Amerika
Robert D. Kaplan yazdı: Trump’ın Yeni Haritası

ABD’li meşhur uluslararası ilişkiler analisti Robert D. Kaplan, Foreign Policy’de Donald Trump’ın politikalarının NATO ve Avrupa’daki müttefiklerle ilişkilere yansımasını yazdı.
Daha önce, Pentagon, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı’na danışmanlık yapmış olan Kaplan; özellikle ABD Savunma Bakanlığı’na stratejik analizler sunmuştur ve “Amerikan stratejik düşüncesinin önemli seslerinden biri” olarak değerlendirilmektedir.
Uluslararası ilişkileri realist perspektiften değerlendiren Kaplan, jeopolitikte özellikle coğrafyanın belirleyiciliğine vurgu yapmaktadır ve bu yönüyle ‘aşırı determinist’ olmakla eleştirilmektedir.
Robert D. Kaplan’ın ABD’nin küresel rolü, Çin’in yükselişi, Avrupa’nın stratejik geleceği ve Ortadoğu’daki çatışmalar hakkında çalışmaları mevcuttur.
Kaplan, Foreign Policy’de yayınlanan son makalesinde, Avrupa’nın doğuda Rusya tehdidi ve güneyde Orta Doğu ve Afrika’dan gelen göçün yol açtığı siyasi çalkantılarla zayıflayıp bölündüğünü ve Trump’ın dünyasında Avrupa’nın öneminin giderek azaldığını söylüyor. Kaplan’a göre, Trump’ın coğrafi genişleme arzusu, ABD’nin geleneksel sınırlarının ötesinde stratejik olarak önemli bölgeleri kontrol altına alma ya da nüfuzunu artırma fikrine dayanıyor. Ve bu strateji ABD’nin geleneksel müttefikleriyle arasını açarak, NATO ittifakına da zarar verebilir.
Makaleyi sizler için çevirdik:
Trump’ın Yeni Haritası
Amerika’nın ilk post-okuryazar başkanının sırtını dayayabileceği tek coğrafya var.
Robert D. Kaplan, Foreign Policy
25 Şubat 2025
Dönemin ABD Savunma Bakanı Robert M. Gates, 2011 Haziran’ında Brüksel’de yaptığı kehanet gibi bir konuşmada Washington’un Avrupalı müttefiklerini, kendi güvenlikleri için önemli ölçüde daha fazla ödeme yapmaya başlamadıkları takdirde NATO’nun bir gün geçmişte kalabileceği konusunda uyardı. Gates kendisinin “müttefiklerini savunma harcamaları için üzerinde anlaşmaya varılan NATO kriterlerini yerine getirmeleri için özel olarak ve kamuoyu önünde, çoğu zaman da bıkkınlıkla teşvik eden bir dizi ABD savunma bakanının sonuncusu” olduğunu belirtmişti.
O dönemde NATO’nun 28 üyesinden sadece beşi -Arnavutluk, İngiltere, Fransa, Yunanistan ve ABD- 2006 yılında taahhüt ettikleri gibi her yıl GSYİH’lerinin en az yüzde 2’sini savunmaya harcıyordu. Gates’e göre bu durum dramatik bir şekilde değişmedikçe, “Amerikan siyasetinin geneli” arasında Avrupa’yı savunmak için “azalan bir iştah” olacaktı.
Avrupa’da değişim başladı ama belki de yeterince hızlı değil. Bugün NATO üyelerinin üçte ikisi yüzde 2 kriterini karşılıyor. Ancak Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı ve ABD Başkanı Donald Trump’ın müttefiklerden harcamalarını yüzde 5’e çıkarmalarını talep etmesi ışığında, Avrupa’nın önünde hala uzun bir yol var. Trump uzun zamandır NATO’yu küçümsüyor. Geçen yıl, Rusları, savunması için daha fazla ödeme yapmayan herhangi bir NATO ülkesine “ne isterlerse yapmaları” için cesaretlendireceğini söyledi. Bu arada Başkan Yardımcısı J.D. Vance, Avrupa Birliği’nin Elon Musk’ın iş platformlarını denetlemeye çalışması halinde ABD’nin NATO’ya desteğini çekebileceğini söyledi.
Bütçe tahsisleri konusundaki anlaşmazlık daha derin bir soruna işaret ediyor: Trump ve Vance’in popülist söylemlerinde de görüldüğü üzere, çok sayıda Amerikalı artık Avrupa’yı savunmayı pek de önemsemiyor.
ABD’nin Avrupa’ya yönelik tutumundaki bu değişim şaşırtıcı olmamalıdır. NATO yaklaşık 80 yıldır varlığını sürdürüyor. Bu modern tarih için uzun bir süre, özellikle de bilgi, ekonomi, hava yolculuğu, göç modelleri ve kimliğin kendisini etkileyen hızlı teknolojik değişim çağında.
NATO İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra kurulduğunda, Amerika Birleşik Devletleri tüm küresel üretim kapasitesinin yarısından fazlasına sahip olarak dünyaya hükmediyordu. Bu rakam günümüzde yüzde 16 civarına düşmüştür. Savaş sonrası dönemde ABD’nin yeni ittifaka hem liderlik etmesi hem de finanse etmesi doğaldı; ne de olsa Avrupa şehirleri hava bombardımanı nedeniyle dumanı tüten harabelerdi ve Joseph Stalin’in Sovyetler Birliği Batı Avrupa için ölümcül bir tehdit olarak beliriyordu. On yıllar boyunca bu dinamik değişti. Güvenliği büyük ölçüde ABD tarafından karşılanan Avrupa, vatandaşlarının iyi bir yaşam sürdüğü imrenilecek sosyal refah devletleri inşa etti. Stalin öldü, Batı Sovyetlerle yumuşamayı başardı ve Sovyetler Birliği daha sonra çöktü.
NATO, Soğuk Savaş’tan ve Rus emperyalizminin yeniden doğuşundan sonraki on yıllarda – Batı’da popülizmin ve kimlik politikalarının yükselişini de içeren bir dönem – büyük ölçüde, ittifakın ya İkinci Dünya Savaşı’nı ve Soğuk Savaş’ın ilk yıllarını iyi hatırlayan ya da hatırlayan insanlarla birlikte büyüyen ve onlara hayranlık duyan insanlar tarafından yönetilmesi sayesinde ayakta kalabildi. Ancak bu canlı tarihsel hafıza buharlaşıyor. Bu süreçte Amerikalılar kendi kimliklerinin daha eski, daha arkaik bir yönünü yeniden keşfettiler – Avrupalıların çok uzun zamandır ihmal ettiği bir yönü. Avrupa, ABD’nin Atlantik’e olduğu kadar Pasifik’e de bakan bir kıta olduğunu her zaman biliyordu, ancak bu bilgiyi hiçbir zaman kendi davranışlarını etkileyecek kadar içselleştirmedi.
ABD kimliği, en azından 20. yüzyılın başlarından bu yana, biri coğrafi diğeri Wilsoncu olmak üzere iki geniş olgu tarafından şekillendirilmiştir. Coğrafi olan bariz gibi görünse de pek çok insan için -özellikle de Avrupalı elitler için- aslında öyle değildir.
Büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ni kapsayan Kuzey Amerika’nın ılıman bölgesi, Doğu Kıyısı boyunca uzanan derin su limanları ve Apalaş’tan geçerek bozkırın geniş ve zengin topraklarına ulaşan yollarıyla ulus olma yolunda mükemmel bir şekilde paylaştırılmıştır. Günümüzde Büyük Ovalar olarak bilinen suya hasret Büyük Amerikan Çölü, gerçek bir doğal engel olarak ortaya çıktı, ancak bir nüfusu Rocky Dağları üzerinden Pasifik Okyanusu’na taşımak için kıtalararası bir demiryolu inşa edildi. Coğrafya, dış dünyadan iki okyanusla ayrılmış uyumlu bir ulus yarattı ve içinde o kadar çok şey oluyordu ki – tüm sorunları ve olasılıklarıyla – dünyanın geri kalanı belirsiz kalabiliyordu.
Yine de Pasifik’e ulaşıldığında, Florida ve Teksas arasındaki Körfez Kıyısı’ndan bahsetmeye gerek bile yok, dikkate alınması gereken bir değil iki kıyı şeridi vardı. Bu, hem Avrupa hem de Asya’ya büyük deniz iletişim hatları açtı ve dış dünya ile güçlü bir ticarete olanak sağladı.
İşte burada ABD kimliğinin diğer yönü devreye giriyor: Wilsonculuk – ABD kıyılarının çok ötesinde özgürlüğün elde edilmesini ülkenin kendi güvenliği için gerekli görme ideolojisinin kısaltması. ABD’nin 28. Başkanı Woodrow Wilson, I. Dünya Savaşı’nın ardından ABD’yi uluslararası bir düzene sokmayı başaramamış olsa da, buharlı gemiler ve uçaklar ülkeyi Avrupa’ya daha da yakınlaştırmaya başlarken, ülkenin çabalaması için bir hedef yarattı. Wilson’un Avrupa kıtasının büyük bir bölümünde özgürlük ve demokrasinin kalesini kurma idealini gerçekleştirmek için Washington’u dünyanın en önde gelen gücü haline getiren İkinci Dünya Savaşı ve sonrası gerekecekti.
Tüm bunlar savaş sonrası yıllarda ne kadar açık ve arzu edilir görünse de, coğrafi açıdan tamamen doğal değildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin daha iyi bir dünya uğruna yaptığı fedakarlıklar hakkında bilgi sahibi olmayı ve Washington’un Avrupalı köklerine -kan ve topraktan ziyade felsefi köklere- dayanan tarihsel akrabalık bağlarını gerektiriyordu. Tüm bunlar, elitlerin kanıksadığı ama kanıksamaması gereken bir okuma gerektiriyordu. Çünkü aradan seksen yıl geçtikten sonra, Soğuk Savaş’ın bilinçlerden silinmeye başlaması gibi, Atlantik ittifakının kuruluşuna dair canlı hafıza da yok olduğundan, bu gelenek ancak şimdi kitaplar ve eğitim yoluyla değerlendirilebilir.
Trump bu geleneğin mirasçısı değil. Gerçekten okumuyor. Kendisi post-okuryazar, yani sosyal medya ve akıllı telefonlar dünyasında yaşıyor ama yüzeysel de olsa anlatı tarihi çalışmalarına dalmış değil.
Dolayısıyla Batı’nın savaş sonrası destanını takdir etmiyor. NATO onun için sadece bir kısaltmadır, Nazi faşizmine karşı mücadeleden doğan, insanlığın gelmiş geçmiş en büyük askeri ittifakının çağrışımı değildir. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill tarafından Ağustos 1941’de Kanada’nın Newfoundland kıyılarında imzalanan ve savaş sonrası dünya için ilham verici bir vizyon ortaya koyan Atlantik Şartı ya da Averell Harriman ve George Kennan gibi büyük ABD’li diplomat ve devlet adamlarının savaş sonrası düzeni nasıl inşa ettikleri hakkında muhtemelen hiçbir şey bilmiyor.
Trump tarih dışı olduğu için elinde sadece coğrafya var. Amerika Birleşik Devletleri’ni kendi başına var olan bir kıta olarak hayal ediyor ve Grönland ve Panama gibi elde etmeye yemin ettiği yerlerin karşılaştırmalı yakınlığını kaydediyor. Trump’a göre Grönland ve Panama Kanalı, ABD coğrafyasının mantığının organik uzantılarıdır, özellikle de Kuzey Kutbu’nda daha fazla donanma faaliyetinin görüleceği bir çağda.
Dikkate alınması gereken bir diğer faktör de teknolojinin coğrafyanın kendisini küçültüyor olmasıdır. Bu çok kademeli olduğu için gözden kaçırılması kolay bir değişimdir. Dünyanın bir bölgesindeki krizler diğer bölgelerdeki krizleri daha önce hiç olmadığı kadar etkileyebiliyor. Tarihi iyi okuyan bir zihin, bu gelişmeyi ABD’nin dünya çapında ittifaklarını güçlendirmesi için bir neden olarak görür. Ancak Trump’ın daha ilkel ve determinist dünya görüşüne göre, sürekli çatışma içinde olacak daha klostrofobik bir dünyada bölgesel etki alanlarını güçlendirme zamanıdır.
Trump’ın aklında Panama Kanalı’ndan Grönland’a kadar uzanan ve Kanada’nın ABD’ye tabi olduğu büyük bir Kuzey Amerika var gibi görünüyor. Trump’ın mitolojisine göre kader şimdi kendini tamamlamaya başlıyor: Bir zamanlar Kuzey Amerika’nın ılıman bölgesini doğudan batıya fethetmek anlamına gelen şey, şimdi kuzeyden güneye bir fetih gerektiriyor. Trump’ın Meksika Körfezi’ni “Amerika Körfezi” olarak yeniden isimlendirme girişimi her şeyi anlatıyor.
Avrupa’ya gelince, doğuda Rusya’nın tehdidi ve güneyde Orta Doğu ve Afrika’dan gelen göçün yol açtığı siyasi çalkantılarla daha da zayıflıyor ve bölünüyor. Marco Polo’nun Dünyasının Dönüşü adlı 2018 tarihli kitabımda yazdığım gibi, “Avrupa yok olurken, Avrasya bütünleşiyor.” Avrupa’nın eninde sonunda bir Avrasya güç sistemiyle birleşeceğini açıklamıştım. Rusya’yı Çin, İran ve Kuzey Kore ile daha derin ittifaklara sürükleyen Ukrayna’daki savaş bu teoriyi doğruladı. Günümüzün daha küçük dünyasında Avrupa kendisini Afro-Avrasya’daki çalkantılardan ayrı tutamıyor ve bu da onu Trump’ın yeni haritasında daha az değerli kılıyor. Wilsonculuk öldüğünde işte böyle olur.
Avrupalılar uzun yıllar boyunca ABD’nin Çin’e ve Doğu Asya’nın geri kalanına çok fazla ilgi göstermesinden endişe duydular. Sorun bundan daha derin. Trump, Çin’i tıpkı ABD gibi kendi kıtası ve güç bloğu olarak görüyor gibi görünüyor. ABD Başkanı Çin ile bir ticaret savaşı başlatabilir de başlatmayabilir de. Hatta Pekin ile ilişkileri geliştirmeye bile çalışabilir. Mesele şu ki, Çin, Trump’ın bölgelere göre bölünmüş bir Dünya görüşünde yer alıyor; oysa Avrupa, NATO ve Avrupa Birliği’ne rağmen, pek bir şey ifade etmek için yeterince birleşik değil.
Trump aynı zamanda elitlerden ve onların projelerinden de nefret eder ve NATO en üst düzey elit projesidir. İttifak üyeleri Gates’in 2011’deki azarlamasını ciddiye alıp savunma bütçelerini çok daha önce artırmış olsalardı, Trump şimdi daha farklı hissedebilirdi. Bunu yapmasaydı bile, en azından NATO müttefiklerine karşı kullanabileceği nispeten küçük Avrupa savunma bütçeleri gibi bir silaha sahip olmazdı ki bu da argümanını ciddi şekilde zayıflatırdı.
Bu arada, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk post-okuryazar başkanı, Avrupa’nın 1941’de Washington imdadına yetiştiğinden beri karşılaşmadığı bir meydan okumayı işaret ediyor. Soğuk Savaş ve sonrasında, Orta ve Doğu Avrupa’daki eski tutsak ulusların NATO’ya katıldığı dönem, gelecekte huzurlu ve mutlu bir zaman olarak görülebilir.
Amerika
ABD’nin borç yükü uzun vadeli tahvillerden kaçışa neden oluyor

Yatırımcılar, ABD’nin artan borç yükünün dünyanın en önemli pazarlarından birinin cazibesini gölgelemesi nedeniyle, uzun vadeli ABD tahvil fonlarından kaçıyor.
EPFR verilerine dayanan Financial Times (FT) hesaplamalarına göre, devlet ve şirket borçlarını kapsayan uzun vadeli ABD tahvil fonlarından ikinci çeyrekteki net çıkışlar şu ana kadar yaklaşık 11 milyar dolara ulaştı.
İkinci çeyrekteki bu çıkış, 2020’nin başındaki şiddetli piyasa türbülansından bu yana en ağır çıkış olarak kayıtlara geçecek ve önceki 12 çeyrekteki ortalama 20 milyar dolarlık girişlerin ardından güçlü bir değişim işaret ediyor.
Kurumsal yatırımcılar tarafından yaygın olarak kullanılan uzun vadeli tahvil fonlarından yapılan itfa işlemleri, Amerika’nın borç geleceğine ilişkin endişelerin arttığı bir dönemde gerçekleşiyor. Fon akışları, devasa ABD tahvil piyasasının sadece küçük bir bölümünü yansıtıyor, fakat yatırımcı duyarlılığının bir göstergesi niteliğinde.
Tahvil odaklı yatırım şirketi DoubleLine’dan Bill Campbell, fon akışlarına atıfta bulunarak, “Bu, çok daha büyük bir sorunun belirtisi. Yurt içinde ve yabancı yatırımcı topluluğu arasında, Hazine tahvillerinin uzun vadeli kısmına sahip olma konusunda büyük endişe var,” dedi.
Kongrede görüşülmekte olan Başkan Donald Trump’ın “büyük ve harika” vergi tasarısının, bağımsız analistlere göre önümüzdeki on yıl içinde ABD’nin borç tutarına trilyonlarca dolar ekleyeceği ve bu durumun Hazineyi büyük miktarda tahvil satmaya zorlayacağı tahmin ediliyor.
Beyaz Saray ise gümrük vergileri ve daha yüksek büyümenin borç yükünü azaltacağını savunuyor.
Aynı zamanda, piyasa katılımcıları, tahvil yatırımcıları için en büyük belalardan biri olan enflasyonu körüklemek için yönetimin başlıca ticaret ortaklarına uygulayacağı gümrük vergilerine hazırlık yapıyor.
Goldman Sachs’ın baş kredi stratejisti Lotfi Karoui, bu çıkışın “mali sürdürülebilirliğin uzun vadeli görünümüne ilişkin endişeleri yansıttığını” söyledi.
Varlık yönetimi şirketi PGIM’in küresel tahvil başkanı Robert Tipp, Fed’in %2’lik enflasyon hedefine atıfta bulunarak, “Enflasyonun hâlâ hedefin üzerinde olduğu ve gözle görülür bir şekilde devlet arzının yüksek olduğu, dalgalı bir ortam var. Bu durum, getiri eğrisinin uzun vadeli kısmında tedirginlik ve genel bir huzursuzluk yaratıyor,” dedi.
Uzun vadeli tahviller enflasyona özellikle duyarlıdır, çünkü fiyatlardaki yüksek büyüme, uzun vadede ödenen sabit faiz ödemelerinin değerini eritir.
Bloomberg’in geniş endeksine göre, bu tedirginlik, uzun vadeli ABD tahvillerinin fiyat performansına da yansıdı. Bu tahviller, Trump’ın nisan ayında yaptığı gümrük vergisi açıklamalarının piyasaları sarsmasının ardından, bu çeyrekte yaklaşık %1 değer kaybetti.
Buna karşılık, EPFR rakamlarına göre, yakın vadede vadesi dolacak ABD tahvillerini elinde bulunduran fonlara para akışı devam etti ve bu çeyrekte kısa vadeli stratejilere 39 milyar dolardan fazla para akışı oldu.
Fed’in bu yıl şimdiye kadar kısa vadeli faizleri yüksek seviyelerde tutması nedeniyle, bu fonlar cazip getiriler sağlıyor.
Amerika
Dolar 3 yılın en düşük seviyesine geriledi

Donald Trump’ın Fed Başkanı Jerome Powell’ın halefini erken açıklamayı düşündüğü haberinin ardından dolar üç yılın en düşük seviyesine geriledi.
ABD Başkanı, Powell ile defalarca çatışmış ve merkez bankası başkanını faiz indiriminde çok yavaş olmakla suçlayarak salı günü yaptığı son açıklamasında onu “çok aptal” olarak nitelendirmişti.
Powell’ın başkanlık görevi önümüzdeki Mayıs 2025’e kadar 11 ay daha sürecek ve geleneksel olarak halefinin adı üç veya dört ay önceden açıklanıyor.
Fakat Wall Street Journal, Trump’ın Powell’ın yerine geçecek kişiyi eylül veya ekim ayında seçip açıklamayı düşündüğünü bildirdi.
Bu haber üzerine dolar, diğer para birimlerinden oluşan sepet karşısında %0,5 değer kaybederek Mart 2022’nin başından bu yana en düşük seviyesine geriledi.
WSJ, Trump’ın Powell ve Fed’e yönelik hayal kırıklığı göz önüne alındığında, halefinin bu yaz erken saatlerde açıklanabileceğini bildirdi. Fed, Trump’ın faiz indirim çağrılarına direniyor.
Fed başkanının erken açıklanması, Trump’ın seçeceği kişinin faiz oranlarının gidişatına ilişkin beklentileri etkilemesine olanak tanıyabilir ve bu da Powell’ın görev süresinin son aylarında zayıflamasına neden olabilir.
Trump, Powell’a defalarca küçümseyle yaklaştı ve geçen hafta merkez bankasının faiz kararını açıklamadan önce onu “aptal” olarak nitelendirdi.
Başkan çarşamba günü Lahey’de düzenlenen NATO zirvesinde düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin Powell’ın halefini seçip seçmediğini sorması üzerine, “Seçeceğim üç veya dört kişi var,” dedi.
Trump’ın eski Fed yöneticisi Kevin Warsh, Ulusal Ekonomi Konseyi direktörü Kevin Hassett ve ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’i düşündüğü bildiriliyor.
Trump daha önce Powell hakkında, “Akıllı biri değil, politikacı bir adam, ama ülkeye bir servete mal oluyor,” demişti.
Powell’a yönelik saldırıları ve Fed’in para politikasını gevşetmesi yönündeki çağrıları, merkez bankasının bağımsızlığı konusunda soru işaretleri yarattı.
Amerika
ABD istihbaratı: İran’ın nükleer tesisleri yok edildi

ABD Başkanı Donald Trump’ın üst düzey istihbarat yetkililerinden ikisi, yeni istihbarat bilgilerine göre İran’ın nükleer tesislerinin hafta sonu ABD hava saldırılarında “yok edildiğini” ileri sürdü.
CIA Direktörü John Ratcliffe ve Ulusal İstihbarat Direktörü (DNI) Tulsi Gabbard, saldırıların İran’ın nükleer programını önemli ölçüde geriletmediğine dair hükümetin ön değerlendirmesine ilişkin medya haberlerine karşı yönetimin gün boyu süren yoğun çabalarını pekiştiren açıklamalarını birkaç saat arayla yayınladılar.
Gabbard, X’te yaptığı açıklamada, “Yeni istihbarat, @POTUS’un [ABD Başkanı] defalarca belirttiği şeyi doğruluyor: İran’ın nükleer tesisleri yok edildi,” dedi.
Ratcliffe, yaklaşık iki saat sonra sosyal medyada kendi açıklamasının bir görüntüsünü paylaştı. Ratcliffe açıklamasında, “Güvenilir istihbarat kaynakları, İran’ın nükleer programının son saldırılarda ciddi şekilde hasar gördüğünü gösteriyor,” dedi.
Bu bilgilerin, “tarihsel olarak güvenilir ve doğru bir kaynak/yöntemden elde edilen yeni istihbarat bilgilerini” de içerdiğini söyleyen CIA şefi, ellerindeki istihbaratın İran’ın birkaç önemli nükleer tesisinin tahrip edildiğini ve yıllar içinde yeniden inşa edilmesi gerektiğini gösterdiğini savundu.
Ratcliffe, ajansın konuyla ilgili “güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgileri” toplamaya devam ettiğini de ekledi.
Ne Gabbard ne de Ratcliffe istihbarat hakkında daha fazla ayrıntı veya istihbaratın ne zaman elde edildiğine dair ayrıntılar verdi. Fakat DNI sözcüsü Olivia Coleman daha sonra Gabbard’ın bahsettiği istihbaratın ABD kaynaklı olduğunu söyledi.
POLITICO’ya konuşan eski bir CIA analisti, kurumun direktörünün bir basın açıklamasında analitik bir değerlendirme yayınlamasının “son derece olağandışı” olduğunu söyledi.
Ne var ki hassas istihbarat süreçlerini tartışmak için isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan bu kişi, açıklamanın herhangi bir kaynak veya yöntemi ifşa etmiş olma ihtimalinin düşük olduğunu söyledi.
Savunma İstihbarat Ajansının (DIA) daha önceki değerlendirmesi salı günü CNN ve diğer medya kuruluşları tarafından yayınlanmıştı. Değerlendirmede, saldırıların ülkenin nükleer programının temel bileşenlerini yok etmediği ve muhtemelen sadece birkaç ay geciktirdiği belirtilmişti.
DIA çarşamba günü yaptığı açıklamada, bulgularının kesin olmadığını vurguladı.
DIA yaptığı açıklamada, “Bu, kesin bir sonuç değil, ön ve güvenilirliği düşük bir değerlendirmedir. Ek istihbarat elde edildikçe değerlendirme daha da netleşecektir. Bize en iyi göstergeyi sağlayacak olan fiziksel tesisleri henüz inceleyemedik,” dedi.
DIA’in değerlendirmesinin sızdırılması Trump’ı öfkelendirdi. Çarşamba günü, ilk haberi yazan CNN muhabirlerinden birine yönelik öfkeli bir mesaj yayınladı ve İran’ın nükleer tesislerinin “yok edildiği” iddiasını yineledi.
Gabbard da gönderisinde “propaganda medyasını” eleştirdi.
Çarşamba günü Hollanda’da düzenlenen NATO zirvesinde yaklaşık bir saat süren basın toplantısında Trump’ın yanında duran Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Savunma Bakanı Pete Hegseth de sırayla DIA raporunun bulgularını ve medyanın bu konudaki haberlerini öfkeyle reddettiler.
Hegseth bir noktada, “Bombaların yıkıcı olmadığını söyleyenler, sadece başkanı ve başarılı görevi baltalamaya çalışıyor,” diye suçladı. Savunma Bakanı ayrıca gazetecilere, Pentagon ve FBI’ın gizli raporun nasıl sızdırıldığını araştırdığını söyledi.
İsrailli yetkililer de Trump’ı savundu. İsrail Başbakanlığı çarşamba günü İsrail Atom Enerjisi Komisyonunun yaptığı açıklamayı yayınladı. Açıklamada, ABD hava saldırıları ve İsrail’in saldırılarının birleşik etkisinin “İran’ın nükleer silah geliştirme kabiliyetini yıllarca geriye götürdüğü” öne sürüldü.
Biden yönetimi sırasında Orta Doğu’dan sorumlu savunma bakan yardımcısı olarak görev yapan Daniel Shapiro, ilk değerlendirmelere fazla güvenilmemesi konusunda uyarıda bulundu.
Shapiro, “Bu tesislere çok ciddi zarar vermiş olma ihtimali yüksek, ancak verileri ve gerçek bilgileri beklemeliyiz,” dedi. Shapiro, istihbarat teşkilatının böyle bir saldırının etkisine ilişkin kesin bir sonuca varmasının normalde birkaç hafta süreceğini tahmin etti.
Çarşamba akşamı Truth Social’da yaptığı bir paylaşımda Trump, yönetimin saldırıların yol açtığı hasara ilişkin daha fazla bilgiyi yakında paylaşabileceğini ima etti.
Trump, Pentagon şefi Hegseth’in bugün (26 Haziran) “ilginç ve reddedilemez” bir basın toplantısı düzenleyeceğini söyledi.
-
Görüş1 hafta önce
Çin, İsrail’i Kınamaktan Daha Fazlasını Yapabilir mi?
-
Ortadoğu1 hafta önce
İsrail’de hangi ‘halk’ yaşıyor?
-
Diplomasi2 hafta önce
Çinli akademisyen İsrail-İran savaşını Harici’ye değerlendirdi: İran, Çin için stratejik öneme sahip
-
Dünya Basını2 hafta önce
İran’la savaş kapıda mı?
-
Avrupa1 hafta önce
Merz: İsrail hepimizin kirli işlerini yapıyor
-
Dünya Basını4 gün önce
Sınıfsız modern para teorisi muhasebedir
-
Dünya Basını2 hafta önce
Savunma sanayiinde ‘Amerikan malı’ baskısı geri tepiyor
-
Görüş1 hafta önce
İsrail’in ‘Bildiği Şeytan” ile İşi Bitti mi?