Bizi Takip Edin

AVRUPA

Almanya’da darbe girişimi yeni bir ‘Radikaller Kararnamesi’ne mi bağlanacak?

Yayınlanma

Alman polisinin sağcı “Reichsbürger” (İmparatorluk Yurttaşları) isimli örgüte yönelik “silahlı darbe girişimi” iddiasıyla yaptığı operasyonun yankıları sürüyor. 

Toplam 11 eyalette 52 şüphelinin bulunduğunu açıklayan Federal Başsavcılık, küçük bir grubun Federal Meclis’e (Bundestag) yönelik silahlı bir saldırı planladığını ileri sürdü.

Gözaltına alınanlar arasında bir ordu mensubunun yanı sıra AfD’li eski parlamenter ve muvazzaf hakim Birgit Malsack-Winkemann’ın da bulunması gözleri bu partiye çevirdi. 13. Heinrich isimli eski aristokratın ise darbeci grubun lideri ve yapılması planlanan darbeden sonra devletin başı olduğu ileri sürülüyor.

Sol Parti (Die Linke) içişleri sözcüsü Martina Renner ise yapılan operasyonun en azından bir haftadır “herkesin bildiği bir sır” olduğunu söyledi. 

Renner’ın açıkladığına göre, eyaletlerin federal ve eyalet içişleri bakanları geçen hafta bir toplantıda “sağ terörizm” ile ilgili görüşmüşler ve toplantıdan bilgiler medyaya sızdırılmıştı. Renner, bu sızdırmaların sağcı gruplara tüyo olduğunu ima ediyor.

İcat edilen Rusya bağı

Savcılık iddiasına göre 13. Henry olarak adlandırılan örgüt lideri, Almanya’daki Rusya Federasyonu temsilcileri ile temas kurmuştu. 

Ama savcılık, 13. Henry’nin görüştüğü iddia edilen Rusya temsilcilerinin, örgütün talebine olumlu yanıt verdiğine ilişkin bir bulgu olmadığını kabul etti.

Alman medyası ‘sağcı darbe’ye ikna turunda

Alman medyasında ise, kamuoyunu Reichsbürger’in darbe yapabileceğine ikna etmek amacını güden haber görülüyor.

Deutsche Welle’de (DW) “Almanya’da sağcı bir darbe mümkün mü?” başlığıyla yayımlanan makalede, Reichsbürger’in Federal Almanya Cumhuriyeti’ni tanımadığına, ülkenin hâlâ ABD, Britanya ve Fransa’nın işgali altında olduğuna inandığına ve Almanya’nın 1937 sınırlarını tanıdığına değiniliyor.

DW, sağcı bir darbenin başarılı olmasının zor olduğuna işaret eden uzman görüşlerine yer verse de bu grubu hafife almanın da yanlış olacağını yazıyor. SPD’li Sebastian Fiedler, örgütün “çılgınca tehlikeli” olduğunu söylerken terörizm uzmanı Peter R. Neumann da Reichsbürger’in devlete karşı ciddi terörist saldırılar yapma kapasitesine sahip olduğunu öne sürüyor.

Sosyopsikolog Andreas Zick’e göre ise COVID önlemlerine karşı protestolar “aşırılıkçıları” bir araya getiren adres oldu.

Der Spiegel’in özel haberinde de örgüt liderlerinin telefon kayıtları ve iç iletişimlerine ulaşıldığı ve saldırı planının “ciddi” olduğu savunuluyor. Bir başka Der Spiegel haberinde de Reichsbürger’in asker ve polis içinde desteğe sahip olduğu ve çok sayıda silahın ele geçirildiği belirtiliyor. 

taz’ın haberine göre ise yakalanan örgüt üyelerinden 18 kişilik bir “düşman listesi” çıktı. Listede Yeşiller’in Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock (Greens), SPD Başkanı Saskia Esken, SPD Genel Sekreteri Kevin Kühnert ve CDU’lu siyasetçi Armin Laschet yer alıyor. 

Scholz ve Baerbock konuştu, AfD kararsız

Operasyonun ardından ilk kez konuşan Alman Şansölyesi Olaf Scholz, gözaltına alınan kişilerden birinin AfD bağlantılı olmasının, “çok dikkat çekici ve çok ciddi bir mesele olduğunu” söyledi.

Scholz, operasyonun en önemli sonucunun, kuvvetli bir devlete ve demokrasiye sahip olduklarının görülmesi olduğunu belirtti. Scholz’e göre Alman güvenlik güçleri bu türden eylemleri önleme yeteneğine sahip.

SPD lideri Lars Klingbeil ise doğrudan AfD’ye işaret ederek, bu olaydan sonra AfD için belli sonuçlar çıkarılması gerektiğini söyledi. Klingbeil, “AfD, Anayasayı Koruma Örgütünün gözetiminde olmalıdır, parlamentoda, mahkemelerde ya da kamu işlerinde değil,” dedi. SPD lideri, AfD’yi açıkça “anayasaya karşı bir parti” olarak nitelendirdi.

İrlanda’nın başkenti Dublin’i ziyaret eden Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise “terörle mücadelede uluslararası işbirliğinin öneminin” altını çizdi. Bakan, Almanya’daki “sağcı terör”e karşı “naif” olmamaları gerektiğinin de görüldüğünü söyledi.

AfD ise sessizlik, uzak durma ve yatıştırma arasında gidip geliyor. Eş başkanlar Tino Chrupalla ve Alice Weidel imzasıyla yayınlanan parti açıklamasında, eski AfD milletvekili Birgit Malsack-Winkemann’ın faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmadıkları, darbe girişiminden her yurttaş gibi kendilerinin de medyadan haber aldıklarını söylediler.

Açıklamada, AfD’nin bu türden girişimlere karşı olduğu ve soruşturmada yetkililere güvenildiği vurgulandı.

AfD Grup Başkanvekili Beatrix von Storch ise Twitter’dan yaptığı açıklamada benzer operasyonların “kabile” suç örgütlerine (göçmenleri kastediyor) ve Son Nesil (Letzte Generation) isimli iklim aktivistlerine karşı da yapılmasını istedi.

AfD Thüringen Sözcüsü Björn Höcke ise bir makale paylaşarak operasyonda yakalanan kişilerin önemsiz olduğunu ve darbe girişiminin abartıldığını öne sürdü.

‘Sağ’ ile sınırlı kalmayacak bir cadı avı işareti

‘Darbe girişimi’ operasyonunun nereye doğru uzanacağı henüz belli değilken, Federal İçişleri Bakanı SPD’li Nancy Faeser, devlet memurluğu ile ilgili bir düzenleme yapacaklarının sinyalini verdi.

Darbe girişiminin sonuçlarının yalnızca “aşırı sağ” için olmayacağına dikkat çeken Faeser, birkaç gün içinde Bundestag’a memurların disiplin yasasını değiştirmek üzere yeni bir tasarı sunacağını açıkladı.

İçişleri Bakanı, “Yani, anayasanın düşmanlarını devlet memurluğundan daha hızlı çıkarabileceğiz,” dedi.

Bakanın yeni yasa tasarısı, aslında SPD-FDP-Yeşiller trafik lambası koalisyonunun seçim programındaki “idari modernleşme” başlığının bir uzantısı. 

Daha önce iki kez Alman Komünist Partisi (DKP) üyesi olduğu için memuriyetten atılan Klaus Lipps, mevcut yasaların uygulanması halinde “sağ terör” ile mücadelenin mümkün olduğunu söylemişti. Lipps’e göre, oldukça muğlak olan “anayasayı koruma” iddiası ile yetkililer, örneğin antikapitalist-komünist gruplarla ırkçı ve antisemitik grupları eşitliyor.

Almanya’da hâlâ devam eden antikomünist av: Radikaller Kararnamesi

Almanya’da köklü bir geçmişe sahip olan Almanya Komünist Partisi (KPD), 1956’da Batı Almanya Anayasa Mahkemesi tarafından “aşırılıkçı” olduğu gerekçesiyle kapatılarak yasaklanmıştı.

Uzun süre yer altında faaliyet yürüten KPD üyelerinin bir kısmı 1968 yılında Alman Komünist Partisi’ni (DKP) kurdu. 

1972 yılında sosyal demokrat Willy Brandt’ın imzaladığı “Radikaller Kararnamesi” ise kamuda komünist parti üyelerinin veya sempatizanlarının çalışmasının engellenmesini amaçlıyordu. 

Kararname 3,5 milyon insan etkilenmiş, onbinlerce insan hakkında soruşturma açılmış, yüzlerce kamu görevlisi mesleklerinden uzaklaştırılıp, kovuşturmaya tabi tutulmuş hatta hapis cezası ile cezalandırılmıştı.

Bugün de Lipps gibi çok sayıda kararname mağduru devlet memuru bulunuyor. Üniversite döneminde komünist gençlik örgütlerine üye olmak, DKP’nin gazetesi Unsere Zeit’a (Bizim Zamanımız) bağış yapmak gibi gerekçelerle dahi devlet memurları kovuşturmalara uğrayabiliyor.

AVRUPA

Alman Dışişlerinin Brüksel’deki lüks mülkleri Sayıştay denetimine takıldı

Yayınlanma

Perşembe günü yayınlanan bir rapora göre Almanya Dışişleri Bakanlığı, Brüksel’deki diplomatik temsilciliği için lüks mülkler satın alarak vergi mükelleflerinin parasını israf ettiği gerekçesiyle Federal Sayıştay tarafından ağır bir şekilde eleştirildi.

Rapora göre, Dışişleri Bakanlığı 2021 yılında yaklaşık 8 milyon avro karşılığında Brüksel’de ‘park benzeri bir mülk ve cömertçe donatılmış bir bina’ satın aldı. Tadilattan sonra bu bina Brüksel’deki üç Alman diplomatik temsilciliğine de ev sahipliği yapacak.

Raporda, “Dışişleri Bakanlığı ne satın alma ihtiyacını ortaya koymuş ne de ekonomik verimlilik ve tasarruf gerekliliklerine uymuştur,” deniliyor. Rapor, Dışişleri Bakanlığını ihtiyaç duyulmayan mülkleri ‘mümkün olduğunca az zararla’ yeniden satmaya çağırıyor. Sayıştay, “Bu durum özellikle bütçe kanununa aykırı olarak edinilen Brüksel’deki konut için geçerlidir,” diyor.

Dışişleri Bakanlığındaki kaynaklar, “AB büyükelçisi için yeni bir konut ihtiyacı 2007’den beri var. O tarihten bu yana Bakanlık uygun bir mülk arayışındaydı ancak başarılı olamadı,” diyerek kendilerini savundular. Euractiv’e konuşan bakanlık kaynakları, söz konusu mülkün ‘ihtiyaçları karşılayan uygun bir mülk’ olarak tespit edildiğini belirtiyorlar.

Fakat denetçiler, 2007 yılında yeni bir mülk edinmek yerine PermRep’in mevcut konutunun resmi bölümünün genişletilmesinin planlandığını belirttiler. Denetçilere göre, planlar daha fazla takip edilmedi ve genişlemeye karşı nedenler belgelenmedi.

15.000 metrekarelik yeni mülk, mevcut mülklerden altı kat daha büyük. Rezidans ayrıca kapalı yüzme havuzu ve tenis kortu ile donatılmış olup bakım masraflarını da fazla.

Kaynaklar Euractiv’e, “AB Daimi Temsilcisinin ikametgahı için […] o dönemde sadece satın alınan mülkün gereksinimleri karşılayabileceği düşünülebilirdi,” açıklamasını yaptı.

Rapor ayrıca Brüksel’deki vakanın tek olmadığını da gösteriyor. Sayıştay’a göre Ortadoğu’daki yabancı bir misyonda Alman Okulu inşa etmek üzere 5 milyon avroluk bir mülk satın alındı. Tek sorun, ‘arazinin sadece bahçe arazisi olarak belirlenmiş olması nedeniyle’ üzerine inşaat yapılamaması.

Rapor, bakanlığın 2022 yılında yurtdışındaki mülklerin işletilmesi, bakımı ve donanımı için yaklaşık 150 milyon avro harcadığını özetliyor. İnşaat önlemleri için ise 66 milyon avro daha ayrılmış. Dışişleri Bakanlığı, 2022 yılında yurtdışındaki mülkleri için birikmiş yenileme miktarının yaklaşık 2,5 milyar avro olacağını tahmin ediyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Avrupalı enerji şirketleri gaz depolamak için Ukrayna’ya yöneliyor

Yayınlanma

AB’nin doğal gaz depolarının tam kapasiteye yaklaşması, Avrupalı enerji şirketlerini kış aylarının en yoğun talebi öncesinde fazla rezervleri Ukrayna’da depolamaya yöneltti.

Gas Infrastructure Europe’un rakamlarına göre, AB’nin depoları şu anda neredeyse yüzde 99 oranında dolu durumda ve Brüksel’in Kasım ayı itibariyle depolama kapasitesinin yüzde 90’ına ulaşma hedefi aşıldı.

Bu rakam, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ithalatının devam etmesi ve talebin azalması nedeniyle bölgenin bazılarının korktuğundan çok daha fazla gaz depoladığını gösteriyor.

Financial Times’a (FT) göre bu durum AB’yi bir enerji şokuna karşı daha az kırılgan hale getirse de, kıtanın önümüzdeki kış için ihtiyaç duyduğu tüm enerjiye sahip olacağının garantisi olmaktan uzak.

Fiyat raporlama ajansı Argus’un Avrupa gaz fiyatlandırma müdürü Natasha Fielding, “Planlanmamış büyük arz kesintileri ya da Avrupa ve Asya’yı aynı anda vuran uzun ve derin soğuk hava dalgaları dışında Avrupa’da gaz sıkıntısı riski bu kış için düşük. Avrupa olabildiğince iyi stok yaptı,” dedi.

Buna karşın, Uluslararası Enerji Ajansı geçen yıl Avrupa’daki depolama tesislerinin şimdiye kadar sadece üçte ikisinin dolu olma riski taşıdığı uyarısında bulunmuştu.

AB’deki depolama tesislerinin neredeyse kapasiteye ulaşmasıyla birlikte şirketler rezervlerini depolamak için Avrupa’nın en büyük tanklarına ev sahipliği yapan Ukrayna’ya yönelmeye başladı ve ülkede tutulan doğal gaz miktarı savaştan bu yana en yüksek seviyeye ulaştı. Bazıları da kapasiteyi arttırmak için LNG tankerlerine açık denizde ‘yüzer depo’ görevi görmeleri için ödeme yapıyor.

Birleşik Krallık’ın kapasitesi diğer pek çok Avrupa ülkesinin kapasitesinden çok daha küçük olmasına rağmen, ülkedeki tüm depolar neredeyse kapasiteye yakın bir şekilde doldurma konusunda AB’ye benzer bir başarısı var: Şu anda mevcut oranlar yüzde 95.

Ukrayna’nın avantajları

Ukrayna’nın savaştan kaynaklanan risklere rağmen bir depolama alternatifi olarak ortaya çıkmasının nedeni, ucuz depolama tarifeleri ve üç yıl boyunca gümrük vergisi muafiyeti gibi teşvikler sunarak gazın AB’ye kolayca yeniden ithal edilmesini sağlaması.

Devlet enerji şirketi Naftogaz’a göre ülkedeki tanklar büyük ölçüde ülkenin batısında, cephe hatlarından uzakta, yerin derinliklerinde yer alıyor ve şu anda AB kuruluşlarına ait 2 milyar metreküpten fazla gaz içeriyor. Şirket 10 milyar metreküpten fazlasını (Ukrayna’nın ulusal kapasitesinin üçte biri) yabancı müşterilere sunmuş durumda.

Naftogaz CEO’su Oleksiy Çernışov, Avrupalı şirketlerin gazlarını Ukrayna’daki depolara koyarak ‘tamamen ticari bir risk’ aldıklarını ve çatışmalardan uzak olmasına rağmen Rus saldırılarının hedefi olabileceklerini söyledi.

Naftogaz, bu yılın ocak ve ekim ayları arasında ülke genelindeki tesislerinden 128’inin Rus saldırılarından zarar gördüğünü belirtirken, sektördeki kişiler hiçbir yeraltı deposunun vurulmadığını söylüyor.

AB ve Ukrayna ayrıca depolama tesislerinin savaştan kaynaklanan hasarlara karşı sigortalanması olasılığını da görüşüyor. Çernışov herhangi bir garantinin Ukrayna tanklarının kullanımını daha da artıracağını söyledi fakat sigortanın öngörülebilir gelecekte uygulanabilir olmasını beklemediğini de sözlerine ekledi.

Brüksel, üye ülkelere Rusya’dan ithalatı yasaklama yetkisi verecek

Öte yandan AB, Ukrayna savaşının başlamasından yaklaşık iki yıl sonra üye ülkelere Rusya ve Belarus’tan gaz ithalatını durdurma yetkisi vermeye hazırlanıyor.

Brüksel tarafından önerilen ve Financial Times tarafından görülen yasa taslağına göre, herhangi bir üye ülke Rusya ve Belarus’tan şirketlerin kendi gaz boru hatlarında ve sıvılaştırılmış doğal gaz terminallerinde kapasite satın almasını yasaklayabilecek.

Birliğin üst düzey bir yetkilisine göre bu öneri, AB enerji şirketlerinin Rus gaz sağlayıcılarıyla yaptıkları sözleşmelerden yüksek tazminat ödemek zorunda kalmadan çıkabilmeleri için bir temel oluşturabilir.

AB, savaşın ardından Rus enerjisine olan bağımlılığını kademeli olarak azaltmış olsa da, LNG sevkiyatları da dahil olmak üzere gaz tedarikinin yaklaşık onda birini hâlâ bu ülkeden alıyor. Avusturya ve Macaristan’ın da aralarında bulunduğu bazı üye devletler hâlâ büyük ölçüde Rus kaynaklarına güveniyor.

Avrupa Komisyonu üye ülkeleri kalan gaz ithalatını kesmeye zorlamak istiyor. Aralarında Polonya ve Baltık ülkelerinin de bulunduğu bazı üye ülkeler Moskova’ya karşı daha sert önlemler alınmasını talep ediyor.

Taslak mevzuata göre AB üye devletleri, ‘temel güvenlik çıkarlarını korumak için gerekli olduğu hallerde’ Rusya ve Belarus’tan gelen gaz operatörlerinin altyapıya erişimini “kısmen ya da gerekçelendirildiği hallerde tamamen sınırlandırabilecek.”

Üye devletler ve Avrupa Parlamentosu’ndan müzakerecilerin taslak metni cuma günü onaylaması bekleniyor. Metnin nihai halinin parlamento ve üye devletler tarafından resmi olarak onaylanması gerekiyor.

Okumaya Devam Et

AVRUPA

Danimarka kamusal alanlarda dini metinlerin yakılmasını yasakladı

Yayınlanma

Danimarka’da hükümeti oluşturan Sosyal Demokratlar, Liberaller ve Ilımlılar perşembe günü, Kuran veya İncil gibi dini metinlere kötü muameleyi suç haline getiren bir yasa tasarısı lehinde oy kullandı.

İsveç ve Danimarka’da meydana gelen bir dizi Kuran yakma olayının yurtiçi ve yurtdışındaki Müslüman toplulukların sert ve zaman zaman şiddet içeren tepkilerine yol açmasının ardından Danimarka hükümeti böyle bir yasak önerisini incelemeye karar verdi.

Danimarka Radyosuna göre Adalet Bakanı Peter Hummelgaard, birçok insan için bunun bir ‘prensip meselesi’ olduğunu anladığını söyledi.

Danimarka parlamentosu Folketing’de yaptığı konuşmada Hummelgaard, “Danimarka’nın güvenliği ile birkaç kişinin, şiddet içeren tepkileri kışkırtmak için birçok kişi için çok şey ifade eden şeyleri tekrar tekrar ve kasıtlı olarak ateşe verme hakkını tarttığımızda, Danimarka’nın güvenliğini seçiyoruz,” dedi.

Muhafazakâr Danimarkalı Demokratların lideri Inger Støjberg ise yeni yasayı desteklemedi. İsveç’in Kuran yakma olaylarından sonra yaşadığı çalkantıya rağmen bu tür eylemlerin hâlâ ‘ifade özgürlüğü’ kavramı ile korunduğunu hatırlatan Støjberg, “İsveçlilerin özgürlük hakları için sağlam bir duruş sergilediğini, Danimarka hükümetinin ise büyük ölçüde şiddet yanlılarının vetosuna boyun eğdiğini düşünün,” dedi.

Danimarka hükümeti tasarıyı ağustos ayında sunduğunda, kutsal semboller gibi şeylere getirdiği geniş yorum nedeniyle ağır eleştirilere maruz kalmıştı. Ayrıca sanat dünyası ve medya tarafından da Danimarka’da ‘ifade özgürlüğünü kısıtladığı’ gerekçesiyle eleştirilmişti.

O tarihten bu yana hükümet, tasarıyı Danimarka’da tanınan dinlerin kutsal metinleri için geçerli olduğunu ve önerilen cezanın para cezası veya iki yıla kadar hapis cezası olduğunu belirtecek şekilde revize etti.

Oylamadan önce tasarının kabul edileceğine dair birçok işaret vardı fakat Danimarka basınına göre, iktidardaki koalisyon partileri de dahil olmak üzere önemli sayıda Danimarkalı milletvekili, parti kararı olmasaydı tasarıya oy vermeyecekti.

Danimarka hükümeti tasarının ülkenin güvenliğini korumak amacıyla sunulduğunu savunurken, bazı eleştirmenler tasarının Danimarka hükümetinin 2025-2026 yıllarında BM Güvenlik Konseyinde yer almak istemesi nedeniyle sunulduğunu ve bunun için de belli sayıda Müslüman ülkenin oyuna ihtiyaç duyulduğunu ileri sürüyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English