Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

ABD-Hindistan ilişkileri ve Rusya faktörü

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Rusya’nın Ukrayna’ya dönük müdahalesinde Batı’nın seferber edemediği müttefikleri ya da kısmi müttefikleri arasında Hindistan en baştaydı. Halihazırda Moskova ile son yıllarda S-400 tedariki ile ivme kaydeden askeri işbirliği bulunan Yeni Delhi, daha sonra G7’nin Rus petrolüne ambargo uygulamasıyla Rus enerji tedarikçilerinden ucuza petrol almaya başladı. Esasında savaş Hindistan’ın işine gelmişti ve geçen yılın yaz aylarında hükümetin, şirketlere petrol alımlarını Rusya’dan yapmaları yönünde talimat verdiği bile iddia edilmişti. Fakat Yeni Delhi, güneydoğu Asya’da Washington yönetimi açısından Çin’e karşı konsolidasyonu sağlamak açısından kritik bir aktör. Stanford Üniversitesi Asya Pasifik Araştırma Merkezi’nde konuk araştırmacı olarak bulunmuş olan, sekiz yıldır da Pentagon’da çalışan ve son iki buçuk yıldır ABD Hint-Pasifik Komutanlığı’nda Güney Asya analisti olarak görev yapan Erin Mello, Hindistan ile “kurulması gereken” ilişkilerin biçimini ele alıyor.


ABD-Hindistan ilişkilerinde devam eden Rusya engeli

Erin Mello — War on the Rocks

13 Şubat 2023

31 Ocak 2023’te ABD ve Hindistan’ın ulusal güvenlik danışmanları ve diğer bakanlar Kritik ve Gelişmekte Olan Teknolojiler Girişiminin açılış toplantısı için Washington’da bir araya geldi. Önceki gün özel sektör ve akademik liderlerle bir araya gelen danışmanlar, ileri teknolojilerde uzmanlaşmanın iki ülke arasında daha geniş bir işbirliğini gerektirdiği mesajını verdiler. Ülkeler, bazıları savunma uygulamalarını da içeren bir dizi teknoloji projesi üzerinde işbirliğine gitme konusunda mutabık kaldı. Söz konusu toplantı, daha birkaç ay öncesine kadar siyasi gerilim sürecini yönetmiş olan iki ortak için gözle görülür bir değişimdi.

ABD ile Hindistan arasındaki ilişkiler, Kritik ve Gelişmekte Olan Teknolojiler Girişimi gibi programlar aracılığıyla ilerleme kaydedebilir ancak Rusya’nın yarattığı engellere maruz kalıyor. İki ülkenin Ukrayna’nın işgaline verdiği farklı reaksiyonlar, Yeni Delhi’nin Rusya ile uzun süredir devam eden savunma ilişkilerine vurgu yaptı ve bu da Washington ile ilişkileri zorluyor.

Hindistan’ın Rusya ile devam eden savunma ilişkisi, Washington açısından yeni zorluklar doğuruyor. ABD, Hintli ortaklarıyla bağlarını derinleştirmek ve özellikle Hint Okyanusu’ndaki savunma gereksinimlerini karşılamalarına yardımcı olarak onları Rusya’dan uzaklaşmaya teşvik etmek için çalışmalı. ABD ile Hindistan arasındaki ilişkilerdeki Rusya engelini aşmak için Washington, Rusya’dan S-400 satın aldığı için Hindistan’a uygulanacak yaptırımlardan vazgeçmeli ve aynı zamanda Çin tehdidine karşı Hindistan’ın denizaltı savunma kapasitesini geliştirmeye odaklanmalı.

Rusya engeli

Hindistan, karar almada hareket özgürlüğünü en üst düzeye çıkarmayı amaçlayan stratejik özerklik ilkesine göre hareket etmeyi sürdürüyor. Ülke, resmi ittifaklar gibi taahhütlerden kaçınıyor ve belirli bir ideolojiden ziyade sorunlara odaklanan ortaklıklar sürdürüyor. Sonuç olarak Hindistan hem ABD hem de Rusya dahil çeşitli ülkelerle ilişkilerini sürdürebiliyor.

Yeni Delhi, Washington’un şaşkınlık yaşamasına rağmen Moskova ile 1970’lere kadar uzanan, hem siyasi hem de savunma bağlarını sürdürdü. Hindistan ile Rusya, 2+2 formatındaki ilk görüşmelerini geçen sene gerçekleştirdi ve bu, Rusya’yı Hindistan’ın 2+2 diyaloğu kurduğu Quad ittifakı dışındaki tek ülke haline getirdi. Ayrıca Hindistan ordusu, donanması ve hava kuvvetlerindeki askeri teçhizatın büyük bir kısmı Rus ya da Sovyet menşeli. Bunlar arasında Hint ordusu tarafından kullanılan T-90 ve T-72 tankları, Hint hava kuvvetleri tarafından kullanılan Su-30’lar ve Hint donanması tarafından işletilen Talwar sınıfı güdümlü füze firkateynleri yer alıyor. Hindistan’ın Rusya’dan silah alımlarındaki azalmaya rağmen ülke, geçen yıl Ukrayna’nın işgalinden bu yana Rusya’dan petrol alımlarını artırdı ve savaşla ilgili açıklamalarında suskun kaldı.

Aynı zamanda Hindistan, Rus S-400 karadan havaya füze sistemi tedariki nedeniyle 2017 tarihli Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası kapsamında ABD yaptırımları tehdidiyle karşı karşıya. Bu yaptırımlar S-400 alımı nedeniyle Türkiye’ye de uygulanmıştı. Hindistan’a S-400 alımlarında muafiyet tanınması tartışılsa da bu henüz gerçekleşmedi.

Washington’un Hindistan’a yaklaşımı geleneksel olarak “stratejik fedakârlık” şeklinde oldu; ABD, Hindistan’ın Çin’in yükselen gücüne karşı doğal bir denge unsuru olduğu varsayımıyla, ikili sorunlara rağmen askeri açıdan güçlü bir Hindistan’ın varlığını destekliyor. Bununla beraber Yeni Delhi’nin Moskova ile savunma ilişkisine dair çift yönlü kaygısını uzun zamandır dile getiriyor. Birincisi Hindistan’ın Rus yapımı sistemleri ile Amerikan sistemleri teknolojik açıdan uyumlu değil ve bu da ortak çalışabilirliği zorlaştırıyor. İkincisi ve ABD için daha büyük bir endişe kaynağı ise S-400 gibi Rus istihbarat toplama platformlarının Amerikan sistemlerinin güvenliğini ihlal etme ve gelişmiş Amerikan teknolojisi hakkında bilgi toplama ihtimali. Washington’un Türkiye’yi ortak F-35 üretim programından çıkarırken başvurduğu gerekçe de buydu. ABD ile Hindistan arasındaki savunma ilişkileri daha ileri teknoloji alımlarına ve işbirliğine doğru ilerlerken, Hindistan’ın Rus teknolojilerine sahip olması ilişkilerin gelişmesinin önünde potansiyel manada belirgin bir engeli.

Hindistan’ın mevcut ve acil kaygıları

Hindistan’ın kara kuvvetleri, ülkenin bağımsızlığından bu yana Hindu savunma yetkilileri ve karar alıcılar açısından ordunun askeriyenin diğer unsularından daha yüksek bir önceliğe sahip oldu. Bu durum, hem Fiili Kontrol Hattı olarak bilinen Hindistan kontrolündeki topraklar ile Çin kontrolündeki topraklar arasındaki sınır çizgisi hem de Hindistan ile Pakistan arasındaki Kontrol Hattı üzerindeki bölgesel kaygılardan ileri geliyor. Fakat Çin’in Hint Okyanusu’ndaki artan varlığı, Yeni Delhi’nin deniz kuvvetlerine olan ilgisinin canlanmasına ve algılanan tehditlere karşı koyma kabiliyetine ilişkin endişelere yol açıyor. Hindistan donanmasının stratejisi, tüm Hint Okyanusu’nda deniz kontrolü sağlayabilmesini gerektiriyor ki bu da Hindistan’ın savunma bütçesinde en az payı alan kuvvet olduğu hesaba katıldığında oldukça zor bir hedef.

Çin Halk Kurtuluş Ordusu Donanması, 2009’dan bu yana Aden Körfezindeki korsanlıkla mücadele misyonları gibi Hint Okyanusu’ndaki varlığını artırıyor. Çin denizaltıları da giderek daha fazla varlık gösteriyor. Hatta 2014 yılında bu denizaltılardan biri, Sri Lanka’nın Kolombo limanına yanaşmıştı. Bu yüzden deniz yetki alanı farkındalığı ve anti-denizaltı savaşı Hint donanması için bir öncelik haline geliyor.

Hindistan’ın deniz savunmasını Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de zorlaştırdı. Hindistan, Talwar sınıfı firkateynlerinin gaz türbinli motorlarını Ukrayna’dan alıyor, ardından gemiler Rusya’da inşa ediliyor. Fakat savaş bu firkateynlerin teslimatının gecikmesine neden oldu.

Yeni Delhi, Hint Okyanusu’ndaki deniz yetki alanı farkındalığını artırmak için Washington ile olan ilişkisinden istifade etmeye başladı bile. Deniz güvenliği ve bunun gerektirdiği kabiliyetler, yeni imzalanan Kritik ve Gelişmekte Olan Teknoloji Girişimi gibi daha az belirgin olanlar da dahil, ABD-Hindistan stratejik etkileşimlerinin çoğunda bir demirbaş haline geldi. Hindistan, şimdiye dek P-8I ve MH-60R helikopterleri de dahil denizaltı savunma uçakları satın aldı ve Sea Guardian insansız hava araçları kiraladı. Hintli yetkililer ülkenin denizaltı savunma harbi kabiliyetlerini geliştirmek istiyorlar ve sadece yabancı askeri satışlar ya da kiralamalar yoluyla tedarik etmek yerine ideal biçimde ortak geliştirme yoluyla teknoloji transferinin geliştirilmesini istiyorlar.

Rusya, Hindistan ordusunun başlıca silah tedarikçisi olmaya devam ediyor ama Washington ile Yeni Delhi’nin Hint Okyanusu’ndaki önceliklerinin birbirine yakın olması nedeniyle ABD, Hindistan’a acil ihtiyaçlarında yardımcı olma konusunda daha iyi bir pozisyonda. ABD, Çin ile rekabet ederken Hindistan’ın askeri gücünü tahkim etmek artık bir “stratejik fedakârlık” meselesi değil, ABD’nin acil çıkarı.

Yaptırım tehdidinin aşılması

İleriye dönük olarak ABD, Yeni Delhi’nin Moskova ile ilişkileri de dahil tüm anlaşmazlık noktalarında Hindistan’a kamuoyu önünde ültimatom vermekten kaçınmalı. Yetkililer, bunun yerine ikili meseleleri özel olarak görüşmeli Hindistan’ın sadece Yeni Delhi’nin stratejik özerklik ilkesine değil, aynı zamanda Çin ve Pakistan’a karşı bölgesel savunma için S-400 ve diğer Rus sistemlerine olan ihtiyacına dayanarak Rusya ile olan ilişkisini tamamen terk etmesi pek mümkün değil. Benzer fiyatta başvurulabilir çok az alternatif var. Halihazırda Rus silahlarına olan tarihsel bağımlılığından yavaş yavaş uzaklaşmakta olan Hindistan’a yaptırım uygulanması, ülkenin Rusya ile olan ilişkisini değil, ABD ile olan ilişkisini sorgulamasına neden olur. S-400 ve diğer Rus sistemleri konusundaki yaptırımlardan feragat edilmesi, Hindistan için ABD’nin güvenilir bir ortak olduğu fikrini pekiştirecek ve bu da ülkeyi, Rusya ile olan tarihsel ilişkisinden uzaklaşmaya daha fazla teşvik edebilecek.

ABD’nin Hindistan’a dönük yaptırımlardan feragat etmesinin karşılıklı savunma ilişkilerinin gelişmesinin önünü açabileceğini gösteren emsaller mevcut. Analistler, ABD ile Hindistan arasındaki ilişkilerde dönüm noktası olarak Washington’un Hindistan’ın nükleer programına ilişkin endişelerini gideren 2005 tarihli sivil nükleer anlaşmaya işaret ediyor. Fakat 2001 yılında Washington, Hindistan’a yönelik yaptırımları kaldırmasaydı bu anlaşma olmayacaktı. Bu durum, 15 yıl süren müzakerelerin ardından 2002’de imzalanan Genel Askeri Enformasyon Güvenliği Anlaşması, 2005’te imzalanan ABD-Hindistan savunma çerçevesi ve Hindistan’ın ABD’den silah alımlarındaki artış da dahil savunma ilişkilerinin somut bir şekilde gelişmesini sağladı.

Askeri önceliğin netleştirilmesi

Ayrıca ABD, çabalarını Hindistan ile savunma ilişkilerinde Rusya’nın Hindistan için doldurmadığı boşluğu derinleştirmeye yoğunlaştırmalı ve Yeni Delhi’nin Moskova’dan uzaklaşmasını daha fazla teşvik etmeli. ABD, Hindistan’ın Rus yapımı teçhizat envanterinin tamamını ikame edemez. Ancak Yeni Delhi’nin ortaya çıkan ve gelecekteki ihtiyaçlarına dayalı Moskova’nın sağladıklarından farklı kabiliyetler sağlayabilir. Bu yüzden ABD, birlikte çalışabilirlik veya güvenlikle ilgili endişelerden kaçınarak Hindistan açısından lazım bir ortak haline gelmeli.

ABD’nin odak noktası, Hint Okyanusu’na açılan kritik geçiş noktalarında Hindistan donanmasının caydırıcılık kapasitesini oluşturmak olmalı. ABD ile Hindistan, denizde birlikte çalışabilirlik ile tamamlanmış deniz caydırıcılık kapasitesi, Hindistan’a Çin’in deniz iletişim hatları etrafındaki varlığının hem daha doğru hem de daha eksiksiz bir resmini sunacak ve Çin denizaltı araçlarına potansiyel karşılık verme seçenekleri yaratacak. Bu da Çin’in iletişim hatlarını bloke etme imkânı yaratarak Çin’in operasyonlarını daha riskli ve başarısız olma ihtimali daha yüksek duruma getirecek.

Denizaltı savunma harbi kabiliyetlerinin ortak geliştirilmesi

Denizaltı harbine yönelik kabiliyetli platformlardan oluşan bir envanterin muhafaza edilmesi çok önemli olmakla birlikte tedarikin tek başına Hint donanmasının hedeflerine ulaşmasına yardımcı olması pek mümkün değil. Amerikan teçhizatının maliyeti, Hindistan’ın ekonomik kısıtları karşısında çok yüksek ve ülke, yabancı tedarikler yerine yerli veya yerli savunma geliştirme ve üretimine öncelik veren atmanirbharta ya da kendine güven ilkesi ile daha da kısıtlanıyor. Bu kısıtlamalar, Hindistan donanmasına ayrılan bütçelerin düşük olması nedeniyle daha da ağırlaşıyor ve Yeni Delhi, bunun yerine ABD ile ortak geliştirmeye bu sebeple katılmak istiyor.

2012 yılında Hindistan ve ABD hem Amerikan hem de Hint sistemlerindeki engelleyici bürokrasiyi azaltırken ortak geliştirme ve üretime olanak sağlamayı amaçlayan Savunma Teknolojileri ve Ticaret Girişimini oluşturdu. Fakat son on yılda beklentilerin uyuşmaması nedeniyle bu girişim çok az ilgi gördü. Ancak 2021’in eylül ayında ABD ile Hindistan’ın havadan fırlatılan bir insansız hava aracını birlikte geliştirmek üzere anlaşma imzalaması, doğru yönde atılmış umut verici bir adım.

İleriye dönük olarak ABD ve Hindistan, Yeni Delhi’nin deniz caydırıcılık kapasitesini artırabilecek ortak geliştirme fırsatlarını da araştırmalı. Örneğin iki ülke büyük ya da ekstra büyük insansız denizaltı araçlarını birlikte geliştirebilir. Ne Hindistan ne de ABD bu teknolojiye sahip ama ABD, Boeing ile ABD Donanması için ekstra büyük insansız denizaltı mayın tarama araçları geliştirmek üzere sözleşme yaptı. Bu araçlar aynı zamanda gelişmiş deniz yetki alanı farkındalığı için elektronik istihbarat sensörleri taşıma kapasitesine de sahip. Kuşkusuz bu, başlatılmasından bu yana geçen on yılda sınırlı bir başarı elde eden ticaret girişimi açısından zor bir hedef. Ancak Hindistan ve ABD, bu türden ekstra büyük araçları birlikte geliştiremezlerse tespit ve takip için kullanılan elektromanyetik sensör gibi bir alt sistemi ya da batarya teknolojisi gibi bir güç kaynağını birlikte üretebilir ya da geliştirebilirler. Hindistan ile çalışan Amerikalı yetkililer, ülkenin en son teknoloji ürünü platformlar değil, uygun fiyatlı ekipmanlar aradığını unutmamalı.

Andaman Denizindeki denizaltı savunma harbi tatbikatı

ABD ve Hindistan, kritik bir tıkanma noktası olan Malakka Boğazının açıldığı Andaman Denizinde denizaltı savunma harbi odaklı çift taraflı bir tatbikatla çalışabilirliklerini de geliştirebilirler. Tatbikatın Andaman Denizinde yapılması kritik önem taşıyor, zira başarılı bir denizaltı savunma harbi büyük ölçüde harekât ortamına bağlı. Hint-Pasifik’te başka bir yerde yapılacak bir masa başı tatbikatı, ABD ve Hindistan’ın Çin’in Hint Okyanusu’nda genişlemesini izleme ve caydırma kabiliyetlerini geliştirmeye çok az katkı sağlar.

Hindistan, Singapur ile ikili tatbikatların yanı sıra Singapur, Hindistan, Tayland deniz tatbikatı ve Andaman Denizindeki MILAN gibi üçlü ve çok taraflı tatbikatlara da ev sahipliği yaptı. Fakat ABD henüz bunlara katılmadı. Hindistan da muhtemelen yeni bir ikili tatbikata, ABD’nin mevcut bir tatbikata katılmasından daha sıcak bakar zira ülke, Hint Okyanusu’nda bölge lideri olarak konumunu sürdürme konusunda hassasiyetini koruyor. ABD’nin dahli Hindistan’ın bölgedeki güvenlik tesis edici konumundan uzaklaştırma girişimi olarak algılanabilir.

ABD ile Hindistan arasındaki, anti-denizaltı harbi odaklı denizcilik işbirliğine dayanan bu güçlü savunma ilişkisi, Çin’in Hint Okyanusu’nda genişlemesini sürdürmesi halinde kritik önem taşıyacak. ABD, bunu akılda tutarak Hindistan’ın bölgedeki güvenlik tesis edici rolünü desteklemeli.

DÜNYA BASINI

Batı basını, Putin’in Çin ziyaretini nasıl değerlendirdi?

Yayınlanma

Rusya Devlet Başkanı’nın Çin ziyareti yabancı basında en çok tartışılan gündem maddeleri arasına girdi. Gazeteler, iki lider arasındaki yakın kişisel ilişkileri ve Çin’in Batı ile ilişkilerinde kendisine pek çok sorun çıkaran ‘sınır tanımayan dostluk’ taahhüdü üzerine spekülasyonlarda bulundu.

Wall Street Journal:

“Çin lideri Xi Jinping’e göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD egemenliğindeki dünya düzeniyle mücadelede faydalı bir ortak. Ancak bu ilişki Çin açısından zahmetli, zira ABD’li ve Avrupalı yetkililer Çin’i Rusya’nın ordusunu yeniden inşa etmesine yardım etmemesi konusunda uyarmıştı.

İki lider, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya girmesinden kısa bir süre önce ‘sınır tanımayan dostluk’ ilan etti. O zamandan bu yana Çin, Rus ekonomisine can simidi atmış olsa da daha az genişlemiş durumda. Putin, Rusya’nın Batı’nın kendisini tecrit etme çabalarına direnmesine yardımcı olan bu desteği genişletmek isteyecektir. Üstelik bu ziyaret, Rusya halkına hala etkili dostları olduğunu göstermesine de olanak sağlayacak…

Putin’in Çin’in kuzeydoğusuna yaptığı ziyaret, Ukrayna’daki çatışmaların patlak vermesinden bu yana Rusya’nın özellikle yakınlaştığı Kuzey Kore’yi de ziyaret edebileceği yönündeki spekülasyonları artırdı. Bu, Rusya’nın Kuzey Kore ile artan bağları Çin’de bazı rahatsızlıklara neden oldu.”

Le Temps:

“Bu iki adam hiç ayrı düşmeyecek gibi görünüyor. Bu, 2012’den bu yana devlet başkanları olarak gerçekleştirdikleri 43. görüşme. Çin Devlet Başkanı için bu sayı Hintli mevkidaşlarının iki katı, Japon mevkidaşlarının dört katı ve ABD başkanları ya da Avrupalı yetkililerden çok daha fazla yüz yüze görüşme anlamına geliyor. İki ülke arasındaki ilişkiler Stalin döneminden bu yana hiç bu kadar sıcak olmamıştı.”

Le Figaro:

“Xi Jinping en iyisini sona sakladı. Çin Devlet Başkanı, perşembe günü ‘eski dostunu’ kabul etti. Vladimir Putin, Elysee Sarayı’nda Emmanuel Macron’a gülümsemesinden sadece on gün sonra Pekin’de… Yeni ‘seçilmiş’ Rusya Devlet Başkanı onuruna düzenlenen bu iki günlük resmi ziyaret, Ukrayna’daki savaşın arifesinde iki güç merkezi arasında kurulan ‘sınır tanımayan ortaklığın’ gücünü teyit etmeli ve tarafsızlık görüntüsünü korumaya çalışan ikinci dünya gücünün sempatilerine parlak bir ışık tutmalı.”

Sueddeutsche Zeitung:

“Devlet Başkanı Xi, Putin ile yaptığı görüşmede Avrupa’da barış arzusunu vurguladı. Putin müzakere isteğini yineledi. Ancak belli ki sonuç hakkında kendi fikirleri var. Pekin, Rusya’nın yer almadığı İsviçre’deki barış konferansına katılmayı henüz kabul etmedi. İyi ilişkileri ve Moskova üzerindeki etkisi nedeniyle Çin belirleyici bir katılımcı olarak görülüyor. Ancak Rusya bununla pek ilgilenmiyor.”

Les Echos:

“Ukrayna’daki savaş için destek arayan Rusya Devlet Başkanı, mart ayında yeniden seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı gezisini Çin’e yaptı. Çinli mevkidaşı da geçen yıl aynı şeyi yaptı ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından kısa bir süre önce Şubat 2022’de imzalanan ‘sınır tanımayan’ dostluğu daha da pekiştirmek istercesine, eşi benzeri görülmemiş bir üçüncü dönem için göreve başlamasından kısa bir süre sonra Moskova’yı ziyaret etti.

Eğer Vladimir Putin, ‘sınır tanımayan dostluğu’ test etmeye geldiyse, Xi Jinping de Rusya’ya desteğini azaltması için Batı’nın artan baskısı altında bir ipte yürümek zorunda.

Pekin, Rusya ile stratejik ortaklığının ‘en önemli’ ortaklık olduğunu düşünüyor ancak Çin’in durgun ekonomisini canlandırabilecek kilit bir ticaret ortağı olan Avrupa’dan daha fazla uzaklaşmak istemiyor. Pekin aynı zamanda ABD ile olan ilişkilerini de zor da olsa istikrara kavuşturmaya çalışıyor.

Aslında Rusya ile ‘sınır tanımayan dostluğun’ hala sınırları var: Çin, Rusya’ya doğrudan silah tedarik ederek kırmızı çizgiyi aşmayı reddediyor. Washington’un baskısı altında, birkaç küçük Çin bankası yakın zamanda Rus müşterileriyle olan işlemlerini durdurdu ya da azalttı. Çin, devasa Sibirya’nın Gücü-2 doğalgaz boru hattı projesine ilişkin nihai anlaşmayı geciktirmeye devam ediyor. Ancak Kim Jong-un’un uluslararası alanda dışlanan Kuzey Kore’si, sorgusuz sualsiz Rusya ile askeri iş birliğini artırıyor ve Batı tarafından Ukrayna’daki savaş için mühimmat tedarik etmekle suçlanıyor. Vladimir Putin, Asya turu sırasında Pyongyang’ı ziyaret ederek bu desteği takdir edebilir.”

Der Spiegel:

“Çin Devlet Başkanı Xi, Pekin’de ‘eski dostunu’ kabul etti. Putin. İki devlet başkanı karşılıklı iltifatlarda bulunurken aynı zamanda Batı’ya karşı ittifaklarını güçlendirmek istiyorlar. İki günlük ziyaret öncelikle ilişkilerin kalitesini kamuoyuna göstermeyi amaçlıyor. Berlin merkezli bir Çin araştırma enstitüsü olan Merics’in analistlerinden Helena Legarda, ‘Moskova ile Pekin, bu vesileyle yakın ortaklıklarını ve küresel düzeni reforme etme ve ABD’ye karşı bir kutup oluşturma yönündeki ortak hedeflerini vurguluyor’ diyor.

Elbette Putin için öncelikle Batı’ya karşı ittifakı güçlendirmek önemli. Bir yandan böyle bir uyum, Moskova’nın yalnız olmadığını göstermek için dünyanın geri kalanına bir jest olarak önemli.”

Neue Zuercher Zeitung:

“Rusya Devlet Başkanı, Çin’de harika bir şekilde karşılanıyor. Kremlin, Ukrayna’daki çatışmalarda büyük komşusu Çin kadar başka hiçbir ülkeye güvenmiyor. Daha Şubat 2022’de, Ukrayna’daki çatışmalar başlamadan birkaç gün önce Vladimir Putin ve Xi Jinping ‘sınır tanımayan dostluk’ yemini etmişlerdi. Şimdi iki devlet başkanının iki ülke arasındaki ilişkileri daha da yüksek bir seviyeye taşımak istedikleri anlaşılıyor. Uzmanlara göre, ikili ilişkilerin gelişimi (çatışmanın) gidişatına bağlı.

Pekin’deki Çin Halk Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler uzmanı olan Shi Yinhong, ‘Rusya daha fazla ilerleme kaydederse, ilişkiler daha da derinleşecektir’ dedi.

Xi’nin gözünde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı kazanacağı bir zafer, Çin’in başlıca rakibi olan ABD için bir yenilgi anlamına gelecektir. İşte bu yüzden Çin,Ukrayna savaşında Putin’i destekliyor. Fakat Çin, Rusya’yı destekleme konusunda ihtiyatlı davranmak zorunda… Çin yönetimi, ABD’nin Çin bankalarının dolar ödemelerini kesmesinden korkuyor. Bu nedenle Çin hükümeti, büyük Çin bankalarının Rusya ile iş yapmadığından emin olmak için yakından izliyor.”

Rusya Devlet Başkanı Putin’in Çin ziyareti başladı: ‘Kapsamlı ortaklığın derinleştirilmesi’ mesajı

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

WSJ: İsrail Refah’a saldırsa da Hamas, Gazze’de varlığını sürdürecek

Yayınlanma

İsrail, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a uluslararası baskılara rağmen geniş çaplı saldırıya hazırlanırken diğer yandan Hamas’tan temizlediğini ilan ettiği Gazze’nin diğer bölgelerinde Hamas saldırılarıyla boğuşuyor. Dün Cibaliya Mülteci Kampı’nda İsrail’e göre 5, Hamas’a göre 12 İsrail askeri öldürüldü. Temizlendiği iddia edilen bölgelerde Hamas’ın yeniden “dirilmesi” İsrail içinde siyasi bölünmelere de yol açıyor.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, güncel gelişmeler ışığında Netanyahu’nun “Hamas’ı ortadan kaldırma” hedefinin neden mümkün olmadığına odaklanıyor:

***

WSJ: Hamas’ın gerilla taktiklerine geçişi İsrail için sonsuz savaş tehlikesini artırıyor

İslamcı militan grup, vur-kaç taktiklerini ve daha küçük savaşçı gruplarını kullanarak ‘yıllarca olmasa bile aylarca’ savaşabileceğini gösteriyor.

Jared Malsin ve Summer Said

Savaşın üzerinden yedi ay geçmesine rağmen Hamas yenilmekten çok uzak ve bu durum İsrail’de sonsuza dek sürecek bir savaşa girdiği korkusunu körüklüyor.

ABD tarafından terörist ilan edilen grup, tünel ağını, küçük savaşçı hücrelerini ve geniş toplumsal etkisini sadece hayatta kalmak için değil, İsrail güçlerini taciz etmek için de kullanıyor. Cibaliya’da savaşan 98. komando tümeninden bir İsrailli yedek asker, Hamas’ın daha agresif saldırdığını, evlerde barınan askerlere ve İsrail askeri araçlarına her gün daha fazla tanksavar füzesi ateşlediğini söyledi.

Hamas’ın dayanıklılığı, Filistinli İslamcı grubun tamamen yok edilmesinin temel savaş hedeflerinden biri olduğunu söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için stratejik bir sorun teşkil ediyor. İsrail’in Hamas’ın yerini almak için inandırıcı bir planı olmadığı ve ordunun elde ettiği kazanımların azalacağı endişesi güvenlik kurumları da dahil İsrail içinde giderek artıyor.

Görgü tanıklarına göre İsrail ordusu, Hamas’ın son kalesi olarak ilan ettiği Refah’a tank ve asker sevk ederken Hamas da Gazze’nin kuzeyindeki İsrail güçlerine bir dizi vur-kaç saldırısı düzenledi. İsrail salı günü yaptığı açıklamada, düzinelerce militanla girdiği çatışmalarda destek için tank birlikleri çağırdığını ve Gazze’nin merkezinde Hamas’ın savaş odası olarak adlandırdığı bir yer de dahil 100’den fazla hedefi havadan vurduğunu söylerken, nispeten sessiz olan bölgeler savaş alanına dönüştü.

Bir çatışma çözümü kuruluşu olan International Crisis Group’un Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı başkanı Joost Hiltermann “Hamas Gazze’nin her yerinde. Hamas yenilmiş olmaktan çok uzak” dedi.

Bunun sonucu olarak İsrail de Netanyahu’nun tam zafer hedefine ulaşmaktan uzak görünüyor. Mevcut ve eski İsrailli askeri yetkililere ve ABD istihbarat tahminlerine göre, İsrail Refah’a geniş çaplı bir saldırı düzenlese de düzenlemese de Hamas’ın hayatta kalması ve Gazze’nin diğer bölgelerinde varlığını sürdürmesi muhtemel.

Netanyahu pazartesi günü yaptığı açıklamada Hamas’ın 7 Ekim saldırısına atıfta bulunarak, “Hamas terör rejiminin çöküşünü sağlayana kadar durmayacağız. Saldırıyı düzenleyenlerden sonuncusuna kadar intikam alacağız” dedi.

İsrail başbakanlık ofisi Hamas’ın Gazze’de yeniden ortaya çıkışıyla ilgili yorum yapmayı reddetti.

İsrailli yetkililere göre çoğu sivil bin 200 kişinin ölümüne yol açan 7 Ekim saldırılarının emrini veren Hamas’ın Gazze’deki en üst düzey lideri Yahya Sinvar’ın, örgütün Gazze’nin altındaki tünellerinde saklanarak İsrail saldırısından kurtulmayı başarması da zorlukları artırıyor. Tünel ağının beklenenden daha geniş olduğu ortaya çıktı ve daha önce deniz suyuyla doldurmayı denedikten sonra patlayıcı kullanarak tünelleri temizlemeye çalışan İsrail ordusu için özel bir zorluk olarak önünde duruyor.

Grubun uzun vadede savaştan sağ çıkabileceğine olan inancını yansıtan Sinvar, ateşkes görüşmelerindeki arabuluculara Hamas’ın Refah’ta savaşa hazır olduğu ve Netanyahu’nun Hamas’ı dağıtabileceğine olan inancının saflık olduğu mesajını iletti.

Bir Arap müzakereci Sinvar için “O her zaman Hamas’ın hâlâ komutada olduğunu ve savaş alanını terk etmediklerini ve aylarca, hatta yıllarca devam edebileceklerini göstermek istedi” dedi.

Hamas tünellerini, savaşçılarını ve silah stoklarını kullanarak 2006’da parlamento seçimlerini kazanıp 2007’de askeri olarak yönetimi ele geçirdiğinden beri Gazze Şeridi’nin hükümeti olarak hareket eden bir gruptan gerilla savaş gücüne dönüştü.

Bu değişim kısmen grubun 1980’lerdeki ilk Filistin intifadası ya da ayaklanması sırasında Batı Şeria ve Gazze’deki İsrail askeri işgaline karşı muhalefeti örgütleyen bir grup olarak köklerine dönüşünü yansıtıyor. Gazze’deki güvenlik analistleri ve tanıklara göre, mevcut savaşta bu, vur-kaç taktikleri kullanmak ve daha küçük savaşçı grupları halinde faaliyet göstermek anlamına geliyor.

Grup savaşma konusunda isteksiz olduğuna dair hiçbir işaret göstermedi. İsrail ateşkes görüşmelerinin son turunda, ilerleme kaydedilmemesi halinde, Hamas’a taleplerini yumuşatması için baskı yapmak amacıyla bir milyondan fazla yerinden edilmiş Filistinlinin barındığı Refah’a gireceği uyarısında bulundu. Hamas yetkilileri, müzakerecilere ateşkese varmak için yeterince esneklik gösterdiklerini ve Netanyahu’nun Refah’ı işgal etme tehditlerine göz yummayacaklarını söyledi.

Üst düzey Hamas yetkilisi Musa Ebu Marzuk, 6 Mayıs’ta Dubai merkezli MBC kanalına verdiği mülakatta “İsrail Refah’a saldırmakla tehdit ediyor ve operasyonlarını orada bitirmeleri gerektiğini söylüyor. Sizi kim durduruyor? Devam edin, saldırınızı gerçekleştirin ve işinizi bitirin” dedi.

Arap müzakereci, ateşkes görüşmelerinin kilit anlarında Sinvar’ın bazen ateş açmayı tercih ettiğini söyledi. Son görüşmeler, Hamas’ın insani yardım için önemli bir sınır kapısına saldırarak dört İsrail askerini öldürmesiyle sekteye uğradı.

Filistinli yetkililere göre savaşın başlamasından bu yana Gazze’de çoğu sivil 35 binden fazla kişi öldürüldü. Bu sayı Hamas savaşçıları ve siviller arasında ayrım yapmıyor.

İsrail geçen yıl Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarına karşılık kuzey Gazze’yi işgal ettiğinde, İsrailli askeri yetkililer kendilerine kuzey Gazze’den başlayarak şeridin bazı bölgelerini Hamas militanlarından temizleme talimatı verildiğini, ancak İsrail güçleri çekildikten sonra bu bölgelerin kontrolünü kimin alacağına dair bir plan yapılmadığını söyledi. İsrail bu yılın başlarında Gazze’nin orta ve güney kesimlerindeki operasyonlara ağırlık verdiğinden güçlerinin büyük bir kısmını kuzey Gazze’den çekmiş ve Hamas’ın yeniden nüfuz kazanması için bir açık kapı bırakmıştı.

Bazı İsrailli güvenlik yetkilileri ve analistler Netanyahu hükümetini Hamas’ın yerini alacak bir otorite için plan yapmamakla suçladı. Diğerleri ise Hamas’ın İsrail ordusuyla işbirliği yapan herkese saldırmakla tehdit ettiği savaşın ortasında alternatif bir Filistin hükümeti kurmanın mümkün olup olmadığını sorguladı.

İsrail askeri sözcüsü Daniel Hagari salı günü yaptığı açıklamada “Hamas’ın yerini neyin alacağına gelince, Hamas’a alternatif bir yönetimin Hamas üzerinde baskı yaratacağına şüphe yok, ancak bu siyasi kademenin yanıtlayacağı bir soru” dedi.

Cibaliya, İsrail’in son günlerde Hamas savaşçılarından temizlemek üzere kuvvet gönderdiği bölgelerden biriydi. İsrail ordusu daha önce de Gazze’nin kuzeyinde örgütün komuta yapılarını çökerttiğini açıklamıştı.

ABD’li yetkililer, İsrail ordusunun kuzeye dönme ihtiyacından endişe duyduklarını belirterek, Biden yönetiminin uzun süredir savaş sonrası bir yönetim planı istediğini kaydetti. ABD’li bir savunma yetkilisi, çatışmaların yeniden başlamasının ordunun orada yaşayan Filistinliler için yeterince çaba göstermediğini ve Hamas ile diğer militanlara geri dönmeleri için alan açtığını gösterdiğini söyledi.

Netanyahu Gazze’de Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile çalışmayı reddediyor ve yönetimi Filistinli militan grupları desteklemekle suçluyor.

Hamas ise Gazze’nin bazı bölgelerinde fiili yönetim rolünden vazgeçmiş değil ve militanlarını üniformasız gönderiyor. İsrailli yetkililer Hamas’ın, Hamas liderliğindeki içişleri bakanlığının kontrolü altındaki polis ve sivil savunma organları aracılığıyla nüfuzunu yeniden güçlendirdiğini düşünüyor. Grup aynı zamanda toplumsal bir hareket olarak da varlığını sürdürüyor.

İsrail askeri istihbaratının eski başkanlarından Tümgeneral Tamir Hayman, “Terör faaliyetlerini azaltsanız bile toplumsal yapılar, İslami kardeşlik duygusu, ideolojik ve dini unsurlar hâlâ var. Bu kökten kazınabilecek bir şey değil” dedi.

-Bu makaleye Anat Peled, Fatima AbdulKarim ve Nancy A. Youssef katkıda bulundu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English