aynı yıl Kırgızistan ve Kazakistan Özerk SSC’leri Rusya SFSC bünyesinden ayrıldılar ve birlik cumhuriyetlerine katıldılar. Böylece 11 birlik cumhuriyeti ortaya çıktı.
Sonrasına değinmeyeceğim.
Bu tablo bize şunu hiç değilse ima ediyor: eğer 1940’ta ve esas itibariyle Kızıl Ordu’nun bu ülkelere girmesiyle birliğe katılan üç Baltık ülkesi ve Moldova’yı bir kenara koyarsak (öyle olduğu için bunlarda milliyetçi eğilimlerin çok daha güçlü olması beklenir zaten), birliğe en geç katılan iki ülke Kazakistan ve Kırgızistan’dır. Üstelik Kırgızistan daha 1924 gibi erken bir tarihte ilk defa Rusya SFSC bünyesinde özerk bölge haline gelirken Kazakistan ancak 1925’te Kırgızistan’dan ayrılarak gene Rusya bünyesinde özerk SSC ilan edilmiştir.
Demek ki birliğin çekirdek cumhuriyetlerinin en genci Kazakistan’dır.
Sınırlar
Hâkim milletin köklü bir geçmişe sahip olduğu ülkelerde sınırların çizilmesi her zaman problemlidir. Eğer bu ülkeler federasyon oluşturarak merkezi bir devlet idaresi altına girerlerse, sınırların nereye çizildiğinin önemi kalmayabilir; Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi “sınırlar … yüksek derecede merkezileşmiş tek bir ülke çerçevesinde konvansiyonel nitelik” (Putin’in tanımıdır bu) taşıdığı sürece esasen sadece fiktiftir. Putin bu sınır çizimlerini “bolşeviklerin keyfiyeti” diye tanımlar. Tamamen yanlış değildir bu; bolşevikler milli meseleyi çözmek için sınır manipülasyonlarını çokça kullanmışlardır. Ne var ki manipülasyonların amacı da birlik devletini kurmaktır ve başarılı olmuştur.
Özetle. Sovyetler Birliği’nde birliğin güvencesi “SBKP’nin öncü rolüydü” (bu da Putin’in tanımıdır). Bu dizinin ilk bölümünde gördüğümüz gibi, Gorbaçov önderliğinde parti, devleti daha 1989’da işlevsiz hale getirmiş bulunuyordu; zira parti, öncü rolünü kaybetmişti. Böylece, ülke dağıldığında, o eski fiktif sınıflar gerçek haline gelince (bir kez daha Putin’in aslında siyasi bir eylem programı olan, “Rusların ve Ukraynalıların tarihi birliği üzerine” başlığını taşıyan o makalesinden alıntı yapacağım):
“… 1991’de bütün bu topraklar, en önemlisi de buralarda yaşayan insanlar bir anda kendilerini yurtdışında buldular. Ve tarihi vatandan gerçekten de koparılmış oldular.”
Putin parçalanmadan sonra ortaya çıkan bu durumu çözmek için, ayrılma hakkının reddini değil, ayrılma kararıyla birlikte birlik anlaşması da hukuki geçerliliğini kaybettiğine göre her giden ülkenin “gelirken getirdikleriyle” gitmesi gerektiğini söyler. Bu güçlü bir mantıktır; gerçekten de, örneğin Kazakistan’da daha birlik anlaşmasının imzalandığı 1936’da Rusların nüfusunun yüzde 50’yi aştığı kuzey ve doğu oblastleri veya şehirleri ayrılık sırasında yeni sınır tespitine konu olabilirdi. 1926 nüfus sayımına göre bu sırada dört vilayet ve bir okrugdan oluşan Kazakistan özerk SSC’nde Kazak nüfusu toplamın ancak yarısını oluşturuyordu; bir vilayet ve okrugda ise ancak yüzde 30-35 kadardı. Ama (1990’lı yıllarda Rusya’nın tam bir dumur halinde bulunduğuna gözlerimizi kapasak bile) sorun şurada yatar: büyük Sovyet milletinin parçası olarak Kazak milletinin gelişmesi de ancak Sovyet birliği içinde gerçekleşmiştir. Yani kimin gelirken neyi getirdiği tespit edilebilse bile (neredeyse imkânsız bir görev!) 70 yıllık ortak tarih yeni şartlar yaratmıştır. Bütün bunlar mevcut durumu tanımaktan başka bir yol bırakmaz; Putin’in makalesinde de bu vurgulanır.
Yönetim
Kazakistan pek çok açıdan Rusya’dan pek az farklılık taşımıştır. Daha faşist Alman saldırısı sırasında fabrikaların, atölyelerin, taşınabilecek her şeyin işgal bekleyen bölgelerden tahliye edilerek doğuya, esas itibariyle de Kazakistan’a taşınmasından itibaren gitgide hızlanarak işlemiştir bu süreç. Dahası, Kazakistan parti yönetimi de üst düzey parti yönetimi için adeta kadro okulu olmuştur. Kapitalist restorasyon sonrası Kazakistan’ın olanca gerici bonapartist iktidar yapısına rağmen gene de bölgede ciddi bir istikrar adası olarak kalabilmiş olması, belki de bu sayededir.
Kazakistan anayasası, denebilir ki, milli mesele konusunda dünyanın en demokratik anayasalarından biridir, zira devleti bir etnik topluluğa bağlamaz. Adeta Rusya anayasası devlete adını veren etnisite ile diğerleri arasındaki ilişkileri nasıl düzenlediyse, Kazakistan anayasası da onu örnek almış gibidir. Girişinde şöyle denir: “Biz, ortak kaderin birleştirdiği Kazakistan [Kazak değil — H.Y.] halkı, kadim Kazak topraklarında bir devletlilik oluşturarak, kendimizi hürriyet, eşitlik ve rıza ideallerine bağlı barışsever bir sivil toplum olarak tesis ederek … işbu anayasayı kabul ediyoruz.” 7/1’de “Kazakistan Cumhuriyeti’nde devlet dilinin Kazakça olduğu” söylenir ama 7/2’de “devlet teşkilatlarında ve yerel özyönetim organlarında resmi olarak Kazakçanın yanı sıra Rusça da kullandıkları” vurgulanır. 7/3, bu ikisini isimlerini anmadan “Kazakistan halkının dilleri” olarak tanımlar ve devletin “bu dillerin eğitim ve geliştirilmesi için şartları yaratmakla” sorumlu olduğunu da belirtir.
Bunun etnik grupların oranlarından başka son derece nesnel bir temeli daha var: yakın tarihli bir araştırmaya göre Kazakistan’da nüfusun yüzde 84’ü Rusça biliyor ve konuşuyor.
Ruslar
Sovyet geçmişi Rus etnisitesi tarafından ideolojik-siyasi olarak eksiksiz savunuluyor değildir; Kazakistan Rusları da elbette baştan sona komünist değillerdir. Kaldı ki Kazakistan Komünist Partisi 2015’te yasal bir siyasi parti olarak tasfiye edilmiştir. Bununla birlikte Kazakistan yönetimi Baltık’tan çok daha ustadır; burada bir siyasi partinin tasfiye edilmesi, onun yasal siyasi parti olarak kimliğinin sona erdiği anlamına gelir, ama bu bir yasaklama değildir. Kanun karşısında Komünist Partisi yoktur; ama bu hiç de komünistlerin bütün faaliyetlerinin takibat altında tutulacağı ve hele ki komünistlerin baskıya maruz kalacağı anlamına gelmez. Bu, Rus etnisitesiyle ve Sovyet geçmişiyle ilişkili her şeyde de geçerlidir; bunlarla ilgili normatif düzenlemelere gidilmemiştir, Lenin heykelleri sökülmemiştir veya bu siyasi bir kampanya olarak örgütlenmemiş, tekil örnekler olarak kalmıştır, çünkü söküldüğünde bunun ister istemez derusifikasyon da olacağı bilinir.
Ülkenin batısındaki Zıryanovsk’ta (yeni adı Altay) yaşanan tam da budur. Burası, Doğu Kazakistan oblastinin orta halli bir kasabasıdır. Oblast Kazakistan’ın küçük bir resmini andırır; 1989’da nüfusun yüzde 52’si Rus etnisitesindendi; bu oran günümüzde yüzde 36’ya düşmüştür. Altay’da ise oran hâlâ çok yüksektir; 2019 nüfus sayımına göre 66 bin kişilik kasabanın yüzde 77’si Rus etnisitesindendir.
Böyle bir şehirde Lenin heykelinin yıkılması (tamirat sırasında kazayla düştüğü ileri sürüldü yerel idare tarafından) cesareti bile aslında çok şey söyler. Gerilim büyümemiştir, ancak idare olası sonuçların farkındadır. Bu nedenle savcılık tarafından heykelin yıkılmasına karşı hızla soruşturma açılmıştır; suçlama şudur: “devletin koruması altına alınmış tarih, kültür, doğa komplekslerinin yahut tesislerinin bilinçli olarak yok edilmesi yahut zarar verilmesi”. (Cezası 3-7 yıl arasında.)
Sovyet geçmişi Rus etnisitesi tarafından ideolojik-siyasi olarak eksiksiz savunuluyor değildir, bunların tamamı komünist de değildir; ama burada milli meselede en çok dikkat çeken birinci faktör, Kazakistan’daki Rus etnisitesi açısından Sovyet tarihinin Rus milli kimliğiyle artık tamamen örtüşmesidir. Başka deyişle, ideolojik-siyasi değil ama tarihi-duygusal bir bütünlük var. Kazakistan’daki Rus etnisitesinin büyük bölümü, Sovyet tarihini Rusya’da bile olduğundan çok kendi tarihi bilir. Bu nedenle bu ülkede yaşayan Ruslar arasında milli aidiyet duygusu çok daha güçlüdür. Bir önceki yazıda ele aldığım Baltık’ta sorun iktidarın bilinçli provokasyon siyaseti nedeniyle çok daha yakıcı olduğu halde aidiyet duygusu bu boyutta değildir, zira Avrupa kültürü çok daha yoğun nüfuz etmiştir; ama Kazakistan, birçok açıdan Donbass’taki Rusların milli aidiyet duygularını hatırlatır.
Bunun aşınmaya aday olup olmadığı, Kazakistan’a hicret etmiş orta burjuvazinin bu ülkenin yerlisi Ruslar üzerindeki etkisi, şimdilik bir soru işareti.
Denge ve dengesizlik
Demek ki Baltık’ta dekomünizasyon ve derusifikasyon bir ve aynı şeyken, Kazakistan’da bunu teşvike yönelik normatif düzenlemeler değil, tersine, bunu önlemeye yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Bunu bonapartist Nazarbayev ustalığı saymak gerek; devlet Nazarbayev’in damgasını öylesine derinden taşımaktadır ki, adeta onun kurumsal sureti haline gelmiştir. Nazarbayev’in tasfiyesi de bu sureti değiştirmiş değildir.
Ancak bu hiç de milli çatışmaları tetikleyebilecek bir Kazak şovenizminin kışkırtılmadığı anlamına gelmez. Bu noktada birçok maddi ve ideolojik faktör rol oynar. En başta (ocak olayları sırasında “Kazakistan’da manzara” başlığıyla yazdığım yazıya atıfta bulunacağım):
“… Sovyetler Birliği’nin çekirdek bölgelerinden biri olması, petrol ve doğalgaz zenginliği, muazzam altyapısı, Sovyetler Birliği sonrası Rusya’yı bile geride bırakan kapitalistleşme, emperyalist sermayenin petrol ve doğalgaz sektörüne yatırımları, bununla birlikte görece istikrar, bonapartist Nazarbayev diktatörlüğünde kimi oligarkların iktisadi ve siyasi sistemden tasfiyesi, bununla birlikte antikomünist baskılar, keza turancılık eğilimleri ve kimi etkili siyasetçilerin Türkiyeli faşistlerle ortaklıkları, son olarak da ülkedeki geniş Rus azınlığa yönelik yer yer pogrom niteliği alan saldırılara rağmen Rusya ile ilişkilerin kopmazlığı …”
Bugün bunlara, deklase olmuş eski navalnıycı orta burjuvazinin kısmi seferberlik sonrası kaçtığı ülkeler arasında Kazakistan’ın özel bir yeri olduğunu eklemek gerek; zira bu burjuvazi mesela güney ve batı hicret merkezlerinde artık iktisadi değil sadece ideolojik bir güçtür (liberal muhalefetin durumunu ele aldığımda önemli durmuştum bunun üzerinde), ama Kazakistan’da aynı zamanda maddi bir güçtür, çünkü bu ülkeyle Rusya arasında yaptırımların etrafından dolanmaya yönelik, iki tarafın da kendi menfaatine saydığı küçük ve orta çaplı ticaret sürüyor.
Turancı faşist eğilimlerin gücünü de küçümsememek gerek. Bu eğilimler Nazarbayev döneminde milli meseleyi kaşıma pahasına ama kontrollü şekilde kullanıldı. Geçen yıl ocak olaylarında da önemli bir rol oynadılar bunlar; özellikle olayların ikinci aşamasında Nazarbayev yanlısı provokasyonlara giriştiler. İçlerinden pek çoğu olayların bastırılmasıyla birlikte tutuklandı. Tokayev’in iktidarını sağlamlaştırdıkça bu turancı eğilimleri tamamen tasfiye etmesi beklenirdi; ama hiç değilse benim izlenimim, tam aksi istikamette: hayır, devlet (demin dediğim gibi) Nazarbayev’in tam bir kişisel sureti, dolayısıyla sınıf ilişkileri, emperyalizmle ilişkiler, şark pragmatizmi (ama şarkta genellikle olduğunun aksine köylü kurnazı değil zekice), ideolojik ilişkiler… bunlar eksiksiz korunuyor. Dolayısıyla, turancı faşist hareket gücünden hiçbir şey kaybetmiş değil.
Üstelik, kabul etmek gerek ki, Tokayev bu iktidar mücadelesini Rusya’nın desteğiyle kazandı. Sadece KGAÖ’nün olayları bastırmak için çağrılmasından ve ardından hızla ülkeden ayrılmasından söz etmiyorum. Benim için çok daha önemli gösterge, geçen yıl şubat ayı başında Rusya hükümeti tarafından Gazprom Yönetim Kurulu’na aday gösterilen Nazarbayev’in damadı Timur Kulibayev’in iki hafta geçmeden (yani 24 Şubat’tan önce) adaylıktan çıkarılması ve yerine Gerhard Schröder’in aday gösterilmesiydi. Neden Schröder sorusunun cevabı bu yazıyı ilgilendirmiyor; ama Kulibayev’den vazgeçilmesinin amacı yeterince açıktı.
Diğer faktörler
Birkaç hafta önce Rusya’nın Alma-Ata Başkonsolosu Yevgeniy Bobrov, aslında konsolosların yapmaktan genellikle kaçındığı bir şey yaptı ve (kuşkusuz bakanlığın onayı ve belki talimatıyla) Kazakistan’da Rusçaya yönelik tutumla ilgili TASS’a beyanat verdi. Uzunca bir alıntı yapmaya değer; şöyle diyordu:
“Rusçanın kullanım ve öğrenim seviyesinde belirgin bir düşüş gözlemleniyor. Bu görüngünün objektif nedenleri var; Rus nüfusun yüzde 15,2’ye düşmesi; ancak Eğitim Bakanlığı’nın devlet müfredatınını Kazakçaya göre değiştirmeye yönelik belli tutumu. … Rusça eğitim veren okullar ve sınıflar son yıllarda azaltılıyor. Kazakça eğitim gören birinci sınıf öğrencilerine yönelik ‘Rusça’ dersinin programdan çıkarılması da toplumda belli bir endişe yarattı. … Pedagoji enstitülerinin Rusça uzman hazırlayan fakültelerinin azaltılması kadro potansiyelinin sınırlanmasına yol açıyor. Bu derslerde genel öğretmen açığı 20 bin kişiyi buluyor.”
Bobrov bunları, ülkedeki Rus etnisitesinin sosyal statüsünün güçlendirilmesi için değil, “Kazakistan milletinin birliğinin güçlendirilmesi için” söylediğini de vurgulamıştı.
Bobrov bu (aslında gayet masum ve makul) açıklamasıyla Kazakistan yönetiminin şimşeklerini çekti; Rusya Bobrov’u geri çağırmak zorunda kaldı.
Bu yazı dizisinin tanıtımında belirttiğim gibi, genel olarak Orta Asya ve özel olarak da Kazakistan meselesi son derece komplekstir. Üzerinde durmaya devam etmek gerek; zira ne tek bir yazıyla anlaşılabilir yahut anlatılabilir, ne de (daha önemlisi) az çok kalıcı bir fotoğrafı çekilebilir; çünkü son derece dinamik ve sürekli değişiyor. Ben burada sadece temel dinamiklerden biri olarak milli mesele üzerinde durdum. Ancak hiç sözünü etmediğim bir dizi başka faktörü de unutmamak gerek:
— Rusya’nın Kazakistan’dan yaptığı paralel ithalatın boyutu ve geleceği.
— Kazakistan’ın Rusya ile ticarette batıyla irtibatlı spekülasyon niyetinin önüne geçebilecek bir Kuzey-Güney koridorunun yakın zamanda tam kapasite işler hale gelmesi ihtimali.
— Kazakistan yönetiminin kendi etki alanını genişletmek için Rusya’nın etki alanını daraltma ihtiyacı; bu çerçevede petrolden başka (bu, bir de Hazar sorunu yaratıyor) Rusya hububatının spekülatörlüğünü yapmaya yönelik girişimler.
Bütün bu konular, üzerinde özel olarak çalışılmasını bekliyor.