Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Rusya’da “Liberal yurtseverler” ülkeye ne söylüyorlar?

Yayınlanma

Yuriy Granin, Rusya Bilimler Akademisi Felsefe Enstitüsü’nden; ayrıca Medya Sanayisi Akademisi Tarih ve Felsefe Kürsüsü Başkanı, felsefe doktoru. Aşağıdaki yazısı, Svobodnaya Mısl’ın ocak ayı sayısında yayınlandı.

Granin yazısında hiç de Türkiye’de bilinmeyen şeyleri söylemiyor aslında. Ama gene de anlattıkları çarpıcı; zira liberal muhalefetin gerçekte düpedüz yıkıcı bir güç olduğunu, arkasında kaçınılmaz olarak yıkımdan menfaat umanların beklentileri ve desteği bulunduğunu Rusya örneğinde yeterince açıklıkla anlatıyor. Bu yıkım, Rusya’nın muazzam kaynaklarını yağmalamayı amaçlıyor. Böyle bir durumda çağdaşlık mücadelesi anlatısı yeniden formüle edilmeli; çağdaşlık, bağımsızlık ve egemenlikle çelişemez.

Bu çok uzun yazıyı mümkün olduğunca kısaltarak çeviriyorum.

* * *

“Rusya’nın muhteşem geleceği…” “Liberal yurtseverler” ülkeye ne söylüyorlar?

Yuriy Granin

Rusya’dan 2013’te ayrılan, zamanında (Boris Nemtsov ile birlikte) “sistem-dışı muhalefetin” liberal kanadının lideri olarak tanınan Garri Kasparov, Rusya’da ve yurtdışında çoktandır New York’taki “İnsan Haklarını Savunma Vakfı” Uluslararası Konseyi Başkanı sıfatıyla meşhur. Çok daha genç olan Leonid Volkov ise uzun zaman şefi Aleksey Navalnıy’ın gölgesinde kaldı. Bu yetenekli bilişim uzmanı, Navalnıy’ın Yolsuzlukla Mücadele Vakfı’nda (FBK) başrole, “akıllı oy” sitesindeki çalışmalarından sonra yükseldi. … Volkov, 2019 yazında FBK’ya karşı ceza kanununun “para aklamayla” ilgili maddesinden ceza davası açılmasından sonra Rusya’dan ayrıldı; BDT ülkelerinde aranır duruma düştü, şu anda da yurtdışında yaşıyor. Fiilen, Navalnıy’ın FBK’sının yurtdışındaki gayriresmi yöneticisi.

“Sistem-dışı muhalefetin” liberal kanadının büyük kısmı göç etti. Ama bu kanat kendini hiçbir zaman tek bir bütün olarak sunmamıştı; Rusya’nın bugünü ve geleceğiyle ilgili pek çok ilkesel meselede kendi içinde ayrılıyor. Fiilen, (B. Nemtsov’un ölümünden sonra) kalan en önde gelen iki liberal olan Kasparov ve Navalnıy arasında amansız bir mücadele oldu; mücadelenin konusu “en aziz şey”, yani batılı sponsorların mali ve diğer kaynaklarına öncelikli erişimdi. “Sponsorlar” her ikisini de gayet iyi beslemelerine rağmen 2017’ye kadar yabancı pastasının kırıntılarının büyük bölümü “büyük ustaya” düşüyordu. 2018’deki başkanlık seçimlerinden ve 2019-2020’deki yerel seçimlerden sonra durum değişti. Bu sırada Navalnıy ve Volkov youtube kanalı, birkaç telegram kanalı ve “Navalnıy” adlı mobil uygulamalarını oluşturdular, 81 bölgesel karargâh kurdular ve en önemlisi de yaklaşık 200 bin gönüllü toplamayı başardılar. …

Bugün, Volkov açıkça Rusya’da çok sayıda “uyuyan hücresi” olduğunu söylese bile Navalnıy’ın siyasi örgütlenmesi kısmen yıkılmış durumda, siyasi aktivistler de batıya göçtüler. Böyle bir durumda sürgündeki liberal muhalefetin birleşmesi meselesi yeni bir güncellik kazandı. Ortak eylem planı meselesi de tekrar ortaya çıktı; bu program bağlamında gelecekteki (muhaliflerin beklediği, Rusya’nın Ukrayna’da yenilgisinden sonraki) “yeni Rusya”ya dair görüş kilit bir yer tutuyor. FBK’nın inisiyatifiyle 26 Haziran 2022’de Kasparov ve Volkov arasında kamuoyuna açık yapılan tartışma da bununla ilgiliydi. …

Birbirine de muhalif bu iki “demokrat”, moderatör Aleksandr Puşçayev’in dediğine göre “Putin’e karşı birleşebilmek için” toplandılar ve Rusya’da mevcut siyasi sistemin ve Rusya’nın Ukrayna’daki özel askeri harekâtının değerlendirmesinde kayıtsız şartsız karşılıklı mutabık kaldılar. Onlara göre bu, “Putin’in tek adam iktidarının faşist rejimidir”; bu rejim onların hayalinde Kırım ve Donbass’ın geri verileceği “Ukrayna’nın haklı savaştaki zaferinden” sonra yıkılacak. Batının Ukrayna’ya askeri ve ekonomik yardımındaki, keza Rusya’ya karşı uluslararası yaptırımların ölçeğindeki katlanan artış, Kasparov ve Volkov’un düşüncesine göre, bu süreci geri dönülmez kılacak; onların temsil ettiği muhalefetin “enformasyon cephesindeki” zaferinin neticesinde kamuoyunun görüşündeki değişiklik Rusya Federasyonu’nun yaklaşan dezentegrasyonu meşrulaştırıyor. …

Volkov: “Barış görüşmelerine kadar Rusya kamuoyu Putin’den yüzünü çevirecek, Putin iktidarda muazzam problemler yaşamaya başlayacak. İktidar değişikliğinden sonra her şey daha basit hale gelecek. Kırım ve Donbass Ukrayna toprakları olarak geçiş dönemi sürecinde geri verilecek. …”

Kasparov: “Tamamen hemfikirim, Sivastopol da öyle; orada gelecekte Rusya’nın donanma üssü olmamalı, çünkü 24 Şubat her şeyi değiştirdi. Teknik bir geçiş dönemi olmalı, ama Rusya’nın yeni hükümeti Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü muhakkak tanımalı ve bu toprakların geri verilmesini örgütlemeli.

“Uluslararası teşkilatlar tarafından yapılan hesaplara göre devasa olacak savaş tazminatlarını da unutmamalıyız. Ben ayrıca, Ukrayna’da gerçekleştirilen canavarlıkların sorumlusu savaş suçlularını da iade etmek zorunda olacağımızı düşünüyorum. Ukrayna ile yeni ilişkilerin kurulması çok zorlu olacak. Almanya’da 1945’te yapılanlara benzer temizliklerden geçmemiz gerekecek; bizim için başka bir yol yok.”

Bu son nokta Volkov ve Kasparov için ilkesel, zira bu “liberal yurtseverler”… programlarını ve tahminlerini, “sistem-dışı muhalefetin” iktidar yürüyüşünün önündeki problemleri net şekilde gören yabancı analiz merkezlerinin talimatları üzerinde kuruyorlar. … Halkın olgunlaşması için Rusya’ya karşı en geniş yaptırımlar getirilmesi şart ki, Kasparov’un ısrarla söylediği gibi, “Bütün Rusyalılar bunların etkisini hissetsinler.”

İlk aşamada bunların etkisini, çağdaş Rusya’nın sosyal hayatında askeri ve kolluk (FSB, İçişleri Bakanlığı vb.), idari (federal, bölgesel, beledi), ekonomik, medya ve bilimsel-eğitsel kurumlarında önemli mevkileri işgal edenler hissetmeli. Bunlar için (sayıca 6 binden çok; bunlar da 33 kategoriye bölünmüş) kişisel yaptırımlar getiriliyor. “Navalnıy ekibinin” bu listesi AB, ABD ve Britanya parlamentolarına verildi bile. …

Bu, her ikisinin izahatına göre, “Putin elitini bölmek” ve eşzamanlı olarak geleceğe, bugünden onların tarafına geçecek olanlarla birlikte bir pencere açmak için yapılmış. “En önemlisi,” diyor Volkov, “bu insanlar Putin’den herhangi bir şekilde koptukları takdirde ve bu suretle Putin’in askeri ve idari makinesini zayıflatıp yaptırımlardan kurtulabilmeliler.” Bunu da “aktif pişmanlık” gösterdiklerinde yapabilecekler. …

İmkânsızı varsayalım: diyelim ki Rusya Ukrayna’da kaybetmiş, ülkede iktidarı da liberaller almışlar. Ne olacak? Hürriyet ve demokratik bir cennet mi gelecek? Hiç alakası yok.

Kasparov emin: ülkenin bir “temizlik” döneminden geçmesi gerekiyor ki “bütün bu yozlaşmış yatay ve dikeylerden” kurtulsun. Bütün yargı mekanizması değiştirilmeli, bütün devlet memurları (öncelikle de FSB, İçişleri Bakanlığı), keza öğretmenler, yüksek okulların öğretim üyeleri bir lustratio prosedüründen geçmeli. (Lustratio, Latince bir kelime: “kurban vererek arınma”.) …

Kasparov, lustratio sürecinin çok zorlu olacağını ifade ederken belirtiyor: “Lustratio ile temizlenenleri ikame edecek pek çok Rusyalı bugün yurtdışında yaşıyor. Bunlar yeni Rusya’nın çekirdeğini teşkil ediyorlar; tıpkı Putin’in inşa etmekte olduğu Kuzey Kore ile karşılaştırıldığında Güney Kore gibi.” …

Volkov: “Bunlar [lustratio’ya tabi olacaklar] herhangi bir makul hesap yapıldığında katiyen çoğunluğu oluşturmuyorlar. Kimi araştırmalara bakılırsa, bizim araştırmalarımız da böyle, Ağzında köpükle seçim sonuçlarını manipüle etmeye, suç oluşturan emirleri yerine getirmeye ve bütün olarak da bütün bunları desteklemeye hazır olanların rejiminin sosyal temelini oluşturan yaklaşık yüzde 8-10. Bunların işini görmek, toplama kamplarına veya idam mangasına göndermek söz konusu değilse bile çok acılı olacak. Bu insanlar ahlaken itibarsızlaşmış ve geleceğin Rusya’sısın inşasında kilit kararlar almalarına engel olmak gerek.”

Kasparov: “Gene aynı fikirdeyim; bunlar çoğunluk değil. Elimde kesin rakamlar yok, ama aileler dahil 10-12 milyon makul görünüyor. İktidar yapısına baktığımızda, bunların milyonlar olduğunu da sanmıyorum, belki birkaç yüz bin. Yeni Rusya’nın temeline konulması gerekenlerle ikame edilmesi gereken işte tam da bu çekirdek.” …

Gerçekten de yetkililerin yıllarca (2017-2021) liberal muhalefetin Rusya’nın siyasi ve enformasyon çevrelerinde yasal çalışmasına göz yummasıyla bunlar belediye, bölge ve federal seçimlerde birkaç yüz bin genç “aktivist” ve “gönüllü” kullanmayı başardılar. Ama onların birçoğunun “liberal” olarak kaldıklarını düşünmek yanlış olur. Navalnıy’ın (keza “sistem-dışı muhalefetin” diğer temsilcilerinin) seçim kampanyalarına katılan orta ve yüksek öğrenim öğrencilerinin çoğu bu yapılarda, Navalnıy’ın aparatına batılı sponsorlarının yatırdığı para için çalıştılar. Dolayısıyla bu çocukları “gönüllü” diye anmak hakikatin yerine arzu edileni geçirmek demek. …

Volkov ile Kasparov’un tartışmasının gösterdiği gibi, “rejime karşı çıkmayan herkesin kolektif sorumluluğu” şeklinde vazettikleri ilke, milyonlarca Rusya vatandaşı için cezai ve siyasi baskılar, hak yoksunluğu ve mesleki yasaklama anlamına gelecek. Rusya devleti için de Rusya Federasyonu’nun yaklaşık 8 milyon nüfuslu dört yeni bölgesinin geri verilmesinden başka Ukrayna’ya ödenecek muazzam tazminatlar. Rusya Federasyonu ise dezentegrasyona uğrayacak ve “yumuşak konfederatif bir yapıya” dönüşecek.

2022 güzünde Vilnius’ta yapılan “Hür Rusya Kongresi”nde bu açıkça söylenmişti. Kongre, Rusça konuşan liberal muhalefetin temsil yeteneği yüksek bir kesimini toplamıştı. Rusyalı ünlü iktisatçı V. İnozemtsev, eski maliye bakan yardımcısı S. Aleksaşenko, kötü şöhretli M. Hodorkovskiy ile L. Nevzlinıy ve tabii ki Kasparov şeref vermişlerdi. Bu sonuncusu Polonya’nın Belsat TV’sine bir mülakat vermiş ve orada, “Rusya imparatorluğuna” rejimin liberalizasyonunun değil ancak Ukrayna’nın zaferinin (bundan kuşkusu yok) son vereceğini beyan etmiş, böylece imparatorluğun yerine “yumuşak konfederal bir yapının” geleceğini söylemişti: “Marcus Porcius Cato’nun dediği gibi, Kartaca yok edilmeli! Rusya imparatorluğu meşum tarihine son vermeli.”

Ama siyasi tarihini meşum bir şekilde sona erdirecek birileri varsa bunların kendi ülkesinin yenilgisini vazedenler, ülkesine notunu “çağdaşlaşma” skalasında verenler, “despotik Moskova’ya” çöküş kaderi biçenler olduğundan emin olabiliriz. Gerçekte bunların hiçbiri doğru değildir. Rusya’nın tarihi, defalarca belirttiğim gibi, Rusya’nın batının siyasi yaşam biçimlerini ve teknolojik başarılarını sonu gelmezcesine almakta olduğu şeklindeki hipotezlerle yorumlamanın yanlış olduğu bir uygarlık ülkesinin tarihidir.

Rusya tarihini kültürel hayat ve teknolojik başarıların dışarıdan alındığı görüşüyle yorumlamak, ülkenin etrafını saran, muhtelif uygarlık aidiyetlerine sahip devletlerden oluşan dünyayla gerçek karşılıklı ilişkisini sosyolojik olarak basitleştirmektir. Pratikte bu ilişki, yerli siyasi ve sosyokültürel geleneklerin yabancı yaşam biçimleri örnekleriyle karşılıklı etkileşimindeki karmaşık süreci göstermektedir. Bu süreç gerçekleşirken her iki taraf da epey derinden değişmektedir. Bu yüzden çarlık, Sovyet ve günümüz Rusya’sının tarihi, kültürel ve sosyopolitik bir bağımlılığa kesinlikle indirgenemez. Dahası Rusya, “çağdaşlık gemisinden” dışarı atılamaz.

Çağdaşlık hiçbir zaman tek ve homojen olmaz. Batılı anlamda pek çok “modernizasyonumuzun” başarısızlıkları ve kusurları, emperyal siyasi biçimin kusurlu oluşuyla değil, daha ziyade, batılı analistlerin, aslında bu biçimle ilgili (beceriksizliğin veya tartışmalı sosyolojik kavramları ideolojik dayatmalarının sonucu olan) tasavvurlarının kusurlu oluşuyla açıklanabilir. Bu sonuncular, eleştirel tefekkür alanından sapan “Aklın putları” tarafından, daha bilimsel incelemeden önce, peşinen kabul edilir.

Bu putlardan biri, “kendinde” siyasi biçimlerin ve sosyal kurumların etkililiğine olan geniş şekilde yaygın inanç, bilhassa da, mesela, ülkede ne kadar çok “demokrasi” ve “liberalizm” olursa o kadar büyük iktisadi büyüme olacağı kanısıdır. Oysa tarih tam tersi olduğuna birçok defa tanıklık etmiştir. Hindistan’ın, Çin’in, Singapur’un, hatta Rusya Federasyonu’nun tecrübeleri, iktisadi başarıların kalın çizgilerle determinantının siyasi hayatın biçimleri olmadığını gösterir, kaldı ki bu biçimler, herkes için yegâne (bütün insanlığı kapsayan ve homojen) bir geleceğin tek kapısını açan evrensel “anahtarlar” da değildir.

Anahtarlar potansiyel olarak muhtelif niteliklerde, ama son yıllarda dünyadaki dinamikler hiç de iyimserlik vermiyor. ABD, Ukrayna’yı savunma bahanesiyle Rusya’ya karşı tam kapsamlı bir hibrit savaş başlattı. Bunu “uygarlıklar çatışması” paradigmasıyla yorumlamak mümkün; ama bu, en çok göçmen çevrelerde aktif olan rusofobideki kütlesel tırmanışı ancak kısmen açıklıyor. Gerçekten de, “ötekiler” olduğumuz için, Rusya’nın (Bulgakov’un kahramanını alıntılayarak söylersek) Avrupa “şapkasına” sığmamasından ötürü sevmiyorlar. Bu şapka, “evrensel” standartlar uyduran Avrupalıların ve Amerikalıların pragmatizmle buruşmuş şapkası. Ama en çok, gezegenin bütün kaynaklarının aslan payının bizim “geri kalmış” ülkemize düşmüş olmasından rahatsızlar. Bu, son yıllarda daha da açık hale geldi.

İnsanlık, yönetilemez bir “kıtlıklar dünyası” dönemine girdi; bu dünyanın sınırları başlamış bulunuyor. Birçok insan bu problemi görüyor. Ama pek azı bunun jeopolitik veçhelerini kavrıyor. Mesele şu: batıyla son derece keskin bir karşı karşıya geliş ve topraklarımızda yoğunlaşmış kaynaklar uğruna (ama sadece bu da değil) onunla kaçınılmaz bir mücadele şartlarında ülkenin modernizasyonu problemi, ülkenin kendi kültürel-tarihi özgüllükleriyle bağımsız egemen bir devlet olarak korunması problemi haline geliyor.

Bu şartlarda Rusya’nın “çağdaşlık dışında kalmışlığının” kaynağı olarak onun “uygarlık matrisinin” parçalanması, ülkemizin, güya aydınlık geleceğe bir pencere açacak yenilgisi çağrıları, kategorik olarak kabul edilemez.

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English