GÖRÜŞ

Rusya’nın yeni dış siyaset belgesi – 1 : “Varolma hakkını her tür vasıtayla savunacağız”

Yayınlanma

Rusya’nın yeni dış siyaset belgesi (“Rusya Federasyonu Dış Siyaset Konsepti”), 31 Mart günü Putin’in kararnamesiyle onaylanarak yayınlandı.

Bu, geçen yıl 24 Şubat’tan beri yayınlanan başlıca tarihi belgeler arasına katılması gereken son derece önemli bir metin.

Belge çok uzun; tam metin çevrilse 100 sayfaya yakın bir broşür hacminde olacaktır. Bu nedenle belli başlı noktalarını çevirmekle ve yorumlamakla yetinmek daha doğru olacak; ama bu durumda bile tek bir yazıya sıkıştırmak mümkün değil; dolayısıyla okurun sabrı gerekecek.

Daha ilk maddede bunun bir “stratejik planlama belgesi” olduğuna dikkat çekiliyor; belge, “Rusya Federasyonu’nun dış siyaset alanında milli menfaatlerine, Rusya Federasyonu’nun dış siyasetinin temel ilkelerine, stratejik hedeflerine, temel görevlerine ve öncelikli istikametlerine sistematik bir bakış sunuyor”. Belgenin başlıca hukuki temeli, anayasa ve “uluslararası hukukun genel kabul görmüş ilke ve normları”, Rusya’nın uluslararası anlaşmaları, “dış siyaset alanında federal organların faaliyetlerini düzenleyen” federal kanunlar ve diğer iç müktesebat olarak tanımlanıyor.

4’üncü madde, Rusya Federasyonu’nun kendini nasıl tanımladığını gösteriyor; bu aynı zamanda devletin (siyasi, sosyal) davranışlarını biçimlendiren ideolojik çerçeveyi de çiziyor. Önemli bu, zira çerçeve anlaşılmadan davranışlar hakkında öngörüde bulunmak çok güç, dahası hemen hepsi gevezelikten başka bir şey olmayan kendinden menkul klişe benzetmeler ve karşılaştırmalar da (Rusya’nın verili bir ülkeye, Putin’in verili bir lidere vb. benzetilmesi ve karşılaştırılması) sıkça yapılıyor. Oysa bu tür karşılaştırmalara itibar etmeden tayin edilmiş ilkelere bakmak gerek.

Bu madde şöyle diyor:

“Bin yılı aşkın bir bağımsız devletlilik tecrübesi, önceki çağların kültürel mirası, geleneksel Avrupa kültürü ve Avrasya’nın diğer kültürleriyle derin tarihi bağlar, uzun yüzyıllar boyunca gelişmiş olan ortak topraklarda muhtelif halkların, etnik, dini ve dilsel grupların ahenkle bir arada yaşamasını sağlama yetisi, orijinal bir devlet-uygarlık, Rus halkıyla Rus dünyasının kültür ve uygarlık topluluğunun bileşenleri olan diğer halkları kaynaştıran, geniş bir alana yayılmış bir Avrasya ve Avrupa-Pasifik gücü olarak Rusya’nın özgül durumunu tayin ediyor.”

İyi çalışılmış bir ideolojik çerçeve. Her biri farklı bir yazının konusu olabilecek (ve olan) şu noktaların altı kalınca çiziliyor:

1) Rusya’nın devletliliği (devlet değil) tarihi bir devamlılık olarak kabul ediliyor;

2) Bu devamlılık özgül bir uygarlık taşıyıcısı kabul ediliyor;

3) Çokulusluluk, çokdinlilik ve çokdillilik uygarlığın ve devletin temel nitelikleri olarak kabul ediliyor;

4) Rusya bir Avrupa-Avrasya devleti kabul ediliyor;

5) Rus dünyası etnik değil kültürel bir ortam olarak kabul ediliyor.

5’inci maddede Rusya’nın çağdaş dünyadaki yeri, “bütün hayati faaliyet alanlarındaki büyük kaynakları”, başta “BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olarak statüsü” olmak üzere başlıca uluslararası örgüt ve birliklere üyeliği, “en büyük iki nükleer güçten biri” oluşu, ve (en önemlisi) “SSCB’nin hukuki varisi (hukuki devamcısı) bir devlet” oluşuyla açıklanıyor. Buna kimsenin kuşkusu yok zaten, Rusya tarihinin gelmiş geçmiş en azılı antikomünist yöneticisi Yeltsin bile bu tarihi devamlılığın üzerini çizmeyi başaramadı (hem batının bu devamlılığı dayatıyor olması, hem de içeride bundan vazgeçmenin imkânsızlığı yüzünden); ama devamlılığın bu kadar açık ve (deyim yerindeyse) doğrudanlık şeklinde ifade edilmesini, belgenin en önemli noktalarından biri saymak gerek. Bu maddede Rusya’nın sadece İkinci Dünya Savaşı’ndaki zaferde “tayin edici katkısı” değil, “çağdaş uluslararası ilişkilerin kurulmasında ve dünya sömürgecilik sisteminin tasfiyesinde” oynadığı rolün de altı çiziliyor. Rusya, bunlara dayanarak “küresel gelişmenin egemen merkezlerinden biri olarak” öne çıkıyor ve “küresel güçler dengesinin desteklenmesinde ve çokkutuplu uluslararası sistemin kurulmasında tarihi olarak hasıl olmuş özgün bir misyon” yerine getiriyor.

Belgeye göre Rusya, “milli menfaatleri ve hem küresel hem bölgesel seviyelerde barış ve güvenliğin korunmasına yönelik hususi sorumluluklarının bilinciyle tayin olunan bağımsız ve çok vektörlü bir dış siyaset” güdüyor. Dış siyaset “barışsever, açık, öngörülebilir, tutarlı, pragmatik” olarak tanımlanıyor: “Rusya’nın başka devletlere ve devletlerarası birliklere yaklaşımı, bunların Rusya Federasyonu’na yönelik siyasetinin yapıcı, tarafsız veya dostça olmayan niteliğiyle belirlenir.”

Önemli bu; çünkü 1) Primakov’un formüle ettiği pragmatizm korunuyor; 2) Rusya’nın dış siyasetini başkalarının ona karşı tutumu belirliyor.

Zaten yeterince uzun olan bu yazıda üzerinde etraflıca durmak mümkün değil, ama şunu not etmek gerek. Dış siyasette pragmatizm Primakov tarafından formüle edilmişti ve Rusya’nın bir NATO manivelası haline geldiği Yeltsin döneminde kesinlikle ilerici bir muhtevaya sahipti. Buna göre Rusya, batının değil kendi menfaatlerinin gereğine göre hareket etmelidir. Ama artık bunun sınırına geliniyor, zira menfaatin çerçevesi değişme eğilimi gösteriyor. “Kendi” menfaati, iki şekilde tanımlanabilir: ya dışarının baskısına karşı kendisini korumak olarak, ya da aynı nedenle düşmanlarının menfaatlerini baltalamak olarak. Birinci durumda saf bir pragmatizm güder, ikinci durumda ise pragmatizmin dışına taşar.

7’inci madde şu cümleyle başlıyor: “İnsanlık devrimci değişiklikler çağından geçiyor.” Kastettiği “adil, çok kutuplu” dünya; ama kavram seçimi dikkat çekici. Adeta 1950’li yılların sonunda, özellikle de “Afrika yılını” izleyen dönemde hakim olan diskurs tekrar dile geliyor: “Sömürgeci güçlerin Asya’daki, Afrika’daki ve batı yarı küresindeki bağımlı toprakların ve devletlerin kaynaklarını yüzyıllardır ihtilas etme pahasına diğerlerini geride bırakan iktisadi büyümesini temin eden eski eşitsiz küresel gelişme modeli geri dönmemecesine yok oluyor.” Belge, “egemenliğin güçlendiğini ve batılı olmayan güçlerin ve bölgesel lider devletlerin rekabet imkânlarının büyüdüğünü” ileri sürüyor. Aynı yerde “dünya ekonomisinin yapısal yeniden yapılanmasından”, “milli bilincin artmasından”, “kültür ve uygarlık çeşitliliğinden” ve “diğer objektif faktörlerden” söz ediliyor ve bunların “yeni iktisadi büyüme merkezleri lehine gelişme potansiyelinin ve jeopolitik etkinin yeniden dağılımı süreçlerini hızlandırdığı” belirtiliyor. Belgeye göre bu süreçler aynı zamanda “uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesine katkıda bulunuyor”.

Bütün bu gelişmeler “küresel hâkimiyet ve yeni-sömürgecilik mantığına uygun düşünmeye alışkın devletler” için tatsız şeyler. Bunlar yeni gerçekliği kabul etmeyi reddediyorlar, “tarihin doğal gidişatını engelleme, askeri-siyasi ve iktisadi alanlarda rakiplerini bertaraf etme, farklı düşüncelerde olanları ezme girişimlerine başvuruyorlar”. “BM Güvenlik Konseyi’nin etrafından dolanan cebri tedbirler (yaptırımlar), devlet darbelerinin, silahlı çatışmaların kışkırtılması, tehditler, şantaj, muhtelif sosyal grup ve hatta halkların bilinçlerinin manipüle edilmesi, enformasyon alanında saldırgan ve yıkıcı operasyonlar”, kullandıkları yöntemler arasında. “Geleneksel manevi-ahlaki değerlerle çelişen parçalayıcı neoliberal ideolojik kurumların dayatılması, egemen devletlerin içişlerine karışmanın en yaygın biçimi haline geldi.”

Belge, ulusötesi meydan okuyuş ve tehditlere verilecek kolektif cevapların geliştirilmesinin zorlaştığını vurguluyor; bunlar yasadışı silah ticaretini, kitle imha silahlarının yayılmasını, tehlikeli patojen ve enfeksiyonları, uluslararası terörizmi, uyuşturucu ticaretini, ulusötesi örgütlü suç ve rüşveti, yasadışı göçü, çevre kirliliğini, vb. kapsıyor. Diyalog kültürü zayıflıyor, diplomasinin etkisi zayıflıyor. “Uluslararası işlerde güven ve öngörülebilirlik eksikliği keskin şekilde hissediliyor.”

10’uncu madde şu cümleyle başlıyor: “İktisadi küreselleşmenin krizi şiddetleniyor.” Dikkat çekici bu, zira stratejik ortaklıktan ekonomiyi de kapsayan bir ittifaka yöneldikleri Çin, devasa büyüyüşünü tam da bu küreselleşmeye borçlu ve her fırsatta tekrarladığı gibi, hiç değilse şimdilik, küreselleşmenin devamından yana. Rusya, küreselleşmeye karşı kapitalist sistemiçi bir eleştiride bulunuyor, ne var ki IMF’yi veya Dünya Bankası’nı değil küreselleşme ve finanslaşmaya genellikle muhalif olmuş UNCSTAD’ı hatırlatan türden: “Enerji kaynakları pazarındaki ve mali sektördeki problemler de dahil olmak üzere mevcut problemler pek çok eski kalkınma model ve enstrümanlarının sorumsuz makroekonomik kararlarla (kontrolsüz emisyon ve teminatsız borçların birikmesi dahil), hukuksuz, tek taraflı sınırlayıcı tedbirler ve haksız rekabetle yozlaşmasıyla tetiklendi.” Belge, kimi devletlerin bazı alanlardaki dominant durumlarını kötüye kullandıklarını ve bunun dünya ekonomisinde parçalanmaya, “devletlerin kalkınmasında eşitsizliğe” yol açtığını belirtiyor. Yeni milli ve sınırötesi ödeme sistemlerinin yaygınlaşması, yeni uluslararası rezerv paralara gösterilen ilgi bunun sonucu. Bu nedenle: “Uluslararası iktisadi işbirliği mekanizmalarının çeşitlendirilmesi için ön şartlar şekilleniyor.”

Belge bir sonraki maddede “uluslararası ilişkilerde güç faktörünün rolünün arttığına ve stratejik olarak önem taşıyan bir dizi bölgede çatışma coğrafyasının genişlediğine” dikkat çekiyor. Silah kontrol anlaşmaları sisteminin ihlal edilmesi ve taarruz potansiyelinin artırılması ve modernizasyonu, istikrarsızlaştırıcı bir etki doğuruyor. “Uluslararası hukukun ihlalinde askeri güç kullanılması, uzay ve enformasyon alanının yeni askeri eylemler alanı olarak benimsenmesi, devletlerarası karşı karşıya gelişlerde askeri ve askeri olmayan vasıtalar arasındaki sınırın silinmesi, bir dizi bölgede eskiden kalma silahlı çatışmaların şiddetlenmesi, genel güvenliğe tehdidi artırıyor, büyük devletler arasında nükleer güçlerin de katılacağı çarpışma riskini güçlendiriyor, bu tür çatışmaların tırmanma ve lokal, bölgesel veya küresel savaşa evrilme ihtimalini yükseltiyor.”

Belgeye göre dünya düzenindeki krize verilecek cevap, “dış baskıya maruz kalan devletler arasındaki işbirliğini güçlendirmek” haline geliyor. Bu, bölgesel veya bölgelerarası iktisadi entegrasyon mekanizmalarının oluşmasını da kapsıyor. Mevcut problemleri ancak “bütün uluslararası toplumun kuvvet dengesi ve menfaatler temelinde potansiyellerini ve iyi niyetli çabalarının birleştirilmesi” temin edebilir.

13’üncü maddeyi eksiksiz çevirmek gerek:

“Rusya’nın çağdaş dünyanın önde gelen merkezlerinden biri olarak güçlenmesini mülahaza eden ve Rusya’nın bağımsız dış siyasetini batı hegemonyasına tehdit sayan ABD ve uyduları, Rusya Federasyonu’nun Ukrayna istikametinde kendi hayati önem taşıyan menfaatlerini savunmak için aldığı tedbirleri uzun yıllara dayanan Rusya karşıtı siyaseti tırmandırmak için bir bahane olarak kullandılar ve yeni tip hibrit bir savaş açtılar. Bu savaş, Rusya’nın her alanda zayıflamasına yönelik; onun uygarlık yaratıcı rolünün, askeri, iktisadi ve teknolojik imkânlarının tahrip edilmesini, dış ve iç siyasette egemenliğinin sınırlanmasını, toprak bütünlüğünün yıkılmasını da kapsıyor. Batının bu siyaseti kapsamlı bir nitelik aldı ve doktrin seviyesinde de tespit edildi. Bu, Rusya Federasyonu’nun tercihi değildi. Rusya kendisini batının düşmanı saymıyor, kendisini ondan tecrit etmiyor, ona karşı düşmanca niyetler gütmüyor; batı topluluğuna ait olan devletlerin ileride bu cepheleşme siyasetlerinin verimsizliğini kavrayacaklarını, çok kutuplu dünyanın karmaşık gerçekliğini dikkate alacaklarını ve egemen eşitlik ve karşılıklı menfaatlere saygı ilkelerine bağlı olarak Rusya ile pragmatik işbirliğine döneceklerini düşünüyor. Rusya Federasyonu, diyalog ve işbirliğine böyle bir temelde hazırdır.”

Demek ki, şunların altı çiziliyor:

1) Rusya batıya karşı ideolojik bir cepheleşme içinde değil.

Bu çerçeve Sovyetler Birliği’ni düşünerek mi çizildi, doğrusu emin değilim; aslında Sovyetler Birliği de batıyla ideolojik bir cepheleşme içinde değildi, zira marksizm evrensel bir doktrindi. İki ayrı sosyal, siyasi, iktisadi sistemin meydana getirdiği bir cepheleşmeydi bu; ideolojik öncüller söz konusu değildi. Çatışmanın yakıcı ve yıkıcı oluşu, bu iki sistemin bir arada yaşayamaz olmasından kaynaklanıyordu. Eğer kapitalist sistem içinde tutulan farklı yollar taraflar için aynı yıkıcı etkiyi taşırsa, benzer bir cepheleşme ortaya çıkar. Batı, Rusya’yı mevcut biçimiyle yok etmeyi doktrin seviyesinde bir hedef olarak tespit ediyorsa, bu artık sadece kültürel bir karşı koyuş değildir. Belge bunun farkında, zira iktisadi bir yeni düzen de öngörüyor.

2) Bunun pratik sonucu, Rusya’nın da kendi mevcut tutumunu doktrin seviyesinde tespit etmesi; bu durumda çatışma ister istemez iki sistem çatışması haline gelir.

3) Alıntıdaki son cümle, “Rusya Federasyonu, diyalog ve işbirliğine böyle bir temelde hazırdır”, dikkat çekici. “Sadece böyle bir temelde” değil — demek ki başka bir temel de söz konusu olabilir, ama bu başka temel, ancak Rusya’nın eşit kabul edilmesiyle mümkün olur.

Belge 14’üncü maddede Rusya’nın, “batının dostça olmayan eylemlerine cevap olarak varolma hakkını ve serbest gelişmesini elindeki her türlü vasıtayla savunmaya niyetli olduğunu” vurguluyor. “Her türlü” denildiğinde bunun anlamı gayet açık. Bu durumda iki şeye tekrar göz atmalıyız. İlki, Rusya’nın nükleer doktrini. İkincisi, bu doktrin çerçevesinde yürütülen bir askeri-siyasi tartışmanın ayrıntıları.

İlki, “Rusya Federasyonu’nun nükleer silah kullanması ihtimalini belirleyen şartları” şöyle sıralar:

“a) Rusya Federasyonu ve (veya) müttefiklerinin topraklarına saldıran balistik füzelerin ateşlendiğiyle ilgili güvenilir istihbarat alınması;

“b) düşman tarafından nükleer silahların veya diğer kitle imha silahlarının Rusya Federasyonu ve (veya) müttefiklerinin topraklarında kullanılması;

“c) düşmanın, Rusya Federasyonu’na ait, devreden çıkması halinden nükleer kuvvetlerin cevabi eyleminde başarısızlığa yol açacak kritik önemdeki devlet ve askeri tesisleri üzerinde etkide bulunması;

“d) Rusya Federasyonu’na karşı konvansiyonel silahlarla yapılan saldırganlık, bizatihi devletin varlığı tehdit altına girdiğinde.”

İkincisi, olası bir Amerikan saldırısı halinde püskürtme, düşmanın kademeli hava savunma ve enformasyon-yönetim sistemlerinin kırılması, Rusya’nın ani düşman saldırısında yok edilmemiş “stratejik nükleer kuvvetlerinin korunan vasıtalarıyla saldırgana cevabi nükleer ‘misillemede’ bulunulmasının” ilkelerini belirler.

Yeni dış siyaset belgesinin “her türlü vasıta” vurgusu, böylece somutlanmış oluyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version