Bizi Takip Edin

SÖYLEŞİ

‘YPG’ye operasyonu bedeli ne olursa olsun engellemek istiyoruz’

Yayınlanma

Emekli Korgeneral Douglas Lute, yirmi yıldır ABD’de ulusal güvenlik mekanizmalarının merkezinde yer alan isimlerden. Son görevi ABD’nin NATO’daki Daimi Temsilciliği. Lakabı ‘Savaş Çarı’. 2007’de Başkan Bush, Irak ve Afganistan’daki savaşları koordine etmesi için Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı olarak görevlendiriyor. 2009’da Başkan Obama da Douglas Lute ile devam ediyor ve onu Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Güney Asya Direktörü olarak atıyor.

Beyaz Saray’a atanmadan önce, 2004’ten 2006’ya kadar, Orta Doğu, Doğu Afrika ve Orta Asya’da 25 ülkede 200.000’den fazla ABD askerinin faaliyet gösterdiği ABD’nin dünya çapındaki askeri operasyonlarından sorumlu olan Birleşik Devletler Merkez Komutanlığı Operasyon Direktörü olarak görev yaptı.

Türk Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirmesi muhtemel operasyonun gündemde olduğu bugünlerde, ABD devlet idaresinin içinden önemli bir isim olan Douglas Lute’a merak edilenleri sorduk. Kendisi de açık sözlülükle yanıtladı.

Douglas Lute, Obama ile.

‘YPG’yi yüz üstü bırakmamalıyız’

  • YPG’nin sözde lideri Mazlum Abdi Washington Post için geçen günlerde bir yazı kaleme aldı. ‘Amerika’nın en sadık müttefikiyiz. ‘Bizi unutmayın’ dedi. Sizce ABD yönetimi YPG’yi unutur mu, unutmaz mı?

Mazlum Abdi’nin Washington Post’a yazdığı gibi, YPG bizim IŞİD’e karşı savaştaki belki de en önemli cephe müttefikimiz. Elbette ki, Suriye’deki Kürt güçlerinin, YPG’nin yaptıkları olmasaydı, bu savaş başarıya ulaşamazdı. ABD’de Erdoğan ve Türk ulusunun bunu farklı bir şekilde gördüğünün farkındayız. Bu alışılmadık bir şey değil. Müttefikler bazen aynı konu üzerinde farklı fikirlere sahip olabilirler. Fakat burada amaç, bu anlaşmazlığı silaha sarılmadan idare edebilmek. Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki operasyonlarındaki tehlike şu ki, Kuzey Suriye’de halen Amerikalılar var. Dolayısıyla, bedeli ne olursa olsun, müttefikler arasındaki bir kardeş katlini engellemek istiyoruz ve bu yüzden, bu çok hassas bir konu.

Kuzey Suriye’de silahsız çözüm’

  • Dediğiniz gibi Türkiye ABD için çok önemliyse, Washington YPG stratejisini gözden geçirir mi? Sizce YPG politikası değişmeli mi?

Müttefikimiz YPG’yi yüz üstü bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bizimle birlikte savaştılar. Bizimle birlikte ciddi kayıplar verdiler. Onların yanında durmalıyız. Fakat buradaki Türk çıkarlarını da anlamalıyız çünkü Türkler, Türk ulusu, Türk halkı on yıllar boyunca Kürt radikallerinin ve militanlarının yaptıklarından dolayı acı çekti. Hep beraber ileriye doğru bir adım atmak önemli çünkü, Türkiye bir NATO müttefiki olmaya devam edecek ve Ukrayna’daki çabaların merkezinde kalacak. Dolayısıyla, birçok sebepten dolayı, Türk-Amerikan ilişkileri, Kuzey Suriye’de birbirimizi tehlikeye atmadan ortak çıkarlarımızı idare etmenin bir yolunu bulmamızı gerektiriyor.

  • Türkiye’de pek çok politikacı ve halk, ABD yönetiminin Suriye’nin kuzeyinde YPG vasıtasıyla yeni bir devlet kurma stratejisinin olduğunu düşünüyor. ABD’de böyle bir strateji mevcut mu?

Hayır, Washington’da bu yönde bir çaba olmadığını biliyorum. Amerikan birliklerinin halen Kuzey Suriye’de bulunmasının sebebi, Kuzeybatı Suriye’de IŞİD’den artakalanların ve küçük bir El Kaide hücresinin olması. Amerikan çıkarlarını Kuzey Suriye’ye taşıyan terörle mücadele misyonunun Suriye devletini veya başka bir yeri bölmekle bir ilgisi yok.

‘Afganistan’daki 20 yıllık tecrübe bir başarısızlıktı’

  • Sizce ABD’nin Afganistan’dan geri çekilmesi yenilgi miydi?

ABD’nin Afganistan’daki 20 yıllık tecrübesinin bir başarısızlık olduğunu düşünüyorum. Böyle diyorum, çünkü Afgan müttefiklerimizle birlikte kendimiz için koyduğumuz hedeflere ulaşamadık. Tanımı gereği, hedeflerinize ulaşamazsanız, başarısızsınızdır.

‘Afgan Merkez Bankasına ait para donduruldu’

  • ABD milyarlarca dolarlık Afgan varlığını dondururken, NATO da Afgan fonlarını Ukrayna’ya aktarıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Amerikan kuruluşlarının elindeki, Afgan Merkez Bankası’na ait 7 milyar dolar civarındaki banka aktifleri donduruldu. ABD geçen yıl tarafsız bir mekanizma kurmak için çok çalıştı. Bu paranın, en azından bir kısmının Afgan ekonomisine şu anda neredeyse cansız ve hatta ölü olan ekonomiyi canlandırmak için geri döndürülmesini sağlayacak bu mekanizmanın çalışması çok önemli. ABD için zorluk, bu kuruluşların bu paranın Taliban’a değil Afgan halkına dönmesini istemeleri. Şu an müzakere edilen mekanizmanın amacı bu.

Douglas Lute, John Kerry ile.

‘24 Şubat tarihsel bir dönüm noktası, 20 yıl sürer’

  • Ukrayna’daki son durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Pek çok uzman, NATO’nun Ukrayna’ya silah sevkiyatının savaşı uzattığını söylüyor.

Öncelikle, Ukrayna’da olanları jeostratejik olarak tarihsel bir dönüm noktası, çok tarihsel bir değişim diye görmek gerektiğini düşünüyorum. Hayatım boyunca, profesyonel yaşamımda, böyle üç tarihsel an yaşadım. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından iki yıl sonra Sovyetler Birliği dağıldı. 11 Eylül 2001’in sonuçlarını halen yaşıyoruz. Elbette ki, Amerika’ya dair bir tarihsel an olarak 11 Eylül, dünyayı sonrasındaki en az 20 yıl boyunca dramatik bir şekilde değiştirdi. 24 Şubat 2022’nin da bunlarla eşit derecede jeostratejik bir dönüm noktası olarak sayılabileceğini düşünüyorum.

Yani inanıyorum ki, hayatımın geri kalanında, önümüzdeki 20 yılda, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinin sonuçlarını yaşayacağız. Bununla ilgili olarak, NATO’nun Ukrayna’yı desteklemesi, meşru ve BM Antlaşması’yla uyumlu bir adımdan başka bir şey değil. Tabii ki, BM Antlaşması tüm üye devletlere kendilerini savunma hakkı verir. NATO ve NATO’nun ötesindeki diğerlerinin Ukrayna’yı desteklemek için yaptıkları, Rusya’nın Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olmasına rağmen açık bir şekilde çiğnediği BM Sözleşmesi’ne uygundur. Yani burada net bir karşıtlık var. Sözleşmeye sadık kalanlar ve Sözleşmeye karşı hareket edenler.

  • NATO’nun silah sevkiyatı, Ukrayna güçleri tarafında savaşan paralı yabancı askerler, sahada savaşı yönettiği söylenen ABD’li subaylar, NATO-Ukrayna arasında istihbarat paylaşımı vs. Aslında fiilen NATO mu Ruslarla savaşıyor?

Ukrayna’da Ukraynalılar savaşıyorlar. Amerikalılar ve diğerleri, NATO müttefikleri ve hatta müttefiklerden fazlası, Kore ve Avustralya da Ukrayna’ya askeri destek veriyorlar. Onlar NATO üyesi değiller. Fakat Ukrayna’daki savaşı yönetenler, kontrol edenler ve buna karar verenler Ukraynalılardır. Biz ise sadece onları destekliyoruz. Cephede Amerikan birlikleri yok. Eğer işgal olmasaydı, savaş olmayacaktı. Ortada savaşacak bir şey olmayacaktı. Ukraynalılara uluslararası anlamda yasal kendilerini savunma hakkını veren Ukrayna’nın işgal edilmesidir. ABD ve diğer NATO müttefikleri, Ukrayna’nın kendini savunma hakkını destekliyorlar. Savaşta doğrudan bir taraf olarak yer almıyoruz.

‘Rusya’ya yaptırımlarda Türkiye’ye istisna, yaptırımın etkisini zayıflatıyor’

  • Rusya lideri Putin Türkiye’nin enerji üssü olmasını önerdi. Türkiye’nin de bu konuda istekli olduğunu biliyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diğer 29 NATO ülkesi gibi Türkiye’nin de enerji kaynaklarıyla ilgili ulusal bir karar alması gerekir. Şunu belirteyim, Rusya’ya karşı yaptırımlarda istisnalar var ve Türkiye bir istisna. Fakat başka istisnalar da var. Bu istisnalar, yaptırımların genel etkisini zayıflatıyor, çünkü bu durum, Rusya’ya bir ihracat kapısı açıyor ve onlar da karşılığında savaşı körüklüyor. Dolayısıyla, Türkiye savaşın diğer taraflarında inanılmaz faydalı – örneğin Tahıl Anlaşması veya Ukrayna’ya değerli silahlar sağlaması ve dahası – bir müttefikken, bu durum Türkiye’nin en az fayda sağladığı alan.

AMERİKA

‘Seçimlere hazırlanan Biden İsrail’i yüzde yüz desteklemezse siyasi açıdan tehlikeli olur’

Yayınlanma

Eski Pentagon Ortadoğu danışmanı Jasmine El-Gamal Harici’ye konuştu. Mevcut duraklama sonrası İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarının devam edeceğini söyleyen El-Gamal, “Başkan Biden’ın gelecek yıl yeniden seçilmek için yarışacağı göz önüne alındığında, onun İsrail’i yüzde yüz desteklemediğinin görülmesi siyasi açıdan tehlikeli olacaktır” dedi.

ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) eski Ortadoğu danışmanı (2008 – 2013) olan Jasmine El-Gamal, ayrıca 2013-2015 yılları arasında üç Savunma Bakanlığı Müsteşarının Politikadan Sorumlu Özel Asistanlığını yapmıştır.

Atlantik Konseyi’nde Ortadoğu programında Kıdemli Araştırmacı olarak görev yapan El-Gamal, burada özellikle ABD’nin Ortadoğu politikaları ve Suriye üzerine odaklanmıştır.

Yorumları The Washington Post, USA Today, The Atlantic, Newsweek, Time Magazine, CNN, Al Jazeera, Al Hurra, L’Orient du Jour, Sawt al Azhar, Al Masry Al Youm, Le Figaro ve diğer uluslararası yayın organlarında yer almıştır.

Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Jasmine El-Gamal, Gazze’deki ateşkes sürecini, ABD’nin İsrail ve Ortadoğu politikasını, Biden yönetiminin Tel Aviv’e desteğinin iç politika ve başkanlık seçimleri süreci ile ilişkisini ve ABD siyasetinde Ortadoğu ve Müslümanlara yönelik kökleşen ırkçılığı değerlendirdi.

‘Mevcut duraklama bitince İsrail sivillere saldırmaya devam edecek’

*İsrail’in Gazze’de uyguladığı toplu cezalandırma yöntemi ve 6 bini çocuk olmak üzere 14 binden fazla kişinin ölümüne yol açan saldırıları, uluslararası toplumun Tel Aviv’e yönelik tavrının değişmesine neden oldu. Arap ve Müslüman ülkelerin liderleri kalıcı ateşkes çağrısıyla ziyaretler yapıyor. Avrupalı liderler ziyaretlerde bulunuyor. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlar sivillere yönelik saldırıların durdurulması yönünde çağrılar yapıyor. Küresel Güney liderleri ateşkes çağrısında bulunuyor. Sadece Doğu’da değil Batı ülkelerinde de yüzbinlerce insan İsrail’in eylemlerini kınıyor ve Gazze’ye destek yürüyüşü yapıyor. Peki Tel Aviv nasıl bu kadar pervasızca davranabiliyor? ABD desteği sayesinde mi? Ayrıca, sonunda Katar’ın arabuluculuğunda geçici bir ateşkes ilan edildi. Sonrasında ne bekleniyor?

İsrailli liderler, İsrail’in Hamas’ı dağıtmak ve yok etmek için ne gerekiyorsa yapacağını söyledi. ABD Hükümeti destek verirken, diğer yandan İsrail’in uluslararası hukuka uyması gerektiğini de ifade etti. ABD ayrıca perde arkasında İsrail’e uyguladığı baskının, Başbakan Netanyahu’yu çatışmalar ve rehine değişimindeki mevcut duraklamayı kabul etmeye ikna ettiğini söyledi. İsrailli liderlerin söylediklerine göre, mevcut duraklama sona erdiğinde İsrail’in Hamas’a yönelik saldırılarına devam etmesini ve daha fazla sivil kaybı yaşamasını bekleyebiliriz.

‘Biden kendi partisinin tam ateşkes uygulaması yönünde artan baskısıyla karşı karşıya’

*Biden’ın İsrail’e verdiği sonsuz desteğe ABD’ye yakın Arap ülkeleri bile tepki gösteriyor. Washington, Orta Doğu’daki ilişkilerinin daha da kötüleşmesi, Batı’da çatlaklar oluşması ve hatta Pekin’in arabuluculuk çabaları yoluyla bölgede daha fazla nüfuz kazanması riskine rağmen neden İsrail’in eylemlerini maddi, manevi ve askeri olarak destekliyor? Bunun ülkedeki Yahudi lobisinin etkisiyle ve Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle bir ilgisi var mı?

İsrail’e destek ABD’de her zaman iki partinin de meselesi olmuştur ve öngörülebilir gelecekte de öyle olmaya devam edecektir. Dolayısıyla, Başkan Biden’ın gelecek yıl yeniden seçilmek için yarışacağı göz önüne alındığında, onun İsrail’i %100 desteklemediğinin görülmesi siyasi açıdan tehlikeli olacaktır. Ayrıca Başkan Biden geçmişte İsrail’e karşı derin bir empati beslediğini ve 7 Ekim’de yaşananları “İsrail’in 11 Eylül’ü” olarak gördüğünü, dolayısıyla kişisel olarak teröre karşı savaşlarında onları destekleme eğiliminde olduğunu söylemişti. Ancak bu destek artık birçok Demokrat seçmen, özellikle de gençler ve Arap ve Müslüman Amerikalılar tarafından eleştirildi ve bunların birçoğu gelecek yıl Demokrat Parti’ye oy vermeyeceğini söyledi. Biden, savaş boyunca sivil ölümlerindeki endişe verici oran nedeniyle artık kendi partisinin tam ateşkes uygulaması yönünde artan baskısıyla da karşı karşıya.

‘Batı Şeria’daki yerleşimlere destek, iki devletli çözümü daha da karmaşıklaştırıyor’

*ABD, Filistin’in geleneksel ve kâğıt üzerindeki ‘iki devletli çözüm’ politikasından ne anlıyor? İsrail, Oslo Anlaşması’nın ardından İkinci İntifada’ya giden süreçte ve bugün, işgal ettiği topraklarda herhangi bir yaptırıma maruz kalmadan yasa dışı yerleşim birimleri inşa etmeye devam ediyor. Washington İsrail’in sadece Gazze’de değil tüm Filistin topraklarındaki yayılmacılığını önlemek için neden Tel Aviv’e karşı herhangi bir adım atmıyor?

ABD, İsrail’e yerleşim inşası konusunda tarihsel olarak önemli bir baskı uygulamamış olsa da, yerleşim inşasının barış görüşmelerine yardımcı olmadığını her zaman kamuoyuna açıklamış ve İsrail hükümetlerini oranı düşürmeye veya yerleşim inşasını durdurmaya çağırmıştır. Ancak İsrail, Batı Şeria’da yerleşim yerleri inşa etmeye devam etti ve mevcut Başbakan ve Bakan Ben-Gvir gibi aşırılıkçı koalisyon ortakları da dahil olmak üzere pek çok sağcı İsrailli, dönemin Başbakanı Ariel Şaron’un 2005’te Gazze’de yerleşimleri kaldırmasının bir hata olduğunu söylüyor. Bu seslerin birçoğu bugün, Başkan Biden ve Anthony Blinken’ın ABD’nin kabul etmeyeceğini belirttiği, Gazze’nin yeniden işgali çağrısında bulunuyor.

Bununla birlikte, yerleşimler ABD’nin tercih ettiği iki devletli çözümün önünde her zaman büyük bir engel olmuştur. Batı Şeria’daki yerleşimciler, 7 Ekim saldırılarından bu yana Batı Şeria’daki Filistinlileri giderek daha saldırgan bir şekilde taciz ediyor, yerlerinden ediyor ve onlara saldırıyor; bu da Başkan Biden’ın, Batı Şeria’daki “aşırılıkçılara” yaptırım uygulayacağını duyurarak alışılmadık bir hamle yapmasına yol açtı. Ancak bunun tam olarak ne anlama geldiği ve nasıl uygulanacağı belli değil. Bakan Ben-Gvir, Batı Şeria’daki yerleşimcileri son derece destekliyor ve bu da iki devletli çözüm olasılığını daha da karmaşık hale getiriyor; çünkü Başbakan Netanyahu’nun iktidarda kalabilmek için, iktidardaki koalisyonunu sürdürebilmesi için Ben Gvir’e ihtiyacı var ve bu nedenle bunu yapması pek olası değil. Dolayısıyla Ben-Gvir’in yoluna taş koymayacak. Bununla birlikte, ABD hükümetinin son haftalarda yerleşimci şiddetine ilişkin olarak gördüğümüz dil ve yaptırım duyurusu, İsrail’in en yakın müttefikinden şimdiye kadar gördüğümüz en güçlü dil.

*Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak, Şifa Hastanesi’nin altındaki tünel meselesiyle ilgili CNN’den Amanpour’a açıklama yaparak “40-50 yıl önce o sığınakları kendimiz yapmıştık” dedi. Bugün Tel Aviv, Hamas’ın bu tünelleri bodrum olarak kullanmak için inşa ettiğini iddia ediyor. Üstelik İsraillilerin Filistinlilerin kayıplarıyla alay ettiği pek çok görüntü var. BBC ayrıca IDF’nin Şifa Hastanesi’ndeki sözde tespitlerinin kurgulandığını iddia etti. Bu gelişmeler ABD’nin gerçekte ne olduğuna dair başka bir bakış açısına sahip olmasının önünü açacak mı?

Ehud Barak’ın İsrail’in El Şifa Hastanesi altındaki tünellerin inşasına dahil olduğuna dair açıklamaları ışığında bile ABD, hastanelerin altındaki Hamas tünelleri konusunda kararlı bir şekilde İsrail’in safında kaldı. ABD özelde Gazze’deki sivil ölüm oranından dolayı alarma geçti ancak İsrail’in Hamas’ı yenme hedefini kararlı bir şekilde desteklemeye devam ediyor ve de kamuoyu önünde 7 Ekim öncesi statükoya geri dönülemeyeceğini söyledi.

‘Onlar için Orta Doğu insanlarla dolu bir bölge değil, çözülmesi gereken bir sorun’

*Obama’nın danışmanlarından Stuart Seldowitz, New York’taki bir helal gıda satıcısını “terörist” olarak nitelendiren ve Gazze’de 4.000 Filistinli çocuğun ölümünün “yeterli olmadığını” söyleyen bir videoda görüntülendi. Bu kişi daha önce ABD Dışişleri Bakanlığı İsrail ve Filistin İşleri Ofisi’nin müdür yardımcısı olarak görev yapıyordu. ABD’nin Filistinlilere yönelik nefretinin ya da İslamofobik yaklaşımının daha üst düzeyde benzer örneklerinin olduğunu anlayabilir miyiz? Bu olayı yorumlayabilir misiniz?

Bu olay çok talihsiz ama tanıdıktı. Kendi hikayemi sosyal medyamda yazdım ve burada da anlatmak istiyorum. ABD hükümetinde çalıştığım süre boyunca ve ondan önce Irak ve GTMO’da (Guantanamo Kampı) genç bir tercüman olduğum dönemde, Stuart Seldowitz’e benzer temelde ırkçılık/insandışılaştırmaya sahip çok sayıda insanla tanıştım. 11 Eylül olduğunda 20 yaşındaydım. Birçok Arap ve Müslüman Amerikalı için bu, korkutucu bir dönemdi. Kimliklerimizin ve bağlılıklarımızın sorgulandığını, dinimizin ve mirasımızın güvenlikleştirilip askerileştirildiğini izledik. Bu başlangıçtı. Irak savaşı başladığında, kısmen neden savaşa gittiğimize kendi başıma tanıklık etmek ve ayrıca iletişim eksikliğinin veya yanlış iletişimin savaşın sisini daha da kötüleştirmemesini sağlamak için üzerime düşeni yapmak için tercüman olarak hizmet etmeye karar verdim. Bu militarizasyonun etkisini ilk kez orada gördüm. Aynısını 2004’te GTMO’da da yaptım; Donald Rumsfeld, ABD’nin “kötünün en kötüsünü” orada tuttuğunu söylediğinde, bunu kendi gözlerimle görmek istedim. O zamana kadar bize yıllarca yalan söylendiğini biliyordum. Daha sonra Pentagon’da yine Stuart gibi insanlarla karşılaştım. O zamana kadar “teröre karşı savaş” neredeyse on yıldır sürüyordu. Orta Doğu’ya yönelik tutumlar da buna göre şekillendi. Pek çok kişi bölgeye kesinlikle askeri bir mercekle bakmak üzere eğitildi.

ABD’li yetkililere göre Orta Doğu, ABD’yi çatışmaya “sürükleyen” ve “baskının azaltılması”, “gerginliğin azaltılması” veya tercihen kaçınılması gereken “bataklıktı”; ta ki bugüne kadar, ki Biden ekibinin görevi, Orta Doğu’yu onun masasından uzak tutmaktı. Pentagon’daki amirim için Orta Doğu’yu tarihi bir “Sünni-Şii” çatışması olarak tanımlayan Müşterek Kurmay strateji belgesini incelediğimi hatırlıyorum. Bu dili ortadan kaldırmak için savaştım (sonunda başardık). Ancak bu tür bir düşünce devam ediyor. Yani Stuart gibi insanların bu terimlerle konuştuğunu, “Muhaberat”, işkence ve benzeri şeyler hakkında konuştuğunu gördüğümüzde, bu durduk yere ortaya çıkmış bir şey değil. Politika ve askeri çevrelerde Orta Doğu’ya büyük ölçüde bu şekilde bakılıyor.

O halde Brett McGurk gibi birinin, rehineler serbest bırakılana kadar Gazze’de herhangi bir insani yardım dalgasının veya aranın olmayacağını bu kadar gelişigüzel ifade edebilmesi şaşılacak bir şey değil. Parçası olduğu ortam, Orta Doğu’yu insanlarla dolu bir bölge olarak görmeye hazır değil; ‘yalnızca çözülmesi veya kaçınılması gereken sorunlar var’. Bunu değiştirmenin yolu elbette bölgeye bakış açısını değiştirmekle başlıyor; farklı bakış açıları sunacak liderlik çeşitliliğinin daha fazla olması ve Stuart ve onun eylemleri gibi şeyler yapan insanları en üst düzeyde kınayarak mümkün. Az önce hatırladığım bir başka örnek de, GTMO’daki bir ABD Ordusu albayının, tercümanlar hariç tüm askeri personele Müslümanlarla ilgili ırkçı bir e-posta göndermesiydi. Birisi bunu bana iletti. Komutanımıza bir mektup yazdım ve tüm tercümanlar imzaladı. Albay, tüm çevirmenlerden özür dilemek zorunda kaldı (ki hepsi de Amerikalıydı) ve İslam ve Arap kültürü hakkında bilgi edinmek için bizimle zaman geçirmek zorunda kaldı… O akşam meslektaşımın tabbule’sini yedikten sonra piknik masasının üzerinde oryantal dansla sona erdi.

Okumaya Devam Et

SÖYLEŞİ

‘Libya hükümeti, Türkiye ile ortak medya platformu ilan etmeye hazırlanıyor’

Yayınlanma

Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti İletişim ve Siyasi İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı Waled Ammar Ellafi, Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığı ev sahipliğinde düzenlenen Uluslararası Stratejik İletişim Zirvesi’nde (Stratcom Summit 23) yaptığı sunumun ardından Harici’ye konuştu.

Gazeteci Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Ellafi, Libya’nın Türkiye ile ortak medya platformunu duyurmaya hazırlandığını belirterek, bunun “sadece hükümet için değil, gazeteciler ve medyada çalışanlar için de çok önemli olacağına inandığını” söyledi.

İsrail’in Gazzelileri Sina’ya sürme teklifi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Libya sorunun bir parçası değil. Bu mesele Mısır ile Gazze ve İsrail arasındadır. Vizyonumuz çok net. Gazze’deki bu dramatik savaşın durdurulmasını destekliyoruz. Bu hedefe ulaşmak için ittifakımızla ve diğer ülkelerdeki dostlarımızla birlikte elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

‘Libya’nın tek bir hükümeti var’

Dışarıdan bakıldığında Libya ikiye, hatta üçe bölünmüş görünüyor. Ulusal Birlik Hükümeti var, Hafter yanlıları ve diğerleri var. Bakanlığınız bu konuda ne gibi çalışmaları var?

Libya’nın tek bir hükümeti olduğundan eminim. Libya “tek”  elden yönetiliyor. Elbette Libya’da pek çok farklı siyasi görüş var ki bu normalde her ülkede olur. Libya’nın tüm kurumlarını ve Trablus’taki merkezi hükümete bağlı birimleri çalıştırıyoruz. Dolayısıyla dışarıya iyi bir Libya imajı kazandırmak için yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Libya’da istikrarın sağlandığı yönünde güzel bir mesajın  dışarıya iletilmesi için yumuşak güç yönündeki tüm çabalara öncülük ediyoruz. Kalkınma geri geliyor. Libya işliyor.

‘Şirketler Libya’ya geri dönüyor’

İç çatışmaların başlamasından 12 yıl sonra Libya ile ilgili bahsettiğiniz bu imajı kazandırmak için hangi somut çalışmalar yapıyorsunuz? Stratejileriniz neler?

Sanırım iki yıl öncesiyle karşılaştırıldığında tüm Libyalılar bir şeylerin farklı olduğunu hissediyor. Libya’da savaş durdu. 2011’den sonra Libya’nın en büyük sorunu elektrikti ve artık çözüldü. Bu yıldan bu yana elektrik kesintisi yok. Maaşlardaki sorun artık çözüldü. Son on yılda yaşanan birçok sorun artık çözüldü. Projelerin inşasına ilişkin bir imar planı bulunmaktadır. Geri dönüşler başladı. Şirketler Libya’ya geri dönüyor. Projeler şu anda yapım aşamasında. Yani Libya’da herkes artık bir şeylerin farklı olduğunu hissediyor.

“Güvenli Libya” imajını geri getirebilir misiniz?

Bunu umuyoruz ve bu hedefe ulaşmak için çok çalışıyoruz.

Geçtiğimiz yıl Türkiye İletişim Başkanlığı ile protokol imzaladınız. O zamandan bu yana bunun Libya hükümetine nasıl bir faydası oldu? Gündemdeki diğer işbirliği alanları neler?

Hükümetimiz ile Türk hükümeti arasında farklı alanlarda birçok işbirliğimiz var. Libya ile Türkiye arasında olgun bir platform oluşturmak için Fahrettin Altun’la ciddi bir şekilde çalışıyoruz. Libya ve Türkiye ile ilgili konulara ve kendi aramızdaki işbirliğini nasıl geliştirebileceğimize odaklanıyoruz. Sadece hükümet için değil, gazeteciler ve genel olarak medya sektöründe çalışan insanlar için de çok önemli olacağına inandığım bu platformun duyurulması için artık atılacak adımları bekliyoruz.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

‘AB üyeliği uzak olduğundan Rusya ve Çin’i ihmal etmemeye çalışıyoruz’  

Yayınlanma

Ankara ziyaretinde bulunan Sırbistan Savunma Bakan Yardımcısı Nemanja Starović Harici’ye konuştu. Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtlayan Starović, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in Sırbistan ziyaretini, ülkesinin NATO ve AB ile görüşmelerini, Kosova krizini ve Türkiye ile ilişkileri değerlendirdi.

Batı Balkan turuna çıkan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Bosna Hersek ve Kosova’nın ardından Sırbistan’a geçti. Belgrad’da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ile ortak basın toplantısı düzenleyen Stoltenberg görüşmede, Sırbistan ile Kosova arasında devam eden gerginliği ele aldıklarını ifade ederek barış ve güvenliğin korunmasında Kosova’daki Barış Gücü’nün (KFOR) önemine işaret etti.

Kosova’nın kuzeyinde Sırplarla NATO gücü ve Kosova polisi arasında yaşanan son gerilimin ardından, NATO KFOR güçleri artırma kararı almıştı.

Stoltenberg, “KFOR, tüm toplulukların güvenliğinin garantisi. Sırbistan’ın da NATO ile koordinasyonu bizi son derece memnun ediyor. İki tarafa da gerginliği tırmandırmama çağrısında bulundum. Sırp Belediyeler Birliğinin kurulmasını da destekliyoruz” dedi.

Vucic ise, “Gelecek dönemde NATO ile daha iyi bir iletişim kurmaya çalışacağız. Ancak Sırbistan, kendi ordusunu nereye ve ne zaman konuşlandıracağına karar verir” ifadelerini kullandı.

NATO ile ilişkilerinden memnun olduğunu aktaran Vucic, ülkesinin askeri tarafsızlık tutumunu ise devam ettireceğini vurguladı.

Sırbistan ve Kosova, sık sık karşı karşıya gelirken Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda bekleyen Belgrad’a, AB’ye katılmak için Kosova ile ilişkilerini normalleştirme şartı konulmuştu.

Öte yandan Sırbistan, Batı’nın baskısına rağmen Rusya’ya yaptırım uygulamayı reddederken, Avrupa’dan da kopmamaya çalışıyor.

Sırbistan Savunma Bakan Yardımcısı Nemanja Starović ile NATO ve AB ile ilişkilerini, Kosova gerginliğini ve Türkiye ziyaretini konuştuk.

‘AB üyeliği sürecinde bazen hareketli bir hedefi kovalıyormuş gibi hissediyoruz’

*Kosovalı Arnavut yöneticiler batılıları Sırbistan’ı ‘pasifleştirmekle’ suçluyor. Kosova ise Sırp Belediyeler Birliği yasasını geçirmeye direniyor. Mevcut gerginlikler göz önüne alındığında Sırbistan’ın Kosova ile ilişkileri ve olası AB üyeliği ne durumda?

Uluslararası kamu hukuku göz önüne alındığında, Kosova ve Metohija’nın güneyindeki eyaletimizin geçici rejimi, BM Güvenlik Konseyi’nin 1999 yılı 1244 sayılı kararıyla tanımlanmış olup, nihai çözüm beklenmektedir. Böyle bir çözümün ancak diyalog yoluyla bulunabileceğine ve tek taraflı dayatılmaması gerektiğine inancımız tamdır. 2013’ten bu yana Belgrad ile Priştine arasında AB’nin arabuluculuğuyla ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan birçok anlaşma yapıldı. Ancak diğer taraf, 10 yıldan fazla bir süre önce imzalanan Birinci Brüksel Anlaşması’nın uygulanmasını ve Sırp Belediyeler Topluluğu’nun kurulmasını hâlâ reddediyor. Ayrıca, Albin Kurti’nin Priştine’de geçici Başbakan olmasından bu yana geçen son iki yılda, 400’den fazla saldırı ve diğer olaylarla birlikte eyalette yaşayan Sırplara yönelik etnik amaçlı şiddette keskin bir artışa tanık olduk. Kosova ve Metohija’da yaşayan Sırplar, çağdaş Avrupa’da haklarından en çok mahrum bırakılmış etnik gruptur. Şiddet kullanımını kesinlikle reddediyoruz, ancak günümüzde asıl sorun, tek etnik gruptan oluşan Arnavut özel polisi tarafından yerel Sırplara karşı uygulanan kurumsallaşmış şiddettir. Tam da bu nedenle, diyalog sürecinde herhangi bir ilerlemenin sağduyulu bir önkoşulu olduğundan, mümkün olan en kısa sürede gerilimi düşürmeye ihtiyacımız var.

AB üyeliğine gelince, üyeliğin halkımıza getireceği tüm faydaların bilincinde olarak bu stratejik hedefe bağlı kalıyoruz. Ancak bu, AB’nin kendisinin “hazmetme kapasitesi” eksikliğiyle mücadele ettiğini ve herhangi bir yeni genişlemenin Brüksel’deki gerekli kurumsal reformlara bağlı olduğunu görmediğimiz anlamına gelmiyor. Bazen hareketli bir hedefi kovalıyormuş gibi hissetsek de gelecekteki AB üyeliğine yönelik kendi kapasitemizi geliştirmek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bu hedef hâlâ oldukça uzak olduğundan, Rusya ve Çin gibi geleneksel uluslararası ortaklarımızı da ihmal etmemeye, Güneydoğu Asya ülkeleri veya Arap dünyası ile işbirliği gibi yeni ufuklar keşfetmeye çalışıyoruz.

‘Halkta bir katılım yorgunluğu oldu’

*Kamuoyu yoklamalarına göre Sırbistan’da AB üyeliğine destek şu anda yüzde 50’nin altında. Ancak Belgrad’a yönelik ültimatomlar durmadı. Brüksel’den gelen tehditleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunları tam olarak tehdit olarak adlandıramam ama Brüksel’den sürekli bir şartlanma geliyor, bazen çok da yapıcı olmayan bir şekilde ve bu yüzden nüfusumuzun bir kısmı “katılım yorgunluğu” yaşıyor veya tıpkı AB ülkeleri gibi bir nevi “genişleme yorgunluğu” yaşıyor.

27 AB üye ülkesinden 22’sinin Kosova’nın tek taraflı bağımsızlık ilanını tanıdığı bir sır değil ve bizden de aynısını yapmamızı beklemeleri mantıklı. Ancak bunu resmi bir talep olarak tanımlamak çeşitli nedenlerden dolayı pek kolay değil. AB içinde tanınmayan 5 üye devletin bulunmasının yanı sıra, Kıbrıs’ın kendi toprak sorunlarını tam olarak çözmeden AB’ye kabul edilmesi her zaman bir emsal olmuştur ve günümüzde Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın AB’ye geçiş süreci hızlandırılmıştır. Bunların her biri benzer sorunlara sahip ülkeler. Son olarak, AB üyeliğinin önkoşulu olarak bizden talep edilse bile, Kosova’nın tek taraflı olarak ilan edilen bağımsızlığını asla tanımayacağımız devlet liderliğimiz tarafından o kadar çok kez tekrar edildi ki.

‘Kosova BM üyesi olursa, Kosova’nın Büyük Arnavutluk’a birleşmesini engelleyebilecek hiç kimse olmayacaktır’

*Büyük Bulgaristan, Büyük Sırbistan, Büyük Yunanistan, Büyük Hırvatistan ve hatta Büyük Makedonya’nın savunucuları, komşularından toprak alma hırsında birleşiyor. Ancak Arnavutların hırsı retorik düzeyinde değil; pratikte çok şey yapıyorlar. Kosova iyi bir örnektir. Brüksel’in bu hedefe nasıl baktığını düşünüyorsunuz?

Dürüst olmak gerekirse, zaman zaman Büyük Arnavutluk ideolojisinin tezahürlerinin sözlü olarak kınandığını görüyoruz. Bununla birlikte, büyük AB başkentlerinde çok az insan, Kosova’nın tek taraflı olarak ilan edilen bağımsızlığına verdikleri desteğin, sözde Büyük Arnavutluk’u arzulayan Arnavut aşırıcıların hedeflerine kusursuz bir şekilde hizmet ettiğini kabul etmeye istekli. Basitleştirmek gerekirse, eğer Kosova’nın BM üyesi olacağı güne tanık olursak, Tanrı esirgesin, uluslararası toplumda Arnavutluk ve Kosova’nın Büyük Arnavutluk’a birleşmesini engelleyebilecek hiç kimse olmayacaktır.

‘AB yaptırım rejimine katılmak Sırbistan’a Rusya’dan çok daha fazla zarar verecektir’

*Belgrad NATO üyeliğini ‘stratejik bir hedef’ olarak görmüyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de Batı Balkanlar turu sırasında ülkenizi ziyaret etti. Rusya-Sırp ilişkileri masada mı? Sırbistan Rusya karşıtı yaptırımlara katılmayı reddetmeye devam edecek mi?

Dış politikamızın temel ilkeleri siyasi bağımsızlık ve askeri tarafsızlıktır ve biz her ikisini de sakınarak koruyoruz. Bu her zaman kolay bir iş olmayabilir ancak uzun vadede karşılığını almanın tek doğru yolunun bu olduğuna inanıyoruz. Bunu söyledikten sonra, Barış için Ortaklık programı çerçevesinde birçok ortak faaliyet yürüttüğümüz için NATO’yu düşman olarak değil, ortak olarak algıladığımızı da belirtmeliyim. Komşularımızın birçoğunun NATO üyesi olması nedeniyle diğer türlü herhangi bir yaklaşım sorumsuzluk olacaktır.

Aynı zamanda Rusya ile halklarımız arasında uzun yıllarca dostluğa dayanan yapıcı bir çalışma ilişkimiz var. Son iki yılda böyle bir ilişkiyi sürdürmenin oldukça zor olduğu bir sır değil, zira neredeyse tüm Avrupa ülkeleri Rusya’ya karşı yaptırım rejimine katılmış durumda. Biz böyle bir yaklaşıma inanmıyoruz ve genellikle ekonomik yaptırımları bir dış politika aracı olarak kullanmaktan kaçınıyoruz. Çünkü ekonomik yaptırımların her zaman sıradan insanlara zarar verdiğini kendi tarihi deneyimimizden biliyoruz. Üstelik AB yaptırım rejimine katılmak Sırbistan’a Rusya’dan çok daha fazla zarar verecektir ve AB üye ülkelerinin aksine Brüksel tarafından sağlanan AB güvenlik ağlarından yoksunuz.

‘Stoltenberg’in çoçukluğu Belgrad’da geçti’

*Stoltenberg’in Sırbistan ziyaretinden beklentiler nelerdi ve sonucu ne olacaktı? Stoltenberg’in diğer Balkan ülkelerine yaptığı ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?

Stoltenberg’in Belgrad ziyareti her zaman ilgi çekicidir, çünkü çocukluğunun bir kısmını başkentimizde geçirmiştir. Daha objektif bir açıdan bakarsak, askeri tarafsızlığımıza tam saygısını yinelemesi ve Sırbistan ile NATO arasındaki ortaklığa verdiği değeri vurgulaması nedeniyle bu çok önemliydi. Stoltenberg’in hem Priştine hem de Belgrad’daki mesajları tutarlıydı. Kendisi, sözde Kosova Güvenlik Güçlerinin Sırpların yaşadığı kuzey bölgesine giremeyeceği yönünde bilinen gerçeği tekrarladı. Üstelik Stoltenberg, Sırp Belediyeler Topluluğu’nun kurulmasını kesin ve şüphesiz bir şekilde destekledi ve bunu çok takdir ediyoruz.

‘Türkiye’nin rolünü takdir ediyoruz’

*Türkiye geçen ay NATO’nun Kosova Barış Gücü’nün (KFOR) komutasını devraldı. Türkiye’nin KFOR’daki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

KFOR’un rolünün, tıpkı BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 sayılı kararıyla KFOR’a verilen yetkide olduğu gibi, güney ilimizde yaşayan tüm insanlara güvenli ve emniyetli bir ortam sağlama konusunda hayati önem taşıdığına inanıyoruz. Bunu aklımızda tutarak, çeşitli ülkeler tarafından KFOR’a verilen tüm katkıların ve Türkiye’nin son dönemde üstlendiği rolün arttığının bilincindeyiz ve takdir ediyoruz. Türkiye’den gelen yeni KFOR Komutanı tarafından, yerel Sırp nüfusuna yönelik gelecekteki tutum ve KFOR ile Sırp Ordusu arasında devam eden işbirliği konusunda bize belirli güvenceler verildi ve bunun yerine getirileceğine inanmayı diliyoruz.

‘Balkanlar’ın istikrarı ve refahı açısından Sırp-Türk işbirliğinin önemi açık’

 *Şu anda Ankara’da, Türkiye’de olduğunuzu biliyoruz. Türkiye Milli Savunma Bakanlığı ile gündeminiz ve görüşmeleriniz neler? Ankara’ya yönelik girişimleriniz ve aldığınız yanıtlar hakkında bilgi verir misiniz?

Ankara ziyaretim, Türk Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler’in Belgrad’a yaptığı başarılı ziyaretten hemen birkaç hafta sonra gerçekleşti. Ziyaretim, Güneydoğu Avrupa Savunma Bakanlıkları işbirliği kapsamındadır, ancak aynı zamanda son zamanlarda Belgrad’da tartışılan bazı konuları takip etmek için de harika bir fırsattı. Bölgenin ekonomik ve askeri süper gücü olan Türkiye’nin Balkanlar’da oynadığı doğal ve önemli rol hakkında derin bir anlayışına sahibiz. Sırbistan ise yarımadanın merkezi konumunda olup 8 farklı ülkeye sınırı bulunmaktadır. Bu iki gerçek, Balkanlar’ın istikrarı ve refahı açısından Sırp-Türk işbirliğinin önemini açıkça ortaya koyuyor. Bu, farklılıklarımızın olmadığı anlamına gelmiyor ancak bunları her zaman açık, samimi ve yapıcı bir şekilde tartışabildiğimiz için gerçekten çok mutluyum. Bunun ötesinde bizi bir araya getiren daha büyük bir amaç olduğuna inanıyorum; bu da Balkanlar’da barış ve istikrarın korunmasına yönelik ortak kararlılığımızdır. Özellikle mutluyum çünkü iki büyük lider olan Kemal Paşa Atatürk ve Yugoslavya Kralı I. Aleksandar’ın bir asır önce bize verdiği misale dayanarak Ankara’da kaldığım süre boyunca Anıtkabir’de Atatürk’e saygılarımı sunabileceğim. Dostlukları ve karşılıklı anlayışları, kendi örnekleriyle ülkelerimizin işbirliğinin gidişatını belirleyen iki cumhurbaşkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan ve Aleksandar Vučić arasındaki güçlü bağlara da yansıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English