Avrupa
Avusturya’da Şansölye Nehammer istifa etti

Avusturya’da hafta sonu Şansölye Karl Nehammer’in sürpriz istifasının ardından siyasi belirsizlik başladı. Bu adımın, sağcı Avusturya Özgürlük Partisinin (FPÖ) ilk kez hükümetin kontrolünü ele geçirmesine yol açacağı düşünülüyor.
Siyasi bir skandalın Sebastian Kurz’u istifaya zorlamasının ardından 2021 yılında şansölye olan eski subay Nehammer, hem ülkenin hem de merkez sağ Avusturya Halk Partisinin (ÖVP) liderliğinden istifa edeceğini söyledi.
Cumartesi günü geç saatlerde yaptığı kısa bir video açıklamasında, şansölyelik görevinden istifasının önümüzdeki günlerde yürürlüğe gireceğini söyledi ve “düzenli bir geçiş” sözü verdi.
Cuma günü üçlü bir merkezci koalisyon kurma görüşmelerinin çökmesinin ardından gelen bu karar, ÖVP’nin FPÖ ile koalisyon görüşmelerini sürdürmesi için kapıyı açıyor. Nehammer, başkanı Herbert Kickl’in “aşırılıkçılığını” gerekçe göstererek FPÖ ile koalisyona karşı çıkıyordu.
Ne var ki bu görüş ÖVP’deki herkes tarafından paylaşılmıyordu. Bu grubu oluşturanlar esas olarak, partinin iş dünyası kanadında yer alan ve ikinci durgunluk yılını yaşayan ekonomiyi canlandırmak için bir sonraki hükümetin daha agresif reformlar yapmasını isteyen kişiler.
ÖVP yetkilileri pazar günü yaptıkları açıklamada, partinin eylül ayında Avusturya’da yapılan genel seçimleri %29 oyla kazanan FPÖ ile görüşmelere hazır olduğunun sinyalini verdi.
Parlamentoda temsil edilen diğer dört partinin FPÖ ile görüşmeyi reddetmesinin ardından, FPÖ’nün zaferi pazar gününe kadar pirus zaferi olarak görülüyordu.
Kickl pazar günü geç saatlerde yaptığı açıklamada, “Kaybedilen zamanın, kaosun ve burada yaratılan muazzam güven kaybının sorumlusu biz değiliz. Tam tersine, FPÖ’nün Avusturya’nın iç siyasetindeki tek istikrarlı faktör olduğu ve olmaya devam ettiği açıktır,” dedi.
Top artık Cumhurbaşkanı Bellen’de
Eylül ayında oyların %26’sını alarak seçimleri ikinci sırada tamamlayan FPÖ ile ÖVP arasında kurulacak bir koalisyon, parlamentoda büyük bir çoğunluğa sahip olacak.
Şu anki tek soru, şansölye adaylarını reddetme yetkisine sahip Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Bellen’in Kickl’i şansölye olarak kabul edip etmeyeceği.
Teorik olarak FPÖ daha az tartışmalı başka bir aday çıkarabilir fakat Kickl bu görevi istediğini açıkça ortaya koydu.
Anayasal kriz ihtimali gündemde
Eğer FPÖ ve ÖVP bir hükümet kurma konusunda anlaşır ve Kickl’i şansölye olarak belirlerse, Van der Bellen vetosunu kullanabilir, fakat bu ülkeyi anayasal bir krize sürükler.
Böyle bir sonuç muhtemelen sadece FPÖ’nün popülaritesine daha da artıracak. Son kamuoyu yoklamalarında parti %37’ye varan bir oy oranına sahip, bu da Van der Bellen’in yeni bir seçim çağrısı yapması halinde FPÖ’nün sandıktan daha da güçlü çıkacağını gösteriyor.
Kasım ayında parti Steiermark eyaletinde yapılan önemli bir bölgesel seçimi kazanarak oyların %35’ini aldı ve eyaletin kontrolünü ilk kez ele geçirdi.
Dolayısıyla Van der Bellen’in bu durumu sineye çekmesi daha olası. Pazar günü yaptığı açıklamada bunu kabul etti ve “yeni durumu görüşmek üzere” pazartesi günü için Kickl ile bir toplantı planladığını söyledi.
Kickl, Avusturya’yı göçe karşı “kale” yapmak istiyor
Seçim kampanyasını Volkskanzler (Halkın Şansölyesi) olma ve Avusturya’yı göçe karşı bir “kale” haline getirme vaadiyle yürüten Kickl, yabancılar ve İslam hakkında sert yorumlar yapmasıyla biliniyor.
Örneğin 2018’de içişleri bakanı olarak mültecileri özel merkezlerde “toplama” fikrini ortaya atan FPÖ lideri, ayrıca mülteci kayıt merkezlerinin adının “geri gönderme merkezleri” olarak değiştirilmesini emretti.
Avusturya Yeşiller Partisinin eski lideri Van der Bellen, AB’yi sert biçimde eleştiren ve hatta Avusturya’yı bloktan çıkarmakla flört eden Kickl ve partisine karşı duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemiyor.
Eylül ayında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı teamüllere uymayarak en güçlü partinin lideri olan Kickl’e koalisyon kurma görevini vermemeyi tercih etmişti.
FPÖ’nün nazi geçmişi
1950’lerde fikirlerinden pek de vazgeçmemiş görünen bir grup eski nazi tarafından kurulan FPÖ’nün yükselişi onlarca yıllık bir evrimin doruk noktası olacak.
Parti ilk olarak 1990’larda, o zamanlar eski Yugoslavya’dan gelen göç konusunu seçmenleri harekete geçirmek ve ana akıma meydan okumak için kullanan Jörg Haider döneminde uluslararası dikkatleri üzerine çekti. 1999 yılına gelindiğinde Haider, partisini ulusal seçimlerde ikinci sıraya yükselten güçlü bir takipçi kitlesi oluşturmuştu.
FPÖ, ÖVP’nin küçük ortağı olarak koalisyonlara girmeye devam etti. Merkez sağın FPÖ ile kol kola girme kararı o dönemde o kadar tartışmalıydı ki, AB’nin diğer üyelerinin Viyana’ya “diplomatik yaptırımlar” uygulamasına neden oldu. Bu sembolik bir hareketti ve pratikte ikili ziyaretlerin durdurulması anlamına geliyordu.
FPÖ liderliğindeki bir hükümet, İkinci Dünya Savaşından bu yana ulusal siyaseti “merkez” partiler tarafından domine edilen bir ülke olan Avusturya için bir dönüm noktası olacak.
İbiza skandalı ve sonrası
Sebastian Kurz liderliğinde 2017’de kurulan ikinci FPÖ-ÖVP koalisyonu “İbiza olayı” nedeniyle çarpıcı bir şekilde çökmüştü.
Hükümet, dönemin FPÖ lideri ve Şansölye Yardımcısı Heinz-Christian Strache’nin bir Rus oligarkın yeğeni olduğuna inandığı bir kadına para karşılığında siyasi iyilikler yapmaya çalıştığını gösteren gizlice çekilmiş bir videonun yayınlanmasının ardından 18 ay sonra çöktü.
Birkaç saat uzunluğundaki görüntüler, göreve gelmeden aylar önce Strache’nin tatil yaptığı İbiza adasındaki özel bir villada çekilmişti.
O zamandan beri devam eden soruşturmalar Avusturya adalet sistemini meşgul etti ve Kurz’un görevden ayrılmasında merkezi bir rol oynadı.
Gözden düşen Kurz geri dönebilir mi?
Eski Şansölye Kurz’un dramatik bir çöküşün ardından Avusturya siyasetine dönüp dönmeyeceği de merak konusu.
Son olarak geçen şubat ayında Avusturya’da bir mahkeme Kurz’u bir parlamento araştırma komisyonuna yalan beyanda bulunmaktan suçlu bulmuştu.
Yargıç Michael Radasztics, 37 yaşındaki Kurz’a, hükümetine yönelik 2020 soruşturması sırasında parlamentoyu yemin altında kandırmak gibi ağır bir suçtan sekiz ay ertelenmiş hapis cezası vermişti.
Kurz, şansölyelik görevinden istifasından bu yana Silikon Vadisi yatırımcısı ve Palantir’in kurucusu Peter Thiel için danışmanlık yapıyor.
Kurz ayrıca Pegasus casus yazılımının arkasındaki şirketin kurucularından Shalev Hulio ile birlikte İsrail’de bir siber güvenlik firması kurdu.
Öte yandan Bild’in genel yayın yönetmen yardımcısı ve Kurz’un biyografisini yazan Paul Ronzheimer’ın aktardığına göre Kurz, ÖVP’nin kendisine teklif götürdüğü söylense de partiye geri dönmek istemiyor.
Avrupa
Estonya, nükleer silah taşıyan ABD savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır

Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıma kapasitesine sahip NATO müttefiki savaş uçaklarını topraklarında kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı.
Estonya Savunma Bakanı Hanno Pevkur, ülkesinin nükleer silah taşıyan NATO müttefiki savaş uçaklarına ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu duyurdu.
Pevkur, F-35 savaş uçaklarının daha önce Estonya’da bulunduğunu ve yakın gelecekte ülkenin hava sahasını korumak için yeniden görev yapacağını belirtti.
Estonya’dan nükleer silahlı uçaklara yeşil ışık
Savunma Bakanı Pevkur, Postimees gazetesine yaptığı açıklamada, Estonya’nın F-35’leri kabul etme konusundaki tutumunun net olduğunu vurguladı.
Pevkur, “Eğer bu uçaklardan bazıları, menşei ülke fark etmeksizin, çift amaçlı nükleer silah taşıma kabiliyetine sahipse, bu durum bizim F-35’leri kabul etme pozisyonumuzu hiçbir şekilde etkilemez. Elbette müttefiklerimizi kabul etmeye hazırız,” ifadelerini kullandı.
Daha önce NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, ittifak üyesi ülkelerin önümüzdeki dört yıl içinde ABD’den 700 adet F-35 uçağı satın alacağını açıklamıştı.
İngiltere de nükleer misyona katılıyor
NATO içindeki bu hareketliliğe paralel olarak İngiltere, yakın zamanda 12 adet F-35 savaş uçağı satın alma ve Kuzey Atlantik İttifakı’nın nükleer misyonuna katılma niyetini açıkladı.
İngiliz hükümeti, yeni uçakların Norfolk’taki Marham üssünde konuşlandırılacağını belirtti. Bu uçakların hem konvansiyonel mühimmat hem de 50 kilotona kadar güç üretebilen Amerikan B61-12 nükleer bombalarını fırlatma kapasitesine sahip olduğu bilgisi paylaşıldı.
The Telegraph‘a konuşan bir İngiliz askeri kaynak, F-35’lerin uzun menzilli ve gizli teknolojiye sahip olmasının, “nükleer bombaları yüksek hassasiyetle atmak için son derece önemli” olduğunu söyledi.
Rusya’dan ‘karşı tedbir’ uyarısı
Geçen yıl Washington ve Londra, artan Rusya tehdidi karşısında Amerikan nükleer silahlarının yeniden İngiltere topraklarına döndürülmesi konusunda anlaşmaya varmıştı.
The Telegraph‘ın haberine göre, savaş başlıklarının 2008’den bu yana ilk kez Suffolk’taki Lakenheath üssüne yerleştirilmesi ve güçlerinin 1945’te Hiroşima’ya atılan bombanın üç katı olması bekleniyordu.
Daha önce ABD, en yeni F-35 savaş uçaklarından oluşan iki filoyu Lakenheath üssüne kaydırmayı planladığını duyurmuştu.
The Telegraph‘ın kaynakları, bunun taktik nükleer silah taşıyabilen 54 bombardıman uçağını kapsadığını iddia etmişti.
Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Moskova’nın, Amerikan nükleer silahlarının İngiltere’ye dönüşünü bir “tırmanış” olarak göreceğini ve “telafi edici karşı tedbirlerle” yanıt vereceğini açıklamıştı.
İngiltere, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez uçaklara nükleer silah yerleştirecek
Avrupa
Orbán ile von der Leyen arasında ‘Onur Yürüyüşü’ atışması

Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen arasında, Budapeşte’de yapılması planlanan “Onur Yürüyüşü” nedeniyle tartışma çıktı.
Haftalarca süren sessizliğin ardından, von der Leyen çarşamba günü (25 Haziran) yayınladığı bir video mesajında kutlamaları destekledi. Başkan, “Macaristan yetkililerini Budapeşte Onur Yürüyüşünün gerçekleştirilmesine izin vermeye çağırıyorum. Macaristan ve ötesindeki LGBTIQ+ topluluğuna: Her zaman sizin müttefikiniz olacağım,” dedi.
Orbán ise, sosyal medyada hemen yanıt verdi ve von der Leyen’e “üye devletlerin kolluk kuvvetlerinin işlerine karışmamasını” istedi.
Von der Leyen, Orbán’a karşı çıkmak için bizzat Budapeşte’de bulunmayacak fakat 70’den fazla Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi törene katılmayı planlıyor.
Onlara İspanya Kültür Bakanı Ernest Urtasun, Hollanda Eğitim Bakanı Eppo Bruins, Fransız hükümet temsilcileri, Avrupa’nın önde gelen başkentlerinin belediye başkanları, eski Belçika Başbakanı Elio Di Rupo ve eski İrlanda Başbakanı Leo Varadkar da eşlik edecek.
Belçika’nın Avrupa Komisyonu Üyesi Hadja Lahbib de etkinlik öncesinde bugün Budapeşte’ye gidiyor.
Macaristan ise yabancı devlet adamlarının yasayı çiğneyeceğini açıkça belirtiyor.
Uluslararası konukların listesine rağmen, Adalet Bakanı Bence Tuzson eylemin yasak olduğunu ısrarla vurguluyor.
Bu hafta birkaç büyükelçiliğe gönderilen ve POLITICO tarafından elde edilen mektupta, organizatörlerin hapse atılabileceğini ve kutlamaların yasadışı olduğunu yinelendi.
Mektup, çoğu AB ülkelerinden Budapeşte’de görevli onlarca büyükelçinin etkinliği ve organizatörlerini destekleyen ortak açıklaması üzerine yazıldı.
Tuzson mektupta, “Netlik sağlamak amacıyla, çalışanlarınızın ve meslektaşlarınızın bu gerçeklerden haberdar olmasını rica ederiz. Yasal durum açık: Onur Yürüyüşü yasal olarak yasaklanmış bir toplantıdır ve bu yürüyüşü organize etmek veya duyurmak, Macaristan yasalarına göre bir yıl hapis cezası ile cezalandırılabilen bir suçtur… Yetkililer tarafından yasaklanan bir etkinliğe katılanlar, suç işlemiş olurlar,” diye yazdı.
Yasadışı davranmalarına rağmen, yürüyüşçülerin polis veya sağcı karşı protestocular tarafından doğrudan engellenmesi olası görünmüyor.
Perşembe günü düzenlenen basın toplantısında Orbán, insanlara yürüyüşe katılmamaları çağrısında bulunduğunu ama güç kullanılması planlanmadığını belirtti.
Başbakan, “Macaristan medeni bir ülkedir. Biz birbirimize zarar vermeyiz,” diye ekledi.
Daha büyük endişe, hükümetin katılımcılara para cezası vermek için yüz tanıma teknolojisini kullanıp kullanmayacağı. Bu konu, AB yasalarını ihlal edebileceği için Komisyon tarafından inceleniyor.
Katılımcıların etkinliği tehlikeli görmediklerinin bir işareti olarak, etkinliğe katılacak olan İspanya Kültür Bakanı Urtasun’un sözcüsü POLITICO’ya “Macaristan polisiyle temas halinde olmadıklarını” söyledi.
Sosyalist gruptan Fransız milletvekili Chloé Ridel, “Viktor Orbán’ın popülist söylemleriyle cesaretlenen Macar polisi veya aşırı sağcı aktivistlerden korkmuyorum; protesto için buraya gelen Macar vatandaşlarıyla birlikte Avrupa değerlerini savunmak için buradayız. Bu, otoriter rejimlere karşı mücadelede şüphesiz tarihi bir olay olacak,” dedi.
Avrupa Parlamentosu sözcüsüne göre, “milletvekillerinin ve onlara eşlik edenlerin güvenliği ve emniyeti için her şey hazır.”
Uluslararası mobilizasyona rağmen, Macaristan’da hiçbir siyasi aktör bu eylemden yararlanıyor gibi görünmüyor.
Sol eğilimli Demokratik Koalisyon, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony’nin Yeşil Partisi veya hicivci İki Kuyruklu Köpek Partisi gibi birkaç LGBTQ+ yanlısı parti Onur Yürüyüşüne katılacak olsa da, bunların desteği muhalefet lideri ve eski Fidesz üyesi Péter Magyar’ın desteğinin çok gerisinde.
Magyar’ın partisi Tisza, Orbán’ın iktidardaki Fidesz partisine karşı farkını giderek artırarak aylardır anketlerde önde gidiyor. Fakat Tisza, Nisan 2026’daki seçimlerde Orbán’dan iktidarı almak için geniş bir çoğunluk oluşturmaya çalışırken, LGBT hakları ve kimlik politikası gibi daha geniş konuları olduğu gibi Budapeşte Onur Yürüyüşünün yasaklanmasını da sistematik olarak görmezden geliyor.
Magyar’ın sağ kolu olarak görülen Zoltán Tarr, “Orbán’ın tuzağına düşmeyi reddediyoruz. Toplumu bölmek ve kamu hizmetlerinin çöküşünden ve artan yaşam maliyetlerinden dikkatleri başka yöne çekmek için tasarlanmış bir kültür savaşı provokasyonunda kullanılmayacağız,” dedi.
Tarr, Tisza liderliğindeki bir hükümetin “elbette toplanma özgürlüğünü zedelemek istemeyeceğini” de sözlerine ekledi.
Yeşil Parti Párbeszéd’in eşbaşkanı Richárd Barabás ise, Onur Yürüyüşünün “Viktor Orbán’ın baskıcı rejimine karşı ortak bir direniş” olacağını savundu.
Son yıllarda Orbán, ABD’deki muhafazakâr-Trumpist “MAGA” hareketinin retoriğini benimsedi ve “cinsiyet ideolojisi” ve “woke kültürü”ne karşı küresel hücumun Avrupa’daki ateşli savunucusu haline geldi.
Geçtiğimiz mart ayında Orbán hükümeti, çocukları korumak gerekçesiyle LGBT topluluğunu “teşvik eden veya sergileyen” kamuya açık toplantıları yasaklayan bir yasayı kabul etti.
Ülke çapında Onur Yürüyüşü kutlamalarını fiilen yasaklayan bu önlem, bir tarafta hükümet, diğer tarafta Belediye Başkanı Karácsony ve Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri arasında büyük bir çatışmaya yol açtı.
Budapeşte Onur Yürüyüşü organizatörleri, başkentin 1997’de Doğu Avrupa’da Onur Yürüyüşü düzenleyen ilk şehir olmasından bu yana her yıl olduğu gibi, yıllık etkinliği yine düzenleyeceklerini taahhüt ettiler.
Avrupa
Avusturya Şansölyesi Stocker: Göçle mücadelede Merz müttefik

Avusturya Şansölyesi Christian Stocker, Berlin’in iç sınırlarda uyguladığı sert önlemler nedeniyle iki ülke arasında gerginlikler sürerken, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz’i Avrupa’ya yönelik “düzensiz göçü” önemli ölçüde azaltmada kilit bir ortak olarak gördüğünü söyledi.
Stocker, POLITICO’nun Berlin Playbook Podcast programında sığınma talepleriyle ilgili olarak, “Prosedürlerin [Avrupa Birliği] dış sınırlarında yürütülmesini sağlayacak bir çözüme ihtiyacımız var. Schengen bölgesindeki iç sınırlarımızı korumak son çözüm olamaz. Bu sadece acil bir çözüm olabilir,” dedi.
Stocker, bugün (27 Haziran) Berlin’de Merz ile görüşecek.
Avusturyalı siyasetçi, “Bu konularda benimle benzer görüşlere sahip Friedrich Merz gibi bir ortağım olduğu için çok mutluyum,” diye ekledi.
Stocker, Avusturya’yı sığınma başvuruları konusunda daha sıkı Avrupa politikalarının öncüsü olarak gördüğünü söyledi.
Almanya, Avrupa’nın daha sert göç önerilerinin bazılarına uzun süredir karşı çıkıyordu, fakat Merz’in göreve gelmesiyle bu paradigma değişti.
Sağcı muhalefet partisi Almanya için Alternatif’in (AfD) baskısı altında, CDU liderliğindeki hükümet, ülkeye gelen sığınmacıların sayısını önemli ölçüde azaltma sözü verdi.
Bu bahar göreve başladıktan sadece birkaç gün sonra, Merz’in içişleri bakanı Almanya’nın sınırlarında, Avusturya da dahil olmak üzere, kontrolleri artırdı ve Alman polisinin sığınmacılar da dahil olmak üzere daha fazla belgesiz göçmeni geri çevireceğini söyledi.
Sınırdaki sıkı önlemler, Almanya ile komşuları arasında gerginliklere yol açtı. Fransa, Polonya ve Avusturya’daki politikacılar, Merz hükümetini Schengen bölgesinde insanların ve malların serbest dolaşımını engellediği için eleştirdi.
Sonuçta, Almanya sınırlarında geri çevrilen sığınmacıların sayısı düşük oldu ve bu durum, eleştirmenlerin Merz’in sıkı önlemlerini büyük ölçüde sembolik olarak nitelendirmesine yol açtı.
Stocker, Almanya’nın sınır kontrollerinin iki ülke arasında önemli gerginlikler yarattığı yönündeki iddiaları önemsemedi ve bunun yerine Merz’in yanında yer alarak Avrupa içinde göç konusunda sert bir tutum sergileyen bir eksen oluşturdu.
Sınır kontrollerine ilişkin olarak, “Bu kısıtlamaların önemli bir etkisi olmadığını düşünüyorum. İç sınırları kontrol etme ihtiyacı varsa ve biz de bunu kendimiz yaptık… Diğer ülkelerin de aynısını yapmasını reddedemem. Başka bir deyişle, bu sınır kontrolleri nihayetinde kalıcı olması amaçlanmayan bir çözümdür, fakat bazen gerekli olabilir,” dedi.
-
Görüş2 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu2 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Dünya Basını7 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Avrupa2 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını2 hafta önce
Foreign Policy: Çin İran’ı Destekliyor, İsrail’i Kınıyor
-
Görüş2 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?