DÜNYA BASINI
Türkiye’nin ikili stratejisi
Yayınlanma
Yazar
Harici.com.trÇevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Geopolitical Futures’ta (GPF) yayımlandı. GFP’nin kurucusu ünlü George Friedman; konuyla ilgili okurlar onu “Gölge CIA” olarak da bilinen Stratfor’un başkanlığından hatırlayacaktır. Makalede, Türkiye’den ABD’nin “eski müttefiki” olarak bahsedildiği dikkat çekecektir. Yazar, ABD’nin ikili bir siyaset izlemesi gerektiğini savunuyor: Kafkasya-Orta Asya hattında, daha genel olarak Avrasya’da, Türkiye’nin “yayılmacı” özlemlerine ket vurulmamalı, hatta el altından desteklenmelidir; Doğu Akdeniz söz konusu olduğundaysa Yunanistan-Kıbrıs hattında kurulan Türk karşıtı kordon devam etmelidir. Zaten Avrasya havucu, Türkiye’nin dikkatini Doğu Akdeniz’den çekmek için gündeme getirilmektedir. Kafkasya’dan Orta Asya’ya bir ‘Türk koridoru’nun oluşması ve Çin’in bu güzergahı Rusya’ya tercih etmesi, yazara göre ABD’nin desteklemesi (veya göz yumması) gereken bir gelişmedir, çünkü böylece Rusya’nın Hint Okyanusuna erişimi engellenecektir ve ABD’nin esas rakibi Çin’i kontrol etmek de kolaylaşacaktır. Bu siyaset, aynı zamanda, Türkiye’nin İran karşıtı tutumunu da belirginleştirecektir. Tüm bunların yanında yazar, Türk dış politikasının ve jeopolitiğinin ABD-Rusya dengesine artık bağlı olmadığını düşünmektedir. Kafkasya’da ABD ile taktik yakınlaşma, Akdeniz’de ABD’ye karşı Rusya ile birleşik cephe kurma ihtimalini dışlamamaktadır. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Daniele Santoro
20 Ekim 2022
1. Ukrayna’daki savaş, Türkiye’nin on yıldan fazla bir süredir kendisini pençesine alan ikilemi çözmesini sağladı. Yıllardır Washington ile Moskova ve Atlantik seçeneği ile Avrasya vehimleri arasındaki yol ayrımında sıkışıp kalan Ankara, 24 Şubat’tan bu yana süper güç [ABD] ile onun gerileyen rakibi arasında daha kolay hareket etmeye başladı, stratejik özerklik konusundaki iddialı söylemini başarılı bir şekilde ispat etti ve Putin’in Ukrayna’daki intiharıyla çağdışı hale gelen iki kutuplu mantıktan kurtuldu. Erdoğan’ın Ukrayna satranç tahtasında yaptığı hamleler, ABD ile Rusya arasındaki taktik dengeleme hareketini hiçe sayıyor; bu hamleler Türkiye’nin jeopolitik yakınlığı hakkında herhangi bir genel sonuç ima etmiyor ve yalnızca Türkiye’nin stratejik zorunluluklarına yanıt veriyor.
Ankara’yı gaz pedalına basmaya iten şey, tam da Rusya’nın Ukrayna’daki yenilgisiydi. Ayrıca Moskova’nın kaynaklarını ve dikkatini batı cephesinde yoğunlaştırma ihtiyacı vardı, bu da Kremlin’i yıllarca şiddetli Türk-Rus rekabeti ile karakterize edilen sektörleri tüketmeye kaçınılmaz olarak zorladı. Bu, Türkiye için çatışmanın arifesine kadar düşünülemeyecek manevra sınırlarının açılmasına yol açtı. Bu, Türklerin vicdansız duruşlarını daha da vurgulamalarına, Rusya’ya giderek artan bir utanmazlıkla meydan okumalarına ve aynı zamanda Rusya’nın güçlüklerini fırsata çevirerek ikili ticaret, enerji ve hatta askeri ilişkileri kendi çıkarları doğrultusunda pekiştirmelerine olanak sağladı.
Fakat bu hamleler, Amerika Birleşik Devletleri’ne simetrik bir yakınlaşma veya ondan simetrik bir uzaklaşma anlamına gelmiyordu. Rus değişkeni Türk-Amerikan jeopolitik denkleminde artık bir faktör değil. Moskova’nın Levant[1], Kafkasya ve Orta Asya’daki etkisine yönelik saldırı, bir dereceye kadar Washington’a hoş geliyor, çünkü süper güç, Rus kayıplarının Türk kazanımlarına dönüştüğünün çok iyi farkında. Ukrayna ihtilafının dinamikleri ve kıtasal sonuçları, Türkiye’nin süper güç için jeopolitik önemini kat be kat artırdı, ama Türkiye’nin büyüyen yayılmacılığının doğasında var olan tehdidin büyüklüğünü de eşit derecede, göze çarpan bir şekilde artırdı. Bu durum ABD’yi, eski müttefiğinin hırslı özlemlerine göre ayarlanmış bir yaklaşımı benimsemeye sevk etti. Washington, Ankara’nın emperyalizmini Anadolu çerçevesine daha fazla sıkıştıramayacağının farkına vardı. Washington, Türkiye’nin dışarıya yönelik önlenemez eğilimine mutlaka bir çıkış yolu vermelidir: Bunu Türkiye’yi Rusya ile rekabetin daha belirgin olduğu cephelere yönlendirmeyi teklif ederek yapabilir. Böylece iki rakip (Türkiye ve Rusya) arasındaki çifte çevrelemeyi daha da teşvik etmiş olur. Ve Rusya’yı Türk etkisinin bir güç çarpanı olarak hareket edeceği düzlemlerde kontrol altında tutabilir. Diğer bir deyişle Amerika Birleşik Devletleri Kafkasya – Orta Asya kara hattı boyunca Ankara’nın elini görece serbest bırakır ve aynı zamanda Trakya ile Kıbrıs arasında anti Türk bir koridor oluşturarak Türkiye’nin Akdeniz’e yönelik projeksiyonuna köstek olur. Amaç, Türklerin denizle ilgili saçma isteklerini bastırmak ve onları Avrasya mücadelesinin içine itmek, aynı zamanda denizden uzaklaştırıp karaya konsantre olmalarını sağlamaktır.
2. Türkiye, Ukrayna savaşını, esas olarak Ukrayna dışında veriyor. Ankara, Rusya’nın Kiev’e yürüyüşünü engellemeye yardım ederek çatışmadaki ana stratejik hedefine ulaştı. Kendisini önceden teçhiz ederek Ukraynalılara 2019 gibi erken bir tarihte ünlü Bayraktar TB2 insansız hava araçlarını sağladı. Fakat Türkiye-Ukrayna askeri işbirliğinin doğası, Erdoğan’ın kaygılarının oldukça göreceli olduğunu ve Türklerin Don’un batısında Rusların karşılaşacağı zorlukları bir ölçüde öngördüklerini ortaya koyuyor. Batılı ülkelerden farklı olarak Türkiye –Polonyalılar, Litvanyalılar ve Ukraynalılar tarafından düzenlenen duygu yüklü yardım toplamalarının ardından ücretsiz olarak dağıtılan insansız hava araçlarının kısmi istisnaları hariç– Kiev’e hiçbir zaman tek bir kurşun bile vermedi. Ankara için, çatışmanın mevcut dinamikleri –Ruslar çıkmaza girmiş ve saldırı altında, Ukraynalılar Amerikan istihbaratının körüklediği geri dönüşe rağmen galip gelemiyorlar– Erdoğan’ın savaşanlar arasında dürüst çöpçatan rolünü başarılı bir şekilde oynamasına ve böylece rakibinin temel çıkarlarını korumaya özen göstererek Rusya’nın talihsizliklerinden yararlanmasına izin verdiği için neredeyse cennet gibi bir durum oluşturuyor. Putin’in artık her gün Türk cumhurbaşkanının bilgeliğini övmesi bunun bir göstergesi ve Kremlin’de hüküm süren çaresizliğin açık bir işareti.
17. yüzyılın sonundan beri Ruslar Türklere, Türklerin Boğazlardan geçmelerine izin verip vermeme eğilimine hiç bu kadar bağımlı olmamıştı. Bu anlamda Ankara, Moskova’ya net sinyaller gönderdi. İstanbul ve Çanakkale boğazlarını savaş gemilerine kapattı, fakat zamanlama Rusların Ukrayna’daki savaş operasyonlarına zarar vermedi. Stratejik boğazlardan geçiş ücretini beş katına çıkardı, ama aynı zamanda (aslında Sovyetler tarafından yazılmış) Montrö Sözleşmesini yeniledi ve Kanal İstanbul’da başlaması gereken çalışmaları geçici olarak durdurdu. Çatışmanın Moskova aleyhine dönmeye başladığı sırada silah yüklü Rus ticari gemilerinin Boğazlardan geçmesine izin verdi –örneğin Suriye’den Ukrayna’ya nakledilen S-300’ler– ve aynı zamanda Kiev’e silah tedarikini daha “dikkatli” değerlendireceğini duyurdu. Bu dinamikler, genel güç dengesini eski haline daha da yaklaştırdı ve Türkiye’nin Rusya karşıtı yaklaşımını, Orta Asya’dan Afrika’nın derinlerine bir yay boyunca uzanan ve odağı sadece coğrafi olmayan bir çok düzlemdeki anlaşmazlığın, özellikle Güney Kafkasya’da önemli ölçüde sertleştirmesine izin verdi.
3. Bu aşamada, Kafkasya düzlemindeki araçsal Türk-Amerikan taktik yakınlaşmaları net ve önemlidir. Ankara’nın emperyal hırslarına karasal bir çıkış sağlamayı garanti etmek ve onları (Türkleri) önemli Akdeniz rotasından uzaklaştırmak amacıyla ABD çıkarları için stratejik olmayan bir bölgeye yönlendirmek Washington’un çıkarınadır. Amaç, Türkleri İranlılar, Ruslar ve Çinlilerle bir çatışma rotasına girmeye ikna etmek ve Erdoğan’ın Şanghay İşbirliği Örgütüne tam kabul talebinde bulunduğunda yeniden başlattığı bir seçenek olan olası bir Avrasya bloğunun ortaya çıkmasını yapısal olarak engellemektir. Simetrik olarak, Ermenistan’ın istikrarsızlaştırılması ve Erivan için Rus-Amerikan rekabeti Türkiye’nin ekmeğine yağ sürüyor, çünkü bu dinamikler Azerbaycan’ın şiddet bakımından çatışma seviyesini yükseltmesine ve Ermenileri alçaltıcı bir uzlaşı aramaya zorluyor. Özellikle de bugün Kafkas ihtilafında mevzubahis asıl mesele (artık) Dağlık Karabağ değil, Rusların açıkça savunamadığı ve Amerikalıların ancak Erivan’ın Moskova’ya sırtını döndüğü takdirde koruyabileceği, Ermenistan’ın toprak bütünlüğü olduğu için. Her şeye rağmen, Rusya’nın bu Kafkas ülkesine yansıtabileceği devam eden ticari, enerji, kültürel ve askeri etkinin ışığında, bu ihtimal yakın gelecekte pek olası değil. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın 13-14 Eylül gecesi parlamentoda yaptığı ve teslimiyet belgesini imzalamaya hazır olduğunu açıkça kabul ettiği konuşma bu anlamda dikkate değerdi. “Birçok insanın [onu] eleştireceğini ve kınayacağını ve [ona] hain demesini” kabul etmeye hazır olduğunu, hatta “görevden uzaklaştırma” riskini göze aldığını söyledi. Ermeni gizli servislerinin Eylül sonunda iki PKK’lı teröristin Türkiye tarafından yakalanmasına katkıda bulunması ve Azerbaycan’ın saldırganlığına rağmen Ankara ile Erivan arasındaki normalleşme sürecinin –sınırın üçüncü ülke vatandaşlarının geçişine açılması ve iki ülke arasında ilk doğrudan ticari uçuşların başlaması bağlamında– herhangi bir aksama yaşamaması da aynı derecede belirleyicidir.
Ankara ile Washington arasındaki Kafkas sinerjisi orta vadede devam edebilir ve Türklerin bu düzlemde izledikleri stratejik hedeflerin gerçekleştirilmesini teşvik edebilir. Türkiye açısından, Güney Kafkasya ihtilafında söz konusu olan kilit mesele, Mustafa Kemal’in ‘Türk geçidi’ olarak adlandırdığı bir toprak şeridi üzerinden Azerbaycan ile Türkiye sınırındaki Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında bir kara bağlantısının açılmasıdır. Böyle bir operasyon, Ankara’nın İstanbul ile Hazar arasında doğrudan bir bağlantı kurmasına, Türkiye’yi yapısal olarak Türki Asya’ya bağlamasına ve böylece Erdoğan ve Bahçeli’nin jeopolitik anlatısının giderek daha fazla paravan haline gelen, büyüleyici Pan-Türkçü söylemini gerçekleştirmesine olanak sağlayacaktır. Washington, projeyi alenen engellerken, disiplinsiz eski müttefikinin genişlemesini teşvik etmemek ve Rusya’nın bölgedeki hakimiyetine ölümcül bir darbe indirmemek için, Ankara’nın Avrasya projeksiyonunu görmezden gelebilir ve hatta masanın altından cesaretlendirebilir; zira süper güç için, Güney Kafkasya’nın Türkiye yörüngesine kayması, Moskova’nın devam eden etkisinden daha endişe verici bir tehdit oluşturuyor. Gelgelelim Amerikalılar, Türk-Azerbaycan koridoru aracılığıyla, birbiriyle pek de ilgisiz olmayan iki taktik hedefe ulaşabilirler.
Birincisi, Ankara’nın Kafkasya manevrası, ABD’nin, İsrail’in İran’a kuzeyden baskıyı artırmak –süper güç tarafından daha az acil olarak algılanan– arzusunu tatmin etmesine izin verecektir. Türkiye ile Azerbaycan arasında doğrudan bir bağlantı kurmanın ana sonuçlarından biri, aslında, İslam Cumhuriyetinin Anadolu Levhasını atlayarak Ermenistan, Gürcistan, Karadeniz, Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Akdeniz ve Rusya’ya ulaşmayı planladığı kuzey-güney altyapı koridorunu daha başlangıçta durdurmak olacaktır. Bu, Hint-Ganj Ovası ve Hint Okyanusunu Baltık Denizine bağlamaya yönelik daha büyük Rus-Hint projesinin asli bir bölümünü oluşturacaktır. Tahran, riskin doğasını o kadar açık bir şekilde anladı ki, son Ermeni-Azerbaycan çatışmalarının başlangıcında, İran Dışişleri Bakanı, Kafkasya’daki sınırların yeniden şekillendirilmesine karşı olduğunu açıkça ifade etti; İslam Cumhuriyetinin, Türkiye-Azerbaycan koridoru meselesinin Bakü’nün Ermeni topraklarını ilhak etmesiyle sona ereceğinden –oldukça makul bir şekilde– korktuğunun bir göstergesidir, ki bu, onu Ermenistan sınırından mahrum bırakacak ve ‘Türkiye’ ile olan sınırını Zagros’tan Hazar’a kadar genişletecek bir durum
Daha da kötüsü, Azerbaycan’ın askeri başarıları ve teritoryal bir sürekliliğe sahip ‘Batı Türkistan’ın ortaya çıkışı, ölçülü tahminlere göre İran nüfusunun yaklaşık dörtte birine tekabül eden İslam Cumhuriyetinin büyük Türk azınlığına benzeri görülmemiş bir Pan-Azeri milliyetçi duygu aşılama riski taşıyor. Bu vaziyet İranlıların ellerini bağlıyor. Kafkasya’nın artan biçimde “Türkleşme”sinin doğasında var olan tehdit ve Ermenistan ile kara sınırını kaybetme riski, Tahran’ın, Erivan’ın savunulmasına müdahale etmesine sebep olmalıdır. Bununla birlikte, açıktan açığa Azerbaycan karşıtı bir yaklaşım benimsemek İran’ın Azerilerinin sadakatine olumsuz biçimde etki edebilir. Bu durum, İranlılara, İsraillilere mutluluk veren bir şekilde, Türklerin bölgedeki aktivizmini hüsran dolu bir endişeyle izlemekten başka bir seçenek bırakmıyor. İkinci Dağlık Karabağ Savaşında Bakü’ye verdiği destek sayesinde İsrail, İran’ın Suriye’de yarattığı sınır tehdidine karşılık olarak ve İslam Cumhuriyetindeki Azerbaycanlı azınlığı kışkırtarak, düşmanı kuzey cephesinde de kendisini savunmak zorunda bırakma niyetiyle, kendisini Azerbaycan’a yerleştirmeyi başardı. İsrail’in eklektik Bakü büyükelçisi George Deek tarafından Ayetullahlara verilen “Tebriz’in gizemleri” hakkındaki şifreli mesajın da gösterdiği gibi.[2]
Türkiye-Azerbaycan koridorunun olası açılışı, ABD’nin kendisini Rusya ve Çin arasındaki krize sokmasına ve “tesadüfi çiftin” ayrışmasını körüklemesine de izin verecektir. Şi Cinping’in 15 Eylül’de Semerkant’ta, iki lider arasında Ukrayna’da savaşın başlamasından bu yana ilk yüz yüze görüşmede Vladimir Putin’e ifade ettiği endişeler, Pekin’in çatışmanın gelişimiyle ilgili artan rahatsızlığına işaret ediyor. Gerçekten de ‘özel askeri operasyon’, Yeni İpek Yolunun kuzey güzergahını, Halk Cumhuriyetinin kendi Pasifik limanlarını Rusya ve Ukrayna aracılığıyla kıta Avrupasına bağlamayı arzuladığı güzergahı –belki de tamiri imkânsız biçimde– riske attı. Batının Moskova’ya yaptırımları ve Ukrayna kavşağının elverişsizliği bu duruma yol açtı.
Çin alternatifleri araştırıyor ve risksiz olmasa da, Kazakistan, Hazar, Azerbaycan ve Gürcistan aracılığıyla Pekin’i İstanbul’a bağlayan Türk koridoru şu anda tek uygulanabilir seçenek. 1990’ların sonunda Ankara’nın Kafkasya-Orta Asya güzergahını adlandırdığı şekliyle ‘orta koridor’un Gürcistan bölümü aslında potansiyel olarak ölümcül Rus baskısı ile karşı karşıya. Bu durum, Moskova’nın istikrarsızlaştırıcı eylemlerine daha az maruz kalan Ermeni kolunu Pekin için özellikle değerli kılıyor. Çinliler, Şi Cinping’in Semerkant’ta Putin ile görüşmesinden bir gün önce, 14 Eylül’de Nur-Sultan’a yaptığı ziyarette Kazakistan’ın toprak bütünlüğünü savunmaya verdiği desteği ifade ettiğindeki kararlılığının gösterdiği gibi, Moskova’nın eylemlerine karşı giderek artan bir tahammülsüzlük sergiliyor. Kendi açılarından Amerikalılar ise Türk-Çin koridorunun açılmasına göz yumabilirler, çünkü böyle bir dinamik Çin-Rus ayrışmasını kolaylaştıracak, Rusya, Hindistan ve İran arasındaki altyapı bağlantısını engelleyecek ve böylece Moskova’nın kara yoluyla Hint-Pasifik’e ulaşmasını engelleyecektir. Fakat hepsinden önemlisi, Washington, ana rakibinin Avrasya projeksiyonunun ana arteri haline gelecek olan bölgeyi giderek daha fazla kontrol edeceği için [buna göz yumabilir].
4. Ankara ile Suriye hükümeti arasında son zamanlarda ivmelenen uzlaşma –Ağustos gibi erken bir tarihte Erdoğan ve Bahçeli tarafından etkili biçimde onaylanmıştı– Rusya’nın Ukrayna’daki güçlüklerinin bir başka yansımasıdır ve Akdeniz bağlamında da Türk-Rus güç ilişkilerinin yeniden dengelendiğini gayet güzel biçimde doğrulamaktadır. Türkiye Avrasya’da, iki gücün çıkarlarının örtüştüğü tüm düzlemlerde Rusya’nın nüfuzuna saldırırsa, Akdeniz’de kendi artan hırslarını rakibinin stratejik mecburiyetleri ile eşleştirmeye çalışır. Türkiye için bu kaçınılması mümkün olmayan bir zorunluluk meselesidir. Erdoğan’ın önceliği yakın vadede, Rusya’nın Levant’taki küçülen varlığının İran’ın Akdeniz’e yönelik tasarısını desteklemesini önlemek; İsrail ile anlaşmasına rağmen Ankara henüz [İran’la] doğrudan karşı karşıya gelmeye hazır hissetmiyor. Stratejik açıdan, Ruslar, kendi iç denizlerinde Birleşik Devletleri çifte biçimde çevrelemeye zorlamak için Türklere hizmet ediyorlar. Türk-Rus İçsel Aile Sistemleri Terapisi[3] oyunu kısmen nihayete ermek üzere, çünkü Amerikalılar uyandı ve kahvenin kokusunu aldı. Artık söz konusu olan, Türkiye’nin bakış açısına göre, Rusya’yı, süper gücün gözünde denizlerdeki dışa dönüklüğünü haklı çıkarmak için taktik bir kaldıraç olarak kullanmak değil, Akdeniz’de çakışan stratejik çıkarları, Washington tarafından Doğu Akdeniz ile Ege Denizi arasında kurulan kordonu delmek için kullanmaktır.
Türkiye ve Rusya, okyanussal bir boyut kazanma zorunluluğunu giderek daha fazla algılayan, radikal biçimde karada yerleşik iki güçtür. Ruslar için Karadeniz-Akdeniz-Hint Okyanusu güzergahı Amerikan kuşatmasından yegane çıkıştır. Türkler için Ak-Okyanus[4] [MedOcean] projeksiyonu emperyal görkemin restorasyonu ile eşanlamlıdır. Başlangıç koşulları, parabolün eğimi ve motivasyonları farklıdır ancak temel amaç benzerdir. Ve ABD’nin saldırgan duruşu, Avrasya’dan farklı olarak, Türk-Rus çıkarlarının mükemmel bir şekilde örtüşmesinin Ankara ve Moskova’yı birleşik bir cephe oluşturmaya teşvik etmesi anlamına geliyor.
Türkiye ve Rusya’yı sıkıştırmak, Amerikalılar tarafından Yunanistan ve Kıbrıs eksenleri üzerinde düzenlenen ikili çevrelemedir. Mayıs ayında Yunan Parlamentosu, ABD ile Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşmasındaki değişikliği onaylayarak süper güce Girit Adasındaki Suda’da yer alana ek olarak üç askeri üs daha kullanma hakkı tanıdı. Bunlardan en stratejik olanı, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Ankara ve Moskova’nın Ak-Okyanus’taki dışa dönüklüğünü izleyebileceği ve muhtemelen önleyebileceği liman kenti Alexandropoli/Dedeağaç’ta bulunandır. ABD şimdi Yunan yarımadasını, açık bir şekilde, Atina’nın nazikçe verdiği askeri teçhizatları resmi olarak Rusları, gizlice Türkleri ve esasen her ikisini de kontrol altına almak için kullanmak amacıyla, Akdeniz, Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’ya yönelik tasarılarının ileri karakolu olarak seçti.
Türkiye bit yeniğini sezdi ve Amerika’nın blöfünü görmeye kararlı. Atina ile kesin karşı karşıya gelişteki duruşunu sertleştiriyor, Yunanlıları düelloya davet ediyor ve Ege’deki deniz sınırlarını güç kullanarak yeniden şekillendirmekle tehdit ediyor. Washington, Dışişleri Bakanlığının Yunanistan’ın toprak bütünlüğünü ve Ege adaları üzerindeki Yunan egemenliğini koruma ihtiyacına, Akdeniz’deki güçlü rekabetin en büyük risklerine ilişkin neredeyse her gün yaptığı göndermelerin gösterdiği gibi, Türk baskısını artan bir korkuyla hissediyor. Rusların ise Türk-Yunan anlaşmazlığının tırmanmasını teşvik etmede ve Amerikan kuşatmasından kurtulmaya yönelik hayati girişimi kesin olarak etkileyebilecek bir çatışmada, Türkiye’yi kenardan desteklemede her türlü çıkarı var. Böylece Türkiye ile ABD arasındaki çatlağı genişletmeye, Amerika’nın Akdeniz’den çekilmesinin sonuçlarını derinleştirmeye ve Akdeniz’in tarihi rakibiyle [Türkiye] yakınlaşmasını kamçılamaya çalışıyorlar.
Bu tür dinamikler, Ankara’nın emperyal projeksiyonunu açıkça ikiye bölüyor. Avrasya’da Türkler, süper güçle geçici bir uyum içinde Rusya’ya karşı oynuyorlar. Akdeniz’de, Amerikan deniz kuşatmasını kırmak için Ruslarla birleşik bir cephe inşa ediyorlar. Fakat Türk sarkacı Washington ile Moskova arasında salınmayı durdurdu. İki güçle taktik yakınlaşmaların stratejik bir önemi yok. Bunlar, dönme merkezi artık Anadolu’ya bağlı olan ve Rus ve Amerikan uçlarını göz ardı eden Türkiye’nin jeopolitik ekseninin yönünü değiştirmiyorlar.
Çeviren: Erman Çete
Dipnotlar:
[1] Akdeniz’in doğu kıyısında bulunan bölgeye verilen ad. Bilad’üş Şam ya da Bereketli Hilal olarak da bilinen bölge Nil’den Mezopotamya’ya ve Kızıldeniz’den Kilikya’ya kadar olan toprakları kapsar. Bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin, İsrail, Ürdün ve Mısır bu tarihi alanda yer almaktadır. (ç.n.)
[2] Yazar burada, İsrail’in Azerbaycan Büyükelçisi George Deek’in 20 Temmuz 2022 tarihinde kişisel Twitter hesabından yaptığı paylaşıma atıf yapıyor. Deek bu paylaşımında, “Geçenlerde bana verilen bu harika kitapta Tebriz’deki Azerbaycan tarihi ve kültürü hakkında çok şey öğreniyorum. Millet, siz bu aralar ne okuyorsunuz?” demişti. Deek’in paylaşımına İran’ın Azerbaycan Büyükelçisi Abbas Musevi, “Bu maceraperest çocuğun bilgisine: Biricik Tebrizimiz, İran’ın gururlu tarihinde ilkler diyarı olarak bilinir. Görünüşe göre ilk kötü siyonist de Tebriz’in gayretli halkı tarafından gömülecek. Kırmızı çizgimizi asla geçmeyin, asla!” diyerek tepki göstermişti. (ç.n.)
[3] Internal Family Systems veya (yazarın metinde kullandığı şekliyle) Parts Work Therapy: Kişinin duygusal dünyasında iyileşmeyi engelleyen, birbiriyle çatışan ve farklı “gündemleri” olan parçaların uyumlu hale getirilmesini hedefleyen terapi türü. (ç.n.)
[4] Osmanlı’nın Atlantik’e kadar tüm Akdeniz’i kontrol ettiği döneme atıf. (ç.n.)