Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya batıdan gerçekten kopabilir mi?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Çevirmenin notu: Geçen yılın şubat ayında Ukrayna’daki askeri müdahalesiyle beraber Rusya, tarihteki en ağır ambargo rejiminin muhatabı haline geldi. Yaptırımlar, başta petrol ve doğalgazda Rusya’nın Avrupa pazarını tamamen kaybetmesine neden oldu. Yaptırımların etkilerinin hafifletilmesi konusunda Çin, İran ve Hindistan gibi aktörlerle ticari ilişkilerin derinleştirilmesi henüz yeterli birer alternatif değil ve bu ülkeler, ayrıca Batı’nın ikincil yaptırımlarına dair epey temkinli. Valday Tartışma Kulübü ve Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) program direktörü Doç. İvan Timofeev, yeni dönemde Moskova’nın atması gereken adımları değerlendirmiş.


Rusya batıdan gerçekten kopabilir mi?

İvan Timofeev — Valday Tartışma Kulübü

5 Nisan 2023

Rusya ile Batı arasındaki ilişkiler kapsamlı bir siyasi krize dönüşmeden çok önce, Rusya’daki yetkililer ve uzmanlar dünyanın geri kalanıyla bağları geliştirme konusundaki fikirlerini coşkuyla dile getiriyorlardı. Bu yöndeki rota, idari düzeyde eski Dışişleri Bakanı Yevgeniy Primakov’un görüşlerinden başlayarak 1990’ların başlarında zuhur etmeye başladı. Daha sonra çok vektörlü dış politika çerçevesinde pratikte de gelişme kaydedildi.

Batı ile çelişkilerin gittikçe büyümesi, uygulaması yavaş olsa da “Doğu’ya dönüş” fikirlerinin oluşumunu hızlandırdı. Nesnel altyapısal ve iktisadi koşulların yanı sıra bu türden bir “dönüş” için doğrudan ve ıstıraplı teşviklerin olmaması gelişimi sınırlıyordu. Ancak Rusya ile Batı arasındaki ilişkilerde yaşanan mevcut kriz, tüm görünüşüne rağmen geri döndürülemez nitelikte ve ABD’nin kontrolü dışındaki ülkelerle olan bağların sayısının ve niteliğinin artmasına neden oldu. “Yaptırım tsunamisi” ve Batı ile ilişkilerdeki çıkmaz, gecikmiş değişiklikler için oldukça keskin bir uyarıcı haline geldi. Aynı zamanda “dünya çoğunluğuna” giden yolda bizi bir dizi zorluk ve engel bekliyor. Moskova bunları gerçekçi ve objektif bir şekilde değerlendirmeli ve eksenin kendisinin tüm sorunlarımızı çözeceği yanılsamasından kaçınmalıyız. Önümüzde onlarca yıl sürecek zorlu ve zahmetli bir çalışma var.

Rusya’nın Batı dışındaki dünya ile ilişkilerinin geliştirilmesinde, birbiriyle ilişkili birkaç görevin dikkate alınması muhtemel. Bunlardan ilki, ABD ve müttefiklerinden nispeten bağımsız, yüksek derecede siyasi aktörlüğe sahip güç merkezlerinin oluşturulması. Bunların tek bir siyasi projede birleştirilmesi gerekmiyor. Aralarında bazı çelişkiler olabilir. Fakat güvenlik ve kalkınma alanlarında temel kararlar alma konusundaki bağımsızlıkları onları birleştiren temel özellik. Rusya’nın bunları tek başına pekiştirmesi ve sağlamlaştırması pek mümkün değil. Bununla berber temel konularda politik davranan Batı’ya meydan okuma seçeneğini örnekliyor. Herkes aynı yolu izlemeye hazır değil ama varlığı bile küresel boyuta sahip bir hadise.

Rusya ideolojik koşullar dayatmaktan kaçınırken yine de önemli bir emsal oluşturmayı başardı. Bu nedenle “Rus isyanının” bastırılması Batı için bir ilke meselesi. Moskova’nın zaferi —her ne şekilde olursa olsun— bu emsalin pekiştirilmesi anlamına gelecektir ki bu da Batı’ya karşı mücadelenin tavizsiz bir hal alacağı anlamına geliyor. Riskler son derece yüksek.

İkinci görev ise Batı dışındaki dünya ile etkileşim yoluyla modernleşme için güvenilir fırsatlar yaratmak. Burada başarı garanti olmaktan uzak. Her ne kadar mevcut sistemin kendine has sorunları olsa da “dünya çoğunluğu”, Batı merkezli küreselleşmeye sıkı sıkıya bağlı.

Bunların en bariz örneklerinden biri, Batı’nın küresel zincirlerdeki merkezi konumunu giderek artan bir şekilde siyasi bir araç olarak kullanması. Politikleşme, küresel finans ve tedarik zincirlerinden medya ve üniversitelere kadar geniş bir cephede gerçekleşiyor. Şimdiye kadar sistem dışarıdan bakıldığında istikrarlı görünse de memnuniyetsiz seslerin sayısı giderek artıyor. Eğer Rusya temelde Batılı finans kurumlarına ya da tedarik zincirlerine bağlı olmayan, uygulanabilir bir iktisadi model inşa etmeyi başarırsa, bu çok ciddi bir emsal teşkil edecek. Daha önce bu tür emsaller “haydut devletler” olarak adlandırılan ülkelerle ilişkilendirilmişti. Kuzey Kore ve İran gibi ülkeler, kendileri ve yurttaşlarına çıkan maliyetine rağmen temsilciliklerini korumayı ve işlevsel iktisadi modeller oluşturmayı başardılar. Bu modeller, yaptırımlar ve kısıtlamalar nedeniyle bozuldu. Fakat yine de varlar ve gelişiyorlar. Büyük ve zengin kaynaklara sahip bir güçte böyle bir alternatifin ortaya çıkması mevcut durumu önemli ölçüde değiştirir. Buna ek olarak büyük bir aktör olarak Çin de epey ihtiyatlı bir şekilde aynı yolu izliyor. Faydalı küresel bağlarını sürdüren ve ABD ile çatışmayı zorlamayan Pekin, yavaş yavaş dış kontura dirençli bir iktisadi sistem inşa ediyor. Rusya’nın izlediği yol bu noktada faydalı, zira Çinliler rakiplerinin ve hasımlarının etkisinden korunarak kendi iktisadi sistemlerini inşa etmede bir ortak edinmiş oluyorlar. Aynı zamanda Pekin, durumun rayından çıkmasına neden olacak devrimci atılımlara pek sıcak bakmıyor.

Üçüncü görev ise Batı karşısında güvenliğin tesis edilmesi. Çatışma, Rusya’nın güvenliğini büyük ölçüde zayıflattı. Batı sınırlarımızda güçlü, teknolojik olarak gelişmiş ve konsolide olmuş bir ittifakla karşı karşıyayız. Askeri gücü artacak ve Moskova’ya karşı konumlanacak. Ukrayna’daki askeri durum, tehditlerin bundan sonraki dinamiklerini belirleyecek. Rusya ile NATO arasında açık bir askeri çatışma olasılığı giderek daha gerçekçi bir hal alıyor. Bu senaryonun önlenmesi, diplomatik faktörlerden ziyade askeri faktörlerin başrol oynadığı kilit bir askeri-politik öncelik haline geldi. İhtilafın barışçıl çözümü için gerekli önkoşullar henüz görünürde yok. Barış anlaşması ya da ateşkesin eninde sonunda gerçekleşeceğini varsayarsak bu anlaşmanın istikrarı sorunu ortaya çıkar. Minsk-II ile yaşadığımız feci tecrübe, bazı Batı Avrupalı liderlerin de doğrudan teyit ettiği üzere bunun çatışmanın bir sonraki aşaması için bir kılıf olabileceğini gösterdi. Avrupa-Atlantik bölgesi ülkeleri, doğrudan askeri-politik bir tehdit olmaya devam edecek.

Bu durum Batı ile tüm bağların koparılması ve sancısız bir yeniden yapılanma anlamına mı geliyor? Hayır. Rusya’nın Batılı komşularıyla olan bağları yüzyıllardır üzerine konarak devam ediyor. Bugünkü gibi güçlü bir kriz bile bunları bir gecede kesemez. Batı’nın kendi içinde hem ideolojik hem de tamamen maddi bir tabakalaşma var. Genel siyasi sloganlar cephesinin ardında son derece heterojen bir siyasi ve zihinsel alan yatıyor. Bu alan tuhaf bir şekilde postmodernizm ve ultra-liberalizm ile muhafazakârlık ve gelenekçiliği bir araya getiriyor. Dahası, sonuncusu pozisyonların Rusya’ya yakınlığını tayin etmiyor. Mesela Polonya, Avrupa’nın en muhafazakâr ülkelerinden biri. Fakat muhafazakârlık kendi başına Rusya ile yakınlaşmanın siyasi ön koşullarını yaratmıyor.

Siyasi yakınlaşmanın ön koşulu olarak kültürlerin, değerlerin ve zihniyetlerin yakınlığına itimat etmek mümkün değil. Öte yandan bu tür bağların varlığı, siyasi ilişkiler ne kadar uzak olursa olsun, Rusya ve çeşitli Batı ülkelerine benzer koordinatlar ve insani bağlar sağlamaya devam edecek. Çatışmalar karşısında bile insan kalabilmek, düşmanlık, nefret ve siyasi çatışmaların ortasında kültürel, insani ve nihayetinde ailevi bağları sürdürebilmek çok daha zor ama yine de çok önemli bir görev.

“Dünya çoğunluğu” ile ilişkilerimizde benzer bir kültürel ortaklık yok. Fakat bu durum pragmatik ilişkilerin kurulmasına engel değil. Bu, kültürel mesafenin sonsuza kadar önemli kalacağı anlamına mı geliyor? Hayır. Batı dışındaki çok çeşitli ülkelerle çalışırken kültürel yetkinliklerimizi geliştirmemiz gerekecek. Burada medeniyet çeşitliliği inanılmaz boyutlarda. Rusya’da Sinoloji, Arap çalışmaları, İndoloji ve diğer pek çok alanda eşsiz okullar var. Ancak ne yazık ki bu kurumsal avantajlar, Doğu’ya tam teşekküllü bir dönüşün gerektirdiği görevleri yerine getirme konusunda son derece sınırlı. Avrupa dillerini konuşmamız, Avrupa edebiyatını özümsememiz ve Batı’nın tüm çeşitliliğiyle birlikte Avrupa kültüründen bir insanı az çok anlamamız normal. Aynı zamanda dost kalan ülkelerin edebiyatı, kültürü ve zihniyetleri hakkında çok az şey biliyoruz. Komple bir geri dönüş için Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’ndeki Asya ve Afrika Ülkeleri Enstitüsü gibi onlarca okula ihtiyacımız olacak, dil öğretmenlerinden bahsetmiyorum bile. Bu tür yetkinlikler olmadan Çin, Hindistan ve diğer pek çok toplumun derinliklerinde çalışmak imkânsız olmasa da son derece zor olacak.

Bunun yanında dünyanın çoğunluğunu oluşturan ve bize dost olan ülkelerin de kendi ulusal çıkarları olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmamız gerekecek. Rusya ile dostluk uğruna bunları feda etmeleri pek olası değil. Her seferinde, nihayetinde Moskova’nın faydasına olmayacak bir dizi talep ve zorunlulukla karşı karşıya kalacağız. Batı dışındaki pek çok ülke Batı ile yakın ilişkiler sürdürüyor. Bunların önemli bir kısmı, bazı durumlarda bu kazanç atalet içinde olsa bile Batı merkezli küreselleşmeden faydalanmaya devam ediyor. Dahası, pek çoğu kültürel kimliklerini ve mümkünse siyasi egemenliklerini korurken Batı modeline dayalı bir modernleşme süreci uyguluyor ama ekonomi, üretim, yönetim, eğitim, bilim, teknoloji vb. alanlarda Batı standartlarını kullanmaktan çekinmiyor.

Rusya, dost ülkelerle bağlar kurarken ve bu bağları sürdürürken, tıpkı Aristo’nun fikirlerinin Ortaçağ Avrupa’sına Arap entelektüeller aracılığıyla gelmesi gibi, bazı Batılı modellerin Rusya’ya yine Doğu aracılığıyla gelmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalabilir. Rusya’nın Batı ile Batı dışındakiler arasında bir seçim yapması zor olacak, zira böyle bir seçim pratikte mümkün değil. Bunun yerine Rusya’nın çeşitli kültürler ve yaşam biçimleriyle ilişki kurması gerekecek.

Konuşmaktan çok dinlememiz ve öğretmekten çok öğrenmemiz gerekebilir. Önümüzde zorluklar karşısında sabır, tahammül ve bazen de tevazu gerektirecek bir dönem var ki bunlar olmadan yeni bir tarihsel çağda hayatta kalmak zor olacak.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English