Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

“Altın ruble 3.0”

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıdaki makale iki imzalı: Sergey Glazyev, halen Avrasya Ekonomik Komisyonu Makroekonomi ve Entegrasyon Kurulu üyesi, Dmitriy Mityayev ise İktisadi Stratejiler Enstitüsü’ndeki akademisyenliğinden başka “Sistemik Tahmin Merkezi” başkanı. Makale, benim Harici’de bir önceki makalemde değindiğim meseleyle tam bir paralellik gösteriyor. Orada, “Bay Siloviki” diye nitelediğim Güvenlik Konseyi Sekreteri Patruşev’in nisan ayında yaptığı altın standardı açıklamasına değinmiş ve bunun Merkez Bankası duvarına çarptığını, yerine de rublenin değerini tespit edecek bir “döviz sepeti” projesi konulduğunu söylemiştim: “… ‘mali blok’ altın (veya petrol) standardına dolaylı olarak bile geçilmesinden inatla imtina ediyor, bunun yerine aslında hibrit bir dolarizasyondan başka anlama gelmeyen “döviz sepeti” oluşturmaya çalışıyor … [dedolarizasyon konusunda] kararlılarsa yeni bir (bir!) evrensel eşdeğer bulunması kaçınılmazdır; ister ‘evergreen’ altın olsun bu, ister yuan, ister ‘toprağın yağı’ olsun, isterse de koyun postu.” Glazyev ve Mityayev, altın standardını öne çıkartıyor ve bunun bütünüyle gerçekleştirilebilir bir proje olduğunu vurguluyorlar.

Şuna tekrar tekrar dikkat çekmek gerek: Rusya’da gerek Kremlin, gerek onun solundaki hemen bütün iktisatçılar ve siyasetçiler için Sovyetler Birliği ve sosyalizm ülkenin geleceği açısından tartışılırken bunların özünde taşıdığı devrimci altüst oluş anlamının yerine çoğunlukla (soldakiler için) tedrici bir geçiş ve daha önemlisi (Kremlin için) her anlamda (siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi, ideolojik) yönetme kültürü, bir metodoloji geçiriliyor. Makalede “altın ruble 3.0” projesinin versiyon numarası da doğrudan doğruya buna gönderme yapıyor: versiyon 1.0 emperyalizmin birinci dönemine aittir ve imparatorlukta kapitalizmin sıçrayış manivelalarından birini teşkil eder, ama bu Rusya’nın mali olarak emperyalizme bağımlılığıyla sonuçlanmıştır. Versiyon 2.0 Stalin dönemine aittir ve tam, mutlak bir bağımsızlığın manivelasıdır.

* * *

Altın ruble 3.0. Rusya, dış ticaretin altyapısını nasıl değiştirebilir?

Sergey Glazyev & Dmitriy Mityayev

Sert yaptırım ablukası, Rusya dış ticaretinde 180 derecelik bir dönüş için zaruri önşartları yarattı. Avrasya Ekonomik Topluluğu üyeleri, Çin, Hindistan, İran, Türkiye, BAE vb., ülkenin başlıca dış ticaret ortakları oldular. Ve bu ülkelerin her biriyle ticaret Rusya için fazla veriyor. Merkez Bankası’nın ön değerlendirmelerine göre dış ticaret fazlası ocak-eylül 2022’de geçen yılın aynı dönemine göre 123,1 milyar dolar artış göstererek 198,4 milyar dolar oldu. Bu fazla ülkeden çıkartıldı (yarısı Rusya şirketlerinin dış borçlarını içeride ruble olarak alınan kredilerine karşılık kapatmaya gitti) ve ödemeler dengesinde net sermaye çıkışı kaleminde yansımasını buldu.

Dost ülkelerde dedolarizasyon süreci devam ediyor, “yumuşak” paralar cinsinden hesapların payı artıyor. Rusya eylülde uluslararası hesaplamalarda en çok yuan kullanan üçüncü ülke oldu. Merkez Bankası’nın verilerine göre son aylarda Rusya’nın döviz işlemlerinin yüzde 26’sı yuanla ticarete karşılık yapılıyor. Moskova Borsası’nda yuan/ruble ikilisi, günlük işlemlerde birkaç defa dolar ve avroyu geçti. Rusya’nın dış ticaret hesaplamalarında yuan, rupi, riyal vb. kullanıldığında ve dış ticaret fazlasının varlığında sonuç, Rusya ihracatçılarının yukarıda anılan ticaret ortağı ülkelerin bankalarındaki “yumuşak” para birimleri cinsinden hesaplarında milyarları bulan nakit bakiyelerinin birikmesidir.

“Yumuşak” paralarda birikim bundan sonra da artacak. Ama bu paralar da kurlardan ve olası yaptırımlardan kaynaklanan risklere maruz bulunduğundan fazlalığı sterilize etme zarureti doğuyor. En iyi yöntem, Çin, BAE, Türkiye, belki İran ve başka ülkelerde yerel paralara karşılık yaptırım altında olmayan altın satın almak. Rusya Merkez Bankası tarafından satın alınacak “yabancı” altın, belirlenmiş limitler çevresinde dost ülkelerin merkez bankalarında bulunan altın ve döviz rezervlerinde tutulabilir, ülkelerarası hesaplamalarda, döviz swaplarında ve kliring işlemlerinde kullanılabilir.

Rusya’nın dost ülkelerle ticareti ulusal para birimleriyle yapmaya geçişi doğru bir taktik karar, ama stratejik değil. Eğer fiyatlar batı borsalarında dolar olarak şekillenmeye devam ederse batının “lunapark aynasından” (derivatif fiyatlandırma sistemleri) gerçek bir çıkış olmaz.

Emsali görülmemiş yaptırım baskısı altında Rusya’nın görevi, batının “çarpık kurallarına” göre oynamayı öğrenmek değil, dost ülkelerle şeffaf ve karşılıklı avantajlı kurallara dayanan oyunlar kurmak, kendi fiyatlandırma, borsa ticareti, yatırım sistemini oluşturmaktır. Ve altın, eğer bütün temel uluslararası emtianın (petrol ve gaz, gıda ve gübre, metal ve ağır mineral) fiyatları onunla hesaplanırsa, batı yaptırımlarıyla mücadelenin benzersiz bir enstrümanı olabilir. Petrol fiyatının 2 varile karşılık 1 gram şeklinde sabitlenmesi, Credit Suisse stratejisti Zoltan Poszar’ın hesaplamalarına göre altının dolar karşısındaki fiyatını 2 kat artırır. Bu, batının getirdiği “tavan fiyata” uygun bir cevap, kendine has bir “zemin”, sağlam bir temel olur. Hindistan ve Çin de Glencore veya Trafigura yerine küresel hammadde traileri pozisyonunu işgal edebilir.

Altın (ve gümüş) binlerce yıl boyunca dünya mali sisteminin çekirdeği, eşdeğer, kâğıt paranın ve varlıkların dürüst bir ölçüsü oldular. Bugün altın standardı “anakronizm” sayılıyor. Yarım yüzyıl önce doların petrole bağlanmasının ardından altın standardı tamamen iptal edildi (ABD, 1944’te Bretton Woods’da kabul edilen “altın pencerenin” “geçici olarak” kapatıldığını ilan etmişti). Ama petrodolar devri bitiyor; artık petroyuandan ve dünya rezerv para ihraççısının [issuer] statüsünü kötüye kullanmasını sınırlayacak başka mekanizmalardan söz ediliyor. Rusya’nın elinde doğu ve güneydeki ortaklarıyla birlikte kendi kalkınmasını ve karşılıklı ticareti birikmiş ve üretilmekte olan stratejik kaynaklarla garanti edip dolar merkezli borç ekonomisinin batan gemisinden “atlama” şansı var.

Bu, Rusya’nın altına endeksli sağlam bir ruble tesisine yönelik ilk gerçekleşebilir girişimi değil. 19’uncu yüzyılda Avrupa’da altın standardının lobisini Rothschild yapıyordu; bu ona (ve Britanya’ya) altın kredileri karşılığında kıta Avrupasını Britanya mali sistemine bağımlı kılma imkânı sağlıyordu. Rusya da Kont Vitte’nin yönetimi sırasında “kulübe” katıldı. “Altın ruble 1.0” kapitalist birikim sürecini temin etti ancak yerli bankerleri ve sanayicileri batı sermaye kaynaklarına bağladı. Rusya’da o zaman kendi büyük altın üretimi yoktu; bu sektör Stalin döneminde ortaya çıktı.

Altın sanayileşmede ve savaş sonrası SSCB’nin dolar standardına katılmayı reddetmesinde önemli bir rol oynadı (o zaman ülkede rekor seviyede altın rezervleri birikmişti). SSCB Bretton Woods mutabakatlarını imzaladı ama resmi olarak onaylamadı ve rubleyi dolara değil (bu, Marshall planına katılmanın şartıydı) altına ve “ülkenin bütün zenginliğine” bağladı. “Altın ruble 2.0” savaştan sonra ekonominin hızla imarını temin eti, nükleer ve füze projelerinin gerçekleşmesine imkân sağladı. Reformcu Hruşçov, rubleyi altına bağlamaktan vazgeçti; 1961’de rubleyi fiilen 2,5 kat devalüe eden ve dolara bağlayan para reformunu gerçekleştirdi, ülkenin daha sonra batı mali sisteminin “hammadde eklentisi” haline getirilmesinin şartlarını şekillendirdi.

Bugün “altın ruble 3.0”ın objektif şartları oluşmuştur.

Rusya’ya karşı getirilen yaptırımlar bumerang olup batı ekonomisini vurdu. Kundakladıkları jeopolitik istikrarsızlık, enerji ve diğer kaynaklarda fiyat artışı, enflasyon ve diğer negatif faktörler, küresel ekonomi, özellikle de dünya mali pazarı üzerinde güçlü bir baskı yaratıyor. Bütün bunlar 2023’te dünyadaki yatırım siyaseti kalıplarında ortaya çıkacak değişikliklerde objektif bir yansısını bulacak; bu değişiklikler karmaşık mali enstrümanlara yapılan riskli yatırımlardan geleneksel varlıklara, öncelikle de altına doğru olacak. Saxo Bank analizcilerine göre 2023’te altına dönük artan talep, altının ons fiyatının bugünkü 1800 dolardan 3000 dolara yükselmesine yol açacak. Neticede yakın bir zamanda altın ve döviz rezervlerinin hem altın miktarının fiziki artışı hem de altının değerlenmesi anlamında çok büyük ölçüde artması gerçek bir fırsat olarak ortaya çıkıyor.

Büyük altın ve döviz rezervleri ülkenin egemen mali siyaset yürütme ve yabancı kredi kuruluşlarına bağımlılığı asgariye düşürmesine olanak sağlar. Rezervlerin büyüklüğü ülkenin itibarına, kredi reytingine ve yatırım cazibesine etkide bulunur. Daha büyük rezervler birçok iktisadi ve siyasi riski azaltarak uzun vadeli devlet bütçesi planlamaya olanak sağlar. 1998’de yeterince uluslararası rezerv olmayışı Rusya için temerrütle sona eren krizin nedenlerinden biri olmuştu. Bugün ülkemiz büyük altın ve döviz rezervlerine sahip, dünyada bu açıdan beşinci (Çin, Japonya, İsviçre ve Hindistan’dan sonra) ve ABD’nin de önünde, ama bu yeterli değil.

Yıllık altın üretimi (şu anki fiyatlarla) sadece 200 milyar dolar olarak hesaplanıyor; mevcut rezervlerin hacmi 7 trilyon dolar, bunun merkez bankalarında bulunan kısmı beşte birden fazla değil; üçüncü çeyrekte bu bankalar rekor miktarda, 400 ton altın satın aldılar. Çin Halk Bankası [Merkez Bankası] uzun yıllardan sonra ilk defa altın rezervlerinde artış olduğunu duyurdu. Ama Rusya Merkez Bankası pazara, açıktan açığa, altın almanın kötü bir fikir olduğunu, çünkü bunun ekonominin aşırı parasallaşmasına yol açacağını söyledi ve dünya fiyatına göre yüzde 15 indirim getirdi. Sonuçta altın üretimi çifte bir gerilim yaşıyor: batı, Rusya altınını yasadışı ilan etti ve onunla yapılacak her tür işleme yasak getirdi, Rusya Merkez Bankası ise, şirketlere bütün bu madeni “iyi yargı alanlarında” yeniden eriten veya yeniden markalayan aracılar üzerinden çıkarma hakkı ihdas ederek altını (ve dövizi) yurtdışına itiyor.

Altın üretiminde en başta gelen Çin’de üretilen altının ihracına kanunla getirilmiş bir yasak var. Şanghay Altın Borsası verilerine göre son 15 yıldır müşterileri 23.000 ton altını fiziksel olarak aldılar. Hindistan altın birikiminde dünya şampiyonu sayılıyor: 50.000 tondan fazla (Hindistan Rezerv [Merkez] Bankası’nda bunun yarısından az). Son çeyrek yüzyıldır batıdan doğuya doğru başlıca hublar (Londra, İsviçre, Türkiye, BAE, vb.) üzerinden yılda 2000-3000 ton çapında altın akışı gerçekleşti. Batılı merkez bankası kasalarında bu “horgörülen metalden” kalan var mı, yoksa hepsi swaplar ve lizinglerle “demonetize” mi edildi? Batı bunu asla söylemez, Fort Knox da söylemeyecek.

Son 20 yıldır Rusya’da altın üretimi hacmi iki katına çıktı, ABD’de ise yarıya düştü. Tıpkı uranyum pazarlığında (VOU-NOU) olduğu gibi: ABD gerçek bir zenginliği demonetize etmekle bu stratejik kaynakların (ister altın, ister uranyum, ister başka bir şey) üretimindeki ve işlenmesindeki uzmanlık ve ilgisini kaybetti. [VOU-NOU, yüksek seviyede zenginleştirilmiş uranyum ve düşük seviyede zenginleştirilmiş uranyum kelimelerinin baş harflerinden; ABD ile Rusya arasındaki 1993 tarihli “Megatons to Megawatts Program” mutabakatı kastediliyor. — H.Y.] Nasılsa matbaa para basıyor, ne istersek alırız. Nadir bulunan metallerde de aynısı oldu; bunlar neredeyse tamamen Çin’e geçti. Meyvelerini toplama zamanı geldi: ABD (son çeyreklerdeki gümrük istatistiklerinin gösterdiği gibi) Rusya’dan büyük partiler halinde paladyum, uranyum ve başka kaynaklar satın almaya başlıyor.

Bugün GSYH’nın yüzde 1’ini ancak teşkil eden altın üretimi yüzde 2-3’üne kadar yükselebilir ve bütün hammadde sektörünün (GSYH’nın yüzde 30’u) hızla büyümesinin ve dış ticaret dengesinin temeli haline gelebilir. Bu ikincisi hâlâ “sağlam” paraların ihraççılarının [issuer] kapris ve aşağılamalarına ve devalüasyon riskine, keza “yumuşak” paraların yetersiz konvertibilitesine dayanıyor. Bu durumda Rusya, iyi örgütlenmiş küresel bir “altına hücum” sayesinde (Rusya halkı da dünyadaki merkez bankalarının ardından altına yatırımını geçen yıla göre 4 kat artırdı) altın üretimini 330 tondan (sadece üç büyük ve hâlihazırda işletmeye açılmış olan üretim noktası sayesinde) 1,5 kat artırarak 500 tona yükseltebilir ve böylece bu stratejik sektörde dünya lideri olabilir. Bunun “bonusunu” da alırız: sağlam ruble, sağlam bütçe ve ilerici bir kalkınma stratejisinin hayata geçmesiyle sağlam bir ekonomi.

(27 Aralık 2022, Vedomosti)

DÜNYA BASINI

FP: Büyük hesaplaşma kapıda

Yayınlanma

Yazar

İsrail’in en yüksek mahkemesi Netanyahu’yu durdurabilir mi?

Bibi’nin iki üst düzey yetkiliyi görevden alma hamlesinin ardından büyük hesaplaşma kapıda.

David E. Rosenberg / FP

Önümüzdeki haftalarda, İsrail demokrasisinin geleceğiyle ilgili büyük bir mücadele yaşanacak. Demokratik normları ve hukukun üstünlüğünü temsil eden tarafın bu mücadeleyi kazanacağının hiçbir garantisi yok.

Bir tarafta, devletin diğer organları zayıflatma ve sadık isimleri öne çıkarma hedefiyle geçen hafta iki kilit İsrailli yetkiliyi görevden almaya çalışan Başbakan Binyamin Netanyahu var. Diğer tarafta ise Yüksek Mahkeme yer alıyor. Teorik olarak Netanyahu’nun gündeminin bazı bölümlerini engelleme gücüne sahip olan mahkeme, pratikte ise kararlarını tanımamaya kararlı ve yetkilerini aşındırmaya çalışan bir hükümetle karşı karşıya.

İsrail’de hükümet-yargı kavgası yeniden alevlendi

Bu anayasal bir çıkmaza dönüşürse, Netanyahu’nun iktidara dönüşünden bu yana İsrail’i sarsan sokak protestoları yeniden alevlenebilir. Ülkeye dair genellikle temkinli açıklamalarda bulunan bazı etkili İsrailliler bile olası bir iç savaş konusunda uyarıyor.

Bu krizi tetikleyen olaylar, hükümetin son günlerde peş peşe aldığı iki karar oldu: İç güvenlik teşkilatı Şin-Bet’in Direktörü Ronen Bar’ın görevden alınması ve Başsavcı Gali Baharav-Miara’nın görevden alınma sürecinin başlatılması. Netanyahu, Bar’a olan güvenini kaybettiğini ve onu görev için “fazla yumuşak” bulduğunu belirterek kararı savundu. Adalet Bakanı Yariv Levin ise uzun süredir görevden almak istediği Baharav-Miara’yı “uygunsuz davranış” ve hükümetle “önemli ve uzun süredir devam eden görüş ayrılıkları” nedeniyle hedef aldı.

Hem Şin-Bet Direktörü hem de Başsavcı, hükümet tarafından atanan isimler olsa da onları görevden almak basit ve kolay bir prosedür değil.

Normal koşullarda, Şin-Bet Direktörü’nün görevden alınması idari hukuk çerçevesinde ele alınır; kararın gerekçelendirilmesi ve “makul” bulunması gerekir. Başsavcı ise ancak bir danışma komitesi kararıyla görevden alınabilir.

Netanyahu hükümeti, Başsavcı’nın azil sürecini başlattı

Ancak şu anda koşullar normal değil. Yasal düzenlemeler, hükümetin hem hukuki hem de ahlaki kurallara bağlı kalacağı varsayımıyla hazırlanmıştı. Netanyahu’nun geçmişteki hükümetleri de dahil önceki hükümetler de bu yetkililerle anlaşmazlıklar yaşanmıştı, fakat hiçbir zaman görevden alma yoluna gidilmemişti.

Ancak Netanyahu, tıpkı ABD Başkanı Donald Trump gibi, gücüne sınır koyan bu mekanizmalardan rahatsızlık duyuyor ve siyasi rakiplerini hedef almaktan geri durmuyor. Ve yine Trump gibi Netanyahu da liderlerinin iktidar hırsını kendi toplumlarını yeniden şekillendirmek için kullanan ideologların yardım ve desteğini alıyor.

Baharav-Miara, Yüksek Mahkeme’yi ve yargı organının diğer kurumlarını zayıflatacak “yargı reformu” projesi dahil hükümetin anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü eylemlerini ısrarla reddettiği için bir engel olarak görülüyor.

Bar ise normalde hükümetin hedefi olmayacak bir güvenlik bürokratıydı. Ancak Şin-Bet’in görevleri arasında İsrail demokrasisini korumak ve ulusal güvenliğe yönelik tehditleri araştırmak da bulunuyor. Bu görevler onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

İsrail’de “devlete sızma” tartışması: “Dün vatan haini ilan ettiniz yarın idam edersiniz”

Netanyahu hükümetinin demokratik normlara karşı açtığı savaş, Baharav-Miara ve Bar’ı görevden alma girişiminden çok önce başlamıştı. İlk adım, 2022 sonunda hükümetin kurulmasının hemen ardından Levin’in yargıyı siyasetin kontrolüne almayı hedefleyen kapsamlı “yargı reformu” planını açıklamasıyla atıldı. Bu reform girişimi, geniş çaplı sokak protestoları, Yüksek Mahkeme’nin iptal kararları ve 2023 Ekim’inde yaşanan Hamas saldırısıyla birlikte rafa kalktı.

Ancak hükümetin yargı reformunu yeniden gündeme getirmeyi beklediği açıktı. Levin uzun süredir yargıyı “yozlaşmış ve solcu” olmakla suçluyor. Hükümetin aşırı sağcı ve dindar ortakları ise Yüksek Mahkeme’yi, İsrail’i daha dindar ve muhafazakâr bir topluma dönüştürme çabalarının önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Netanyahu bu görüşleri paylaşmasa da yargı reformu sayesinde hakkında devam eden yolsuzluk davalarından sıyrılma ihtimali vardı. Protestolar, davalar ve savaşın baskısıyla, zamanla o da aşırı sağın bürokratları düşman olarak gören önermesini yavaş yavaş kabul etmeye başladı. Netanyahu eskiden “derin devletin” kendisini yıkmaya çalıştığına dair iddiaları sosyal medyadaki destekçilerine bırakırdı şimdi artık bu ifadeleri bizzat kendisi de kullanıyor.

Netanyahu, Trump’ın izinde: Yargıya ‘derin devlet’ suçlaması

Yargı reformunu yeniden başlatmak için uygun zaman geçen sonbaharda geldi. Hamas, Hizbullah ve İran’a karşı savaşlarda İsrail üstün görünse de savaş atmosferi sokak protestolarını bastırmak için yeterince yoğun bir ortam sağladı. Ayrıca Trump’ın yeniden iktidara gelişiyle birlikte, Beyaz Saray artık demokratik olmayan adımlara ses çıkarmayacaktı.

Ancak bu kez hükümet, yeni protestolara yol açma olasılığı daha düşük olan kademeli bir yaklaşımı tercih etti. Bu ay başında, Meclis yargıçları disiplin altına alan kurulun kontrolünü koalisyon milletvekillerine devreden bir yasayı onayladı. Yargıç atamalarını siyasallaştıracak bir başka yasa tasarısı da şu an Meclis’te. Son adımlar ise Şin-Bet Direktörü ve Başsavcının görevden alınması oldu.

Bu siyasi mücadele, Yüksek Mahkeme’de görülecek görevden alma davalarının arka planını oluşturacak. Ancak davaların içeriği, teknik olarak “çıkar çatışması” olup olmadığı sorusu etrafında şekillenecek.

Bar yönetimindeki Şin-Bet, Netanyahu’nun ofisinden sızdırıldığı iddia edilen gizli belgeler ile Katar’dan Netanyahu’ya yakın kişilere yapılan ödemeleri araştırıyordu. Ayrıca polis teşkilatına aşırı sağcı örgütlerin sızmasını da araştırdığı ortaya çıktı. Muhalifler, Netanyahu’nun Bar’ı görevden almasının yasal açıdan gerekçelendirilebilir görünse de asıl amacının bu soruşturmaları durduracak bir ismi atamak olduğunu savunuyor. Bu nedenle yargı müdahale etmeli.

Netanyahu’nun sözcüsünün maaşını Katar ödemiş

Aynı durum başsavcı Baharav-Miara için de geçerli. Kendisi, Netanyahu’nun yolsuzluk, rüşvet ve güveni kötüye kullanma suçlamalarıyla yargılandığı davanın başsavcısı. Şu sıralar Netanyahu haftada iki kez Tel Aviv’deki mahkemede ifade veriyor. En azından teoride, sadık bir kişinin bu pozisyonda olması İsrail liderinin mahkumiyetten kaçmasını kolaylaştırabilir.

Yüksek Mahkeme, şimdiden Bar’ın görevden alınmasını durduran geçici bir tedbir kararı aldı ve konuyla ilgili temyiz başvurularını 8 Nisan’da dinleyecek. Mahkeme dört farklı karar verebilir: Temyiz başvurularını tamamen reddedebilir, hükümete kararını yasal çerçeveye uygun şekilde yeniden düzenlemesini emredebilir, Bar’ın birkaç ay içinde istifa etmesini öngören bir uzlaşma önerebilir ya da görevden alma kararını tamamen iptal edebilir. Sonuncusu olursa, büyük bir çatışma başlayacak demektir.

Yüksek Mahkeme Baharav-Miara’nın görevden alınmasına müdahale etmese bile süreç normalde aylar sürecek. Önce hükümetin oluşturduğu bir komitenin karar vermesi gerekiyor. Ancak hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Levin, Baharav-Miara’ya istifa etmesi yönünde baskı yapıyor ve son iki yıldır ona yönelik yıpratma kampanyasını sürdürüyor.

Yüksek Mahkeme harekete geçecek mi? Mahkeme Başkanı Isaac Amit kararlı bir isim ve Bar davasına bakan üç kişilik heyet hükümet aleyhine karar verme ihtimali yüksek olan daha liberal yargıçlardan oluşuyor. Öte yandan, Netanyahu, Levin ve hükümet üyeleri uzun süredir mahkemeyi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Onlara göre mahkeme tarafsız olmadığı gibi hükümeti yargılama hakkına da sahip değil. Levin, Amit’in ocak ayında mahkeme başkanı olarak atanmasına karşı çıktı ve o zamandan beri onu boykot ediyor.

Normal şartlarda, Yüksek Mahkeme’nin kararı, ne kadar tatsız olsa da hükümet için bağlayıcı. Ancak bu kez hükümet kararları tanımama sinyalleri veriyor. Geçici tedbir kararının ardından bazı bakanlar, nihai kararın da tanınmayabileceğini açıkladı. Mahkemeyi ya geri adım atmaya zorlayacaklar ya da müdahil olmaktan caydıracaklar.

On binlerce İsrailli Netanyahu hükümetine karşı yürüyor

Bu durumda, hükümet ile yargı arasındaki güç dengesi İsrail halkı tarafından belirlenecek. Eğer anketler doğruysa, halk “derin devlet” argümanına inanmıyor. Yüksek Mahkeme’ye hükümetten daha fazla güveniyor. Geçen hafta sonu ülke genelinde 100 binden fazla kişi Bar’ın görevden alınmasına karşı protesto gösterileri düzenledi.

Ancak bu protestoların etkili olması için çok daha büyük ve uzun süreli olması gerekiyor. Bu da garanti değil. Gazze’deki savaşın yeniden alevlenmesi, aşırı sağcı Itamar Ben-Gvir’in hükümete dönüşü ve protestolara karşı sert polis müdahaleleri, 2023’teki gibi kitlesel protestoların tekrarını zorlaştırabilir. Aylar süren savaşlar ve krizlerin ardından, halk artık yorgun olabilir. Netanyahu’nun umudu da tam olarak bu.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

Batı medyası ve siyasetinden temkinli İmamoğlu değerlendirmeleri

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Batı medyası ve siyasetinden ardı ardına değerlendirmeler geliyor.

Medyadaki değerlendirmeler, büyük oranda “jeopolitik dönüşümlerin” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a açtığı fırsat pencereleri ile ilgili.

Örneğin Politico’da ‘Erdoğan demokratik muhalefeti bastırmak için jeopolitik bir fırsat yakaladı’ başlıklı haberde, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllarını demokrasiyi aşındırmak, muhalefeti bastırmak ve ülkenin ordu ve kamu hizmetlerini tasfiye etmekle geçirdi. Şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını gömmek için bu jeopolitik anı seçmiş gibi görünüyor,” deniyor.

Analizde, Donald Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff’un Tucker Carlson’a verdiği mülakatta söylediklerine referans veriliyor. Witkoff, geçen hafta Carlson’a verdiği beyanda, iki lider arasında kısa süre önce gerçekleşen telefon görüşmesini “harika” ve “dönüm noktası niteliğinde” olarak nitelendirmişti.

Bloomberg: Erdoğan, NATO’nun Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle tutuklamaya ses çıkmayacağına güveniyor

Bloomberg’de yer alan ‘Erdoğan dünyanın Türkiye’deki kargaşayı görmezden geleceğine güveniyor’ başlıklı değerlendirmede ise, İmamoğlu’nun hapse atılmasının ardından Erdoğan’ın, “NATO müttefiklerinin Türkiye’ye, demokrasi kavgasından daha fazla ihtiyaç duyduklarına güvendiğini” öne sürüyor.

Analizde, “Türkiye Cumhurbaşkanı ve NATO’nun en büyük ikinci ordusunun komutanı, dünyanın kendisine, ülkenin demokrasisi için verilen mücadeleye katılma ihtiyacından daha fazla ihtiyaç duyduğuna güveniyor. ABD ve Avrupa güvenlik sorunlarıyla meşgulken, Erdoğan kendisini Ukrayna’dan Orta Doğu ve Afrika’daki çatışma bölgelerine kadar kilit bir güç simsarı olarak konumlandırdı,” deniyor.

Bloomberg, Avrupa başkentlerinden gelen birkaç itiraz dışında, İmamoğlu’nun tutuklamasının ardından uluslararası tepkinin yokluğunun dikkat çekici olduğuna işaret ediyor.

Yazıda, “Erdoğan muhtemelen Türkiye’nin artan stratejik öneminin demokratik eksikliklerinden daha ağır bastığını hesapladı. Yatırımcılar Türk varlıklarını terk ederken ve yabancı parayı ülkeye geri getirme yolunda son dönemde kaydedilen ilerlemeyi geri alma riskini taşırken bile, bu şimdiye kadar siyasi olarak karşılığını veren bir bahis,” ifadeleri kullanıldı.

Ekonomi yayını, özellikle Ukrayna’daki savaşın Avrupa’yı, Türkiye’ye giderek daha fazla bağımlı hale getirdiğini ileri sürüyor.

Economist: Geriye otokrasiye yakın bir yönetim kaldı

Ünlü ekonomi dergisi Economist ise İmamoğlu’nun tutuklanmasını ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan rakibini hapse attı ve Türkiye’nin demokrasisini tehlikeye attı’ başlığıyla verdi.

“Türkiye geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşıyor,” iddiasında bulunan dergi, her şeye rağmen Türkiye’deki seçimlerin ‘çoğunlukla serbest’ kaldığını, ama İmamoğlu’nun tutuklanması ile birlikte “geriye çıplak otokrasiye yakın bir yönetim kaldığını” öne sürdü.

Tutuklamaların Türkiye’nin on yılı aşkın bir süredir gördüğü en büyük protestolara yol açtığına işaret eden Economist, protestolardaki gözaltıları ve polis şiddetini de sayfalarına taşıdı.

Euractiv: Erdoğan jeopolitik değişimi değerlendirerek zamanını iyi seçti

Euractiv’de yer alan değerlendirmede de, “İç siyasi çalkantılara rağmen, Ankara’nın AB ile daha yakın ilişkiler kurması ve bloğun savunma fonlarına erişim kazanması için daha iyi bir zamanlama olamazdı,” deniyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘zamanını iyi seçtiğini’ savunan Euractiv, ‘içeride demokratik muhalefeti bastırmak ve dışarıda jeopolitik puan toplamak için jeopolitik değişimi değerlendirdiğini’ yazıyor.

Bir süredir AB-Türkiye ilişkilerinin gergin seyrettiğini hatırlatan Euractiv, ABD’nin Kıta’dan çekilme işaretleri vermesi ve Rusya ile ilişkileri düzeltmek istemesi birlikte büyük bir silahlanma hamlesi başlatan Avrupa’da Türkiye’ye bakışın değişmeye başladığına işaret ediyor.

Bazı AB diplomatlarına göre ABD Başkanı Donald Trump’ın dönüşü ve jeopolitik değişimler Kıta’da Ankara ile daha yakın ilişkilere bakış açısını değiştirdi.

‘Brüksel’de Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu söyleniyor’

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin, Avrupa’daki güvenlik zirvelerine giderek daha fazla katılmaya başladığını ve üst düzey yetkililerin de bu konuya ilgi duyduklarını açıkça ifade ettiğini vurgulayan Euractiv, “Brüksel’deki iktidar koridorlarında tekrarlanan bir söylem, Türkiye’nin benzer düşünen bir ortak ve müttefik olduğu ve uzun vadeli güvenlik çıkarlarının birkaç kişinin kısa vadeli çıkarlarının önüne geçmesi gerektiği yönünde,” diye yazıyor.

Ankara’nın, Avrupa’nın savunma planları için kendisine ihtiyaç olduğunu çok iyi anladığını savunan yayın, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Erdoğan ile daha yakın işbirliği için AB nezdinde lobi yaptığını aktarıyor.

Yazıda şunlar söyleniyor:

“Türkiye’nin stratejik coğrafi konumu, Karadeniz’den Akdeniz’e ulaşımı sağlayan önemli bir nakliye ve ticaret yolu olan ve savaşın ilk günlerinde Rus savaş gemilerine kapatmakta tereddüt etmediği İstanbul Boğazı’nın kontrolünde kilit rol oynuyor. Gelecekte Avrupa savaş gemilerinin Karadeniz’e erişimine ihtiyaç duyulması halinde, anahtar Ankara’nın elinde olacak. Yerli Kırım Tatarlarının Osmanlı İmparatorluğu ile bir dizi tarihi bağı olan Kırım Yarımadası’nda kalıcı bir Rus varlığı Ankara’nın çıkarına olmayabilir.”

Euractiv’e konuşan AB yetkililerine göre Türk askeri teçhizatı, blok dışından temin edilebilecek en ucuz seçenekler arasında yer alıyor ve Ukrayna ve Azerbaycan da dahil olmak üzere savaş bölgelerinde sahada test edildi.

‘AB, Türk askerine Ukrayna’da güveniyor’

Yine habere göre, Gelecekte Ukrayna’da yapılacak bir barış anlaşmasında Avrupalı barış gücü askerlerinin ateşkesi sağlaması halinde Türkiye’nin askeri gücü de işe yarayabilir.

AB savunma fonlarına erişim konusunda, giderek artan sayıda AB diplomatı, Avrupa’nın ‘gerçekleri görmesi’ ve ABD’ye bağımlılığının yerini alacak ortak tabanını genişletmesinin sadece bir zaman meselesi olduğuna inanıyor.

Bir AB diplomatı, AB’nin “bir noktada, hızlı bir şekilde yeniden silahlanma konusunda ciddiysek bu ülkelere ve endüstrilerine ihtiyacımız olduğu konusunda pragmatik bir durum değerlendirmesine varması gerektiğini” söyledi. Euractiv’e göre bu görüşler Brüksel’de giderek daha fazla yankı buluyor.

Bir AB yetkilisi, Fransa’nın savunma konusundaki ‘Avrupalı Satın Al’ rağmen, savunma konusunda Türkiye gibi tüm bu ülkelere yaklaştıklarını söyledi.

Avrupa’nın yeni silahlanma fonuna AB dışından katılım için, üçüncü ülkelerin AB ile savunma anlaşması imzalaması gerekiyor. Öte yandan böyle bir savunma anlaşması için ‘nitelikli çoğunluk’ yeterli olduğundan, Kıbrıs ve Yunanistan’ın itirazlarına rağmen Brüksel ile Ankara arasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının önünde engel yok.

Bu hafta başında masaya yatırılan ve üye devletler tarafından şartları daha da sıkılaştırmak ya da gevşetmek üzere değiştirilebilecek olan taslak metne göre, ikinci anlaşma doğrudan üçüncü ülke ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanacak.

Bazı AB diplomatlarına göre, Türkiye’de dengeler değişirse, Polonya’nın AB dönem başkanlığı daha hızlı bir anlaşma için oybirliği arayışından vazgeçebilir.

Yine Euractiv’e göre, Türkiye’nin Rusya’ya karşı Batı’yla aynı safta yer almak arasında ince bir ipte yürümesi ikinci derecede önemli bir mesele gibi görünüyor.

Scholz’un İmamoğlu tepkisine rağmen Berlin, Ankara ile yakın savunma işbirliği istiyor

Dolayısıyla, özellikle Almanya’dan gelen bazı tepkilere rağmen, İmamoğlu’nun tutuklanmasına yönelik Kıta’dan gelecek tepkilerin genellikle “görmezden gelmek” olacağına vurgu yapılıyor.

Dahası, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un sert eleştirilerine rağmen, Alman yetkililer Berlin’in daha yakın bir savunma işbirliğinin önünde durmayacağını vurgulamakta gecikmedi. Fransız Elysee yetkilileri ise kamuoyu önünde yorum yapmaktan kaçındı.

Üst düzey AB yetkilileri Türk yetkilileri demokratik standartlara uymaya çağırırken, “temel haklara saygı ve hukukun üstünlüğünün AB’ye katılım süreci için elzem” olduğunu belirttiler fakat AB liderlerinin çoğunluğu sessiz kaldı.

Bazı AB diplomatları, stratejik gereklilikler lehine konuyu görmezden gelebileceğine inanıyor. Fakat diğer alanlarda AB-Türkiye ilişkilerinin yakınlaşması konusunda yaşanan siyasi tıkanıklık farklı görünüyor.

Görüşmeler hakkında bilgi sahibi olan kişiler, Ankara’nın yıllardır iki temel talebi olan AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonu ve vize serbestisinin, ‘reform eksikliği’ nedeniyle ilerleme ihtimalinin çok düşük olduğunu söylüyor. 

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında yankı buldu

Yayınlanma

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması Batı basınında geniş yankı buldu. Pek çok Batılı yayın kuruluşu, tutuklamanın Türkiye’deki ‘demokrasi ilkeleri üzerindeki endişeleri artırdığını’ ve siyasi motivasyon taşıdığını ileri sürdü. Batı basını, Türkiye genelinde İmamoğlu’na destek gösterilerini ve uluslararası kuruluşların tepkisini de haberleştirdi.

Batı basını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına geniş yer ayırarak, Türkiye’nin “demokratik ilkelerine dair endişeleri ve tutuklamanın potansiyel siyasi nedenlerini” ele aldı

The Times (Birleşik Krallık): Gazetenin bir köşe yazısında, İmamoğlu’nun tutuklanması ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1999’daki hapis cezası alması arasında paralellikler kuruldu. Yazıda, Erdoğan’ın önde gelen siyasi rakibi İmamoğlu’na karşı mevcut eylemlerinin, Erdoğan’ın daha önceki demokratik vaatlerinden uzaklaşmayı yansıttığı öne sürüldü.

The Guardian (Birleşik Krallık): The Guardian, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından Türkiye genelinde yayılan geniş çaplı protestoları haberleştirdi. Gösterilerin “demokrasi, hukuk devleti ve eşit haklar için daha geniş bir harekete dönüştüğünü” yazdı. Makale, Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD gibi kuruluşlardan gelen cılız tepkilerle uluslararası yanıtın sınırlı kaldığına da dikkat çekti.

Associated Press (ABD): Associated Press, İmamoğlu’nun yolsuzluk suçlamalarıyla tutuklanmasına yol açan hukuki süreci ele aldı. Tutuklamanın yaklaşan seçimler öncesinde gerçekleştiği zamanlamasına ve Türkiye’nin siyasi ortamı üzerindeki potansiyel etkisine dikkat çekti. Haber, muhalefet figürlerinden ve uluslararası kuruluşlardan gelen tutuklamanın siyasi çıkarımlarını eleştiren yorumlara da yer verdi.

Euronews (Avrupa): Euronews, İstanbul ve diğer şehirlerdeki kitlesel protestoları detaylı bir şekilde aktardı. Protestocuların gösteri yasaklarına ve yol kapatmalara karşı gelmesini vurguladı. Haber, “protestocular arasında tutuklamanın Erdoğan’ın ana rakibini saf dışı bırakmak için siyasi amaçlı olduğu” algısının yaygın olduğunu belirtti.

El País (İspanya): El País, İmamoğlu’nun geçici tutukluluğuna yol açan yargı sürecini haberleştirdi. Muhalefetin tutuklamayı 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir rakibi ortadan kaldırma amaçlı siyasi bir girişim olarak gördüğünü kaydetti.

Die Welt (Almanya): Die Welt, mahkemenin İmamoğlu’nu tutuklama kararını ve ardından başlayan kitlesel protestoları haberleştirdi. İmamoğlu’nun asılsız ve iftira niteliğinde olduğunu ifade ederek reddettiği teröre destek iddialarına da değindi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu: Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, İmamoğlu’nun tutuklanmasından derin endişe duyduğunu ifade etti.

Von der Leyen, Ankara’ya özellikle seçilmiş yetkililerin hakları olmak üzere “demokratik değerleri koruma yükümlülüğünü” hatırlattı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise kararı “adaletin trajedisi” ve demokratik sürece yönelik bir saldırı olarak kınadı.

Kuruluş, tutuklamanın “İstanbul seçmenlerinin seçtikleri temsilciden mahrum bırakılarak haklarının ihlal edildiğini” savundu.

Ekrem İmamoğlu’na gözaltı dünya medyasının gündeminde

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English