Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Adani krizi Hindistan’ın büyüme hikâyesi için ne ifade ediyor?

Yayınlanma

Kabir Agarwal/Anuj Srivas 

Foreign Policy

Ocak ayında, New York merkezli Hindenburg Research, Adani Group’u muhasebe dolandırıcılığı ve hisse senedi manipülasyonu ile suçlayan bir rapor yayınladıktan sonra, holding milliyetçi bir yaklaşımla kendini savundu.

Group, iddiaları çürütmek isteyen 413 sayfalık bir yanıtta, “Bu Hindistan’a, Hint kurumlarının bağımsızlığına, bütünlüğüne ve Hindistan’ın büyüme hikâyesine yönelik hesaplı bir saldırıdır” dedi.

Adani Group’un kendisini Hindistan’ın “büyüme hikâyesine” bağlaması şaşırtıcı değil. Grubun kurucusu Gautam Adani’nin sanayi imparatorluğu, Başbakan Narendra Modi’nin büyümenin itici gücü olarak büyük altyapı projelerine odaklanması ile oldu. Buna karşılık, Adani’nin Modi’nin havaalanlarından yeşil hidrojen santrallerine kadar ulus inşa etme planlarına verdiği destek, holdingin yükselişini hızlandırdı. 2014’ten Aralık 2022’ye kadar Adani Group’un piyasa değeri 6,5 milyar dolardan 223 milyar doların üzerine çıktı.

Ancak Hindenburg’un raporu ani bir geri dönüşü tetikledi. Adani Group’un halka açık hisselerinin değeri kısa sürede yarıdan fazla düştü. Modi, Hindistan ekonomisi hakkında ciddi sorular gündeme getirmesine rağmen olay hakkında sessiz kalmayı seçti.

Adani Group, başarısını Hindistan’ın başarısına bağlayarak eleştiriden sığınıyorsa, o zaman tersi de hesaba katılmalıdır: Hisselerinin çöküşü, Hindistan’ın büyüme projesi için bir stres testidir. Modi’nin birkaç gözde kurumsal titanı destekleme stratejisinin sahada kalıcı sonuçlara dönüşüp dönüşemeyeceği şüphe uyandırdı. Bundan ziyade, Modi’nin Hindistan’ı, Çin’in son otuz yıldır olduğu gibi, küresel ekonomik büyümenin itici gücü olma umutlarını yerine getirip getiremeyeceği merak konusu.

Modi’nin yükselişi uzun süredir Adani ile iç içe geçmiş durumda. 2001’den 2014’e kadar Gujarat’ın Eyalet Valisi olan Modi, barajlar, geniş otoyollar ve güneş enerjisi santralleri gibi büyük altyapı projeleriyle “Gujarat kalkınma modeli”nin adını duyurdu. Adani, yalnızca bu projelerin çoğunu inşa etmek için değil, aynı zamanda büyük şirketleri Modi’nin potansiyel bir başbakan olması için de kritik öneme sahipti. Modi 2014’te seçildikten sonra Adani’nin özel jetiyle Gujarat’tan yeni evi Yeni Delhi’ye uçacaktı.

Modi, ilk başbakan Jawaharlal Nehru’dan bu yana Hindistan’ın en popüler lideri haline geldikçe, Adani’nin ticari çıkarları genişledi. Holdingi kritik altyapı projelerinde, Hindistan içinde ve dışında hükümetle ortaklık kurdu. Modi göreve başladığından beri Adani’ye bağlı şirketlerin net değeri yüzde 5 binden fazla artış kaydetti. Eylül 2022’de 150 milyar dolara çıkaran serveti, Adani’yi skandaldan önce Asya’nın en zengin adamı yaptı. Zenginliği büyük ölçüde hükümet ihalelerini kazanmasının ardından geldi; temiz enerji ve savunma gibi stratejik sektörlere açılmak ve kritik altyapı projelerinin inşa edilmesi büyük pay içerdi. Adani Group, Hindistan hükümetinin özel şirketlere kiraladığı sekiz havalimanından yedisini güvence altına aldı. Bu tür ihale sözleşmeleri, yatırımcıların Adani Grubu hisselerine daha fazla ilgi göstermesine yol açtı.

Hükümet kuşkusuz Adani’ye güveniyor, ancak Hindenburg raporu Modi’nin Hindistan’ın dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomisi olarak kalmasını sağlama planlarında bir engel olabilir. Acımasız hisse senedi bozgununun ardından Group, 2,5 milyar dolarlık hisse satışını iptal edildi. Bu yüzden Adani Group genişleme planlarını ertelemek zorunda kaldı. Bunu, Adani’nin 1,1 milyar dolarlık bir krediyi vadeden önce ödemesine yol açan bir marj çağrısı takip etti. Bu arada Fransız enerji devi Total Energies, Adani Group’un yeşil hidrojen projesine yaptığı 4 milyar dolarlık yatırımı askıya aldı.

Görev süresi boyunca Modi, daha fazla şirketin önemli bir risk almadan yeni sektörlere girmesine izin verecek yapısal reformları gerçekleştirmek konusunda istekliydi. Bu nedenle, Adani gibi ulusal şampiyonlara güvenmekten başka seçeneği yok. Ancak Hintli milyarderler arasında Adani benzersizdir. Çok az iş insanı hükümetin güveninden yararlanır, baş döndürücü devlet düzenlemelerini yönetebilir ve hepsinden önemlisi, muazzam miktarda sermayeyi riske atmaya istekli kalabilir.

2015 yılında Credit Suisse, çeşitli altyapı sektörlerinde önemli bir varlığa sahip 10 önde gelen Hintli iş grubunun istikrarsız borç seviyelerini inceleyen bir borç raporu yayınladı. 10 Group’tan birçoğu son yıllarda iflas mahkemelerine çıkarken, diğerleri borç konsolidasyon planlarını takip etti. Sadece bir Group, Adani Holding nefes kesici bir hızla borç almaya ve yatırım yapmaya devam etti.

The Economist, Adani ve Reliance Industries’in Yönetim Kurulu Başkanı Mukesh Ambani tarafından kontrol edilen şirketlerin toplam gelirlerinin Hindistan’ın GSYİH’sının yüzde 4’üne eşdeğer olduğunu tahmin ediyor. Öte yandan parite tarafından kontrol edilen firmalar tüm finansal olmayan firmaların sermaye harcamalarının yaklaşık dörtte birini oluşturuyor.

Pek çok analist, Adani Group’un başarısız olamayacak kadar büyük olup olmadığı konusunda endişelenirken, asıl soru Adani’nin Hindistan ekonomisini başarısızlığa sürükleyecek kadar ayrılmaz bir parça olup olmadığıdır.

Modi şimdi zor bir ikilemle karşı karşıya. Bir yandan, büyük ölçüde Hindistan’ın milyarderleri tarafından sağlanan büyük altyapı gelişimine güveniyor. Adani devasa yenilenebilir enerji projeleri geliştirmeyi planlıyor ve bunlar olmadan Hindistan, 2030 yılına kadar enerji gereksinimlerinin yüzde 50’sini yenilenebilir enerji kaynaklarıyla karşılama taahhüdünü yerine getirmekte zorlanacaktır.

Öte yandan Modi, Hindenburg’un iddialarını yanıtsız bırakarak Hindistan muhalefetinin iddia ettiği gibi Adani’yi korumaya devam ederse, Hindistan’ın bürokrasisine müdahale ile yatırım güvenilirliğini baltalama riskiyle karşı karşıya kalır.

Hindistan’ın mali düzenleyici kurumları mükemmel olmaktan uzak olsa da Hindistan’ın mali dolandırıcılığı soruşturma ve cezalandırma konusunda köklü bir geçmişi vardır. Ancak Adani Group skandalı, ülkenin sermaye piyasası düzenleyicisi olan Hindistan Menkul Kıymetler ve Borsa Kurulu (SEBI) gibi bu kurumların bağımsız olarak faaliyet gösterebilme yetenekleri konusunda şüphe uyandırdı.

Korucuyu kurumlar işlerini yapmış olsaydı, Adani destanının Hindenburg raporu gelmeden çok önce araştırılıp etkisiz hale getirilip getirilemeyeceği tartışma konusu olurdu.

Hindenburg’un yanıtlamaya çalıştığı kafa karıştırıcı bir soruyu ele alacak olursak: Birçok Adani Grubu hissesinin fiyatındaki akıllara durgunluk veren artışın açıklaması nedir? Holdingin amiral gemisi olan Adani Enterprises’ın fiyat-kazanç oranı sadece iki yıl içinde 37,6’dan 343,9’a çıktı. Ancak uzmanların işaret ettiği gibi bu tür bir büyüme tipik olarak tuğla ve harç endüstrilerinde değil, teknoloji sektöründeki şirketlerde görülen bir durumdur.

Şirketin yönetim kurulunun konuyu kamuoyuna açıklamamış olması, Hindenburg’un endişe verici iddialarına kapı araladı. Adani Group’un hisselerinin holdingin kendisi tarafından gizli off-shore kuruluşlar aracılığıyla şişirildiğini iddia edildi.

Bu bize Hindistan’ın borsa ve bankacılık düzenleyicilerinin ne iş yaptığı sorusuna yöneltiyor. Hindenburg skandalı ortaya çıkmadan çok önce, haber kaynakları, yalnızca Adani Grubu şirketlerine yatırım yapıyor gibi görünen ve nihai mülkiyeti belirsiz olan Mauritius merkezli üç fonun varlığı ile gündeme taşımıştı.

Buna ek olarak, Hindistan hükümeti 2021’de SEBI’nin bazı Adani Group şirketlerini “kurallara uymama” nedeniyle soruşturma başlattığını açıklamıştı. Buna rağmen SEBI, holdingin bağış toplama önerilerini imzalamaya devam etti. SEBI soruşturmasının kapsamının ne olduğu ve sonuçlanıp sonuçlanmadığı belli değil.

Hindistan’ın kuşatılmış muhalefeti yıllardır düzenleyici makamları yolsuzlukla suçladı ve özellikle Adani’ye işaret ederek ahbap-çavuş kapitalizmi iddialarını dile getirdi. Ancak muhalefetin SEBI’ye karşı ileri sürdüğü spesifik iddiaların eksikliği göz önüne alındığında, ekonomi ve borsa gözetmenlerinin sadece kayıtsız olup adaletin hiçe sayması daha olası görünüyor. Ne olursa olsun, bu suçlamalar ve Adani Grubu tartışması kısmen yönetiminin ana akım medya üzerindeki sıkı kontrolü sayesinde Modi’nin popülaritesini zedelemedi.

Yine de Hindistan sınırları dışından kaynaklanan sonuçlarla karşı karşıya kalınabileceği unutulmamalı. Hintli iş imparatorluklarının gerekli altyapıyı kuramayacağını veya yerel düzenleyici sistemler tarafından dizginlenemeyeceğini düşünürlerse, küresel yatırımcıların Hindistan konusunda daha az iyimser olmaları muhtemeldir. Adani-TotalEnergies ortaklığında olduğu gibi, denizaşırı ortaklıklar ve ortak girişimler de ters rüzgârlarla karşı karşıya kalabilir.

Adani Group aleyhindeki iddialara yönelik adil, bağımsız ve şeffaf bir soruşturma bu korkuları azaltabilir. Modi şimdiye kadar muhalefetteki siyasi partilerin taleplerini görmezden geldi. Ancak bunu yapmaya devam etmek, kısa vadede Modi’ye siyasi olarak zarar vermese bile, Hindistan’ın ve dünyanın uzun vadeli ekonomik çıkarlarına pekâlâ zarar verebilir.

DÜNYA BASINI

İsrail ile ticareti kesme kararı can yakabilir: “Bölge hükümetleri yardımcı olmalı”

Yayınlanma

İsrail ile ticareti geçen ay sınırlayan Türkiye, iki gün önce ticareti tamamen kesme kararı aldı. Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta “İsrail hükümeti, Gazze’ye kesintisiz ve yeterli miktarda insani yardım akışına izin verinceye kadar” İsrail ile ihracat ve ithalatın tamamen durdurulduğunu açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan kararla ilgili açıklamasında, “Tüm batı İsrail’e çalışıyor. Biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık” dedi.

Aşağıda çevirisini okuyacağınız haber, Türkiye’nin bu adımının İsrail ve Türkiye’ye ne gibi etkileri olabileceğini uzman yorumlarıyla değerlendiriyor:

***

Erdoğan Netanyahu’ya karşı: Bu işin sonu nereye varacak?

Türkiye Gazze nedeniyle İsrail ile ticareti kesti. Bu can yakabilir.

GIORGIO CAFIERO

Türkiye kısa bir süre önce Gazze’de “kötüleşen insani trajedi” nedeniyle İsrail ile ticareti askıya aldı.

Ankara, İsrail’in Gazze’ye “kesintisiz ve yeterli” yardım akışına izin vermesi halinde ticareti yeniden başlatacağını açıkladı. Tahmin edilebileceği gibi İsrail’in baş diplomatı Israel Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türk halkının ve iş adamlarının çıkarlarını hiçe sayarak ve uluslararası ticaret anlaşmalarını göz ardı ederek” bir “diktatör” gibi davranmakla suçladı. Hamas ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde Türkiye’yi övdü.

Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim, 2009 Davos Zirvesi ve 2010 Gazze filosu baskını gibi son yıllarda yaşanan çeşitli olaylarda arttı. Ancak bugüne kadar Türkiye-İsrail ekonomik ilişkileri bu fırtınaları hep atlattı. Bu nedenle Türkiye’nin bu ay İsrail ile ticareti durdurması büyük bir olay.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu eski Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza RS’ye yaptığı açıklamada, “İsrail’in Gazze’de sivillere yönelik saldırılarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştirilerini sertleştirdiği geçen yılın Ekim ayının ortalarından bu yana iki ülke ilişkilerinde olumlu seyreden tek unsur ticaretti. Türkiye’nin İsrail’le tüm ticareti kesmesiyle birlikte bu olumlu unsur da ortadan kalktı” dedi.

“Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere bütüncül bir yaklaşım getirerek geleneğini bozduğu görülüyor” diyen Sadeq Enstitüsü’nde Türkiye üzerine uzmanlaşan siyasi analist Batu Coşkun şu noktaya dikkat çekti: “Daha önceki krizlerde ticari ilişkiler, gergin siyasi bağlardan ayrı tutulmuştu. Şimdi ise hükümet tüm cephelerde gerilimin tırmanmasından endişe duymuyor gibi görünüyor.”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyesi ve SETA Vakfı araştırmacısı Murat Aslan’a göre, İsrail üzerindeki baskıyı artırmak isteyen Türkiye’nin ticareti askıya almanın ötesinde oynayabileceği kartlar var. Bunlar arasında diğer ülkeleri İsrail’e ambargo uygulama konusunda Türkiye’ye katılmaya teşvik etmek ve Türk hava sahasını İsrail uçuşlarına kapatmak yer alıyor. Aslan, “Türkiye’nin bu adımları atıp atmayacağını bekleyip görmemiz gerekiyor, ancak birçok seçenek olduğunu biliyorum” dedi.

İç baskılar ve artan gerilim

Türkiye’nin iç siyaseti de göz önünde bulundurulmalı. Gazze savaşının erken bir aşamasında Türk toplumunun bazı kesimleri Erdoğan hükümetine, Tel Aviv’e karşı sert söylemlerin ötesinde somut adımlar atması için baskı yapmaya başladı. Birkaç hafta önce Türkiye, İsrail ile çelik, gübre ve jet yakıtı dahil 54 alanda ticareti kısıtladı.

Geçen ayki yerel seçimler öncesinde İsrail ile tüm ticaretin kesilmesi yönünde çağrılar yapıldı ve bu çağrılar Erdoğan’ın seçmenlerinin çoğunda yankı buldu. Sonuç olarak, Erdoğan’ın geleneksel destekçilerinin önemli bir kısmı ya oy vermeyi reddetti ya da hükümetin Gazze savaşı sırasında İsrail’le ticaretin devam etmesine izin veren politikasına karşı çıkarak kampanya yürüten İslamcı bir parti olan Yeniden Refah Partisi’ni destekledi.

Coşkun’a göre, Türkiye’nin İsrail’le ticaretini durdurma kararı alan Erdoğan, “popülaritesini korumak için tepki veriyor gibi görünüyor. Bu, Cumhurbaşkanının muhtemelen söylemini sertleştirmeye devam edeceği anlamına geliyor ki bu da İsrail ile ilişkilerde daha fazla gerilim demek.”

Ekonomik etki

İsrail uzun zamandır Türkiye ile güçlü ticari ve yatırım ilişkileri sürdürüyor. 2023 yılında, ikili ticaret yaklaşık olarak 7 milyar ABD doları civarındaydı. Bir Türk holdingi olan Zorlu Holding, İsrail ekonomisinde büyük bir yatırımcı ve Türk inşaat şirketleri yıllar boyunca İsrail’de büyük paralar kazandı. Ankara’nın ticareti durdurma kararı nedeniyle İsrail’de inşaat maliyetlerinin artacağı ve enflasyonist etkilerin ortaya çıkacağı varsayılabilir.

Ancak Türkiye’nin ambargosunun İsrail ekonomisine ne kadar zarar vereceği ve bu zararın ne kadar süreceği şimdilik net değil. Ülkeler ticari ilişkileri kesintiye uğradığında ya da yaptırım uygulandığında uyum sağlayabilirler. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı geniş çaplı işgaline karşılık Batı’nın Moskova’ya karşı finansal savaş açmasının ardından Rusya’nın ticaret yollarını ve tedarik zincirlerini ayarlaması buna bir örnek. Benzer şekilde, İsrailli politika yapıcılar da şu anda ekonomilerine ne gibi zararlar gelebileceğini ve Türkiye’nin ambargosunun etkilerini nasıl telafi edeceklerini değerlendirmekle meşguller.

Ayrıca Türkiye’nin ekonomisi de darbe alacak. Ankara’nın ambargoyu daha önce uygulamamasının en önemli nedenlerinden biri de buydu. Türkiye’deki siyasi yelpazede Filistinlilere yönelik yaygın bir destek var, ancak Gazze’yi desteklemek için ne kadar bedel ödenmesi gerektiği konusu da tartışmalı.

Katar Üniversitesi İbn Haldun Merkezi’nde yardımcı doçent ve Atlantik Konseyi Scowcroft Orta Doğu Güvenlik Girişimi’nde misafir kıdemli araştırmacı olarak görev yapan Ali Bakır, RS’ye verdiği demeçte, “İsrail’deki iç durum ve Husilerin Kızıldeniz girişindeki önlemleri göz önüne alındığında bu, İsrail ekonomisine kesinlikle benzeri görülmemiş bir şekilde zarar verecek” dedi.

“Ancak diğer yandan, zaten zor durumda olan ve toparlanmaya çalışan Türk ekonomisine de zarar verecek” diyen Bakır, bu tür mali riskleri almaktan korkan bölgedeki diğer hükümetlerin, Türkiye gibi bunu yapmaya istekli olanlara yardım etmek için adım atması gerektiğini belirtti.

Azerbaycan petrolü

Türkiye’nin eylemlerinin Azerbaycan’a ve daha spesifik olarak Azerbaycan’ın İsrail’e yönelik petrol ihracatı üzerindeki etkisi önemli olacak. Azerbaycan petrolü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından geçerek tankerlerle İsrail’e ulaşıyor. Ankara, Azerbaycan’ın Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e petrol ihraç etmesine izin vermezse İsrail ekonomisi büyük zarar görebilir.

ABD’nin Azerbaycan Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan Bryza, “Şu anda Türkiye’nin İsrail’e petrol akışını kesip kesmeyeceği belli değil. Böyle bir durumda, ekonomi yeni tedarik kaynakları bulma zorunluluğuna kalacağı için İsrail ekonomisi üzerinde daha önemli bir etkiye sahip olabilir” dedi.

Bryza, İsrail’in Azerbaycan’la uzun vadeli enerji sözleşmeleri olduğunu ve spot piyasadan satın alması halinde petrol için çok daha fazla ödeme yapmak zorunda kalacağını belirtti.

Aslan da “Eğer Türkiye bu akışı durdurursa… o zaman İsrail enerji için başka bir kaynak bulmak zorunda. Aksi takdirde başları belaya girecek” diye ekledi.

Bununla birlikte, Ankara-Bakü ittifakının doğası göz önüne alındığında, Türkiye bu adımı atmaktan kaçınabilir. Bryza, “Türkiye, Azerbaycan petrolünün Türkiye’nin Ceyhan limanı üzerinden İsrail’e akışını keserse şaşırırım çünkü bu Azerbaycan’ın çıkarlarına da zarar verir. Türkiye ve Azerbaycan çok yakın ikili ilişkilere sahip ve bu ilişkiyi tanımlayan klişeye göre ‘iki millet iki devlettir.”

İsrail ile ticareti durduran Türkiye’yi başkaları da izleyecek mi?

Türkiye’nin ikili ticareti askıya alması kaçınılmaz olarak İsrail ekonomisine en azından kısa vadede zarar verecek. Bu, Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetinin ve bir ülke olarak İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı işlediği suçlar nedeniyle ödemek zorunda kalacağı ek bir maliyet olacak.

Ancak Türkiye’nin İsrail’e ambargo uygulamada yalnız kalması halinde İsrail’e verilen ekonomik zarar sınırlı kalabilir. Dikkate alınması gereken husus, diğer ülkelerin de Ankara’nın izinden gitme ihtimali ki bu durum İsrail’in ekonomik zorluklarını daha ciddi hale getirebilir.

Türkiye’nin kararı Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanacak. Muhtemelen Ankara’nın İsrail’e uyguladığı ambargoyu, Müslüman ülkelerin İsrail’e nasıl davranması gerektiğine dair bir örnek olarak gösterecekler ve kendi hükümetlerini de aynı yolu izlemeye çağıracaklar. Ancak bu hükümetlerin, bunu yapıp yapmayacağı ayrı bir soru.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Arjantin’in efsanesi Cesar Luis Menotti hayatını kaybetti

Yayınlanma

Arjantin Futbol Federasyonu (AFA), ülkenin 1978 yılında Dünya Kupası şampiyonluğuna taşıyan teknik direktör César Luis Menotti’nin 85 yaşında hayatını kaybettiğini duyurdu.

Rosario Central, Boca Juniors ve Santos formalarını giyen Menotti, antrenörlük kariyerine Newell’s Old Boys’ta başlamış ve Huracán ile 1973’te Arjantin şampiyonluğunu kazandıktan sonra 1974’te Arjantin milli takımının başına geçmişti.

AFA, açıklamasında “Arjantin Futbol Federasyonu, milli takımlar direktörü ve Arjantin’in eski Dünya Kupası kazanan teknik direktörü César Luis Menotti’nin vefatını büyük bir üzüntüyle duyurur. Elveda, Flaco querido,” ifadelerine yer verdi.

Milli takımı 1982 Dünya Kupası’ndan sonra bırakan Menotti, Barcelona’yı çalıştırmaya devam etmiş ve takımı 1983’te Copa del Rey’de başarıya taşımıştı.

Öte yandan Menotti, futbol kariyerinin yanında emperyalizm karşıtı politik görüşleriyle biliniyor.

Menotti’nin Temmuz 2011’de İspanyol El Pais gazetesinde “Futbol halktan çalındı,” başlığıyla yayımlanan mülakatından bir kesit şöyle:

“[…] Barça’dan neden ayrıldınız?

Annem ölmüştü, Arjantin’e demokrasi geri gelmişti ve orada olmam gerektiğini hissediyordum… Núñez ile öğle yemeği yedim ve bana açık çek verip hangi oyuncuların kalmasını istediğimi sordu. Ona hiçbirinin kalmasını istemediğimi söyledim, çünkü inanılmaz bir prestije sahip olan ama aynı zamanda gençlerin gelişimini engelleyen harika oyunculardan kurtulmasını istiyordum. Copa del Rey’i kazandıktan sonraydı, o zamanlar küçük bir kupaydı bu arada… Şimdi Madrid kazandı ve görünüşe göre Kıtalararası Kupa’yı da kazandılar! Ama ben neden bahsediyordum?

Teknik direktörlerin öneminden bahsediyordunuz.

Evet, işte bu, teknik direktörün değerinin derinlemesine farkına varmak istedim. Profesörler gibi, profesörler hangi etkiye sahipti? Bu değişir. Eğer iyilerse, yüzde 99 oranında büyük bir etkiye sahiptirler. Kötülerse, b*k gibilerdir. Matematikten nefret ederdim çünkü üç yıl boyunca üç aptal öğretmen hayatımı cehenneme çevirdi ama kimyaya aşık oldum, çünkü öğretmen ilk gün sigara içerek geldi, tahtanın her yerini formüllerle doldurdu ve bize şöyle dedi: ‘Önümüzdeki salı günü öğrenmeniz gereken şey bu, ama bu imkansız’. Ve bize dedi ki: ‘Bu, hayatın kimya gibi olduğunu bilmeniz içindir, onu yorumlamanız gerekir’.

Bugünlerde profesör figürüne gereken kıymetin verilmediğine inanıyorum…

İspanya’yı bilmiyorum. Burada, 50 yıl önce, kültürsüzleşme başladı. Bu endişe verici. Sosyal dışlanma orta sınıfa kadar ulaştı. Günde 8 saat çalışmak için ölen insanlar vardı ve şimdi insanlar yaşamak için 14 saat çalışıyor ve kimse şikayet etmiyor. Buna bir de ‘zengin’ bir ülkenin sefil insanları iktidara getirdiği gerçeğini ekleyin. Ve yaptıkları ilk şey insanların aidiyet duygusunu çalmak oldu. Futbol dahil her şey onların. Vali bir sokak yaptığında, sanki kendi cebinden ödemiş gibi görünüyor. Müziği, parkları, meydanları ve hatta futbolu bile elimizden aldılar. Şimdi de insanlar yorulup meydanlarda kamp kuruyor diye şaşırıyorlar.

Onları anlıyor musunuz?

Tabii ki anlıyorum, bu b*ktan bir şey! Şüpheci bir insan olmak istemiyorum ama öfkeli bir kötümserim. Yaşadıklarımdan sonra, kendimi hormonlu bir Marksist hissediyorum. Hayatımın 70 yılından sonra, kapitalizmin yarattığı felaketi beni çevreleyen her şeyde test ettim. Barselona’dan bir arkadaşım karides avcılığını incelemek için geldiğinde bana ne demişti biliyor musunuz?

Hayır, bilmiyorum.

Arjantin jeopolitik devrimine başlamadığı sürece kimseye inanmayın. 3 bin kilometrekarede 600 bin insanı bir arada tutamıyoruz ve sadece Matanzas civarında, sadece 500 bin insanın yaşayabileceği bir yerde 4 milyon kişi var. Yani 14 milyonluk bir kentte yaşamanın imkânı yok. Bu hiç mantıklı değil. Onlar sadece tüm ülkeyi yönetmek için oy kullanıyorlar. Sefalet pek çok insan için kârlı. Onlara güvenmiyorum. Sokaklarda hala evsiz çocuklar varken bana daha fazla yalan söylemeyin. Cromañón’u hatırlıyor musun?

Evet, Cromañon diskosundaki yangın.

Independiente’nin teknik direktörüydüm. Bu bir skandaldı, çocuklar öldü ve hayatta kalanları yakalamak istediler, bu hastalıklı bir şeydi. O günlerde, bir antrenmandan dönerken, trafik ışıklarında kaç çocuk olduğunu sormaya ikna olmuştum. Birinde 9, diğerinde 7. Köprüden evime kadar 120 çocuk vardı, hepsi 15 yaşın altındaydı ve diskodakiler gibi öleceklerdi ama uyuşturucu, şiddet ve adaletsizlik yüzünden. Bu ölümlerin hesabını kim verecek?

Hükümetin sloganı olan ‘herkes için futbol’ size neyi hatırlatıyor?

Futbol halkın elinden alındı, artık onlara ait değil. Bu yüzden Arjantin Milli Takımı’nın sadece taraftarları var. Futboldan anlayanlar artık stadyuma gitmiyor, halk yok, sadece seyirciler var. Bir ülkede futbolun yeri nedir? Bu bir işse, hoş gelsin; zamanı yutan bir işse, kötü. Ve biz bu hale geldik. Futbol tutkulu bir eğitimdir, bir ifade alanıdır ve rant kapısı değildir, devlet karışmamalıdır. Ama onlar limited şirket olurken ve tarihi kulüpler yok olurken başka bir yere baktılar, o kulüpleri mahvettiler. Burada 3 milyon avroya satıp 300 bin avroya alan yatırım gruplarımız vardı, gerisi onlar içindi. Bu ülkede spor, organizasyon düzeyinde tam bir felaket, spor ve turizm bakanı bile yarattılar, sanki aynı anda hem terzi hem de kasap olabilirmişsiniz gibi! Bu çılgınlık. Askerler her zaman sporun başına en aptal olanı getirirler, her zaman.”

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail’in Gazze savaşına İngiliz desteği

Yayınlanma

Editorün notu: İran’ın, İsrail’in Şam’da düzenlediği elçilik saldırısına düzenlediği misilleme, Tel Aviv’in yalnızca Tel Aviv’den ibaret olmadığını, ABD ile birlikte Birleşik Krallık’ın da İsrail’in savunmasında bilfiil yer aldığını göstermişti. Londra’nın Gazze’ye yönelik siyonist saldırganlığa desteği silah, mühimmat ve eğitim yardımının da ötesinde, Kıbrıs’taki askeri üslerinden fiili müdahaleye kadar uzanıyor. Declassified UK’den Mark Curtis, Britanya-İsrail ‘Yol Haritası’nın son savaştan önce oluşturulduğuna, anlaşmada Hamas ve Hizbullah’ın yanı sıra İran’ın da hedef alındığına ve Britanya medyasının bu anlaşmayı görmezden geldiğine işaret ediyor.


İsrail’in soykırım saldırılarına Birleşik Krallık askeri desteği önceden planlanmıştı

Britanya, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik kitlesel saldırılarına arka çıkarken aslında Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonuyla ayan beyan imzaladığı fakat Birleşik Krallık ulusal medyasında neredeyse tamamen görmezden gelinen bir anlaşmayı uyguluyor.

Mark Curtis
Declassified UK
26 Nisan 2024
Çev. Leman Meral Ünal

“İkili ilişkiler hiç bu kadar güçlü olmamıştı,” diye başlıyordu geçtiğimiz yıl mart ayında Britanya ve İsrail arasında imzalanan ve ikili ilişkiler anlamında bir dönüm noktası olan “Yol Haritası.”

Anlaşma, iki devleti “kapsamlı savunma ve güvenlik işbirliği ile yakın stratejik ortaklığın” bir parçası olarak “ortak tehditlerle mücadele etme” konusunda taahhüt altına sokuyordu.

Londra ve Tel Aviv bu anlaşma ile “küresel olarak belirlenmiş teröristlere ve terörist oluşumlara karşı kararlı ve ortak adımlar atmayı” taahhüt ediyordu. Burada imlenen Hamas ve Hizbullah’tı.

Bu, “her iki ülkenin askeri bağlarını güçlendirmek için sürekli ortak eğitim ve tatbikatlar yapmayı da içeren güçlü ve gelişen savunma ilişkisi”nin bir parçasıydı.

Böylece sadece yedi ay içinde bu “Yol Haritası” kararlı bir şekilde uygulamaya konuldu. (Declassified, İsrail’in Gazze’ye dönük işgali sırasında Birleşik Krallık’ın verdiği bir dizi askeri desteği belgelemişti.)

Öyle ki İsrail’in saldırıları başladığından bu yana Kraliyet Hava Kuvvetleri (Royal Air Force, RAF) Gazze üzerinde onlarca kez casusluk uçuşları yaptı ve en az altı İsrailli askeri personel Birleşik Krallık’ta askeri eğitim aldı.

Dokuz İsrail askeri uçağı Birleşik Krallık’ı ziyaret etti, İngiliz hükümeti ise uçaklarda ne olduğunu açıklamayı hep reddetti (Declassified ayrıca ABD ordusunun Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’taki üssünü kullanarak İsrail’e silah sağladığını da ortaya çıkarmıştı).

Bu sayılanların hiçbiri Birleşik Krallık ulusal medyasını rahatsız etmedi. Ne var ki zaten tüm bunlar “Yol Haritası”nda geçen taahhütlerle tutarlıydı.

Hatta bu ay RAF, İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İran konsolosluğuna yaptığı saldırıya misilleme olarak fırlatılan İran’a ait insansız hava araçlarını düşürerek İsrail’in savunmasını da üstlenmiş oldu.

Nitekim “Yol Haritası”nın İran ile ilgili ayrı bir bölümünde “İran’dan gelen güncel tehdide karşı koymak için yakın şekilde çalışıyoruz,” ve “İran’ın istikrarsızlaştırıcı bölgesel faaliyetlerine karşı koymaya çalışacağız,” deniliyor.

Yine iki nükleer silah sahibi gücün arasındaki bu anlaşmaya “İran’ın hiçbir zaman nükleer silah kapasitesine sahip olmaması için çalışacağız,” ifadesi de ekleniyor.

İsrail’i küresel olarak korumak

Bu 2023 Yol Haritası, Birleşik Krallık ile İsrail arasında 2021 yılında imzalanan bir önceki mutabakat zaptının çok daha ötesine geçiyor.

İsrail’in Batı Şeria’daki yasadışı işgali ve Filistinlilere karşı ayrımcılık uygulayan “apartheid” rejimini göz ardı ederek, iki ülkenin “doğal müttefik” olduğunu ayan beyan ilan ediyor.

Özellikle, Yol Haritası’nın “Antisemitizm, gayrimeşrulaştırma ve İsrail karşıtı önyargılar” başlıklı bölümünde yer alan ifadeler, Britanya’nın uluslararası platformlarda İsrail’in Gazze’deki vahşetleri için dilediği eşi benzeri görülmemiş özürleri önden haber veren bir kehanet gibi.

Raporda, “Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası organlarda İsrail’e orantısız bir şekilde odaklanılması ve İsrail’i gayrimeşrulaştırma ya da onun meşru müdafaa hakkını inkâr etme girişimleriyle mücadele edilmesi” çağrısında da bulunuluyor: “Tüm devletlerin uluslararası hukuk çerçevesindeki yükümlülüklerini yerine getirme görevi vardır, fakat denetim ölçülü, tarafsız ve orantılı olmalıdır.”

İsrail saldırılarının başlamasından bu yana İngiliz bakanlar bunu en ince ayrıntısına kadar uygulamaya koydular. “Meşru müdafaa” kisvesi altında yapılan İsrail zulmü için mütemadiyen özür dilediler ve İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerini kınamayı tekrar tekrar reddettiler.

“Yol Haritası” ayrıca “ulusal çıkarlar ve öncelikler doğrultusunda BM ve diğer çok taraflı forumlarda işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi ve ana küresel sorunlarda İsrail-Birleşik Krallık uyumunun ilerletilmesi” çağrısında da bulunuyor.

Nitekim bu taahhüt doğrultusunda Britanya, BM oturumlarında Gazze konusunda İsrail’i uluslararası kınamalar karşısında defalarca savunmuş, ateşkes talep eden BM Güvenlik Konseyi kararlarına tekrar tekrar karşı oy kullanmış ya da çekimser kalmıştır.

Uluslararası Adalet Divanı

“Yol Haritası”nın bir başka bölümü ise İsrail’e Uluslararası Adalet Divanı (UAD) gibi uluslararası hukuk organlarında İngiliz koruması öngörüyor.

Batı Şeria’ya ilişkin önceki bir davaya atıfta bulunularak şöyle deniyor: “Birleşik Krallık ve İsrail, İsrail-Filistin ihtilafına ilişkin son UAD başvurusunun, taraflar arasında doğrudan müzakereler yoluyla çözüme ulaşma çabalarını baltaladığı için ‘Danışma Görüşü’ mekanizmasının uygunsuz olduğunu düşünmektedir.”

Benzer ifadeler, İngiliz bakanlar tarafından ocak ayında başlayan Güney Afrika’nın İsrail’e karşı soykırım davasını baltalamak için de kullanılacaktı.

İsrail suçlarının baş savunucusu Britanya Dışişleri Bakan Yardımcısı Andrew Mitchell, “Güney Afrika’nın davayı açma kararı yanlış ve kışkırtıcıydı,” diyerek İsrail’e yönelik soykırım ithamını “iğrenç” olarak nitelendirmiş ve suçlamayı reddetmişti.

Gizli anlaşma

Ve bir de Aralık 2020’de Birleşik Krallık ile İsrail arasında imzalanan gizli bir askeri anlaşma var.

Declassified böyle bir anlaşmanın varlığını İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) attığı bir tweet’ten öğrendi. Birleşik Krallık hükümeti bunu hiçbir zaman kamuoyuna açıklamadı.

Bakanlar ise sonrasında “ulusal güvenlik nedenleriyle” bu anlaşmayı kamuoyuna açıklamayı reddetti.

Savunma Bakanı James Heappey parlamentoya “anlaşmanın iş birliğini resmileştiren ve derinleştiren önemli bir savunma diplomasisinin parçası olduğunu” anlattı fakat konuya ilişkin bir soru önergesine verdiği yanıtta anlaşmanın içeriğiyle ilgili sadece baştan savma bir özet sundu.

Anlaşma, Birleşik Krallık’a askerî açıdan ne taahhüt ediyor? Birleşik Krallık bu taahhütleri şimdi Gazze konusunda mı uygulamaya koyuyor? Eğer bu kadar masumsa, hükümet neden bunu sır gibi saklıyor?

Declassified’ın görebildiği kadarıyla, bu anlaşmadan İngiliz anaakım medyasında sadece bir kez bahsedildi.

İsrail ile 2020 yılında yapılan gizli anlaşmayı imzalayan Savunma Bakanı Ben Wallace, geçtiğimiz aralık ayında müttefikini Gazze’de “ölüm nöbeti” başlatmakla suçladı ve İsrail’in Hamas’a dönük saldırılarının “acımasız ve ayrım gözetmeyen” bir nitelik taşıdığını söyledi.

Declassified baş muhabirinin Twitter’da kendisine dönük olarak yönelttiği söz konusu gizli anlaşmanın Britanya’yı Gazze’deki katliamın suç ortağı haline getirip getirmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Açıkçası pek öyle değil.”

Aslına bakılırsa Britanya epey uzun zamandır İsrail’in Filistinlilere yönelik savaş operasyonlarına destek veriyor, İngiliz ulusal basını ise bunu bir kez daha görmezden geliyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English