Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Sovyet Ukrayna’nın krizi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Ukrayna’da devam eden savaşın, 2014 Maydan protestolarına ve müteakip darbeyi hesaba katmadan değerlendirilmesi en hafif tabirle eksik olur. Nitekim savaşın işaret fişeği de oydu; savaş, esasen, şimdiye dek sayısız kez tekrar edildiği üzere Şubat 2022’den çok önce başlamıştı. Darbeyle devrilen Viktor Yanukoviç’i hatırlamak faydalı olabilir. Rusya daha iyi bir anlaşma önerdi ve Yanukoviç AB’nin önerdiği ortaklık anlaşmasının kendisini Rusya ile olan geleneksel ilişkilerinin devamından çok daha yoksullaştıracağı kanaatine vardı. Ve bu noktada protestolar başladı. Darbe, Victoria Nuland tarafından belirlenen yetkilileri göreve getiren ABD tarafından desteklendi ve Ukraynalılar bir şekilde AB’ye katılmanın kendilerini refaha kavuşturacağını umdular. Avrupa’nın inandığı efsane de buydu; eğer sadece ABD’nin tavsiyelerini dinlerlerse, ABD kadar çok tüketim malına sahip olacakları ve refaha kavuşacaklarına inandılar. Ve bunların tamamı yalandan ibaretti.


Sovyet Ukrayna’nın krizi: Maydan Devrimi halkımı özgürleştirmedi

Volodimir İşçenko

Unherd

24 Şubat 2024

Volodimir İşçenko, 24 Şubat 2022’de “Bu savaş nasıl biterse bitsin, artık bir vatanım olmayacak,” diye düşünüyordu. Tabuları yıkan sosyolog, yeni kitabı Towards The Abyss’in (Uçuruma Doğru) önsözünde, Sovyet Ukraynalı kimliğini Ukrayna’nın Rusça konuşanlarından veya güneydoğu bölgelerindeki toplumdan farklı olarak özetliyor. Bu insanlar etnik köken yerine toplumsal devrim, sınıf ve modernleşme güçleri tarafından şekillendirilmişti. İşçenko, Sovyet sonrası on yıllara baktığında, Sovyet Ukraynalılarının siyasi parçalanmışlığının ve Ukrayna siyasetinde siyasi olarak daha güçlü olan “Batı” (“Avrupa yanlısı”) kampının aksine “Doğu” (hatalı bir şekilde “Rusya yanlısı” olarak adlandırılan) kampının kırılganlığının, devam eden savaşın hafife alınan sebeplerinden biri olduğunu savunuyor.

Aşağıda, aile anıları ve ulusal tarihin bir karışımı olan önsözün ikinci yarısını yeniden yayımlıyoruz:

***

Ukrayna milliyetçi entelijansiyası, 30 yılı aşkın bir süre boyunca son derece özel bir modernite projesi geliştirdi. Bu projenin iki ana bileşeni Sovyet modernleşmesinin reddi ve Ukrayna ulusal kimliğinin Rusya karşıtı bir şekilde ifade edilmesiydi. Bu aydınlar bir yandan Ukraynalı olan her şeyle (kendi özel ifadeleriyle) modern olan her şey arasında bir eşdeğerlik kurmaya çalışırken, diğer yandan da geri kalmış olan her şeyi Sovyet ve Rus olan her şeyle ilişkilendirebileceklerini sanıyorlardı.

Esasında, Sovyet enternasyonalist projesinin perdesi arkasında var olduğundan korktukları, Ukraynalıları geri kalmışlıkla özdeşleştiren sembolik hiyerarşiyi yıkmaya çalıştılar. “Ukraynalı” genç, metropollü, kozmopolit, İngilizce bilen, şık, mobil, liberal, iyi eğitimli, başarılı olarak görülmeliydi. “Sovyet” ve “Rus” ise yaşlı, muhafazakâr, taşralı, sabit fikirli, ölmekte olan sanayilere bağlı, kötü ya da yetersiz eğitimli, zevksiz, kaybeden olmalıydı.

Bu kutuplaşma mutlak bir homojenlik gerektirmiyordu. Ne de olsa modernlik aynı zamanda özgür ve rasyonel tartışmayla alakalıydı. Ukrayna modernitesinin gerçekleşmesi için “Ukraynalı feministler”, “Ukraynalı liberaller”, “Ukraynalı solcular” —ve aynı zamanda Ukraynalı sağcılar— lazımdı. Elbette İkinci Dünya Savaşı’nın milliyetçi suçları (Sovyetlerin daha kötü olduğuna dair mecburi feragatname ile birlikte) tartışılmalı. Elbette bugün sağcı şiddetten (bunun Putin’in işine yaradığına dair mecburi feragatnamelerle birlikte) endişe duyulmalı. Ve bu böyle uzar gider. Fakat bu tartışmaların yalnızca “aydınlanmış” vicdanı yatıştırmakla kalmayıp siyasi açıdan gerçekten önemli olabileceği kritik zamanlarda, tüm kırmızı çizgiler katı bir şekilde uygulandı ve hizaya gelmeniz gerekiyordu. Yoksa başımız belaya girerdi.

Bu insanlara çok benziyordum. Biyografilerimizde o kadar çok ortak nokta vardı ki. Aynı üniversitelerden, aynı burslardan, aynı programlardan, aynı sivil toplum kuruluşlarından, aynı konferanslardan geçtik. Aynı dilleri konuşuyorduk. Ama ben onların aksi düşünmeye başlamıştım. Akran grubum buna sık sık nefretle tepki veriyordu. Milliyetçi entelektüellerin beni yerden yere vurduğu bir yazıda, “Ukrayna ulus inşası projesi” için bir tehlike olarak tasvir edilmiştim. Bunun nedeni yazdıklarım değildi; genelde esaslı bir tartışmaya girmiyorlardı. Ve ne yazarsam yazayım, basında ve siyasette o kadar güçlü odaklar vardı ki, oluşturduğum akla gelebilecek herhangi bir “tehdit” önemsizdi. Hayır, milliyetçi davayı tehdit eden şey kesinlikle benim yaptıklarım değil, bence yalnızca benim gibi insanların varlığıydı. Forumlarda milliyetçi liberallere sosyal eşitler olarak meydan okuyabiliyorduk. Onların tekeli açısından istenmeyen birer baş belasıydık. Hayali bir cemaatin hainleri değil, var olan gerçek bir sosyal zümrenin hainleriydik. Sınıf hainleriydik, vatan hainleri değil.

İşte gerçek nefret buydu. Ukraynalıydık ve moderndik ama onlar gibi değildik. Sovyet Ukraynalıları, periferileşen bir ülkede komprador entelektüeller olabilirlerdi ama bu rolü reddettiler. Onların kolektif suçlamalarına direndik. Bu yüzden rasyonel bir angajman yoktu, sadece inkâr, sükûnet, reddetme, iptal vardı. Biri Rusya emperyalizmine karşı binlerce kelime yazabilir ve yine de “imparatorluğun ozanı” olarak nitelendirilebilirdi. Biri kelimenin tam anlamıyla “Putin’den nefret ediyorum,” diyebilir ve yine de Rusya propagandası yapmakla suçlanabilirdi. Entelektüellerimiz entelektüel olarak değerlendirilmiyordu. Akademisyenliğimiz akademisyenlik değil, “siyasi aktivizm” idi. Bize karşı uygulanan siyasi baskı, siyasi baskı değildi, zira tehdit ve şiddetin hiçbir zaman gerçekleşmediği iddia ediliyordu. Yani var olmamıza izin verilmedi, zira var olsaydık, Ukrayna’da modernlik ve geri kalmışlığın spesifik eklemlenmesi artık işe yaramayacaktı. Ne yaparsak yapalım, öylece var olamazdık.

Bizler alternatif bir Ukrayna modernitesinin gelişememiş embriyolarıydık; bu, Sovyet Ukraynalıları açısından “organik” bir temsil inşa edebilecek bir temsil, milliyetçi entelektüellere göre olmaları “gereken” şey için değil, oldukları şey için; yani onlar gibi olmak ya da tamamen (en azından Ukrayna’nın kamusal alanından) yok olmaktır. Ukrayna açısından küresel olarak da daha cazip olabilecek ve gelecekteki eğilimlerle ya da en azından dünya çapında giderek daha fazla gencin kendi gelecekleri olarak tercih edecekleri şeylerle uyumlu bir alternatif sunabiliriz.

Neden bu şekilde sonuçlanmadı? Pek çok insan Sovyet sonrası çatışmaları geçmişteki imparatorlukların çöküşüyle mukayese etti, yeni tartışmalı sınırlar çizildi, imparatorluk çoğunluğunun bir parçası olan etnik gruplar yeni devletlerde azınlık haline geldi, eskiden ezilen azınlıklar olan gruplara intikam fırsatları verildi. Bu mukayeseler genelde çok farklı bir bakış açısı sağlayan sosyal zümre ve devrimci dinamikleri görmezden gelmektedir.

Örneğin, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük Avrupa imparatorluklarının çöküşünü izleyen siyasi krizler ve çatışmalar, çok uluslu Sovyetler Birliği’nin çöküşünü izleyenlerden temelde farklıydı. Sovyet sonrası kriz, eski bir rejimin değil, toplumsal bir devrimin son kriziydi. Bir asır öncesinin yeni milliyetçilikleri de-modernleşme bağlamında değil, modernleşme bağlamında filizlendi. Yirmili ve otuzlu yıllar, örgütlü devrimci işçilerin kendilerinden daha az kararlı ve örgütlü olmayan faşist karşı devrimcilere karşı savaştığı yoğun bir siyasallaşma dönemiydi. Buna karşın Sovyet sonrası yıllar, yalnızca kısa süreli Maydan seferberliklerinin rahatsız ettiği bir atomizasyon, genel bir ilgisizlik dönemiydi. Özetle, Birinci Dünya Savaşı sonrası kriz toplumsal odakların güçlendiği bir çıkmazken, Sovyet sonrası kriz karşılıklı zayıflığın çıkmazıydı.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Sovyet sonrası Ukrayna’daki Batı yanlısı entelektüel ve sivil elitler, Sovyet modernleşmesiyle kıyaslanabilecek hiçbir şey sunamadılar. Ukraynalıların çoğunluğu onların küresel orta sınıfa katılabileceklerine dair şüpheli vaatlerine kanmadı. Fakat Rus elitlerinin teklifi daha da az cazibeliydi. Yumuşak güç konusundaki zayıflıklarını genelde zora başvurarak telafi ettiler. Ancak artan baskıya başvurduklarında bile derin zayıflıklarını ortaya çıkardılar.

Ukraynalı çoğunluğun Rusya’dan koptuğu ve her seferinde Rusya’nın yörüngesinden daha da uzaklaştığı üç kritik dönem yaşandı. Bunların her biri Rus eliti tarafından başlatılan askeri baskının başarısızlığı ya da orta yol disiplini ile ilgiliydi. Ukraynalılar, Ağustos 1991’de Moskova’daki başarısız darbeye, Sovyetler Birliği’ni koruma yönünde oy kullandıktan sadece sekiz ay sonra bağımsızlık yönünde oy kullanarak karşılık verdi. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve 2014’te Donbass’ta savaşın başlamasıyla birlikte, Rusya’nın öncülük ettiği yeniden entegrasyon projelerine destek Ukrayna’da küçük bir azınlıkla sınırlı kaldı. 2022’deki topyekûn işgal, Ukrayna tarihindeki en güçlü Rusya karşıtı konsolidasyonu tetikledi.

Rusya’nın baskılarına karşı verilen bu büyük tepkiler tamamen olumsuz nitelikteydi, Batı’ya ya da Ukrayna etnik milliyetçiliğine destekten ziyade Rusya’nın yaptıklarının reddedilmesiydi. Ancak, bu olumsuz şokları kendi ajandasının olumlu içeriğini ilerletmek için fırsat olarak değerlendirebilen “Batı” kampı oldu. Bunun nedeni “Batı” ile “Doğu” kampları arasındaki derin sınıfsal ve siyasi asimetrilerdi. “Doğu” kampının siyasi kapitalistleri kendi sivil toplumlarını geliştirmediler ve Sovyet Ukraynalılar aşağıdan organik temsillerini inşa edemeyecek kadar atomize kaldılar. Onların pleb “Maydan karşıtlığı”, karşılık verdikleri Maydan protestolarıyla asla boy ölçüşemezdi. Vladimir Zelenskiy’in 2019’da Pyotr Poroşenko’ya karşı ezici bir zafer kazanması —görevdeki şahsın saldırgan bir milliyetçi programla seçime girmesinin ardından— son bir umut yarattıysa da bu umut 2022 işgaliyle yok oldu.

Sovyet Ukrayna’sından “organik” olarak doğacak çoğulcu bir ulus inşası projesinin geliştirilmesi ve savunulmasındaki başarısızlığın bir sonucu olarak, Ukraynalı burjuva sivil toplumunun “Batılı” ulus inşası projeleri ile Putin’in “tek ve aynı halk” nostrumu arasında sıkışan Ukraynalıların büyük bir toplamı şimdi asimilasyon politikalarının nesnesi haline geliyor. Putin, 2021’deki meşhur Rusların ve Ukraynalıların Tarihsel Birliği Üzerine başlıklı makalesinde Ukraynalı-Rusyalı ayrımını, siyasi bir birim olarak aynı “halk” içinde bölgesel-kültürel çeşitliliğin bir farklılığı olarak ifade etmişti. Fakat özünde kentleşmiş ve çoğunlukla Rusça konuşan güneydoğu Ukrayna nüfusu ile Ruslar arasında kültürel bir farklılıktan ziyade siyasi bir farklılık söz konusu.

SSCB genelinde büyük ölçüde homojen olan mutfağı, edebiyat ve sinemadan tipik referansları ve esprileri, ritüelleri ve bayramlarıyla geç Sovyet döneminin kent kültürü, onlar için Ukrayna ve Rusya köylerinin modernleşme öncesi etnik geleneklerinden çok daha önemli. Daha önce Rusça konuşan Ukraynalıların bir kısmı işgale tepki olarak Ukraynacaya geçtiyse de bu onlar açısından etnik kimliklerinin belirlediği değil, bariz biçimde siyasi bir tercihti. “Batılı” kampın sözcülerinden farklı bir ulus vizyonuna sahip olsalar bile insanlar kendilerini Ukrayna’nın muhayyel ulusal toplamına daha çok, Putin’inkine ise daha az bağlı hissediyor. 2016 yılında Ukraynalıların sadece yüzde 26’sı Ukraynalıların ve Rusların “tek ve aynı halk” olduğu ifadesine katılırken yüzde 51’i Ukraynalıların ve Rusların farklı ama “kardeş halklar” olduğu ifadesine katılmıştır.[1] Her iki rakamın da 2022’den sonra dramatik bir şekilde düşmüş olması muhtemel.

“Batılı” kamp için, bazı Ukraynalıların Ruslardan zayıf kültürel farklılıkları her zaman siyasi bir tehdit olmuştur. Bu durum sadece Rus yayılmacılığının meşrulaştırılması olarak değil, aynı zamanda elitist yapay modernleşme projelerine yönelik bir tehdit olarak da görülmüştür. Rus füzeleri Ukrayna topraklarını vurduktan ve Rus birlikleri sınırı geçtikten sonra milliyetçi liberal entelektüeller bunun yalnızca bir tehdit değil, “bıçak çözümleri” —tüm ülkenin daha önce imkansız olan bir ölçekte kendi imajlarına ve benzerliklerine göre radikal, tavizsiz dönüşümü— için de bir fırsat olduğunu anladılar; savaş hoşnutsuzluk seslerini susturmaya yardımcı oluyor.[2] “Dekolonizasyonun” özü, güçlü bir kamu sektörüne sahip daha güçlü bir egemen devlet inşa etmek değildi, bu, onların önemli ortağı olan ulusötesi sermaye ile çelişecek bir şeydi.

Daha ziyade, Rusça kitapların kütüphanelerden kaldırılması, Odessa gibi ağırlıklı olarak Rusça konuşulan kentlerde bile okullarda Rusça öğretiminin yasaklanması ve hatta bilim ve eğitimde Rusça ve Rusça kaynaklara atıf yapılmasının yasaklanmasına dönük gülünç derecede gerici teşebbüs (Ukrayna parlamentosunda ilk oylamada geçmişti) dahil olmak üzere, Rusya veya Sovyetler Birliği ile ilgili her şeyin Ukrayna kamusal alanından yok edilmesiydi. Bunlara on yıllardır “Doğu” kampını temsil eden Sosyalist ve Komünist partiler gibi Ukrayna’nın en eski partileri de dahil siyasi partilerin yasaklanmasını ve işgale sempati duymadıklarını ifade etseler bile “Rusya yanlısı” olarak yaftalanan popüler muhalif medya ve blog yazarlarına yönelik baskıları da ekleyin. İronik bir şekilde sonuç, devrim öncesi Rus İmparatorluğundaki Ukraynalıların durumuna benziyor; birey olarak ayrımcılığa uğramaktan çok, hainlik olarak görülecek ve bastırılacak farklı bir kolektif kimliği ifade etmeleri yasaklandı.

Ukrayna’da artık Sovyet olamayız. Rusya’da da Ukraynalı olabilirmişiz gibi görünmüyor. Sovyet Ukraynalıları sosyal bir devrimin ürünüydü; yozlaşma onları siyasi bir topluluk olarak yok etti. İlk olarak, geç Sovyet ve Sovyet sonrası liderlik yozlaştı, kendine hizmet eden bir elitten başka bir şey olarak görülmemeye başladı. Atomize olmuş kitleler, başarılı olduklarında sadece altta yatan krizi yeniden üreten ve yoğunlaştıran sık ama kötü örgütlenmiş ve şekilsiz protestolarla karşılık verdi. Toplumsal devrimlerin aksine, Maydan’lar halk sınıfları lehine radikal dönüşümler getirmedi, tipik olarak sadece toplumsal eşitsizliği artırdı. Hatta Maydan devrimleri daha güçlü bir devlet inşa etmedi, yalnızca var olanı istikrarsızlaştırarak yerli ve ulusötesi elit rakiplerin kendi çıkarlarını ve ajandalarını ilerletme fırsatını yakalamalarına olanak sağladı. Sovyet sonrası elitler buna sadece daha fazla baskı ile karşılık verdi ve bu da sonunda savaşa dönüştü (Belarus’taki 2020 ayaklanmasının başarılı bir şekilde bastırılmasının nasıl sonuçlandığına bakın). Bu durum, kalkınmacı milliyetçi ideolojilerin değil, gerici neo-kabileci kimliklerin gelişmesine zemin hazırladı. Bu dinamiğe karşı koyacak güçlü bir aşağıdan güç yoktu. Artan hegemonya krizi süreçleri evrensel ama bunların Sovyet sonrası bölgedeki tezahürleri oldukça benzersiz bir büyüklükte.

Siyasi topluluğun ayrışması, bu kriz eğilimlerinin nihai son noktası. Cephe hatları ve sınırlarla; bazıları gönüllü, bazıları zorla harekete geçirilen, bazıları işbirliği yapan, bazıları yurt dışına kaçan, bazıları memleketlerinde normal bir yaşam sürdürmeye ve çalışmaya çalışan, bazıları sadece hayatta kalmaya çalışan, savaş konusunda farklı pozisyonlar alan (Donetsk veya Sivastopol’dan konuşan “Ukraynalı seslerin” ne düşündüğü kimin umurunda?), siyasi ve kamusal temsilcilerimizden yoksun, sınırlı ifade alanı, kopmuş bağlar ve bastırılmış tartışmalarla bölündü. Şimdi hepimiz için ortak bir isim, iddia edilen bir kimlik var mı? Hiç var olmamışız gibi, en fazla Ukrayna ulus inşasının ana hattından çıkmaz bir sokakmışız gibi davranmak kolay. Ancak Ukrayna’da yeni bir modernleşme döngüsü olmadan Sovyet Ukraynalıların tam anlamıyla asimile olamayacağından emin olabiliriz. Ortak kimliğimizi, çıkarlarımızı ve Ukrayna ile ilgili kolektif eylemlerimizi ve sonunda varacağımız devletleri tanımlamak için gereken siyasi iletişim yeniden başlayabilir.

Bolşevikler tarafından bir asır önce başlatılan devrimci proje, artık bir zamanlar kök saldığı etnik gruplara gömülü değil. Çağdaş sol için bu, ilerleme, rasyonalite ve evrensel kurtuluş projesinden kopuş değil, çabalarımızın daha etkili bir şekilde uygulanabileceği siyasi (ve belki de artık ulusal olmayan) bir topluluk arayışı anlamına gelmeli. Herhangi bir yeni toplumsal devrim, Bolşeviklerin 1789 Fransız Devrimi’nden öğrendikleri kadarını —onun sınırlarını anlamayı ve (bazen haksız) hatalarını kabul etmeyi ama aynı zamanda başarılarını kaydetmeyi ve üzerine inşa etmeyi— Sovyetlerden de öğrenecektir.

Ukrayna yeniden sosyal devrimci bir hareketin çekirdek parçası olabilir mi? Ülkenin siyasetinin, toplumunun ve ideolojisinin etnik milliyetçi ve anti-komünist yeniden biçimlendirilmesinin boyutu, öngörülebilir gelecekte buna dair bir umut bırakmayabilir. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın hafızasının zaman içinde ne kadar dramatik bir şekilde değiştiğini düşünün. Ukrayna’nın tüm sivil nüfusunun altıda biri ile dörtte biri arasında bir kısmını katleden Doğu cephesindeki Nazi imha ve köleleştirme savaşından sonra, 1945’te hayatta kalanların torunlarının, Kızıl Ordu’da Alman tanklarına karşı savaştıkları aynı savaş alanlarında Ruslara karşı Alman tanklarıyla savaşacaklarını ve bunu kahraman atalarının kalan anıtlarını yıkarken yapacaklarını kim hayal edebilirdi? Bunun Ukrayna tarihinin son ironik cilvesi olması pek mümkün değil.


[1] “Konsolidatsiya ukrainskoho suspilstva: şlyakhıy, vıklıkiy, perspektivıy” (Ukrayna toplumunun konsolidasyonu: Yollar, zorluklar, beklentiler), Razumkov Centre, 2016, s. 71.

[2] S. Rudenko, ‘Spetsoperatsiya “Derusifikatsiya.” Interviyu z holovnım redaktorom Istoriçna pravda Vahtanhom Kipiyani’ (Özel operasyon ‘Ruslardan Arındırma’: Istoriçna pravda Genel Yayın Yönetmeni Vahtang Kipiyani ile mülakat), Ukrayinska Pravda, 25 Nisan 2022.

DÜNYA BASINI

Mahmud Abbas birliği korumak için olası baskılara direnecek mi?

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız uzman görüşlerine yer verilen haber Filistinli grupların Pekin’de imzaladığı uzlaşı anlaşmasının sürdürülebilir olup olmadığına yanıt bulmaya çalışıyor. İsrail ve muhtemelen ABD tarafından baltalanacağı düşünülen uzlaşının yumuşak karnı ise Filistin Yönetimi:

****

‘Başarılı olması için baskı var’: Fetih-Hamas birlik anlaşması sürdürülebilir mi?

Analistlere göre Fetih Hareketi’nin siyasi iradesinin olup olmadığı görülecek, İsrail ise anlaşmayı bozmaya çalışabilir.

Mat Nashed

Analistler, Filistinli grupların salı günü bir “ulusal birlik” anlaşması imzalayarak, ideolojik farklılıklarını ve acı dolu geçmişlerini bir kenara bırakıp İsrail’in işgaline son vermek için lobi yapabileceklerine dair hem umut yarattığını ancak bazı şüpheler olduğunu söylüyor.

Çin’in başkenti Pekin’de üç gün süren yoğun görüşmelerin ardından imzalanan anlaşma, geçici bir “ulusal uzlaşı” hükümetinin savaş sonrası Gazze’nin kontrolünü üstlenmesi ve ortak kendi kaderini tayin etme arayışını ilerletmesi için zemin hazırladı. Ancak Fetih Hareketi ve Hamas arasında daha önce yapılan birçok uzlaşma girişiminin başarısız olması nedeniyle bu atılım kuşkuyla karşılandı.

Katar’ın başkenti Doha’daki Middle East Council on Global Affairs adlı düşünce kuruluşunda İsrail-Filistin uzmanı olarak çalışan Ömer Rahman, “Biraz şüphe olması doğal, ancak bu anlaşmanın kalıcı olacağından umutluyum” dedi.

“Gazze ve Batı Şeria’daki durum göz önüne alındığında bunun başarılı olması için baskı var. Bence tüm taraflar bunun gerçekleşmesi gerektiğini biliyor” diyen Rahman, Gazze’deki savaşın ve işgal altındaki Batı Şeria’da artan yerleşimci şiddeti ve toprak gaspının getirdiği aciliyete atıfta bulundu.

BM uzmanlarına göre, 7 Ekim’de Hamas öncülüğünde İsrail topluluklarına ve askeri karakollarına düzenlenen ve bin 139 kişinin öldürüldüğü ve 251 kişinin esir alındığı saldırıdan bu yana İsrail, Gazze’de soykırıma varabilecek yıkıcı bir saldırıyla karşılık verdi.

İsrail son dokuz ayda 39 binden fazla Filistinliyi öldürdü ve iki milyon 300 binlik Gazze nüfusunun neredeyse tamamını yerinden etti. Gazze’deki savaş uluslararası manşetleri belirlerken, İsrail’in 2024 yılında işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılda herhangi bir yılda olduğundan daha fazla Filistin toprağını sessizce ele geçirmesine yol açtı.

İsrail işgalini derinleştirirken, Filistinli iki büyük grup Fetih Hareketi ve Hamas bölünmüş durumda kaldı. Fetih Hareketi, Batı Şeria’nın büyük bir bölümünü 1993 Oslo Anlaşmalarından doğan ve Fetih’e şiddetten vazgeçmesi ve İsrail’i tanıması karşılığında Filistin devletinin kurulacağının vaat edildiği Filistin Yönetimi aracılığıyla kontrol ediyor.

Buna karşılık Hamas silahlı mücadeleye bağlı kaldı ve 2007’de iki taraf arasında yaşanan kısa bir iç savaşta Fetih Hareketi’ni kovduğundan beri Gazze’yi kontrol ediyor.

Kanlı geçmişe rağmen, her iki taraf da 12 daha küçük grupla beraber Pekin anlaşmasını imzaladı. El Cezire’nin elde ettiği bir anlaşma kopyasına göre bu anlaşma, nihai olarak İsrail işgali altındaki Doğu Kudüs, geniş Batı Şeria ve Gazze’de (İsrail’in 1967 Arap-İsrail savaşında ele geçirdiği topraklar) bir Filistin devleti kurmayı hedefliyor.

Anlaşma kalıcı olacak mı?

Uluslararası Kriz Grubu (ICG) Filistin uzmanı Tahani Mustafa, Fetih Hareketi ve Ebu Mazen olarak da bilinen Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Hamas’la daha önce yapılan uzlaşma anlaşmalarını baltaladığını söyledi.

El Cezire’ye konuşan Mustafa, Abbas’ın ve yakın sırdaşlarının İsrail işgaline karşı Filistin yönetimini birleştirmek için gerçek bir siyasi irade göstermediğini söyledi.

Mustafa’ya göre Fetih Hareketi, teoride Filistinlileri uluslararası alanda temsil eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerinde tek kontrol sahibi olduğunu ve Hamas ve diğer fraksiyonlar bu yapıda temsil edilirse çoğunluğunu kaybetmekten korkuyor.

Mustafa, “Hamas’ı ve İslami Cihad’ı da eklerseniz, Fetih Hareketi’nin tekeli sona erer” dedi.

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri de uzlaşma anlaşmasını baltalamaya çalışabilirler.

İsrail, savaş sonrası senaryoda Filistin Yönetimi’nin ya da Hamas’ın Gazze’nin kontrolünü ele geçirmesine izin vermeyi reddederken, ABD de uzun süredir Hamas’ın İsrail’i tanımasını ve Filistin hükümetinin bir parçası olmadan önce şiddetten vazgeçmesini istiyor.

2017’de Hamas, 1967 sınırlarına göre bir Filistin devleti kurulmasını kabul eden yeni bir tüzük sundu. Hamas tarafından daha önce yapılan açıklamalar ve hareketlerle uyumlu olan bu hamle, İsrail’in fiilen tanınması anlamına geliyordu.

Mustafa, “Hamas, İsrail’in var olma hakkını hiçbir zaman [açıkça] tanımadı çünkü İsrail’e aynı şeyi Filistinliler için de yapması yönünde hiçbir zaman baskı yapılmadı” dedi.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin İsrail-Filistin uzmanı Hugh Lovatt, İsrail’in bu anlaşmayı rayından çıkarmak için Batılı müttefiklerine Filistin Yönetimi’ne verdikleri fonları kesmeleri için baskı yapmasının oldukça olası olduğunu söyledi.

El Cezire’ye konuşan uzman, “Filistin Yönetimi mevcut haliyle ancak ABD ve Avrupa’nın yakın işbirliği ve finansman desteğiyle ayakta kalabilir” dedi.

Lovatt, “Ancak bu sadece Filistin Yönetimi’nin hayatta kalmasıyla ilgili bir mesele değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin kilit isimlerinin kişisel hayatta kalma meselesi… kendi kişisel konumlarını zayıflatabilecek herhangi bir anlaşmaya çok ilgi duymuyorlar” diye ekledi.

El Cezire yorum için Filistin Yönetimi Başkanlığı sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne ve Filistin Yönetimi’nin Birleşik Krallık misyonunun başındaki Husam Zomlot’a ulaştı. Her iki isim de haber yayınlanmadan önce yorum taleplerine yanıt vermedi.

Ancak Lovatt, Filistin Yönetimi’nin, İsrail’i resmen tanımak ve şiddetten vazgeçmek gibi Oslo Anlaşmaları’nın şartlarına uymayı reddetmesi nedeniyle önceki birlik anlaşmalarının çökmesinden Hamas’ı sorumlu tuttuğunu söyledi.

“Abbas’ın söylediğini gördüğümüz şey… bir anlaşma istiyoruz ama uluslararası meşruiyete dayanan bir anlaşma” diye ekledi.

Bu anlaşma neden önemli?

Daha önceki uzlaşma anlaşmaları başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da Rahman bu anlaşmanın başarıya ulaşmasının hayati olduğunu söyledi.

Rahman’a göre İsrail-Filistin konusunda uluslararası kamuoyunda rüzgarlar değişiyor ve bu da birleşik bir Filistin liderliğinin Gazze’deki “soykırıma” ve İsrail’in Batı Şeria’daki “ilhakçı baskısına” son vermesi için bir fırsat yaratıyor.

Dünya Mahkemesi olarak da bilinen Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) “tavsiye niteliğindeki görüşü”, İsrail’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’deki 57 yıllık işgalini kısa bir süre önce “yasadışı” olarak sınıflandırdı. Mahkeme, yerleşim yerlerinin inşası ve genişletilmesi de dâhil İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında varlığını sürdürmesinin “uluslararası hukuku ihlal ettiğini” söyledi.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu kararı “saçma” olarak nitelendirdi ve İsraillilerin “atalarının yurdundaki kendi topluluklarında yaşamalarının” yasadışı olamayacağını söyledi.

Rahman, “Durum açıkça vahim ve Filistinlilerin uluslararası toplumu Filistinlileri savunmak için bir araya getirecek bir tür birleşik liderliğe ihtiyacı var” dedi.

Ancak bu birlik -en azından şimdilik- savaşın gidişatını şekillendirmede en etkili küresel aktör olan ABD tarafından desteklenmiyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller salı günü düzenlediği basın brifinginde anlaşmayı yorumlarken “Bir terör örgütünün rolü olamaz” dedi.

Hamas ABD, İsrail ve Avrupa Birliği tarafından “terörist” olarak tanımlanan bir grup ancak pek çok Filistinli, Hamas’ı meşru bir direniş grubu olarak görüyor.

Lovatt, Filistin Yönetimi karar alma sürecinde Hamas ve diğer gruplara danışarak anlaşmayı uygulamaya kararlı olsa bile ABD baskısının Filistin birliğini sabote edebileceğini söyledi.

Lovatt şunu ekledi: “Bu gerçekten de belirleyici faktör olabilir. Asıl soru şu: [Abbas] kararlılığını sürdürecek mi, yoksa uluslararası baskı karşısında geri adım mı atacak?”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı artık küresel ilişkilerin merkezi değil

Yayınlanma

Samir Puri, Nikkei Asia
25.07.2024

Dünya meselelerinde bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Batılı ülkelerin küresel meselelerin nihai hakemleri olarak hareket etme gücü ve birliği çökmüyor, ancak açık bir düşüş içinde.

Çoğumuz bu noktada hemfikiriz, ancak bu geçiş dönemini Batı’nın içinden mi yoksa dışından mı izlemek daha doğru olur? Perspektif her şeydir. Atlantik’in her iki yakasındaki Batılı ülkelerde yaşayan bizler için popülizm siyaseti, değişen dünyayı izlerken kaçınılmaz olarak önemli bir tartışma konusu haline geliyor.

Daha “ulus öncelikli” liderler ve partiler güç kazandıkça, Batı’nın siyasi karakterinin hızla değişmekte olduğu açıktır. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın olası zaferi ya da Macaristan Cumhurbaşkanı Viktor Orban’ın ülkesinin Avrupa Birliği dönem başkanlığını kullanarak geleneksel Batılı dış politika elitlerine çelişkili mesajlar vermesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu durum zamanla Batı’nın küresel kişiliğini değiştirecektir.

2020’den bu yana Batı’daki evimden ziyade, Asya’da gelişen bu olayları Singapur’daki görüş noktamdan izliyorum. “Batısızlık: Büyük Küresel Yeniden Dengelenme” adlı yeni kitabımda yazdığım gibi, Batı’nın küresel varlığının yeniden şekillenmesini uzaktan izlemek kendi perspektiflerini sunuyor.

Asya’da, dünyanın değişen ekonomik dengesi Çin ve Hindistan’ın yükselişinde açıkça görülüyor ve Endonezya gibi ülkeler de gelecekte önemli bir büyüme göstermeye hazırlanıyor.

Dünyanın yeniden dengelenmesi sadece “Asya’nın yükselişi” ile sınırlı değildir. Suudi Arabistan, Türkiye ve hatta Güney Afrika gibi ülkelerin küresel meselelerde kendi yollarını çizmek için gösterdikleri stratejik özerklik her geçen ay artıyor.

Batılı olmayan ülkeler için stratejik özerklik ekonomik büyümeden kaynaklansa da bundan çok daha fazlasıyla ilgilidir. BRICS gibi Batılı olmayan kulüplerin genişlemesini de içeriyor. Güney Afrika’nın Batı destekli İsrail’e karşı Hamas’a karşı yürüttüğü savaş nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava gibi gelişmeler de bunu kanıtlamaktadır. Batılı olmayan ülkeler küresel görüşün değişmesine yardımcı oldukça, Batılı ülkeler tarafından 7 Ekim’den sonra İsrail’i desteklemek için alınan ilk tutumlar artık “kurallara dayalı uluslararası düzen” kullanılarak inandırıcı bir şekilde sorgulanabilir.

Batılı olmayan dünyanın yükselen başlıca güç merkezleri hızla kendi momentumlarını geliştiriyor. Yüzyıllardır ilk kez Batı her zaman öncü bir rol oynamıyor. Avrupa liderliğindeki deniz sömürge imparatorluğunun önceki dönemleri ve ardından ABD liderliğindeki küreselleşme dönemi düşünüldüğünde, dünya meselelerinde ortaya çıkan dönemin gerçekten de çok farklı olacağı görülecektir.

Batı çökmeyeceği ve ABD ekonomisi canlılığını koruduğu için yanlış sonuçlara varmak kolaydır. Tüm bunları gayri safi yurtiçi hasıla büyüklüğüne göre bir analize indirgemek ve yalnızca ABD ile Çin arasında iki atlı bir yarış olarak görmek çok basite indirgemek olacaktır.

Kişi başına düşen GSYH’ye bakıp, önde gelen Batılı ülkelerin modernleşmenin standart taşıyıcıları olarak diğerlerinin fersah fersah önünde olduğu sonucuna varılabilir. Ya da güçlü ABD dolarının kalıcı gücüne odaklanılabilir.

Bunlar indirgemeci sonuçlara varmaktır. Evet, ekonomik performans, yaşam standartları ve para biriminin gücü büyük önem taşımaktadır. Ancak diğer gelişmelerle birlikte ele alındığında Batı’nın düşüşte olduğu görülmektedir.

Demografi gibi bazı eğilimler ölçülebilir niteliktedir. Diğer eğilimler ise küresel anlaşmazlıkları çözme gücü ve ahlaki güçle ilgilidir. Küresel yeniden dengelenme yalnızca sert güç ve ekonomiyi değil, aynı zamanda standartları belirleme, dikkati yönetme ve krizleri çözme becerisini de içermektedir.

Manşetlerimize hakim olan ve küresel görüşleri derinden ikiye bölen diğer savaştan işlerin ne kadar hızlı değiştiğine dair net bir örnek alalım.

G7 aracılığıyla çalışan Batı, Rusya’nın Şubat 2022’de başlayan barbarca tam ölçekli işgaline karşı Ukrayna’yı övgüye değer bir şekilde destekledi. Ancak milyarlarca dolar harcayarak silahlandırdığı Ukrayna, hala Rus işgalcileri kovacak kadar güçlü değil. Şimdi, küresel yeniden dengelenmeyle ilgili iki gelişme Ukrayna’daki durumu daha net bir şekilde etkiliyor.

Birincisi, Rus ekonomisi Batı ve G7 liderliğindeki yaptırımlardan ve enerji ihracatına getirilen fiyat sınırlamalarından zarar gördü. Ancak ekonomik ceza tehdidi Putin’i 2022 başlarında Ukrayna’yı işgal etmekten caydırmaya yetmedi. Yaptırımların gerçekliği de Putin’i işgalden vazgeçmeye zorlamak için yeterli değil. Dünya ekonomisindeki yapısal değişiklikler, Rusya’nın Çin, Hindistan ve diğer BRICS ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Körfez ülkeleri, Endonezya ve diğerleriyle ticaret yapmaya devam ettiği ve savaş ekonomisini sürdürdüğü anlamına geliyor.

İkinci olarak, Batılı olmayan bu ülkeler bir şekilde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın müzakere yoluyla sona erdirilmesini savunmuşlardır. Batı ve G7 ise tam tersini savunmuştur. Mükemmel bir ahlaki netlikle, Rusya’nın Ukrayna’da yenilmesi ve saldırganlığı için asla ödüllendirilmemesi gerektiğini savundular. Ancak Trump Beyaz Saray’a dönerse, ABD politikasının bir barış anlaşması lehine Ukrayna’yı terk etmeye kayması bekleniyor.

İronik bir şekilde, Trump’ın dayatacağı böyle bir anlaşma ABD’yi dünyanın geri kalanında genel olarak aynı şeyi savunan kesimlerle daha uyumlu hale getirecektir. Eğer bu gerçekleşirse, Batı’nın küresel haçlı enkarnasyonu bir darbe alacaktır. Onun yerine, otokratik liderlerle anlaşma yapmaktan kaçınmayan, işlevsel yaklaşımları tercih eden popülist bir Batı enkarnasyonu ufukta görünmektedir. Böyle bir dünyadan korkmak başka bir şey, bunun pek çok etmenini anlamak başka bir şeydir.

Sadece Soğuk Savaş sonrası zafer kazanmış Batı’nın sonunu gözlemlemiyoruz, aynı zamanda daha az Batı egemenliğinde bir dünyanın başlangıcını da gözlemliyoruz.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

“Okulu kıran” çocukların ailelerini hapse atmayı öneren başkan adayı: Kamala Harris

Yayınlanma

Editörün notu: Joe Biden’ın çekilmesi ile birlikte Demokratların kasım ayındaki başkan adayı olarak öne çıkan Başkan Yardımcısı Kamala Harris, siyaseten “silik” bir profil olsa da daha önce San Fransisco ve California’daki savcılık deneyimleri karanlık bir geçmişe işaret ediyor. “Beyaz olmayan” ve “ilerici” sayılan bir siyasetçi olmasına rağmen savcılığı döneminde siyahlara yönelik polis şiddeti konusunda tavır almayı reddetmişti. Harris’in en tartışmalı hamlesi ise, “okul asma programı” olarak bilinen 2011 tarihli yasaydı. Bu yasa bölge savcılarının, çocuklarının geçerli bir neden olmaksızın okul yılının yüzde 10’unu kaçırmaları halinde ebeveynleri kabahat işlemekle suçlamalarına ve hapsetmelerine izin veriyordu. Daha sonra sonlandırılan programın, yine en fazla beyaz olmayan toplulukların ebeveynlerine yönelik işlediği yönünde yoğun eleştiriler gelmişti.


“Kamala the Cop”: Biden’ın Olası Halefi Harris’in Karanlık Yüzü

Raphael Schmeller
Berliner Zeitung
23 Temmuz 2024
Çev. Gülçin Akkoç

Sevilmiyor, hata yapmaya meyilli ve kendi partisi içinde tartışmalı durumda. Demokratların başkan adayı olarak yarışa girmesi beklenen Kamala Harris kimdir?

Joe Biden’ın başkanlık yarışından çekilmesinin ardından birçok demokrat coşkuyla Kamala Harris’i desteklemeye başladı. Partinin seçim kampanyası bağışları platformu ActBlue, Biden’ın yerine Demokratların favorisi olan başkan yardımcısı için şimdiden “bağış seli” yaşandığını bildirdi.

Liberal Amerikan medyası Pazar akşamından beri Harris’in seçimi kazanması durumunda ABD’nin en yüksek siyasi makamına gelen ilk kadın, ilk Asya kökenli ve Barack Obama’dan sonra ilk siyahi olacağını tekrarlayıp duruyor. Ancak Harris’in ülkedeki çok sayıda kişi tarafından sevilmediği ve kendi partisinin içinde de tartışmalı olduğu gerçeği söylenmiyor.

2011 ve 2013 yıllarında bağışlarla Harris’i destekleyen Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump, çoğu ankette Demokratlardan oldukça önde yer alıyor. Bakıldığında Harris ve Biden arasında rağbet görme açısından önemli farklar yok ve hatta Harris’in durumu kısa bir yükselişten sonra daha kötüye bile gidebilir. Harris son anketlerde Demokratlar için çok önemli olan Michigan, Arizona ve Nevada gibi salıncak eyaletlerde Biden’dan daha kötü performans gösteriyor.

Harris, okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için hapis cezası istemişti

Harris, örnek vermek gerekirse iç politikadaki sert tutumu sebebiyle eleştiriliyor. 2011 yılından itibaren Kaliforniya Başsavcısı olarak kendisini Günışığı Eyaleti’nin(*) ‘’ilk polisi’’ olarak sundu ve sıkı baskısıyla adından söz ettirdi. Aynı zamanda kolluk kuvvetlerindeki yolsuzluklara karşı yeterince kararlı adımlar atmaması konusunda da eleştirildi. Ve hepsinden önce okulu çok sık kıran çocukların ebeveynleri için uygulanmasını savunduğu yüksek para cezaları ve olası hapis cezaları sistemiyle hatırlanıyor.

Bu dönemde Harris, siyahlara yönelik polis şiddeti gibi birçok konuda tavır almayı reddetti ve bu durum birçok Demokrat tarafından yadırgandı. 2014 yılında marihuanayı yasallaştırma girişimine gülmüş, ancak beş yıl sonra başkanlığa adaylığını koyduğunda “kesinlikle desteklediğini” vurgulamıştır. Başsavcılık yaptığı dönem ona ‘’Kamala the Cop’’ (Polis Kamala) lakabını kazandırmıştır.

Harris 2017 yılında Senato’ya seçildi ve 2019 yılında Demokratların başkan adayı olarak yarışa girdi. Başta Biden’ı ırkçılıkla suçlasa da sonrasında korkunç anket oranları sebebiyle yarıştan çekildi ve sonrasında kendisini başkan yardımcısı adayı yapan Biden’ı destekledi.

Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı son 4 yılda pek çok kez kendi siyasi profilini geliştirmemekle suçlandı. Biden, göçü sınırlandırmak için menşe ülkelerdeki göçün nedenleriyle mücadele etme görevini 2021 yılında Harris’e verdi. Ancak Harris’in çabalarına ve Latin Amerika hükümet başkanlarıyla yaptığı görüşmelere rağmen düzensiz sınır geçişlerinin sayısı arttı. ABD Yüksek Mahkemesi 2022 yılında dönüm noktası niteliğindeki Roe v. Wade kararını bozarak ülkenin çoğu yerinde kürtajı fiilen imkansız hale getirdiğinde ise Harris, kürtaj haklarını şiddetle savundu.

Harris pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük olarak görülüyor

Harris, Beyaz Saray’da geçirdiği süre boyunca çoğunlukla kendi yolundan gitti. Röportajlarında ve kamuoyu önünde yaptığı diğer konuşmalarında çeşitli hatalar yaptı ve her zaman kendine güvenen biri olarak görünmedi. Pek çok kişi tarafından politik anlamda sönük ve bazı demokratlar tarafından da bir yük olarak görülüyordu. Hatta 2022 yılının başında yapılan anketlerin sonucuna göre Harris, bugüne kadarki en sevilmeyen Başkan Yardımcısı. Yakın çalışma arkadaşları birçok kez istifa etti ve kaotik çalışma koşulları olduğuna dair söylentiler hep devam etti.

Harris de Biden gibi hatalar yapmaya ve anlaşılması zor konuşmalar yapmaya meyilli. Şu anda sosyal medyada Mayıs 2023’te yaptığı bir konuşma dolaşıyor, Harris dinleyicilere şu açıklamaları yapıyor: “Siz, içinde yaşadıklarınızın ve sizden önce gelenlerin bağlamından oluşuyorsunuz.’’ Sonrasında bu anlattıklarını annesinden bir alıntı yaparak destekledi, ‘’Hindistan cevizi ağacından düştüğünüzü mü sanıyorsunuz?’’ Harris sonrasında saniyelerce kendi şakasına güldü.

Eğer beklendiği gibi Kamala Harris Demokratların adayı olarak gösterilirse yalnızca bu imajını düzeltme zorluğuyla karşılaşmayacak, aynı zamanda seçmenleri Biden-Harris hükümetinin sevilmeyen sonuçlarından kendisini sorumlu tutmamaları için ikna etmeye çalışmak zorunda kalacak. Bu sebeplerle Trump, Harris’i yenmenin Biden’ın kendisini yenmekten daha kolay olacağını iddia ediyor. Bu konuda haklı olabilir.


(*) Yazar Florida ile Kalifornia’yı karıştırıyor olmalı çünkü “Günışığı Eyaleti” (Sunshine State) takma adı Florida’ya ait. Kaliforniya’nınki ise “Altın Eyalet” (Golden State). (editörün notu)

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English