Bizi Takip Edin

Ortadoğu

İsrail’in çıkmazı: ‘Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun’

Yayınlanma

İsrail’in Hamas’ın operasyonuna yanıt olarak Gazze’ye düzenlediği şiddetli saldırılar binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine yol açarken İsrail’in abluka altındaki bölgeye kara harekatı düzenleyip düzenlemeyeceğine ilişkin tartışmalar da sürüyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in saldırılarındaki üç temel hedefi anlatırken bu hedeflere ulaşmasının neden mümkün olmadığını da açıklamaya çalışıyor. Makalenin yazarı Suudi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler uzmanı Hesham Alghannam’a göre İsrail’in saldırıların ilk hedefi caydırıcılığını yeniden tesis etmek. Ancak İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz da tam olarak bu ilk hedefte. Çünkü, Gazze’yi yok etmek ve halkını vahşice öldürmek İsrail’in 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyecek.

Yazar bölgede gerçek barışın bu çatışmaya adil bir çözüm bulunarak sağlanabileceğini düşünüyor: “Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.”

***

7 Ekim Sonrası: İsrail’in kaybettiği caydırıcılığını geri kazanmak için acımasız arayışı

İsrail’in Gazze’ye yönelik yeni savaşındaki hedefleri üzerine bir okuma

Hesham Alghannam

7 Ekim’de Gazze’deki yüzlerce Filistinli savaşçı, İsrail’in kendisi hakkında yaydığı uzun süreli efsanelere meydan okumayı ve bu efsaneleri ortadan kaldırmayı başardı.

Sadece üç saat içinde, İsrail’in yenilmez ordusu, her şeyi bilen istihbaratı ve bağımsız kalırken başkalarına yardım sağlayan özgüvenli devlet efsanelerini paramparça ettiler.

Bu mitlerin kesin bir şekilde yıkılması, İsrailli liderleri açıkça aşırılık yanlısı ve kana susamış bir retorik benimsemeye teşvik etti. Aksa Tufanı savaşının başlamasının ardından Başbakan Binyamin Netanyahu “Gazze’ye karşı savaşın uzun süreceğini” ilan ederek Ortadoğu’yu temelden değiştireceğine söz verdi.

Dahası, Savunma Bakanı Yoav Galant Filistinlileri “hayvan” olarak nitelendirdi ve “Gazze Şeridi’ne tam bir abluka uygulandığını” ilan etti: “Elektrik yok, yiyecek yok, gaz yok. Her şey engellenmiş durumda. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz.”

Dikkat çekici olan “Yeni Orta Doğu” kavramının 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı işgalini çağrıştırması.

Ancak işgalin tek sonucu Irak’ın yıkıma uğraması ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olması, ülkenin kalıcı bir kaosa sürüklenmesi oldu. Daha sonra ABD nihayetinde geri çekildi ve Irak mücadele etmeye devam ediyor.

İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşının üç temel hedefi olduğu söylenebilir:

İlk olarak İsrail, Filistinli savaşçıların Gazze’ye başarılı bir şekilde sızdığı, 11 askeri üs ve 20 yerleşimi ele geçirdiği ve yüzlerce askeri öldürdüğü ya da esir aldığı 7 Ekim baskınından sonra kaybettiği caydırıcı gücünü geri kazanmayı amaçlıyor.

İsrail on yıllar boyunca, her türlü düşmanı alt edebilecek müthiş bir askeri ve istihbarat aygıtına sahip, yenilmez bir devlet olduğu imajını özenle yarattı. Ancak bu imaj 7 Ekim’de paramparça oldu ve özündeki sahteliği ortaya çıktı.

Kaybettiği statüsünü geri kazanmak isteyen İsrail, Gazze’deki sivillere verdiği zarar kadınlara ve çocuklara karşı saldırgan imajını daha da pekiştirse de acımasızlığını göstermek için tüm yıkıcı yeteneklerini ortaya koyuyor. Caydırıcılığı yeniden tesis etmek, bedeli ne olursa olsun İsrail’in öncelikli hedefi olmaya devam ediyor.

İkinci olarak İsrail, Gazze’deki militan grupların liderlerini, üyelerini ve silahlarını ortadan kaldırarak onları yok etmek için durmaksızın çaba sarf ediyor. Bu niyet Savunma Bakanı Yoav Galant’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile birlikte yaptığı “İsrail Gazze’yi Hamas’ın pençesinden kurtaracak” açıklamasında açıkça ortaya çıktı.

Hükümet, misillemenin ötesinde, silahlı gruplar Gazze’yi kontrol ederken geri dönmeyecek olan yasadışı yerleşim sakinleri arasında güveni yeniden tesis etmeyi amaçlıyor.

Bu bağlamda, İsrail’in 1982 yılında “Celile Barış Operasyonu” kapsamında Lübnan’ı işgal ettiğini hatırlamak önemli. Bu askerî harekât, Filistinli direniş güçlerinin Lübnan’dan Celile bölgesine başlattığı ve bölge sakinlerinin birçoğunu tahliyeye zorlayan saldırılarla tetiklenmişti.

Üçüncüsü, İsrail Filistinlilerin bilincini değiştirerek onları silahlı direnişle özgürlük ve bağımsızlık elde edilemeyeceğine ikna etmek istiyor.

Bunun yerine Filistinliler İsrail’in “sunduklarını” kabul etmeli. İsrail, 7 Ekim’den sonra Gazze’deki grupların kontrolü devam ettirmesi halinde Batı Şeria ve Kudüs’te direnişin cesaretlenmesinden korkuyor. Bu grupların ezilmesi, silahlı direnişin İsrail’in kaynaklarını ve kararlılığını sürekli olarak tüketen kalıcı bir kültür haline gelmesini önler.

Gazze’deki bu savaş, Hamas’ın 2007’de kontrolü ele geçirmesinden bu yana yaşanan önceki beş savaştan farklı.

Geçmişte İsrail ateşkesle sonuçlanan caydırıcı savaşlar yaşadı ve yıllar süren göreceli bir sükûnet sağladı. Hamas mallar, fonlar ve İsrail’de sınırlı çalışma izni gibi imtiyazlar elde ederken İsrail de huzura kavuştu.

Ancak bu savaş farklı çünkü hedeflerine ulaşmak için Gazze Şeridi’nin kapsamlı bir kara işgaline uğraması gerekiyor. Bu yaklaşım kaçınılmaz olarak binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine yol açacak; tüm bunların amacı ise savaşçılara ulaşmak, onları etkisiz hale getirmek ve silah depolarını dağıtmak.

Geçmişte İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik bir kara harekâtından, beraberinde getireceği büyük insani ve siyasi maliyetler nedeniyle kaçındı. On binlerce askerin bulunduğu Gazze’yi yeniden işgal etmek şüphesiz İsrail ordusunda önemli kayıplara yol açacaktı ki bu İsrail’in düşünmek istemediği ve İsrail toplumunun kabul etmeye hazır olmadığı bir ihtimaldi.

Öte yandan, bir kara harekâtı on binlerce olmasa bile binlerce Filistinli sivilin hayatını kaybetmesine yol açacaktı ki bu da uluslararası toplum tarafından kabul edilemez bir ihtimal olarak görülüyordu.

Buna ek olarak, İsrail cevaplayamadığı temel bir soru nedeniyle Gazze’yi yeniden işgal etmekte tereddüt etti: “İşgalin ikinci gününde ne olacak?” Başka bir deyişle, işgalden sonra iki milyondan fazla Filistinlinin hayatını kim yönetecekti?

Ancak İsrail’in 7 Ekim saldırıları sırasında subayları, askerleri ve yerleşimcileri dahil olmak üzere verdiği insan kayıpları, aşağılanma duygusu ve caydırıcı gücünün büyük ölçüde aşındığı korkusuyla birleşince tüm bu engeller ortadan kalktı.

Yetkililerin açıklamalarına göre İsrail, askerleri arasında önemli kayıplara bile katlanmaya hazır görünüyor. Dahası İsrail, Gazze’nin kontrolünü geri almak için ABD ve diğer Avrupa ülkelerinden istediği siyasi ve askeri desteği sağlamış durumda.

Şu anda, Gazze’nin işgalinin ardından ne olacağı sorusu, özellikle de Batı’nın desteğini aldıktan sonra, hesaplamalarında öncelikli bir endişe kaynağı gibi görünmüyor.

Katar Dışişleri Bakanı ile düzenlediği basın toplantısında bu konudaki sorulara yanıt veren ABD Dışişleri Bakanı, “Şu anda öncelik Hamas’ın İsrail’e karşı oluşturduğu tehdidi ortadan kaldırmak” dedi.

Bu açıklama Lloyd Austin’in Gallant ile yaptığı basın toplantısında vurguladıklarını tekrarlıyor: “ABD ordusu İsrail’e sağladığı güvenlik yardımları ve silahlar konusunda ya da bunların nasıl kullanılacağı konusunda herhangi bir koşul öne sürmemekte.”

İsrail ve Batı, Filistinlilerin yerlerinden edilmesi ve bölgesel çatışma riski anlamına gelse bile Gazze’deki militan grupların kökünü kazımaya kararlı görünüyor.

Çatışmanın tırmanması halinde İsrail’i desteklemek üzere ABD bir uçak gemisi konuşlandırdı ve bir tane daha gönderebilir. İngiltere İsrail’e Kraliyet Donanmasına ait gemiler, helikopterler ve gözetleme uçakları gönderirken Almanya da iki adet Heron insansız hava aracı gönderdi.

Bu savaşın bölgesel bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğine dair spekülasyonlardan uzak olarak, bu savaş Suudi Arabistan Krallığı’nın defalarca vurguladığı şeyin altını çiziyor: İsrail-Filistin çatışması çözülmeden Orta Doğu’da barış ve istikrar mümkün değil.

Bölgedeki çatışmanın özünü teşkil eden bu mesele, bölge devletleri ve halkları için büyük önem taşıyor. İşte tam da bu nedenle Krallık, İsrail ile ilişki kurma kararını İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik önemli ilerlemeler kaydedilmesine bağladı.

Krallık, Filistinli savaşçıların askeri operasyonunu kınamadı. Açıkça tüm sivillerin korunması çağrısında bulunarak, mevcut durumun “İsrail’in devam eden işgali ve Filistinlilerin haklarını inkâr etmesinden kaynaklandığını” belirttiği bir açıklama yayınladı ve uluslararası toplumu iki devletli çözümün uygulanmasına yol açacak güvenilir bir barış süreci başlatmaya çağırdı.

Yine de Batı, İsrail’in anlatısını tüm kalbiyle benimsiyor; İsrail’in, ölenler arasında en az 268 subay, asker ve 97 tutuklu olduğunu kabul etmesine rağmen (bu rakamlar İsrail’in güncellenmesiyle değişebilir) 7 Ekim’i 11 Eylül’e benzer bir terörizm olarak tasvir ediyor.

Dahası Batı, Filistinli silahlı grupları IŞİD’le bir tutarak şeytanlaştırıyor; öyle ki ABD Başkanı Biden başlangıçta Filistinli savaşçıların “erkeklerin, çocukların ve kadınların kafalarını kestiğini” gösteren videoları izlediğini iddia etti. Ancak Beyaz Saray daha sonra bu iddiayı yalanlayarak Başkan’ın bu videoları bizzat izlemediğini ancak İsrailli liderler tarafından bilgilendirildiğini açıkladı.

Özetle, Batı’da 7 Ekim’de yaşananların bir İsrail 11 Eylül’ü olduğu ve silahlı Filistinli grupların IŞİD’den farklı olmadığı yönünde bir söylem hâkim.

Sonuç olarak, birçok Arap ülkesi üzerinde, Filistinli savaşçıların eylemlerini kınama ve İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği katliamları durdurma yönünde baskı yapmalarını engelleme yönünde benzeri görülmemiş bir baskı var.

Bu misyon ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı bölgeye getirdi ve Blinken İsrail ziyaretine “buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak gelmediğini, aynı zamanda dedesi ölümden kaçan bir Yahudi olarak geldiğini” ifadeleriyle başladı. Tüm bunlar doğal olarak Arapların tutumları üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.

Bu bağlamda iki önemli hususu göz önünde bulundurmak zorunlu:

Birincisi, İsrail’in Gazze’deki hedeflerine ulaşması İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmeyecek, aksine gerilimi daha da artıracak. İsrail, Filistinlilere önemli tavizler vermeyi reddederek askeri zaferini siyasi bir zafere dönüştürecektir.

Hatta Batı Şeria’daki (topraklarının %60’ını temsil eden) C Bölgesi’nin tamamını ilhak etmeye bile çalışabilir. Aynı zamanda, Filistin cephesinde kayda değer bir siyasi ilerleme olmamasına rağmen Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için Batı’dan baskı gelmeye devam ediyor.

İkinci olarak, İsrail’in Gazze’yi başarılı bir şekilde işgal etmesi halinde yönetmek gibi bir niyeti yok; bölgeyi hızla terk etme ve Birleşmiş Milletler ile Arap dünyasının uğraşması için harabeye çevirme eğiliminde.

Bu uzun süreli çatışmayı bölgesel barışın sağlanması için bir fırsata dönüştürmek İsrail’in mevcut arayışlarında başarısız olmasını gerektiriyor.

Ancak o zaman Batı, İsrail’e aldığı koşulsuz desteğe ve tüm arzularının karşılanmasına rağmen kendi güvenliğini sağlayamayacağını anlatacak.

Karşılığında İsrail, Filistinlilerle barışçıl bir çözümü benimsemek zorunda kalacak. Bu çözüm, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarından çekilmesi karşılığında güvenlik düzenlemelerini içerecek.

Eğer bu analiz doğruysa, ki ben öyle olduğuna inanıyorum, bölgesel barış arayışı, İsrail’in Filistinlileri ezme ve onlara karşı zafer ilan etme çabalarındaki başarısızlığına bağlı.

Bu iki yolla gerçekleşebilir: ya İsrail’in zafer arayışını engelleyen bir Filistin direnişi ya da hem Filistin hem de İsrail tükenme noktasına geldiğinde İsrail saldırganlığını engellemek için devreye girecek bir Batı müdahalesi.

Her iki senaryoda da Suudi Arabistan’ın aktif diplomasisi için fırsat var ve bu da esasen Batı’ya sürekli olarak Filistin-İsrail çatışmasının Araplar için birincil mesele olmaya devam ettiği mesajını yinelemeyi içeriyor. Bölgede gerçek barış ve istikrar ancak bu çatışmaya adil bir çözüm getirilerek, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve kendi devletlerini kurma haklarının sağlanmasıyla elde edilebilir.

Bunun için Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın harekete geçirilmesi ve Türkiye, Rusya ve Çin de dahil bölgede adil ve istikrarlı bir barışın sağlanmasına yatırım yapan tüm ülkelerle yakın işbirliği içinde İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne yönelik siyasi girişimlerde bulunulması ve Gazze’de devam etmekte olan çatışmanın sona erdirilmesi için açık bir siyasi diyaloğun sürdürülmesi gerekiyor.

Sonuç olarak İsrail, Gazze’yi yok etmenin ve halkını vahşice öldürmenin 7 Ekim’de kaybettiği caydırıcılık gücünü geri getirmeyeceğini anlamalı.

İsrail’in içinde bulunduğu çıkmaz, Amerikan filmi “A Knight’s Tale” de kahramanın böbürlenen rakibi Kont Adhemar’ı tek bir darbeyle alaşağı ettikten sonra şöyle dediği sahneye benziyor: “Tartıldın, ölçüldün ve eksik bulundun.”

Ortadoğu

İranlı diplomat: Amerika ve İsrail’in asıl hedefi İran’ın içeriden çöküşüydü

Yayınlanma

İranlı eski diplomat Gulamrıza Ensari, Amerika’nın son savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadığını ve Yemen’de de gemilerine zarar geleceği bahanesiyle geri çekildiğini belirtti. Ensari, ABD ve İsrail’in asıl hedefinin İran’ın içeriden çökertilmesi olduğunu ve uluslararası kuruluşların bu hedefler doğrultusunda hareket ettiğini ifade etti.

İranlı eski diplomat ve reformist siyasi aktivist Gulamrıza Ensari, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) son dönemdeki savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadığını ve Yemen’de de gemilerinin zarar göreceği bahanesiyle geri çekildiğini ifade etti.

Ensari, ABD ve İsrail’in asıl hedefinin İran’ın içeriden çökertilmesi olduğunu vurguladı.

Mehr haber ajansına konuşan Ensari, “Geçtiğimiz kırk yıl boyunca uluslararası kuruluşlar, İran ile ilgili konularda sözleri ile eylemlerinin bir olmadığını fiilen kanıtlamışlardır. Bazı konuları farklı şekilde gündeme getirseler de pratikte temel eylemlerini ABD ve küresel emperyalizmin hedefleri doğrultusunda düzenliyorlar,” dedi.

Ensari, ABD ve İsrail’in nükleer meselesini başından beri bir saptırma olarak kullandığını belirterek, “Amerika ve Siyonist rejimin asıl isteği İran’ın içeriden çöküşüydü,” diye ekledi.

‘Toprak bütünlüğü onurumuzdur’

İran halkının Batılı liderler tarafından tanınmadığını söyleyen eski diplomat, şu ifadeleri kullandı:

“Son 20 yıldır uğursuz Siyonist rejimin başbakanı, İran’ın nükleer silah sahibi olmaya altı ay uzaklıkta olduğunu defalarca ilan etti. ABD başkanının ve birçok Batılının İran halkına yönelik değerlendirmeleri, İranlıları tanımadıklarını gösteriyor. Çünkü toprak bütünlüğü halkımız için bir masal değildir. Milletin onuru, ülkenin toprak bütünlüğüne bağlıdır.”

Tarihteki toprak kayıplarına da değinen Ensari, “Kaçar döneminde Kafkasya’nın İran’dan ayrılması, İngiltere’nin desteğiyle Herat’ın ayrılması ve aynı komplolarla Bahreyn’in İran’dan koparılması gibi olaylar yaşandı. Saddam da İran’ı bölme ve üç günde fethetme hayaliyle saldırıya geçti ancak kendi yarattığı bataklıkta sekiz yıl boyunca gömülü kaldı,” dedi.

Eski CIA analisti McGovern: İstihbarat ‘İran nükleer silah yapmıyor’ diyor, başkan dinlemiyor

Trump ve Siyonist lobinin yanılgısı

Ensari, Donald Trump ve Siyonist lobinin büyük bir yanılgı içinde olduğunu belirterek, İran’a yönelik bir saldırı durumunda halkın yönetime destek vermeyeceğini düşündüklerini söyledi.

Ensari, “Trump ve ona bağlı Siyonist lobi ile uğursuz Siyonist rejim, İran’da bir saldırı olursa halkın kesinlikle rejimle birlikte hareket etmeyeceğini düşünüyordu. Askeri alanda yaşanacak en ufak bir gürültüyle, devrim karşıtı gruplar, Batı’ya bağımlı unsurlar, casuslar ve Siyonist rejime paralı askerlik yapan yabancı uyruklular aracılığıyla İran’ın savunma ve saldırı kapasitesini iki üç gün içinde yok edebileceklerini sandılar,” şeklinde konuştu.

Bu çevrelerin, ülkedeki ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle halkın bir kısmının bu saldırganlık karşısında sessiz kalacağını, bir kısmının ise rejimle işbirliği yapmayacağını ve böylece içeriden çöküşü kolayca organize edebileceklerini düşündüklerini de sözlerine ekledi.

Uluslararası kuruluşların rollerini yerine getirmediğini vurgulayan Ensari, “Bugün Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi gibi uluslararası kuruluşlar gerçek rollerini oynamadılar. Cenevre Sözleşmesi’ne göre nükleer tesislere saldırı tamamen yasaklanmıştır. Ancak Siyonistlerin nükleer merkezlerimize en çok saldırıyı düzenlediğini görüyoruz ve buna en ufak bir göstermelik tepki bile vermediler,” dedi.

Ensari, İran silahlı kuvvetlerinin ABD destekli Siyonist rejimin saldırganlığına karşı caydırıcı ve cezalandırıcı yanıtlar verdiğini, bununla birlikte ciddi diplomatik faaliyetlerin de yürütülmesi gerektiğini belirtti.

Karin Kneissl: Trump, İran’a saldırarak aptalca bir karar verdi

ABD için savaşın maliyeti yüksek

Olası bir ABD saldırısı ve Trump’ın savaşa doğrudan müdahil olması ihtimaline de değinen Ensari, Hürmüz Boğazı’nın önemine dikkat çekti.

Ensari, “Hürmüz Boğazı, günde 20 milyon varilden fazla petrolün geçtiği bir yatak ve bu boğaz dünya ekonomisini zora sokacaktır. Yaşanan son gelişmeler ve Siyonist rejimin saldırganlığı göz önüne alındığında, bu rejimin ciddi müttefiklerine karşı harekete geçebiliriz,” dedi.

Ensari, sözlerini şöyle tamamladı:

“Amerika son savaşlarının hiçbirinde başarılı olamadı. Körfez Savaşı ve Irak’ta ABD’ye korkunç zararlar verildi. Yemen meselesinde Trump, Amerikan gemilerine saldırılmaması bahanesiyle çok çabuk kenara çekildi. Savaşın yayılması Amerika için çok zararlıdır ve bizim de diplomasiyi geliştirerek savaşın yayılmasını engellememiz gerekiyor.”

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

İran: Nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin vermeyeceğiz

Yayınlanma

İran Atom Enerjisi Kurumu, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislere yönelik saldırıları ‘vahşi bir eylem’ olarak nitelendirdi. Kurum, ABD Başkanı Trump’ın sorumluluğunu üstlendiği saldırıları kınayarak uluslararası toplumu bu ‘orman kanununa dayalı hukuksuzluğu’ kınamaya çağırdı ve nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin verilmeyeceğini vurguladı.

İran Atom Enerjisi Kurumu, Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislerine yönelik saldırıları “vahşi bir eylem” olarak nitelendirerek, bu saldırıların uluslararası hukuka ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) aykırı olduğunu bildirdi.

Kurum tarafından yapılan açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump’ın saldırıların sorumluluğunu üstlendiği belirtilerek, uluslararası toplum bu durumu kınamaya davet edildi.

‘UAEA’nın kayıtsızlığı ve suç ortaklığıyla yapıldı’

İran Atom Enerjisi Kurumu’ndan yapılan açıklamada, “Siyonist düşmanın son günlerdeki barbarca saldırılarının ardından İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesisleri bu sabah uluslararası hukuka, özellikle de NPT’ye aykırı vahşi bir saldırıya maruz kalmıştır,” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, bu eylemin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) “kayıtsızlığı ve hatta suç ortaklığı” gölgesinde gerçekleştirildiği öne sürüldü.

Kurum, ABD’nin, UAEA tarafından sürekli denetlenen bu tesislere yönelik saldırının sorumluluğunu üstlendiğini duyurdu.

Açıklamada, “Amerikalı düşman, siber ortam üzerinden ve başkanının diliyle, söz konusu tesislere yönelik bu saldırının sorumluluğunu üstlendiğini ilan etmiştir,” denildi.

Uluslararası topluma kınama çağrısı

Açıklamada, uluslararası toplumun “orman kanununa dayalı bu hukuksal kaosu” kınaması ve meşru haklarını elde etme yolunda İran’ın yanında yer alması beklentisi dile getirildi.

İran Atom Enerjisi Kurumu, düşmanların komplolarına rağmen nükleer sanayinin gelişiminin durdurulmasına izin verilmeyeceğini vurguladı.

Açıklamada, “Kurumumuz, binlerce devrimci ve gayretli bilim insanı ve uzmanın çabasıyla, nükleer şehitlerin kanlarının bir meyvesi olan bu milli sanayinin gelişim seyrinin durdurulmasına izin vermeyecektir,” ifadelerine yer verildi.

Kurumun, gerekli yasal takibat dahil olmak üzere İran halkının haklarını savunmayı öncelikleri arasına aldığı belirtildi.

Trump saldırıları üstlenmişti

ABD Başkanı Donald Trump, sosyal medya platformu Truth Social üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Amerikan kuvvetlerinin Fordo, Natanz ve İsfahan dahil olmak üzere İran’a ait üç nükleer tesise başarılı saldırılar düzenlediğini bildirmişti.

Trump, “Operasyona katılan tüm uçaklar İran hava sahasını terk etti,” diye eklemişti.

Okumaya Devam Et

Ortadoğu

ABD, İran’daki nükleer tesisleri bombaladı, İran misilleme başlattı, İsrail’de sirenler çalıyor

Yayınlanma

Donald Trump, ABD’nin İran’daki üç nükleer tesisi vurduğunu açıkladı. İran ise “hasar görmedik” dedi. Tahran, İsrail’e yönelik füze saldırıları başlattı. İsrail ordusu İran misilleme saldırılarını duyurdu. 10 füzenin isabet ettiği bildirildi.

ABD Başkanı Trump, ABD uçaklarının Fordo, Natanz ve İsfahan’a bomba attığını ve İsrail’in İslam cumhuriyetine karşı hava harekatına katıldığını söyledi.

İran’a saldırı kararı, “sonsuz savaşları” sona erdirecek bir barış elçisi olacağına dair vaatlerle ikinci dönemine giren Trump’ın başkanlığının potansiyel bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.

Saldırı, İran’ın ABD’ye, özellikle bölgedeki askeri üs ve gemilere ve petrol tedariki gibi diğer çıkarlarına misilleme yapma ihtimalini beraberinde getiriyor. İran misilleme saldırılarının ABD’yi hedef alması halinde ise Trump tekrar karşılık vereceklerini söyledi.

Bu saldırı, Trump’ın MAGA (Amerika’yı Yeniden Büyük Yap) tabanının, ABD’nin İran ile savaşa girmesini istemeyen şahinler ile ABD’nin dış çatışmalardan uzak durması gerektiğini düşünenler arasında şiddetli bir bölünme yaşadığı bir dönemde, başkan için siyasi bir kumar niteliği taşıyor.

Trump, cumartesi akşamı Beyaz Saray’da ulusal güvenlik toplantısı düzenledikten sonra Truth Social’da “Fordo, Natanz ve İsfahan dahil olmak üzere İran’daki üç nükleer tesise yönelik çok başarılı saldırımızı tamamladık. Tüm uçaklar şu anda İran hava sahası dışında” diye yazdı.

“Ana hedef olan Fordo’ya tam yük bombalar atıldı. Tüm uçaklar güvenli bir şekilde eve dönüyor” dedi.

ABD Başkanı, Amerikan uçakları ve denizaltılarıyla gerçekleştirilen saldırı sonucu, İran’ın kilit nükleer zenginleştirme tesislerinin “tamamen yok edildiğini” öne sürdü.

Devlet medyasına göre İranlı yetkililer üç nükleer tesise düzenlenen saldırıyı doğruladı.

İran’a düzenlenen saldırıda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile takım olarak çalıştıklarını belirten Trump, “İran barış yapmak zorunda. Bu yapılmazsa sonraki saldırılar çok daha ağır olacak” diye konuştu.

“Amacımız İran’ın nükleer zenginleştirme kapasitesini yok etmek ve dünyanın bir numaralı terör destekçisi devletinin oluşturduğu nükleer tehdidi durdurmaktı” ifadelerini kullanan Trump, geceki saldırıları “muhteşem bir başarı” olarak değerlendirdi.

Beyaz Saray’dan üst düzey bir yetkiliye göre, ABD Başkanı ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu saldırıların ardından görüştü. Yetkili, ABD’nin İsrail’e nükleer tesisleri bombalama planını önceden bildirdiğini de sözlerine ekledi.

Tahran’ın menzilindeki ABD üsleri

‘TESİS TAHLİYE EDİLMİŞTİ’

İran parlamentosu başkanının danışmanı, Tahran’ın Fordo’ya saldırı beklediğini söyledi.

Mahdi Mohammadi, X’te “İran’ın bakış açısından, çok garip bir şey olmadı” diye yazdı.

“İran birkaç gecedir Fordoy’a saldırı bekliyordu. Tesis bir süredir tahliye edilmişti ve saldırıdan geri dönüşü olmayan bir hasar görmedi.”

İran’ın en kritik nükleer tesislerinden Fordo’ya ABD’nin saldırısının ardından tesiste nükleer sızıntı olmadığı bildirildi.

Fordo’daki uranyum zenginleştirme tesisinin bulunduğu Kum eyaletinden bir Valilik yetkilisi, AA muhabirine açıklama yaptı.

Yetkili, “Fordo nükleer tesisi Amerika Birleşik Devletleri tarafından saldırıya uğramış ve bu tesise zarar verilmiştir ancak içinde ve çevresinde herhangi bir nükleer sızıntı bulunmamaktadır” ifadelerini kullandı.

Öte yandan İran devlet televizyonu, saldırı haberlerini teyit etmeden tesislerin daha önceden boşaltıldığını ve nükleer malzemelerin başka bir yere taşındığını duyurmuştu.

WASHINGTON TAHRAN İLE İLETİŞİME GEÇTİ

Trump, Truth Social’da ikinci bir paylaşımda “İRAN ARTIK BU SAVAŞI SONLANDIRMAYI KABUL ETMELİ” dedi. “BU, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, İSRAİL VE DÜNYA İÇİN TARİHİ BİR AN” ifadelerini kullandı.

ABD’nin, İran’daki üç nükleer tesisi vurduktan sonra Tahran ile iletişime geçerek amacının rejim değişikliği olmadığını ilettiği iddia edildi.

Amerikan CBS News’in ABD’li kaynaklarına dayandırdığı habere göre, Washington yönetimi İran’daki üç nükleer tesisi vurmasının ardından Tahran’a diplomatik bir mesaj ileterek, bu saldırıların tamamen kendileri tarafından gerçekleştirildiğini ve rejim değişikliği yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığını vurguladı.

CBS News, daha önce de ABD yönetimindeki birçok kaynaktan aldığı bilgiye dayanarak, Başkan Trump’ın İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’i öldürme planına karşı çıktığını aktarmıştı.

NETANYAHU’DAN TEŞEKKÜR

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’ın üç nükleer tesisine saldırı düzenlediklerini duyuran ABD Başkanı Trump’a teşekkür etti.

Başbakan Netanyahu, X hesabından, İran’ın nükleer tesislerini vurma kararı alan ABD Başkanı Trump’a görüntülü teşekkür mesajı yayınladı.

Netanyahu, “Tebrikler Başkan Trump. ABD’nin muhteşem ve hakkaniyetli gücüyle İran’ın nükleer tesislerini hedef alma yönündeki cesur kararınız tarihi değiştirecek” ifadesini kullandı.

İsrail’in İran’a başlattığı saldırılarla “şaşırtıcı işler” yaptığını öne süren Netanyahu, ABD’nin, bu gece gerçekleştirdiği saldırıyla gerçekten “eşsiz bir başarıya imza attığını” savundu.

ABD’nin İran’a saldırısının Orta Doğu’yu barışa taşıyacak “tarihi bir dönüm noktası” olduğunu savunan Netanyahu, “Başkan Trump ve ben sık sık güç yoluyla barış deriz. Önce güç gelir, sonra barış gelir. Ve bu gece Başkan Trump ve ABD büyük bir güçle hareket etti” iddiasında bulundu.

NEYLE VURULDU?

ABD’nin, İran’ın üç nükleer tesisinden en önemlisi olan Fordo’yu 6 sığınak delici mühimmat kullanarak vurduğu, diğer iki tesisin ise bölgedeki Amerikan denizaltılarından fırlatılan 30 Tomahawk füzesiyle yok edildiği iddia edildi.

Fox News sunucusu Sean Hannnity, canlı yayınlanan programında, ABD Başkanı Donald Trump’la az önce telefonla görüştüğünü ve Trump’ın kendisine İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırılarda yaklaşık 645 kilometre uzaklıktaki Amerikan denizaltılarından 30 Tomahawk füzesinin de fırlatıldığını ilettiğini söyledi.

Daha önce İran’ın Fordo nükleer tesisi için en az 2 adet GBU-57 A/B “Büyük Ordonat Delici” sığınak avcısı (bunker buster) mühimmat kullanılması gerektiğinin dile getirildiğini hatırlatan Hannity, ancak ABD Başkanı ile yaptığı konuşmada 6 sığınak delici mühimmatın kullanıldığını öğrendiğini belirtti.

Hannity, “Diğer iki büyük İran nükleer tesisi olan Natanz ve İsfahan, yaklaşık 645 kilometre uzaktaki Amerikan denizaltıları tarafından fırlatılan 30 Tomahawk füzesiyle yok edildi.” ifadelerine yer verdi.

B-2’LER DE KATILDI

ABD daha önce, Guam’daki bir üsse doğru yola çıktığı sanılan B-2 hayalet bombardıman uçaklarını hareket ettirmişti. B-2’lerin taşıdığı Amerikan “bunker buster” bombaları, bir dağın derinliklerine gömülü olan İran’ın Fordo’daki uranyum zenginleştirme tesisini yok etmek için en uygun silah olarak görülüyordu.

Amerikan Axios haber sitesinin İsrailli bir yetkiliden aldığı bilgiye göre, saldırıda B-2 ağır bombardıman uçakları da kullanıldı.

‘ANAYASAYA AYKIRI’​​​​​​​

Kongre’deki Cumhuriyetçi dış politika şahinleri, başkanın askeri hamlesini alkışladı. ABD Senatörü Lindsey Graham, “Bu doğru bir karardı. Rejim bunu hak ediyor” dedi. Güçlü Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Jim Risch, İsrail’e yardım etmek için Trump’ın “kararlı eylemini” alkışlayarak, “Bu sonsuz bir savaşın başlangıcı değil. İran topraklarında Amerikan askerleri olmayacak” dedi.

Demokrat ABD senatörü John Fetterman da Trump’ı överek, başkanın “doğru hamle” yaptığını söyledi.

Ancak Cumhuriyetçi temsilci Thomas Massie, kararın “Anayasaya aykırı” olduğunu söyledi.

İRAN ATOM ENERJİSİ KURUMU: DURMAYACAĞIZ

İran Atom Enerjisi Kurumu (AEOI) ABD saldırısını kınadı.

Kurum, üç nükleer tesisin Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) kapsamında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) tam denetimi altında faaliyet gösterdiğini ve bu tesislere yönelik “vahşi saldırının” uluslararası hukuku ihlal ettiğini belirtti.

AEOI, saldırının “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın kayıtsızlığı, hatta suç ortaklığı altında” gerçekleştirildiğini söyledi.

“Uluslararası toplumun, orman kanunlarına dayalı bu kanunsuzluğu kınaması ve İran’ın meşru haklarını savunmasında yanında yer alması beklenmektedir” denilen açıklamada, örgütün “büyük İran milletine, düşmanların hain komplolarına rağmen bu ulusal sanayinin ilerlemesinin durdurulmasına izin vermeyeceği” garantisi verildi.

“Örgüt, asil İran halkının haklarını savunmak için gerekli tüm önlemleri, yasal takip tedbirleri de dahil olmak üzere, gündemine almıştır” ifadelerini kullandı.

İRAN MİSİLLEME BAŞLATTI: İSRAİL’E FÜZE

İsrail ordusu, pazar sabahı İran misilleme saldırılarını duyurdu. İran’dan İsrail’in orta ve kuzey bölgelerine yaklaşık 20 füze atıldığını tespit ettiğini açıkladı.

İsrail genelinde şiddetli patlama sesleri duyuldu ve İsrail’in acil durum servisi Magen David Adom (MDA), çarpışma olduğu bildirilen birkaç bölgeye doğru yola çıktı.

İsrail’in kuzey ve orta bölgelerinde çarpmalar olduğu ve 10 füzenin isabet ettiği yönünde haberler geldi.

Ordu, tehditleri önlemek için savunma sistemlerinin devreye girdiğini de ekledi.

Uyarı alınması halinde, halkın korunaklı bir alana girip yeni bir talimat gelene kadar orada kalması gerektiği belirtildi.

İran misilleme saldırılarının ilerleyen saatlerde devam etmesi bekleniyor.

13 HAZİRAN

İsrail, 13 Haziran’da İran’ın çeşitli kentlerindeki nükleer tesisler başta olmak üzere ordunun üst komuta kademesini de hedef alan geniş çaplı saldırılar düzenledi.

İran’da Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı ve bazı üst düzey komutanlar ile 9 nükleer bilim insanı saldırılarda öldü.

İran Sağlık Bakanlığı, 21 Haziran’da yaptığı açıklamada, İsrail’in saldırılarında toplam sivil can kaybının 430, yaralı sayısının da 3 bin 500’den fazla olduğunu bildirdi.

İran misilleme saldırıları başlattı. İsrail Başbakanlık Ofisi, İran ordusunun yaptığı misillemelerde 24 kişinin öldüğünü, 1272 kişinin yaralandığını aktardı.

Türkiye, Çin, Rusya, Pakistan başta olmak üzere çok sayıda ülke İsrail’i kınadı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English